İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HİCRİ
OTUZ YEDİNCİ YIL OLAYLARI (M. 657-658)
(SIFFİN SAVAŞI'NIN DEVAMI)
Bu
yılın Muharrem ayında Hz. Ali ile Muaviye arasında bazı konularda anlaşmalara
varıldı. Bunlardan biri sulh yapma ümidi ile Muharrem ayında aralarındaki
çarpışmaları durdurmaları idi. Bu müddet içinde aralarında elçiler gidip
gelmişti. Hz. Ali'nin Muaviye'ye gönderdiği elçiler arasında Adiyy bin Hatem,
Yezid bin Kays el-Erhabi, Şebes bin Rib'i ve Ziyad bin Hasafa gibileri vardı.
Adiyy
bin Hatem elçilikle gitmiş olduğu Muaviye'ye Allah'a hamd ettikten sonra şöyle
demişti: "Bizler Cenab-ı Allah'ın aramızı bulup bizi birleştirmesi için
gayret etmek, bu ümmetin birliğini sağlamak, dökülen kanları bir an evvel
durdurmak, iki taraf arasında barışı sağlayıp aralarını bulmak için seni barışa
davet etmeğe geldik. Senin amcanın oğlu Müslümanların efendisi, en
faziletlilerinden birisi, İslam'a ilk girenlerden ve İslam'da en çok tesiri
olan şahsiyetlerdendir. Bütün Müslümanlar ona bey'at etti, senden ve senin
yandaşlarından başka muhalefet eden çıkmadı. Ey Muaviye, kendini koru; sana ve
arkadaşlarına Cemel Günü'nde diğerlerinin başına gelen musibetler
gelmesin." Adiyy'in bu sözleri üzerine Muaviye şöyle der: "Senin
sanki arayı bulmak ve barışı sağlamak için değil de beni tehdit etmeğe gelmiş
gibi bir halin var. Heyhat ey Adiyy! Şunu iyi bilin ki savaş çocuğuyum ve böyle
saldırılar bana pek tesir etmez. Vallahi sen Osman'ın üzerine saldırtılan
adamlardan ve Osman'ın katillerindensin. Osman'ın katlinden dolayı senin de
öldürülmeni Allah'tan diliyorum." Muaviye'nin böyle sözler sarf etmesi
üzerine Şebes ve Ziyad bin Hasafa ikisi birden söze karışarak ona şöyle derler:
"Bizler seninle sulh yapmaya ve arayı bulmağa geldik, sen kalkmış bize
hikaye anlatır gibi konuşup duruyorsun. Şu faydasız sözleri bir tarafa bırak da
faydalı olacak konuda bize cevabını bildir." Bu arada Yezid bin Kays da
şunları ilave eder:
"Bizler
buraya sadece bize emredileni bildirmek ve senden duyduklarımızı da oraya
götürmek üzere gelmiş bulunuyoruz. Bir hüccet olsun diye sana bazı öğütlerde
bulunmayı ve bazı şeyleri hatırlatmayı da terk edecek değiliz. Bunu yapmaktaki
gayemiz tekrar Müslümanlar arasında bir yakınlığın doğması ve cemaatin toparlanmasıdır.
Bütün Müslümanlar bizim arkadaşımızın -Hz. Ali'yi kastederek- faziletini
biliyorlar ve bunu sen de biliyorsun. Bunun için Allah'tan kork ve sakın
muhalefet etme ey Muaviye! Vallahi biz bu dünya hayatında ondan daha ileri
derecede takva sahibi, zühde sarılmış ve her türlü hayır ve güzel vasıfları
kendisinde bulunduran bir adama rastlamadık. "
Muaviye
Allah'a hamd ettikten sonra şöyle der: "Siz bizi taate ve cemaate davet
ediyorsunuz. Cemaate bakarsak, kendisine katılmağa bizi çağırdığınız bu cemaat
bizim yanımızda vardır. Sizin adamınıza ve arkadaşınıza benim itaat etmeme
gelince; bunu O'na layık görmüyorum, çünkü O halifemizi öldürdü ve cemaatimizi
dağıtarak insanları bize karşı kışkırttı. Ayrıca adamınız Osman'ı öldürmediğini
zannediyor. Biz O'nun bu zannını kabul ederiz. O zaman bize Osman'ın
katillerini versin, onları öldürelim ve itaat edip bahsettiğiniz cemaate
dönelim." Bunun üzerine Şebes bin Rib'i "Ey Muaviye, Ammar'ı öldürmek
sana hoş mu geliyor, seni sevindiriyor mu?" diye sorunca Muaviye:
"Beni bundan alıkoyacak bir durum mu var sanki? Eğer Sumeyye'nin oğlunu
elime geçirecek olursam O'nu Osman'ın kölesine karşılık öldürürdüm." diye
cevap verdi. Bunun üzerine: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin
ederim ki dünyada akıllı insanlar azalıncaya ve yeryüzüyle feza senin üzerine
daralıncaya kadar bu dediklerine ulaşamayacaksın." dedi. Muaviye de:
"Böyle olsaydı senin üzerine daha dar olacaktı." diye karşılık verdi.
Nihayet
bu gelenler yanından ayrılıp gittikten sonra Muaviye Ziyad bin Hasafa'ya haber
gönderip O'nunla tek başına oturmuş ve şöyle demişti: "Ey
Rabiaoğulları'nın evladı! Ali bizim aramızdaki akrabalık bağlarını kopardı.
İmamımızı öldürüp katillerini korudu. Seni aşiretinle birlikte bize yardım
etmeğe davet ediyorum. Vallahi eğer ben zafere erecek olursam sana kesinlikle
söz veriyorum ki arzu ettiğin en büyük iki şehirden birine vali tayin
ederim." Ziyad, Muaviye'nin bu sözlerine: "Ben Rabbımdan bana gelen
apaçık bir delil görüyorum. Allah bana iman nimetini ihsan ettikten sonra
kalkıp günahkarlara yardımcı olamam!" demiş, sonra kalkıp gitmişti.
Muaviye Ziyad'dan yüz bulamayınca Amr bin el-As'a şöyle demişti: "Biz
bunun aşiretinden tek bir kişiye bile teklifte bulunmayalım, çünkü onların
kalbi tek bir adamın kalbi gibidir ve onlar bu konuda bize hayırlı bir şey
söylemezler."
Bu
olaylardan sonra Muaviye Habib bin Mesleme el-Pihri, Şurahbil bin es-Sımt ve
Ma'n bin Yezid bin el-Ahnas'ı Hz. Ali'ye göndermiş, bunlar varıp Hz. Ali'nin
huzuruna girmişlerdi. Bunlardan Habib bin Mes-leme hamd-ü sena ettikten sonra
şöyle demişti: "Osman son derece samimi bir halife olup Allah'ın kitabıyla
amel eder ve emirlerine bağlı kalırdı. O'nun hayatta olması size ağır geldi,
bir an evvel ölmesini arzu edip düşmanlık ettiniz ve nihayet onu öldürüverdiniz.
Eğer Osman'ı öldürmediğini söylüyorsan o halde bize katillerini ver de onları
öldürelim. Sonra yüklenmiş olduğun bu emirlikten vazgeç ki Müslümanların işleri
aralarında şura ile olsun ve emirlerini tekrar, yeni baştan seçsinler ve hep
birlikte etrafında toplanacakları birine işlerini havale etsinler." Bu
sözler üzerine Hz. Ali şöyle demişti: "Senin azlimden ve bu işten söz
etmeğe hakkın var mı eyannesi yitiresi adam! Sus! Senin bu konuda söz
söyleyecek hiç bir hakkın ve yetkin yoktur." Bunun üzerine Habib:
"Vallahi hoşuna gitmeyecek bir durumda beni karşında göreceksin."
demiş, Hz. Ali de:
"Sen
de kim oluyorsun? Başı-mıza musallat edilirsen Allah sana fırsat vermesin ve
elinden geleni ardına koyma!" şeklinde karşılık vermişti. Sonra Şurahbil:
"Benim arkadaşım ın söylediklerinden başka söyleyecek bir sözüm yoktur.
Senin bize vereceğin başka bir cevap var mıdır?" diye sormuş, Hz. Ali:
"Benim size söyleyecek başka bir şeyim yoktur." diye cevap vermiştİ.
Sonra
Hz. Ali Allah'a hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi: "Yüce Allah
Hz. Muhammed (S.A.V.)'i hak ile gönderip insanları dalaletten kurtararak yok
olmalarını önledi ve her türlü ayrılıkları giderdikten sonra ruhunu kabzetti.
Arkasından Müslümanlar Ebu Bekir'i halife seçtiler. Sonra Ebu Bekir de
kendisine sonra Ömer'i halife tayin etti. Ömer son derece adaletle
hükmetmiştir. Bizler Resulullah (S.A.V.)'ın akrabaları ve yakınları olduğumuz
halde her iki halifeye itaat etmeyi kendimize gerekli gördük. Sonra Müslümanlar
Osman'ı halife tayin ettiler. Tasvip etmeyip ayıpladıkları bazı İCraatlarda
bulunması üzerine de gidip O'nu öldürüverdiler. Sonra bana gelerek "Bey'at
al" deyince ben hep kaçındım. Onlar: "Müslümanların bey'atını al. Bu
ümmet senden başkasına razı değildir. Müslümanların tefrikaya düşmelerinden
korkuyoruz." diye ısrar ettiler. Bunun üzerine ben de onların bey'atlerini
aldım. Bey'at ettiği halde bana karşı çıkan iki kişi ile Muaviye'nin İslam'da
her hangi bir önceliği ve İslam'a bir bağlılığı ve yakınlığı söz konusu
olmadığı halde serseri oğlu serseri gruplardan bir grup, o ve babası İslam'a
istemeyerek girdikleri güne kadar Allah'a ve Resulüne harp açan bir adamın
yaptıklarından baş-ka zorluklarla ve muhalefetlerle karşılaşmadım. Fakat beni
en çok hayrete düşüren husus da onunla beraber olmanız, ona bağlanarak
peygamberi-mizin ehlibeytini terk etmenizdir. Onlara dÜşmanlık beslemek ve
muhalefet etmek, size yakışmazken nasıl oluyor da böyle davranıyorsunuz, ona
hayret ediyorum! Haberiniz olsun ki sizi Allah'ın kitabına, peygamberin
sünnetine, hakkı yerleştirip batılı yok etmeğe ve dinin emirlerini yerine
getirmeğe davet ediyorum. Benim diyeceklerim bundan ibarettir. Kendime, size ve
bütün müminlere Allah'tan mağfiret dilerinı." Hz. Ali'nin bu sözlerinden
sonra, gelen bu iki elçi: "Osman'ın mazlum olarak öldürüldüğüne şahadet
eder misin?" diye sorunca Hz. Ali onlara cevaben şöyle der: "Ben
O'nun zalim veya mazlum olarak öldürüldüğünü söylemem." Onlar da şöyle
deyip ayrıldılar: "Biz Osman'ın zulmen öldürüldüğünü itiraf etmeyen
kimselerden uzağız." Bunun üzerine Hz. Ali şu iki ayeti okumuştu: ''Zira
şüphesiz ki sen ölü kimselere duyuramazsın. Arkalarını dönmüş kaçarlarken
sağırlara da davetini işittiremezsin. Ve sen o kör(ler)i sapıklıklarından ayırıp
hidayet verici de değilsin. Sen ayetlerimize iman edecek kimselerden başkasına
(söz) dinletemezsin. İşte Müslüman olanlar onlardır.'' (en-NemL suresi, 80-81)
Sonra Hz. Ali dönüp kendi adamlarına şöyle der: "Bunlar sizin haklı
olduğunuz davada ve Rabbınıza yaptığınız itaatte kendi delaletleri yolunda
sizden daha gayretkeş olmasınlar."
Sıffin
gününde Amir bin Kays el-Hizmiri et-Tai ile Adiyy bin Hatem et-Tai arasında
sancağı taşıma konusunda ihtilaf çıkmıştı. Hizmir aşireti, Adiyy'in aşireti
olan Benli Adiyy'den daha kalabalık idiler. Bu ihtilaf sırasında Abdullah bin
Halife el-Bevlani Hz. Ali'nin hazır olduğu bir anda şu sözleri sarfetmişti:
"Ey
Hizmiroğulları! Sizler Adiyyoğulları'na üstünlük mü taslıyorsunuz. Sizde ve
sizin babalarınız arasında Adiyy ve babası gibi bir adam varmıdır acaba? Reviye
günü kasaba halkını ve kasabanın suyunu koruyan O değil midir? O'nun babası
kabile reisi değil miydi? Arapların en cömerdinin oğlu, o kendi malları talan
edilirken komşusunun mallarını koruyan, o gadretmeyen, kötülük yapmayan,
cimrilik etmeyen, yaptığı iyilikleri başa kakmayan ve pintilik etmeyen adam
değil miydi? Söyleyin bakalım, babalarınız arasında O'nun babası gibi var
mıydı? Var mıydı O'nun gibisi, getirin bakayım bir benzerini, İslam'da sizden
daha faziletli olup Resuıullah (S.A.V.)'a giderken heyet başkanınız olan o
değil miydi? O Nuhayle, Kadisiyye, Medain, Celule, Nihavend ve Tuster
savaşlarında sizin reisiniz değil miydi?" Bu sözlerden sonra Hz. Ali:
"Yeter artık ey Halife'nin oğlu!" demiş, sonra şöyle emretmişti:
"Tayy Kabilesi buraya gelsin, toplansın." Hz. Ali'nin bu emri üzerine
Tayy Kabilesi gelip toplanınca ve onlara şöyle der: "Bu vatanda sizin
reisiniz kimdi?" Onlar reisIerinin Adiyy olduğunu söyle-yince İbn Halife:
"Ey Müminlerin emiri! Onlara sor, onlar Adiyy'nin reisliğinden memnun
değiller miydi?" Gerçekten Hz. Ali onlara bu soruyu sorunca onlar evet
demişlerdi. Sonra Hz. Ali onlara şöyle der: "O halde Adiyy sancağı taşıma
konusunda hepinizden çok hak sahibidir." Bu sözler üzerine Adiyy sancağı
eline almıştı. Daha sonraları Hicr bin Adiyy'nin komutanlığı sırasında, Ziyad,
Abdullah bin Halife'yi çağırıp Hicr ile birlikte göndermek istemiş, sonra
el-Cebeleyn bölgesine varmıştı. Adiyy, O'nu tekrar geri getirmeye ve bu hususta
yardımcı olmaya söz vermişti. Ancak bu iş uzar gider. Bu olayı Allah izin
verirse daha sonra tümüyle tekrar ele alacağız.
Muharrem
ayı sona erince Hz. Ali birini çağırarak şöyle ilanda bulunmasını söyler:
"Ey Şam halkı! Müminlerin emiri size sesleniyor, Hakk'a geri dönmeniz ve O'na
boyun eğmeniz konusunda sizden yardım diliyor. Bu isyanınızdan vazgeçin ve
hakka yönelin. Ben size hakkı ve doğruyu göstermekten başka bir şey yapmış
değilim. Allah hain kimseleri sevmez!"
Şam
halkı ise kendi emirleri ve reisIerinin etrafında toplanmışlardı.
Muaviye
ve Amr bin el-As çıkıp Şam askerlerini bölüklere ve birliklere ayırmış ahaliyi
sürekli yığmaya başlamışlardı. Aynı şekilde Hz. Ali de askerlerini birliklere
ayırmış ve onlara şöyle seslenmişti: "Onlar sizinle savaşa girişmedikçe
sakın siz onlara saldırmayasınız. Allah'a hamd olsun ki sizin elinizde
delilleriniz vardır ve onlara önce saldırmamanız da diğer bir delilolacaktır.
Eğer onları mağlup ederseniz sakın kaçan adamı öldürmeyesiniz, yaralı bir
kimseye de zarar vermeyesiniz. Hiç kimsenin avretini açmayasınız. Öldürülen
kimselerin uzuvlarıru kesmeyesiniz. Bu adamların karargahlarına vardığınız
zaman sakın kimsenin örtüsünü ve avretini açmayasınız. Hiç kimsenin evine
girmeyesiniz ve onların mallarından hiç bir şeye el uzatmayasınız. Sakın, sakın
bir kadını heyecanlandırıp korkutmayasınız. Bu kadınlar size küfretseler, sizin
emirlerinize ve salih kişilerinize dillerini uzatsalar bile sakın siz onlara
ilişmeyiniz; çünkü onlar son derece zayıf ve güçsüz kimselerdir. "
Hz.
Ali her gittiği yerde ve her an bu sözleri adamlarına söyleyip duruyordu. Yine
adamlarına şunları söylemişti: "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun,
gözlerinizi sakındırın. Seslerinizi alçaltın, az söz söyleyin. Kendilerinizi
her türlü meşakkate, savaşa, yokluklara, yorgunluklara ve ok atmağa, yakından
çarpışmalara, atların birbirine girip savaşın en şiddetli anına ve düşmanla
göğüs göğüse gelmelere kendinizi alıştırın. Sonra ''Ey iman edenler, (savaşan)
bir (düşman) topluluğuna çattığmız vakit sebat edin ve Allah'a ve O'nun
resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ve zaafa düşersiniz.
Rüzgarınız (kesilip) gider. Bir de sabredin, çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.'' (el-Enfal, 45-46) ayetlerini okur ve şöyle devam eder:
"Allah'ım
onlara sabır ihsan et, onlara yardım eyle ve zafere ulaştırarak onlara en büyük
ecri ver!"
Hz.
Ali ertesi gün sabahleyin Küfe askerlerinin başına el-Eşter'i, Basra
askerlerinin başına Sehl bin Huneyf'i, Küfeli yayaların başına Ammar bin
Yasir'i, Basralı yayaların başına da Kays bin Sa'ad'ı tayin etmişti. Haşim bin
Utbe el-Mirka'e de sancağı vermiş, Mis'ar bin Pedaki'i Basra ve Küfe halkının
kurralarının başına geçirmişti. Muaviye de sağ kanadın başına İbn Zi'l-kila'
el-Himyeri'yi, sol kuvvetlerinin başına Habib bin Mesleme el-Pihri'yi,
öncülerin başına Ebu'I-A'var es-Sülemi'yi, Dimaşk atlılarırun başına Amr bin
el-As'ı, yayalarının başına da Müslim bin Ukbe er-Mürri'yi getirmiş, bütün
askerlerinin başına da Dahhak bin Kays'ı tayin etmişti. Şam askerlerinden
bazıları birbirlerine ölüm üzerine bey' at etmişlerdi. Bunlar beş saf kadar
olup birbirlerine sarıklarla bağlanmışlardı.
Safer
ayının birinci günü her iki taraftan gruplar ileri atıldı ve günün büyük bir
kısmında çarpışmayı sürdürdüler. Kufelilerden savaşa girişen askerlerin başında
el-Eşter, Şam halkından savaşa girenlerin başında da Habib bin Mesleme vardı.
Gün boyunca şiddetli bir şekilde çarpışmışlar, ancak bazıları diğerlerine
acıdığı için geri çekilmişlerdi. Hz. Ali taraftarlarından atlılar ve yayaların
başında Haşim bin Utbe, Şamlıların başında ise Ebu'l-A'var es-Sülemı vardı.
Aynı şekilde bunlar da akşama kadar çarpışmış, sonra geri çekilmişlerdi. Üçüncü
gün Ammar bin Yasir ortaya atılmış, O'na karşı Amr bin el-As çıkmıştı. Bunlar
da şiddetli çarpışmalara girişmiş ve birbirlerini doğramışlardı. Ammar bin
Yasir şöyle demişti: "Ey Iraklılar! Siz Allah'a ve resulüne karşı çıkıp
onlarla mücadele eden, Müslümanlara karşı isyan ederek müşriklere yardımcı
çıkan adama bakıp durmak ister misiniz? Yüce Allah dinini aziz kılmak ve resulünü
ortaya çıkarmak için Hz. Peygamber (S.A.V.)'i gönderdi. Ama o zaman bu adam
O'na yanaşmamış ve İslam'a rağbet etmemişti. Resulullah (S.A.V.) vefat ettikten
sonra da işte bugün gördüğünüz gibi Müslümanla adavet (düşmanlık) edip mücrim
ve günahkar bir adama tabi olmuş. İşte sizler O'na karşı dayanın ve O'nunla
savaşınız."
Ammar
bin Yasir atlıların başında bulunan Ziyad bin Nadr'a şöyle demişti:
"Şamlılar üzerine hücum et." Gerçekten Ziyad da Şamlılar üzerine
hücum etmiş ve O'nunla, birlikte Müslümanlar da çarpışmalara girişerek savaşta
sebat etmişlerdir. Ammar bin Yasir, Amr bin el-As'ın üzerine hücum ederek
bulunduğu yerden uzağa atmıştı. O gün Ziyad bin Nadr Müntefik Kabilesi'nden
olup ana bir kardeşi olan Amr bin Muaviye adında birisi ile teke tek vuruşmağa
girişmiş, fakat karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini tanımışlar ve ikisi de
uzaklaşarak geriye çekilmişlerdi. Onlarla birlikte Müslümanlar da geriye
çekilmişti. Ertesi gün Muhammed bin el-Hanefiye diye meşhur olan Hz. Ali'nin
oğlu savaş meydanına girmiş, O'na karşı da Ubeydullah bin Ömer bin el-Hartab
çıkarak her ikisi iki büyük birliğin başında şiddetli çarpışmalara
girişmişlerdi. Bu çarpışmalar esnasında Ubeydullah Muhammed bin el-Hanefiyye'ye
haber göndererek teke tek çarpışmağa davet etmişti. Muhammed Ubeydullah'a karşı
çıkınca Hz. Ali atını sürerek oğlunun önüne geçip geri göndererek kendisi
Ubeydullah'a karşı çıkınca Ubeydullah geriye dönüp gitmişti. Muhammed babasına
şöyle demişti: "Bıraksaydın O'nu öldüreceğimi ümit ederdim. Ey mü'minlerin
emiri! Nasıloluyor da bu fasığa karşı kendin karşı teke tek çarpışmağa
çıkıyorsun? Sen O'nun babasından üstünsün." Hz. Ali ise oğlunun bu sözüne
şöyle karşılık verir: "Ey oğulcağızım! Sakın O'nun babası hakkında
hayırdan başka bir şey söylemeyesin." Bu hadiseden sonra Müslümanlar da
çarpışma alanından geri dönmüşlerdi.
Sıffin
Savaşı'nın beşinci gününde Hz. Ali taraftarlarından Abdullah bin Abbas savaş
meydanına çıkmış, O'na karşı da Velid bin Utbe çıkarak şiddetli çarpışmalara
girişmişlerdi. Bu çarpışmalar sırasında Abdulmuttaliboğulları'na küfredilince
Abdullah bin Abbas O'nu teke tek çarpışmağa çağırmış, fakat Velid bundan
kaçınmıştı. Abdullah bin Abbas bu çarpışmalar sırasında son derece büyük
gayretler göstermişti. Savaşın altıncı gününde Kays bin Sa'ad el-Ensari ortaya
atılmış, O'na karşı da İbn Zi'l-Kila' el-Himyeri çıkıp çarpışmışlar, sonra her
ikisi gruplarıyla birlikte geriye çekilmişlerdi. çarpışmaların sürdüğü salı
günü tekrar el-Eşter ortaya çıkmış, O'na karşı Habib dikilmiş, o günün öğle vaktine
kadar son derece şiddetle çarpışmışlardı. O gün Hz. Ali şöyle demişti:
"Bunlara topluca hücum etmek için ne zamana kadar bekleyeceğiz?"
Sonra o günün akşamı, salıyı çarşambaya bağlayan gece kalkıp Allah'a hamdederek
şöyle demişti: "İstemediği bir iş yapılamayan, verdiği hüküm bozulamayan
Allah'a hamdolsun. Allah dileseydi mahlukatından iki kişi arasında bile
anlaşmazlık çıkmaz, ümmet arasında ihtilaf olmaz, fazileti az olanlar
kendilerinden daha faziletlilerin faziletini inkar etmezdi. Bizi de, bunları da
mukadderat bu işe sürüklemiş bulunuyor. Rabbimiz bizi hem görüyor, hem
işitiyor. Dilese intikamını çabuklaştırır, zalimin yalanını ortaya koyar, hak
da nereye varacağını bilirdi. Ancak O, dünyayı amel yurdu, ahireti de ebedi
kalınacak yer kılmıştır. ''O kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırsın.
Güzel davrananları da güzellikle mükafatlandırsın.'' (en-Necm suresi, 31).
Bilmiş olunuz ki siz yarın en güçlü kavim olacaksınız. Bu geceyi namaz kılarak,
Kur'an okuyarak ve Allah'tan yardım ve sabır ihsan etmesini dileyerek geçirin
ve yarın onları ciddiyetle karşılayın. Bu amellerinizde de sadık ve samimi
olun." Gerçekten bütün askerleri silahlarını hazırlamağa başlamış, Ka'ab
bin Cü'eyl adındaki şahıs, askerler arasında dolaşarak şu beyitleri söylemişti:
"Yarın
ümmet acayip ve büyük bir işle sabahı karşılayacak, yarın yönetim ve
hükümranlık galip gelenin eline geçecek. Ben gerçekten yalan olmayan doğru
sözler söyledim. Yarın Arapların ileri gelenleri helak olacak."
O
gece sabaha kadar Hz. Ali bütün askerlerini iyice hazırlamış ve onlarla
birlikte savaş meydanına girmişti. Muaviye de Şamlılarla birlikte çıkmış ve
karşı karşıya gelmişlerdi. Hz. Ali Şam askerleri arasında bulunan kabilelerin
yerlerini bir bir öğrenmiş ve Ezd Kabilesi'ne seslenerek şöyle demişti:
"Ezd Kabilesi sizindir." Has'am Kabilesi' ne de: "Has' amlılar
sizindir." demiş ve Şam tarafındaki her bir kabileye karşı kendi tarafında
olan kardeşlerini ve kabiledaşlarını çıkarmıştı. Ancak Şam askerleri arasında
kendisinden adam bulunmayan kabilelerden bazılarını Irak tarafındaki diğer bir
kabileye yardımcı kuvvet olarak eklemişti. Mesela Buceyle Kabilesi'nden Şam
tarafında çok az kimse olduğu için bu kabileye mensup olanları Lahm Kabilesi'ne
ilave etmişti.
O
gün çarşamba günü akşama kadar her iki taraf birbirlerine şiddetle girişmiş,
çok şiddetli çarpışmalar olduğu halde akşama kadar galip veya mağlup olan belli
olmamıştı. Ertesi gün Hz. Ali erkenden namaz kılmış ve Şamlılar üzerine büyük
bir hamle yapmıştı. Hz. Ali'nin kuvvetlerinin sağ kanadında komutan olarak
Abdullah bin Budeyl bin Verka' el-Huzai, sol kanadın başında da Abdullah bin
Abbas bulunuyordu. Diğerleri de üç kısma ayrılmışlar, Ammar ve Kays bin Sa' d
Abdullah bin Budeyl'in yanında yer almışlardı. Müslümanlar sancaklarının
bulunduğu yerlerde ve merkezlerde yer tutmuşlardı. Ordunun merkezinde de,
Medine halkıyla birlikte, Küfelilerle Basralıların tam ortasında Hz. Ali yer
almıştı. Yanında bulunanların büyük bir kısmı Medine halkından idiler. Bunların
büyük bir kısmı ensardandı, ayrıca yine Medine halkından Huzaa ve Kinana
Kabilesi'ne mensup kimseler vardı. Hz. Ali bu şekilde Şamlıların üzerine
atılmıştı. Diğer tarafta Muaviye karargahını düzenlemiş, kendisi için gayet
gösterişli bir çadır kurdurmuştu. Üzerine kumaşlar sermiş ve Şamlıların büyük
bir ekseriyeti O'na ölünceye kadar savaşacaklarına dair bey'at etmişlerdi.
Dımaşk kuvvetlerinin atlıları O'nun bu çadırını koruyorlardı. Hz. Ali'nin sağ
kuvvetlerinin kumandanı olan Abdullah bin Budeyl Muaviye'nin sol kuvvetleri
kumandanı olan Habib bin Mesleme üzerine atılmış, çok geçmeden Şamlıları
Muaviye'nin çadırına kadar püskürtmüştü. Bunlar öğle saatlerinde kendilerini
Muaviye'nin çadırı yanında bulmuşlardı. Abdullah bin Budeyl adamlarını savaşa
teşvik ederek şöyle demişti: "Muaviye kendisinin asla hakkı olmayan bir
şeyi iddia etmiş, hakkı ve hak ehlini terk ederek onlarla ayrılığa düşmüş ve
kendisine denk olmayan kimselere karşı inatlaşmıştır. Hakkı yok etmek için de
batıl yolla mücadeleye girişmiştir. O Araplardan ve bedevilerden birçok grubu
ve dalalet ehlinden birçok kimseyi size karşı salıvermiştir. Muaviye bu
insanların kalplerine fitne tohumlarını ekmiş, bu işi onların boyunlarına
yıkmış, hilelerine daha çok hileler katarak onları size karşı çıkartmıştır.
İşte siz de bu zalim ve isyancılarla çarpışınız ve asla onlardan korkmayınız.
''Onlarla savaşınız. Allah onları sizin ellerinizle azaba uğratsm. Sizi onlara
üstün getirsin ve mÜIninlerin göğüslerini ferahlandırsın." (et-Tevbe
suresi, 14).
Ayrıca
Hz. Ali de kendi taraftarlarını savaşa teşvik ederek şöyle demişti:
"Saflarınızı düzgün tutun, birbirine kenetlenmiş duvar taşları gibi olun.
Aranızda zırhlı olanları öne geçirin, zırhsız ve miğfersiz olanları da arkaya
çekin. Çarpışmalarda dişlerinizi sıkın, bununla kılıç darbelerinin tepenize
inmesini önlersiniz. Sağa sola yayılın, böylece kendinizi mızraklardan daha iyi
korursunuz. Savaşırken önünüze bakın, çünkü o kalplerin sükun bulması ve sebat
için daha etkilidir. Sakın bağırıp çağırmayasınız, seslerinizi kesiniz, çünkü
bu yenilgiye daha çabuk götürür ve böyle yapmak insanı daha vakarlı kılar.
Sancaklarınıza dikkat edin, onları yana yatırmayın, sakın eliniz- den
bırakmayın ve onları yalnız cesur olanlarınızın eline verin. Sıdk ve sabrı
Allah'tan dileyin. Biliniz ki sabırdan sonra sizin üzerinize Allah'ın yardımı
inecektir." Diğer taraftan Yezid bin Kays el-Erhabi kalkmış ve insanları
teşvik ederek şöyle demişti: "Müslüman kişi kendi dininde ve görüşünde
gerçekten hakkı teslim eden kişidir. Fakat bu karşımızdakiler vallahi bizim
kaybettiğimiz bir dini ikame etmek veya yok ettiğimiz bir hakkı yaşatmak için
bizimle çarpışıyor değillerdir. And olsun onlar bu dünyada son derece zalim ve
zorba bir hükümdar olmak için bizimle çarpışıp duruyorlar. Eğer onlar size
hakim olurlarsa -ki Allah onlara hakim olma ve bu konuda sevinme fırsatı
vermesinaynen sefih ve dalalet ehli olan Said, Velid ve İbn Amir gibi her biri
kendi diyeti babasının, dedesinin diyetleri için cevaz verir ve: "Bu benim
için caizdir ve bunda benim için asla bir günah yoktur" der dururlar.
Sanki onlar bu ümmetin mallarını babalarının malını dağıtır, onu istedikleri
gibi kendilerine alıkoymuşlardı. Fakat bu mallar Cenab-ı Allah'ın mızraklarımız
ve kılıçlarımızla bize ganimet olarak ihsan ettiği mallardır. Ey Allah'ın
kulları! Şu zalim kimselerle çarpışınız. Şunu iyi biliniz ki, onlar size
hükümran olacak olurlarsa sizin dininizi ve dünyanızı fesada uğratırlar. Siz
bunları çok daha önceden biliyorsunuz, onlardan haberdarsınız. Vallahi onlar bu
güne varıncaya kadar sadece kötülük yolunda ilerlemişlerdir."
Abdullah
bin Budeyl Şamlıların üzerine şiddetle atılarak Hz. Ali'nin sağ kanat
kuvvetleriyle birlikte Muaviye'nin çadırının bulunduğu yere kadar varmıştı.
Ancak o anda, ölünceye kadar çarpışacaklarına dair söz veren Şamlılara Muaviye
bir emir vererek Abdullah bin Budeyl'e karşı yürümelerini ve ona karşı
koymalarını emretmişti. Muaviye'nin sağ kanat askerleri ile sol kanattaki Habib
bin Mesleme'nin yanında bulunanlar Hz. Ali'nin sağ kanadı üzerine birden hücum
ederek onları mağlüp etmişlerdi. Bunlar öyle bir şekilde dağılmışlardı ki Irak
ehlinin sağ kol ve sağ kanat kuvvetlerinden Abdullah bin Budeyl'in yanında iki
yüz, üç yüz kişiden başka kimse kalmamıştı. Bunlar birbirine iyice
kenetlenmişlerdi, çarpışmalara devam ediyorlardı. Fakat Müslümanların gözü
sanki korkuvermişti. Bunun üzerine Hz. Ali Sehl bin Huneyf'e yanında bulunan
bir grup Medineli ile ortaya atılmasını emretmişti. Bunlara da aynı şekilde Şam
askerlerinden büyük bir kitle karşı koymuş, sağ kuvvetlerinin yanına
sıkıştırıncaya kadar üzerlerine hamle etmişlerdi. Bu sağ kol kuvvetleriyle
merkezde bulunan Hz. Ali'nin arasında Yemen halkı yer almıştı. Bunlar da
yenilgiye uğrayıp geri çekilince ve Hz. Ali'nin yanına gelinceye kadar geri
gelen askerler hezimete uğramış oldular. Bunun üzerine Hz. Ali savaş alanına
yaya olarak girmiş ve sol kanat kuvvetlerinden Mudar Kabilesi de dağılınca
yalnız Rabia Kabilesi savaşa devam etmişti. Hz. Ali'nin evlatlarından Hasan,
Hüseyin ve Muhammed O'nunla birlikte, oklar yağmur gibi sağdan, soldan ve
omuzlarının üstünden geçtiği halde ilerleyip durdular. Şamlıların arasında hiç
bir kimse yoktu ki Hz. Ali ile karşılaşmış olsun da mutlaka geri dönmüş
olmasın. Nihayet Ebu Süfyan'ın veya başka bir rivayette Hz. Osman'ın kölesi
olan Ahmer O'nu görmüş ve üzerine doğru ilerlemişti. O sırada Hz. Ali'nin
azatlısı bulunan Keysan, Ahmer'in üzerine atılmış ve birbirlerine girmişlerdi.
Meydana gelen bu çatışmada el-Ahmer Keysan'ı öldürmüştü. O esnada Hz. Ali
Ahmer'in zırhının bir kenarından yakalamış, omuzlarından tutup havaya
kaldırarak birden yere çalmış ve iki omuzuyla bir kaç kaburga kemiği
kırılıvermişti. Şamlılar Hz. Ali'ye yaklaşmışlar, fakat yaklaştıkları gibi
birden geri dönmüşlerdi. Bu arada Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan, babasına şöyle
demişti: "Peki böyle bir durumda neden daha da ileriye yürümedin de bu
adamlara karşı koymadın." Hz. Ali oğlunun bu sözüne şöyle karşılık
vermişti:
"Ey
oğulcağızım! Senin babanın belli bir eceli vardır. Bundan ileri gidemeyeceği
gibi koşarak gitmesi bu ecelini geciktirmez, yavaş yürüdüğü için de bu eceli
daha erken gelip çatmaz. Senin baban o gün gerçekten üzerine ölüm mü düşmüştü
yoksa kendisi mi ölüme yaklaşmış diye aldırış etmez." Sonra Hz. Ali Rabia
Kabilesi'nin bulunduğu yere varınca en yüksek sesiyle, sanki hiç de tasalı ve
üzüntülü değilmiş ve Müslümanların hiç de üzüntüleri yokmuş gibi:
"Bu
sancaklar kimindir?" diye sormuş, Rabia Kabilesi'ne ait olduğu söylenince
şöyle demişti: "Bunlar öyle sancaklardır ki Cenab-ı Allah onların sahiplerini
korumuş, unlara sabırlar ihsan etmiş ve savaşta sebat etmeleri için onlara güç
vermiştir." Sonra Hudaym bin Münzir'e: "Ey genç adam! Sen şu
sancağını bir zira' kadar ileriye götürebilir misin?" diye sormuş, genç
adam: "Değil bir zira', on zira' bile ileriye götürebilirim" demiş ve
sancağı alıp karşı tarafın kuvvetlerine doğru yürüyüp gitmiş, Hz. Ali:
"Dur." deyinceye kadar ilerlemişti. Rabia Kabilesi'nin yanına vardığı
zaman onlar birbirlerine seslenerek şöyle demişlerdi: "Ey Rabia Kabilesi!
Eğer müminlerin emiri sizin aranızda öldürülecek olursa, sizden tek bir kişi
sağ kaldığı takdirde Araplara karşı rezil oldunuz demektir." Sonra
gerçekten benzeri görülmemiş büyük ve şiddetli bir çarpışmaya girişmiş ve örnek
bir mücadele ortaya koymuşlardı.
Hz.
Ali karşı tarafın ordularına doğru ilerlerken el-Eşter'e rast gelmişti.
el-Eşter sağ kanat kuvvetlerinin önünde oturmuştu, sanki korkar gibi bir hali
vardı. Hz. Ali O'na: "Ey Malik!" diye seslenmiş, O da: "Buyrun
ey müminlerin emiri!" diye cevap verince Hz. Ali şöyle demişti: "Git
şu adamlara şunları söyle: "Asla acze düşüremeyeceğiniz ve dünya hayatında
kurtulamayacağınız ölümden nereye kaçıyorsunuz? Bu dünya hayatı bize asla
kalacak değildir." el-Eşter gidip adamlarını karşılamış, yenilmiş olarak
geri dönerlerken onlara Hz. Ali'nin söylediklerini duyurmuş ve şöyle
seslenmişti: "Ey insanlar! Ben Eşter'im, bana doğru geliniz." Bir
kısmı el-Eşter'e doğru yanaşmış, bir kısmı ise çekip gitmişti. el-Eşter bir
daha seslenerek: "Ey insanlar! Sizin bu güne kadar savaştığınız insanların
en kötüleri bu gün kendileriyle savaştığınız kimselerdir. Ey Mezhic Kabilesi!
Bana doğru geliniz." deyince Mezhic Kabilesi gelmiş, onlara şöyle demişti:
"Siz Rabbinizi razı etmiş ve düşmanınızı bu konuda Allah'ı razı edecek
şekilde karşılamış değilsiniz. Peki, böyle olduğu halde nasıl savaş çocukları
olduğunuzu söyleyip duruyorsunuz? Sizler her türlü akın yapan adamlardınız
hani? Hani siz sabah aydınlığının genç adamlarıydınız? Hani siz düşmanını
kovalayan süvariler idiniz? Hani siz ölümü tabii karşılayan kahramanlardınız?
Hani sizler o Mezhic Kabilesi idiniz de sizden evvel ve sizden daha çabuk
intikam alan kimse olmuyordu ve sizin asla kanınız dökülmüyordu? Bugün işte
intikam günüdür. Siz dininize yardımcı olunuz ve bu konuda samimi davranınız.
İşte karşınızda düşmanınız sizi karşılamayı bekliyor. Allah sadıklarla
beraberdir." Sonra el-Eşter Şam halkını işaret ederek: "Nefsimi
elinde tutan Allah'a yemin ederim ki bu adamlar içerisinde bir sineğin
kanadında bulunan ufacık bir şey kadar dini gayreti olan bir tek kimse mevcut
değildir. Şu yüzünüzdeki karalığı giderin de tekrar kanı ve rengi dönsün. Siz
bu büyük topluluğun ve kalabalığın yanında olunuz, çünkü Cenab-ı Allah, onda
bir gedik açacak olursa etrafındakiler de onu takip eder ve bunlar çözülüp
gider."
Sonra
bu Mezhic Kabilesi el-Eşter'e hitap ederek: "Bizi istediğin gibi
bulacaksın" demişlerdi. el-Eşter onların en kalabalık bulunduğu ve sağ
kanatlarının yenildiği yere doğru gitmiş, onları tekrar toplamış ve Hemdan'dan
sekiz yüz kadar bir savaşçı grubuna rast gelmişti. Bu savaşçılar sağ kanatta
gerçekten yüz seksen asker ve on bir reisIeri öldürülünceye kadar yerlerinde
sabretmişlerdi. Bunların ilki Züeyb bin Şüreyh olup ondan sonra Şurahbil,
arkasından Mürşid öldürülmüşlerdi. Sonra Şüreyh'in oğulları Hübeyre, Yerim ve
Sümeyr de öldürülenler arasında idiler. Bunların öldürülmesinden sonra sancağı
Beşir'in iki oğlu Amire ve Hars ellerine almış, onlar da öldürülmüşlerdi.
Arkasından Zeyd'in oğulları Süfyan, Abdullah ve Bekr sancağı ellerine almış,
fakat hepsi de öldürülmüşlerdi. Bunların sancaklarını Vehb bin Kureyb eline
alarak kavminden geri kalanlarla birlikte ileriye atılmıştı. Şöyle diyorlardı:
"Keşke bizim sayımız kadar Araplardan başka bir grup olsaydıda bizimle
ölüm üzerine sözleşiverselerdi. ölüm üzerine sözleşelim de sonra tekrar savaş
meydanına atılalım; ya tamamen öldürülünceye, ya da zafer elde edinceye kadar
dönmeyelim. " Onlar böyle seslenirlerken el-Eşter sözlerini duymuş ve
onlara şöyle demişti: "Ben ya zafer elde edinceye veya tamamen helak
oluncaya kadar savaşmak üzere sizinle anlaşıyor ve size söz veriyorum."
Eşter'in bu sözleri üzerine onunla birlikte savaşta yer almışlardı. Sonra
el-Eşter sağ kanat kuvvetlerinin bulunduğu yere yönelmiş, diğerleri de
etrafında toplanmış, tekrar bir araya gelip Basra halkı ve diğerleri de onlara
katılmışlardı. el-Eşter uğrayıp da geri püskürtmediği ve geri çevirmediği hiç
bir topluluk bırakmamıştı. Bu şekilde çarpışıp duruyorken Ziyad bin Nadr
el-Harisi ona doğru gelmiş, fakat yenilivermişti. Çünkü Ziyad bin Nadr Hz.
Ali'nin sağ kuvvetleri üzerine hamle yaptığında Abdullah bin Budeyl'in orada
kumandanlık yaptığını tahmin etmişti. Ziyad bir anda hamle yapıp sancaklarını
sağ kanat kuvvetleri üzerine ilerletmeğe başlamış, onlar da yerlerinde durmuş,
sabretmiş ve onu yeninceye kadar çarpışmağa devam etmişlerdi. Ziyad'ın mağlup
olup dönmesi üzerine Yezid bin Kays elErhabi'nin sancaklarını alıp, sağ kanat
kuvvetleri üzerine hamle yaptığı görülmüştü. el-Eşter Yezid'in, üzerlerine
geldiğini görünce şöyle demişti: "İşte vallahi en güzel sabır ve en
mükemmel iş ve amel yapma zamanı şu andır. Bir adam öldürülmeden buradan kaçıp
giderse utanmayacak mı? Veyahut da keşke öldürülseydi diye temenni edilmesi
onun için daha mı iyidir?" Sonra onlarla şiddetli çarpışmalara girişmişti.
Hars bin Cümahan el-Ca'fi O'nun yanında çarpışıp duruyordu. el-Eşter
yanındakilerle birlikte tekrar geri dönüp gelenlerle şiddetli çarpışmalara
girişmiş ve Şam askerlerinden önüne gelen herkesi dağıtmIş ve onları
Muaviye'nin çadırına kadar sürüklemişti. Bu çarpışmalar o günün ikindi namazı
ile akşam namazı arasında meydana gelmişti. Abdullah bin Budeyl'in yanında iki
yüz, üç yüz kişilik bir kuvvet bulunuyordu, utançlarından yere çakılmış
cesetler gibi olmuşlardı. Şam halkı onları dağıtmıştı, ancak kardeşlerinin
nasıl çarpıştıklarını da görüp duyuyorlardı. O sırada Abdullah bin Budeyl ve
yanındakiler: "Müminlerin emiri ne yapıyor?" diye sormuşlar ve:
"Gayet iyidir, hayattadır ve sol kuvvetleri de önünde savaşıp duruyorlar"
diye cevap almışlardı. Bunun üzerine: "Allah'a binlerce şükürler olsun!
Biz sizin ve müminlerin emirinin öldürüldüğünü zannediyorduk!" demişler,
sonra Abdullah bin Budeyl dönüp arkadaşlarına şöyle seslenmişti: "Bize
doğru yaklaşınız!" elEşter O'na: "Sakın bir şey yapmayasın;
yanındakilerle birlikte yerinde dur, bu senin ve arkadaşların için daha
hayırlıdır." demiş, fakat Abdullah bin Budeyl Eşter'in sözünü dinlemeyerek
eline iki kılıç almış, yanındakilerle birlikte etrafında dağlar gibi insanlar
bulunduğuna aldırmayarak. Muaviye ve adamları tarafına kayıp gitmişti. Elindeki
kılıçlarla önüne çıkan herkesi doğruyor, öldürüyordu. Hatta büyük bir grubu
öldürdükten sonra Muaviye'nin bulunduğu yerin çok yakınına ulaşmıştı, o anda
Muaviye'ye yakın bir yerde bulunan Şamlılardan büyük bir kitle O'nu ve
arkadaşlarını karşılamış ve etraflarını çevirmişlerdi. Abdullah ve arkadaşları
birçok kimse telef oluncaya kadar çarpışıp durmuşlar, nihayet onlardan çok
küçük bir grup yaralı olarak geri dönmüştü. Bundan sonra el-Eşter Hars bin
Cemahan el-Ca'fi'yi hezimete uğrayan Abdullah ve arkadaşlarını takibe gelen
Şamlılara karşı koymak üzere göndermişti. Hars bin Cemahan gelen Şamlılara
karşı koymuş ve onları geri çevirerek el-Eşter'in yanına geri dönmüştü.
Abdullah bin Budeyl öldürülmeden önce şiddetli çarpışmalara girmiş ve büyük
kahramanlıklar göstermişti. O'nun gayet mükemmel savaştığını gören Muaviye
şöyle demişti: "Bu milletin koçunu görüyor musunuz?" Abdullah
öldürüldüğünde Muaviye adamlar gönderip bunun kim olduğunu araştırmış, fakat
Şamlılardan O'nu tanıyan kimse çıkmamıştı. Muaviye kendisi gelip bakmış ve
gördüğü anda tanıyarak: "Bu Abdullah bin Budeyl' dir. Vallahi eğer Huzaa
Kabilesi'nin kadınları O'nu öldürdüğümüzü bilseler bizimle çarpışır ve
erkeklerinden daha çok karşı koyarlardı. "
Sonra
el-Eşter Akk ve Eş'ariler üzerine hücum ederek Mezhic Kabilesi'ne: "Siz
Akk'lılara yöneliniz." demiş ve Hemdan Kabilesi arasına girip Kindelilere
de: "Siz de Eş'arilere karşı çarpışınız." diye tavsiye etmişti. Bu
iki grup karşı karşıya gelmiş ve akşama kadar büyük çarpışmalara girişmişlerdi.
Diğer taraftan el-Eşter de yanına Hemdanlıları alarak yine Hz. Ali
taraftarlarından bazı gruplarla Şamlılara karşı koymuş ve onları mağlüp ederek
bulundukları yerden geri atmıştı. el-Eşter'in önünden geriye doğru çekilenler
Muaviye'nin etrafını saran ilk beş safın yanına ulaşmışlardı. Sonra Muaviye'nin
etrafında birbirlerine bağlı olarak O'nu korumak üzere duran saflara kadar
hücum edip dört safı dağıtmış, beşinci safın yanına kadar ulaşmıştı. Bunun üzerine
Muaviye atının getirilmesini emretmiş ve getirilince savaş meydanına atılmıştı.
Bu
konuda şöyle demişti: "Bu noktadan sonra kaçmayı düşündüm, fakat birden
İbn İtnaba el-Ensari'nin sözlerini hatırlayınca kaçmaktan vazgeçtim. Sonra Amr
bin el-As bana doğru bakarak; ''Bugün sabır günüdür, yarın da övünme günü
olacaktır.'' diye söyleyince ben de O'na: ''Doğru söyledin.'' diye karşılık
verdim. "
Sonra
Hz. Ali taraftarlarından Cündeb bin Züheyr Şam tarafında bulunan Ezd
Kabilesi'nin reisini teke tek çarpışmağa davet etmiş, ancak Şamlı O'nu
öldürmüştü. Bu arada onun taraftarlarından Abdullah'ın iki oğlu İcl ve Sa'ad
ile birlikte Ebu Zeyneb bin Avf ve onların taraftarlarından bir grup adam da
öldürülmüştü. Sonra Abdullah bin Ebi'l-Husayn el-Ezdi, Ammar bin Yasir'in
yanında bulunan hafızlarla birlikte savaş meydanına atılmış, bu arada o da
öldürülmüştü. Ukbe bin Hadid en-Nümeyri ortaya çıkarak şunları söylemişti:
"Biliniz
ki dünya otlakları kupkuru bir çöl haline gelmiştir. Ağaçları tamamen kurumuş,
demirleri çürümüş, tatlıları acımtırak bir hale gelmiştir. Ben dünyayı iyice
gözümde kararttım ve nefsim bu dünyadan usandı artık. Ben şahadeti temenni
ediyorum, ortaya çıkacak bütün birliklere akın yapacağım. Allah'tan temenni
ederim ki beni bugün şahadete erdirsin. Bu gün şu içinde bulunduğum anda hücuma
kalkacağım. Nefsimi bu şahadetten mahrum etmek istemiyorum. Neden bakıp duruyorsunuz? Allah'ın
düşmanlarına karşı neden cihada çıkmıyorsunuz, ey Allah'ın kulları?" Bu şekilde
uzun bir konuşma yapmış ve sözlerini şöyle bitirmişti: "Ey kardeşlerim!
Ben bu dünyayı onun arkasından gelecek dünya ile değiştiriyorum." O'nun bu
sözlerinden sonra kardeşleri Ubeydullah, Avf ve Malik arkasından koşarak:
"Vallahi biz de senden sonra dünyanın hiçbir rızkını talep
etmeyeceğiz." diye söylemiş ve ölünceye kadar çarpışmışlardı. Sonra Şemr
bin Zi'l-cevşen çarpışmak için ortaya çıkmış, Ethem bin Muhriz el-Bahili yüzüne
bir kılıç darbesi vurup yaralamış, Şemr de O'nu yaralamışsa da pek bir zarar
verememişti. Bunun üzerine Şemr geri dönmüş, bir miktar su içmişti. Gayet
susamış bir halde idi. Sonra arkasından mızrağını alarak Ethem'in üzerine hücum
edip yaralamış ve bu yaraya karşı: "İşte sana bir darbe!" şeklinde
söylemişti.
Büceyle
Kabilesi'nin sancağı Ebu Şeddad Kays bin Hübeyre elAhmasi'nin elinde idi. O'nun
lakabı Kays bin Mekşuh idi. Kays Kabilesi'ne ve kavmine şöyle seslenmişti:
"Vallahi ben sizi alıp bu altın kalkanlı adamın üzerine gidiyorum. Altın
kalkanlı adam Abdurrahman bin Halid idi. Abdurrahman son derece kahramanca
savaşıyordu. Kays bin Hübeyre adamlarını alarak bu altın kalkanlı adamın
bulunduğu yere doğru ilerlemiş, karşısına Muaviye'nin Rum bir kölesi çıkmış ve
Ebu Şeddad da ona bir darbe vurarak öldürmüş, bunun üzerine de Şamlılar
tarafından üzerine yapılan mızraklı hücumlarla öldürülmüştü. O'nun ölümü
üzerine Büceyle'nin sancağını Abdullah bin Kıl' elAhmesi eline almış, O da
öldürülünceye kadar çarpışmıştı. Arkasından sancağı Afif bin Iyas alarak her
iki ordu birbirinden ayrıldığı ana kadar sancağı elinde tutmuştu. Kays bin Ebi
Hazim'in kardeşi Hazim bin Ebi Hazim ve Resulullah'ın ashabından olan babası o
gün öldürülmüşlerdi. Aynı şekilde Hz. Ali'nin yanında yer almış bulunan Buceyl
Kabilesi'ne mensup Nuaym bin Sühayb bin Ayle de öldürülmüştü.
Hz.
Ali, sağ kanat kuvvetlerinin tekrar geriye yerlerine döndüklerini, eski
yerlerini aldıklarını ve düşmanlarından üzerlerine gelen kuvvetleri gerisin
geriye püskürterek yerlerine ve merkezlerine kovalayıncaya kadar vurduklarını
görünce onlara doğru gelmiş ve şöyle hitap ta bulunmuştu: "Ben sizin
yaptığınız çarpışmalarda yerlerinizde ve tuttuğunuz saflarda Arapların ayak
takımı ve Şamlıların rezil grupları tarafından nasıl kuşatıldığınızı ve
yerlerinizden atıldığınızı gördüm. Halbuki sizler Arapların ileri gelenleri,
reisleri ve şereflileri olup, gecelerini Kur'an tilavetiyle geçiren, hakka
davet eden kimselersiniz. O geri kaçışınızdan sonra tekrar onlar üzerine hamle
yapıp da onları kovalayarak geri çevirmemiş olsaydınız vallahi savaş gününde
gerisin geriye kaçan bir adama vacip olan bir ceza size de çarpabilirdi ve o
zaman yok olup gidebilirdiniz. Ancak onların sizi kovalamaları gibi son anda
sizin de onları kovalamanız, saflarınızı dağıttıkları gibi sizin de onların
saflarını dağıtmanız ve ta yerlerine kovalamış deve sürüleri gibi ilkinden
sonuncusuna kadar perişan etmeniz benim gönlüme su serpti ve gönlümdeki bütün
sıkıntılara şifa verdi. Şimdi artık sabrediniz, direniniz. Sizin üzerinize
Allah'ın sekinesi inmiş ve yakin ile sİzin ayaklarınıza sebat vermiştir.
Böylelikle hezimete uğrayan kişinin Allah'ın gazabına uğradığı ve helak olduğu
bilinmiş oluyor." Hz. Ali bu şekilde uzun bir konuşma yapmıştı.
Bişr
bin İsma el-Murri adındaki kişi Muaviye'nin taraftarlarındandı.
Sıffİn
Savaşı meydana gelince Bişr Malik bin el-Akadiye el-Cüşemi'nin Şamlıların
üzerine saldırdığını görmüş, bunun üzerine gazaplanarak Malik'in üzerine
atılmış, ikisi bir saat kadar birbirlerini kovalayıp çarpıştıktan sonra Bişr
bin İsma Malik'i yaralamıştı. Bu yara öldürmeyecek bir yara idi, ancak Bişr
O'nu yaraladığına pişman olmuştu. O son derece zalim bir kimse diye bilinmekte
idi.
Abdullah
bin Tufeyl el-Bekkai, Şamlılar üzerine bir hücum yapmış, savaş meydanına
atılınca Irak ehlinden olup, Muaviye'ye katılmış bulunan Temimoğulları'ndan
Kays bin Mürre adında biri karşısına çıkarak birden mızrağını iki omuzu arasına
dayamıştı. O anda Abdullah'ın Yezid bin Muaviye adındaki amcası oğlu yetişerek
mızrağını bu Temimli'nin iki omuzu arasına dayayıvermiş ve; "Vallahi eğer
O'nu vuracak olursan ben de aynı şekilde seni öldürürüm" demişti. Bunun
üzerine Temimli: "Allah'ın ahdi ve misakı üzerine olsun ki eğer ben
mızrağımı kaldırırsam sen de aynı şekilde mızrağının ucunu üzerimden
kaldırırsın." demiş, Yezid bin Muaviye de: "Evet." diye karşılık
verince Temimli mızrağını Abdullah'ın sırtından çekmiş, Yezid de aynı şeyi
yapmıştı.
Savaşın
devam ettiği bir sırada Akkoğulları'ndan birisi Şam taraftarlarından olarak
ortaya çıkmış ve dövüşmek için adam istemişti. Bunun üzerine Kays bin Fehdan
el-Kindi karşısına çıkarak birbirlerine silah çekmişler, bir saat kadar
mücadele ettikten sonra Abdullah O'nu yaralayıp öldürmüştü.
Muaviye'ye
kaçanlardan birisi olan Kays bin Yezid ortaya atılmış, Ebu Amarrata bin Yezid
de O'na karşı çıkmıştı. çarpışmağa girişmeden önce birbirleriyle tanışıp kim
olduklarını anlamışlar, sonra çarpışmaktan vazgeçerek geriye dönmüşler, her
biri döndüğü yerdeki arkadaşlarına kardeşi ile karşılaşmış olduğunu söylemişti.
Sıffın Savaşı'nda Tayy Kabilesi kahramanca çarpışmış ve onlardan birçok kimse
öldürülmüştü. Hümra bin Malik el-Hemdani adındaki şahıs gelerek bunların kim
olduklarını sormuş, O'nun bu sorusuna Hz. Ali'nin taraftarlarından iyi bir şair
ve hatip olan Abdullah bin Halife şöyle demişti:
"Biz
ovaların, kumların, hurmalıkları olan sarp dağların adamları olduğumuz gibi
mızrakların, savaşların da evlatlarıyız. Biz sabah atlılarız, biz
Tayylıyız." Bunun üzerine Hümra bin Malik şöyle demişti: "Sen kendi
kavmini gayet güzel övüp anlatıyorsun." Savaşın şiddetli bir anında onlara
şöyle seslenmişti: "Ey Tayyoğulları! Benim neslim ve atalarım size feda
olsun. çarpışınız. Din uğruna ve iyilikler adına çarpışınız." O günde Bişr
bin Asus ortaya atılıp savaşmış, fakat bir gözünü kaybetmişti.
Aynı
şekilde Sıffin Savaşı'nda Neha' Kabilesi kahramanca savaşmıştı.
Hevze'nin
oğulları Hayyan ve Bekr öldürülmüşlerdi. Ayrıca Şuayb bin Nuaym, Rabia bin
Malik bin Vehbil ve meşhur fakih Alkame bin Kays'ın kardeşi Ubey de
öldürülenler arasındaydılar. Alkame'nin o gün ayağı kesilmişti. O hep şöyle derdi:
"Ayağım bana eskisinden daha sıhhatli görünüyor ve bu bana daha sevimli
geliyor; çünkü bu ayağımla Allah'tan sevap bekliyor ve onunla
mükafatlandırılacağımı tahmin ediyorum."
Alkame
şöyle anlatır: "Bir gün kardeşim Ubey'i rüyamda gördüm, O'na: ''Ahirette
nelerle karşılaştınız?'' diye sordum, bana şöyle dedi: ''Bizler karşımızdaki
kavimle karşı karşıya Allah'ın huzuruna getirildik. Delillerimizi ortaya koyup
onları bu delillerle ilzam ettik.'' Ben bu rüyadan dolayı sevindiğim kadar hiç
bir şeye sevinmemişimdir."
Alkame'nin
kardeşi Ubey'e ''Namazcı Ubey'' diye isim verilirdi; çünkü o gerçekten çok çok
namaz kılan bir adamdı.
Bu
çarpışmalar sırasında Şam halkından kendilerine katılanlarla birlikte Himyer
Kabilesi ortaya atılmıştı. Başlarında Zi'l-Kila' yer almış olup, yanında da
Ubeydullah bin Ömer bin el-Hattab vardı. Bunlar Şam askerlerinin sağ kanat
kuvvetlerini oluŞturuyorlardı. Hücuma kalkarak Irak askerlerinin sol kanat
kuvvetlerini oluşturmakta olan Rabia Kabilesi üzerine hücum etmişlerdi. Abdullah
bin Abbas da bu sol kanat kuvvetlerinin başında bulunuyordu. Himyer Kabilesi ve
yanında bulunan Şamlılar Rabia Kabilesi'nin üzerine şiddetli bir hücuma
geçmişler ve Rabia Kabilesi'nin sancağı sarsıntıya uğramıştı. O gün Rabia'nın
sancağı Ebu Sasan Hudayn bin Münzir'in elinde bulunuyordu. Bir müddet
çarpıştıktan sonra Şam askerleri geriye çekilmiş, fakat Ubeydullah bin Ömer
tekrar hücuma kalkarak Şamlılara şöyle seslenmişti: "Ey Şam halkı! Biliniz
ki, burada toplanmış olanlar Iraklılardan Hz. Osman'ı öldüren ve Ali'ye
yardımcı olan kimselerdir." Onun bu sözleri üzerine tekrar hücuma
geçmişler, aralarında çarpışmalar meydana gelmiş ve Rabia Kabilesi de fevkalade
direnme göstermişti. Ancak Rabia Kabilesi'nden çok az miktarda kimse
dayanamayıp yenilgiye uğramışlardı. Gerçekten sancakları ellerinde tutanlar iyi
direnmiş, koruyucular gayet iyi çarpışmış ve fevkalade kahramanca
savaşmışlardı. Bu sırada Rabia Kabilesi'ne mensup olan Halid bin el-Muammer
yenilgiye uğrayanlar arasındaydı. Ancak sancakları ellerinde tutanların
yerlerinde durup direndiklerini görünce o da geri dönmüş, yenilerek kaçanlara
da tekrar dönmeleri için emir vermiş ve hep birlikte savaşa katılmışlardı.
Halid bin Muammer Hz. Ali'ye şikayet edilmiş ve Muaviye ile mektuplaştığı
dedikoduları yayılmıştır. Hz. Ali O'nu Rabia Kabilesi'nden bazı kimselerle
huzuruna çağırmış, bu söylenenlerin doğru olup olmadığını sormuş ve şöyle
demişti: "Eğer gerçekten bu söylenenleri sen yapmış isen hemen buradan çık
ve Muaviye'nin hükmünün geçmediği her hangi bir beldeye git." Ancak Halid
bunu reddetmişti.
Rabia
Kabilesi bu konuda şöyle demişti: "Ey müminlerin emiri! Eğer böyle
yaptığını bilsek kesinlikle O'nu öldürürdük." Hz. Ali de O'ndan kesin bir
söz almış bulunuyordu. Fakat Halid bu çarpışmalar sırasında birden geriye
çekilip kaçmağa başlayınca bazıları O'nu itham etmişlerdi. Halbuki O şöyle
demişti: "Ben bizim kabileden bazı adamların yenilgiye uğrayıp
kaçtıklarını görünce onları geri çevirmek için gittim, onları tekrar toplayıp
bana itaat edenlerle birlikte yanınıza geldim." O çarpışmaların yapıldığı
yere tekrar geri gelince Rabia Kabilesi'nden olanları savaşa teşvik etmiş ve
Rabialılar Himyer Kabilesi ile Ubeydullah bin Ömer'e karşı şiddetle çarpışmış
ve onların arasından birçok kimse öldürülmüştü. Son derece güçlü kuvvetli bir
adam olan Sümeyr bin er-Reyyan el-İcli de öldürülmüştü. Ziyad bin Ömer bin
Hasafa Abdikays Kabilesi'ne gelerek Bekr bin Vail Kabilesi'nin Himyer
Kabilesi'nden çektiklerini bildirmiş ve onlara şöyle demişti:
"Ey
Abdikays Kabilesi! Bu günden sonra artık Bekr Kabilesi diye bir kabile
olmayacaktır," Bunun üzerine Abdikaysoğulları, Bekroğulları'na yetişerek
onlarla birlikte Himyer Kabilesi üzerine saldırmış ve Zü'l-Killa' elHimyeri ile
Ubeydullah bin Ömer bu arada öldürülmüşlerdi. Ubeydullah bin Ömer'i Basra
halkından Teymullah bin Sa'laba'den Mahrez bin Sahsah öldürmüştü. Ubeydullah'ın
kılıcını Zü'l-Veşah adında biri almıştı. Bu kılıç babası Hz. Ömer'in kılıcı
idi. Muaviye, Irak'ı eline geçirdikten sonra bu kılıcı Zü'lVeşah'tan geri almıştı.
Başka bir rivayette ise Ubeydullah bin Ömer'i Hani bin Hattab el-Arhabi veya
Malik bin Amr et-Tin'i el-Hadrami öldürmüştü.
Ammar
bin Yasir ortaya çıkıp Müslümanlara şöyle seslenmişti: "Allah'ım! Çok iyi
biliyorsun ki -eğer nefsimi bu denize atmakla senin rızanı kazanacağımı
bilseydim mutlaka bunu yapardım. Eğer senin rızanı kazanmak bu şekilde mümkün
olsaydı kılıcımın keskin ucunu karnıma sokar, sonra sırtımdan çıkıncaya kadar
üzerine eğilip dururdum. Vallahi bu gün bildiğim bir şey var, bu fasık adamların
yapacağı cihattan daha hayırlı bir iş yapacağım. Senin rızanı kazanmak için
bundan daha hayırlı bir iş olduğunu bilseydim mutlaka o işi yapmış olurdum.
Vallahi ben şu anda sizi öyle bir şekilde vurup duran ve kasıp kavuran bir
topluluk görüyorum. Onların bu darbelerinden gayet güçlü kuvvetli kahraman
adamlar bile titrer. Vallahi onların vurmuş oldukları bu darbeler bizi gerçekte
yok etse bile mutlaka askerimizin hak üzere, onların ise batıl üzere
olduklarını söylerim." Sonra Ammar oradakilere: "Allah'ın rızasını
dileyip de sonra tekrar dünya malına ve çoluk çocuğuna dönmek istemeyen kimse
var mı?" diye sormuş, bir grup insan etrafında toplanınca da şöyle
seslenmişti: "Haydi hep birlikte şu Osman'ın kanını talep eden insanların
üzerine yürüyelim. Vallahi onlar Osman'ın kanını talep ediyor değillerdir.
Onlar dünyanın ve dünya makamının tadını aldılar da onu tercih ettiler ve çok
iyi biliyorlar ki eğer hak onların arasında hükmedecek olursa onlarla bu dünya
zevkleri içine dalıp durdukları hayatları arasına girmiş olacak ve onları bu
nimetlerden uzak tutacak. Onların İslami hayatta her hangi bir öncelikleri
yoktur ki bu öncelikleriyle Müslümanların kendilerine itaat etmelerini
istesinler ve bu hilafet yükünü YÜklensinler. Onlar: "Bizim imamımız
zulmen öldürüldü" diyerek kendi etrafındaki adamları aldattılar. Gayeleri
gerçekten zorba hükümdarlar olmaktır, işte şu gördüğünüz noktaya gelmişlerdi.
Eğer onların bu iddiaları olmamış olsaydı Müslümanlardan iki kişi bile onlara
tabi olacak değildi. Allah'ım! Eğer bize yardım edip zafer ihsan edersen işte
bu yardım ve zaferden daha güzel bir şeyasla olamaz. Ve eğer zafer onların
tarafında olacaksa, ey Rabbim, kullarına yapmış oldukları bu zulümler sebebiyle
onların azabını arttır." Sonra Ammar bin Yasir etrafında bulunan bu grupla
birlikte savaş alanına doğru ilerlemeğe başlamış ve Sıffin Vadisi'nde nereye
uğramışsa Resulullah (S.A.V.)'in ashabından O'na katılmayan kimse olmamıştı.
Sonra Ammar bin Yasir Mirkal diye bilinen Haşim bin Utbe bin Ebi Vakkas'ın
yanına uğramıştı. O, Hz. Ali'nin sancağını taşıyanlardan biri olup tek gözlü
idi. O'na şöyle demişti: "Tek gözlü ve korkak adam olmaz. O tek gözlü
olduğu halde yine şu kötülükler gölgeleniyorsa O'nda hayır yoktur. Haydi, bin
atına da bizimle gel." Ammar'ın bu sözleri üzerine, Haşim atına binip
Ammar'ın yanındakilere katılmıştı. Ammar O'na şöyle diyordu: "Haydi yaklaş
ey Haşim! Cennet kılıçların gölgesi altındadır, ölüm işte bu civarlarda
dolaşıyor. Göklerin kapıları açılmış, huriler süslenmiş bekliyor. İşte bu gün
sevgililer Muhammed (S.A.V.) ve O'nu sevenlere katılırlar." Sonra Ammar,
Amr bin el-As'a yaklaşarak şöyle demişti: "Ey Amr! Sen dinini Mısır'la mı
değiştirdin? Hay gözün kör olsun!" Amr bin el-As: "Hayır, Ben
Osman'ın kanını talep ediyorum." deyince Ammar bin Yasir O'na:
"Vallahi benim bildiğim bir şey varsa senin hiç bir konuda Allah'ın
rızasını talep etmediğindir. Şunu bil ki eğer bu gün öldürülmezsen yarın
nasılolsa öıürsün. Ve sen kendin düşün, insanlar kendi niyetlerine göre
mükafatlandırılırlar. O halde senin niyetin nedir? Onu bir kendi kendine sor.
Sen bu sancağı taşıyan kimseye ve Resulullah (S.A.V.)'a karşı daha evvel üç
defa savaşmıştın. Bu diğerlerinden daha hayırlı bir çarpışma değildir."
Sonra Ammar bin Yasir kahramanca savaşmağa başlamış ve öldürülünceye kadar
savaşıp durmuştu.
Hibbe
bin Cüveyn el-Urani şöyle anlatır: "Bir gün Huzeyfe bin el-Yeman'a: ''Bize
bir şeyler anlat, biz fitnelerden korkuyoruz.'' dedim. O da şöyle dedi:
''Sümeyye'nin oğlunun bulunduğu topluluk içinde olunuz, çünkü Resulullah
(S.A.V.) bu konuda şöyle buyurmuştu: 'Ammar'ı isyancı bir kitle öldürecektir.
Onlar yoldan sapmış kimselerdir. O 'nun dünyadan son rızkı bol su ilave edilmiş
süt olacaktır.'''"
Hibbe
bin Cüveyn şöyle devam eder: "Ben Ammar'ı öldürüldüğü gün gördüm, şöyle
diyordu: ''Bana dünyadaki son rızkımı getirin, bir şeyler yiyeyim''. O'na bol
su ilave edilmiş bir kase dolusu süt getirildi. O sütü içtiği kasenin kırmızı
bir çizgisi vardı. Ammar sütü içerken şöyle diyordu:
''Vallahi
bizi vurup da darmadağın etseler bile yine bizlerin hak üzere, onların ise
batıl üzere olduklarını biliyorum.'' Bu sözleri söyledikten sonra savaş alanına
girmiş ve öldürülmüştü."
Ammar'ı
Ebu el-Gaziye adında birisi öldürmüş, başını da İbn Hüveyy es-Sekseki adında
birisi kesmişti. Başka rivayetlerde ise onu başkalarının öldürdüğü kaydedilir.
Zü'l-Kila'
el-Himyeri, Amr bin el-As'ın şöyle dediğini işitmişti: "Resulullah
(S.A.V.) şöyle buyurmuştu: ''Ammar bin Yasir ... O'nu isyancı bir kitle
öldürülecek ve dünyada içeceği son şey bol su katılmış süt olacaktır.''
Zü'l-Kila Amr bin el-As'a: "O halde ey Amr, sana yazıklar olsun! Bu durum
nedir?" demiş, Amr ise: "Ammar bize dönecektir" diye karşılık
vermişti. Zü'l-Kila' Ammar'ın öldürülmesinden evvel Muaviye'nin tarafında iken
öldürülmüştü. Arkasından Ammar da Hz. Ali'nin yanında iken öldürülmüştü.
Ammar'ın öldürülmesi üzerine Amr bin el-As Muaviye'ye şöyle demişti: "Ben
bu ikisinden hangisinin öldürüldüğüne sevineyim, bilmiyorum. Ammar'ın
öldürüldüğüne mi sevineyim? Vallahi eğer Zü'l-Kila' Ammar'ın öldürülmesinden
sonraya kalmış olsaydı Şam halkının tümüyle birlikte Ali'nin yanına gider, O'na
katılırdı." Sonra Muaviye'ye bir sürü adam gelerek her biri Ammar'ı
kendisinin öldürdüğünü ileri sürmüş, bunun üzerine Amr bin el-As Ammar'ı
öldürdüklerini iddia edenlere şöyle demişti: "O'nun öldürülmeden önce
neler dediğini işittin?" Bu soruya cevap veremeyenler lafı karıştırmağa
başlamışlardı. Sonra Hüveyy es-Sekseki'nin oğlu Amr'ın bu sorusuna muhatap
olunca:
"Ben
O'nu öldürdüğüm zaman şöyle diyordu: "Bu gün Muhammed'e ve O'nun
taraftarlarına sevgi besleyenler onlara kavuşacaklardır." Bunun üzerine
Amr bin el-As Hüveyy as-Sekseki'nin oğluna: "İşte onu öldüren
sensin." demiş, sonra şunları ilave etmişti: "Yalnız yavaş ol. Sakın
zafer kazandığını sanmayasın. Allah senin ellerini zelil kılmıştır."
Başka
bir rivayette ise Ammar'ı Ebu'l-Gaziye'nin öldürdüğü ve Haccac zamanına kadar
yaşadığı söylenir. Ebu'l-Gaziye bir gün Haccac'ın huzuruna çıkmış, Haccac da
O'na izzet ve ikramda bulunarak şöyle sormuştu:
"Sümeyye'nin
oğlunu sen mi öldürdün?" Haccac bu sözleriyle Ammar'ı kasdediyordu.
Ebu'l-Gaziye: "Evet ben öldürdüm" diye karşılık vermiş, Haccac O'na
ve etraftakilere şöyle demişti: "Kıyamet gününde en büyük azaba çarptırılıp
en çok bağıracak kişiyi görmek isteyenler işte şu Sümeyye'nin oğlunu öldüren
adama bakıversin." Sonra Ebu'l-Gaziye Haccac'tan bazı şeyler ister, fakat
Haccac kendisine hiç bir şey vermez. Bunun üzerine Ebu'l-Gaziye: "Biz
onlara dünya işlerinde yardım ediyor ve dünyalarını mamur etmeye çalışıyoruz,
onlarsa bize hiçbir şey vermiyorlar ve benim kıyamet gününde en çok bağıracak
ve azaba uğrayacak adam olduğumu söylüyorlar." der. Haccac O'na şöyle
karşılık verir: "Evet, vallahi Ammar'ı öldüren kişinin bir dişi Uhud Dağı
kadar, baldırı Verikan Dağı gibi, oturduğu yer Medine ve Rebeze gibi bir yer
olsa kıyamet günü çektiği azaptan yine de sesi çıktığı kadar bağırıp
çağıracaktır. Eğer Ammar'ı yeryüzündeki insanların tümü öldürmüş olsaydı
onların hepsi cehenneme girerdi."
Abdurrahman
es-Sülemi şöyle anlatır:
"Ammar
bin Yasir öldürüldüğünde Muaviye'nin askerleri arasına dalıp onların Ammar'ın
öldürülmesinden bizim etkilendiğimiz gibi etkilenip etkilenmediklerini görmek
istedim. Ammar öldürüldüğünde biz birden savaşı bırakmış ve karşımızdakilerle
Çarpışıp dururken birden dövüşü terk edip karşı karşıya gelip konuşmağa ve bu
olayları birbirimize anlatmağa başlamıştık. O sırada Muaviye, Amr bin el-As,
Ebu'l-A'var, Abdullah bin Amr bir araya gelip yürümeğe başlamışlardı. Ben de
atımı onların arasına sokarak ne konuştuklarını anlamak istedim. Abdullah
babasına şöyle diyordu: ''Ey babacığım! Siz bu adamı bu gün öldürdünüz ve
Resulullah (S.A.V.)'in O'nun hakkında ne söylediğini bildiğiniz halde bunu
yaptınız.'' Amr oğlu Abdullah'a: ''Ne demişti Resulullah?'' diye sorunca
Abdullah: ''Resulullah (S.A.V.)'ın mescidini Medine'de inşa etmeye başladıkları
gün herkes birer taş taşırken Ammar'a iki taş taşıtıyorlardı. O da bundan
dolayı yorulmuş ve baygın bir halde düşmüşken Resulullah (S.A.V.) O'na gelerek
yüzüne yapışmış olan toprağı siliyor ve şöyle diyordu: "Vay sana
Sümeyye'nin oğlu! Herkes birer tuğla taşıyorken sen iki tane taşımağa
çalışıyorsun. Bunu yaparken daha çok ecir kazanmak için yapıyorsun, fakat buna
rağmen seni isyancı bir kitle öldürecektir."'' diye anlatır. Abdullah'ın
naklettiği bu hadis üzerine Amr bin el-As, Muaviye'ye şöyle der:
''Ey
Muaviye! Abdullah'ın ne dediklerini işitiyor musun?'' Muaviye: ''Ne diyor
Abdullah?'' diye sorunca Abdullah'ın anlattıkları aktarılır. Bunun üzerine
Muaviye şöyle der: ''O'nu biz mi öldürdük? Hayır. O'nu alıp buraya savaşa
getirenler öldürmüştür.'' Muaviye'nin bu sözleri üzerine bir takım kimseler
saklı bulundukları yerlerden çıkarak: ''Ammar'ı öldürenler O'nu buraya getirenlerdir.''
diye bağırıp söylenmeğe başladılar. Artık bilemiyorum onların söyledikleri mi,
yoksa bunlar mı dehşet verici şeylerdir."
Ammar
bin Yasir öldürülünce Hz. Ali Rabia ve Hemdan kabilelerine şöyle seslenir:
"Sizler benim zırhım ve mızrağımsınız." O anda Hz. Ali'nin yanında
yer almak üzere on iki kişi naip seçilmiş ve O da toplanan Iraklılarla Şamlılar
üzerine yürümüş ve hepsi bir tek yumruk gibi birden Şamlılar üzerine
atılmışlar, dağıtılmamış tek bir saf bırakmamışlar, önlerine geleni öldürmüşler
ve Muaviye'nin karargahına kadar ulaşmışlardı. Hz. Ali şöyle diyordu:
"Öldürünüz
onları, Muaviye'yi de görmek istemiyorum, o entrikalar çeviren çatlak gözlü
adam ... "
Sonra
Hz. Ali, Muaviye'ye şöyle seslenmişti: "Benimle senin aranda insanlar niye
böyle birbirlerini kesip öldürüyorlar? Haydi, gel seninle karşılıklı bu işi
halledelim. Kim diğerini öldürürse bütün işler ona kalsın." Hz. Ali'nin bu
sözü üzerine Amr bin el-As Muaviye'ye: "Gerçekten sana karşı insaflı
davrandı." demiş, fakat Muaviye Amr'a: "Ancak sen insaflı
davranmadın, çünkü sen çok iyi biliyorsun ki o kendisine karşı teke tek
çarpışmağa çıkan herkesi mutlaka öldürmüştür." diye karşılık vermişti.
Sonra Amr Muaviye'ye:
"Eğer
sen O'nun karşısına çıkmazsan hakkında pek iyi şeyler söylenmeyecektir. Bu
çağrıyı reddetmemen gerekir." demiş, Muaviye O'nun bu sözlerine:
"Herhalde
sen, benden sonra yerime geçmek istiyorsun, yerime göz diktin." diyerek
cevap vermişti. Hz. Ali'nin çevresinde bulunanlar O'nun savaşa girmesi için
sürekli olarak yanında iki adam bulunduruyorlar ve bunlar O'na engel
oluyorlardı. Hz. Ali fırsat bulduğu anda onları bırakıp savaşa dalıyor ve
kılıcı kana bulanıncaya kadar çarpışıp duruyordu. Hem de o kadar şiddetli
çarpışmıştı ki kılıcı ikiye bölünmüştü. Sonra geriye dönerek kılıcını onlara
fırlatmış ve: "Eğer şu kılıcım kırılmamış olsaydı kesinlikle geri
dönmezdim" diye seslenmişti.
el-A'meş
Ebu Abdurrahman'a şöyle der: "Vallahi bu hiç bir şüphesi olmayan bir
kimsenin vuruşudur." Ebu Abdurrahman da: "Bunlar bir şey işittiler ve
onu bildirdiler, yalan söylemiyorlar." diye karşılık verir.
Muaviye
Sıffin Savaşı'nda Hz. Ali'nin taraftarlarından bazılarını esir almış, Amr bin
el-As O'na bunları öldürmesini tavsiye etmişti. Bu esirler arasında bulunan Amr
bin Evs el-Evdi Muaviye'ye: "Beni öldürmeyesin, sen benim dayımsın"
demiş, Muaviye O'na: "Bizimle Evs Kabilesi arasında her hangi bir
akrabalık olmadığı halde ben senin nereden dayın oluyorum?" diye sorunca:
"Peki ben sana dayım olduğunu ispatlarsam bana eman verir misin?"
diye sormuş. Muaviye de: "Evet" diye karşılık vermişti. Amr bin Evs
bunun üzerine: "Resulullah (S.A.V.)'in hanımı Ümmü Habibe senin kız
kardeşin değil midir?" diye sorunca, Muaviye: "Evet" der. Amr
bin Evs: "Ben O'nun oğluyum, çünkü O müminlerin annesidir. Sen de O'nun
kardeşi olduğun için benim dayımsın" şeklinde konuşur. Muaviye O'na:
"Hay babası yitiresi adam! Bu kadar adam arasında senden daha zeki birisi
çıkıp da bunu düşünmedi" demiş ve O'nu serbest bırakmıştı. Hz. Ali de
Muaviye taraftarlarından bir sürü esir almış, fakat hepsini serbest bırakmıştı.
Bu serbest bırakılanlar Muaviye'nin yanına geldikleri halde Amr bin el-As O'na
hala esirleri öldürmesi için ısrar edip duruyordu. Kurtulanlar Muaviye'nin
yanına varınca O'na: "Eğer esirler konusunda seni dinlemiş olsaydık
mutlaka son derece kötü bir işin içine düşecektik." demiş ve bütün
esirleri serbest bırakmıştı.
Savaşın
devam ettiği bir sırada Haşim bin Utbe ortaya atılmış ve akşam üzeri halka
seslenerek şöyle demişti: "Evet yoldaşlar! Allah'ı ve ahiret yurdunu arzu
edenler benim yanıma gelsin." Bunun üzerine birçok kimse etrafında
toplanmış, O da Şamlılar üzerine bir kaç kez saldırıda bulunmuştu. Ancak
Şamlılar O'na karşı direnmişler, Haşim bin Utbe büyük çarpışmalara girişmiş ve
yanındaki arkadaşlarına şöyle demişti: "Sakın onların böyle direnip
durmaları ve savaşa devam etmeleri sizi korkuya düşürmesin. Vallahi onların
böyle direnmeleri Araplık damarlarının kabarmasından ve şu ellerinde tuttukları
sancakları korumak amacından başka bir şey değildir. Onlar dalalet içinde, siz
ise hak üzeresiniz." Sonra yanındaki arkadaşları aralarında bulunan Kur'an
hafızları ile birlikte onları savaşa teşvik etmişler, hep birlikte savaş
meydanına atılmışlar ve sevinebilecekleri birçok başarılar elde etmişlerdi.
Onlar böyle çarpışıp dururken genç bir adam karşılarına çıkıp şöyle bağırıp
çağırmıştı:
Ben
Gassanoğulları'nın evlatlarındanım! Gün bugündür, gün Osman'ın günüdür. Ve bize
şu haber ulaştı ki Affan'ın oğlunu Ali öldürmüştür.
Sonra
eline kılıcını alan bu genç birden etrafına saldırmış, küfredip önündekilere
lanet okuyup durmuştu. Onun böyle davrandığını gören Haşim bin Utbe şöyle
demişti: "Ey adam! Senin söylediğin bu sözün ardından düşmanlık gelir.
Düşmanlığın getirdiği savaştan sonra da hesap vardır. Allah'tan kork. Sen bu
işin erbabı değilsin ve sen buraya kendi iradenle de gönderilmiş
değilsin." Ancak bu genç adam ortaya atılarak: "Ben sonuna kadar
savaşacağım, çünkü sizin başınızdaki adam namaz kılmıyor ve siz de namaz
kılmıyorsunuz. Sizin adamınız bizim halifemizi öldürdü ve siz de bu konuda ona
yardım ettiniz." diye konuşmuş, Haşim ona şöyle karşılık vermişti:
"Sana ne Osman'dan. O'nu Resülullah (S.A.V.)'ın ashabı ve ashabının
çocukları ile Kur'an'ı gayet iyi okumasını bilen kimseler öldürdü. Onlar
gerçekten dinlerine bağlı, ilim sahibi kimselerdir. Asla bir göz kırpması kadar
bile olsun dinin emirleri ihmal edilmemiştir. Senin bizim adamımızın namaz
kılmadığını iddia etmene gelince; vallahi o Allah'ın bütün kulları arasında en
çok namaz kılan ve dinde fakih olan bir kimsedir. O Allah'ın dininde Resulullah
(S.A.V.)'a en yakın olan bir kimsedir. Ve şu anda benim yanımda görüp durduğun
şu adamların hepsi gece namazı ve teheccüd kılan kimselerdir. Bu şaki adamlar
seni sakın aldatmasınlar." Haşim'in bu sözlerini işiten genç adam:
"Peki ben bundan sonra tövbe edebilir miyim?" diye sorunca Haşim:
"Evet, Allah'a tövbe et. Allah da senin tövbeni kabul eder, çünkü Allah
kullarından tövbeyi kabul edip onların günahlarını da affeder." Bu şekilde
adam geri dönüp gitmiş, Şam halkı ona: "Seni aldattı." demişler, genç
adam ise: "O bana öğüt verdi." şeklinde onlara cevap vermişti. Sonra
Haşim bin Utbe ve adamları zafer işaretlerini görünceye kadar kahramanca
çarpışıp durmuşlardı. O gün güneşin batmasından çok kısa bir müddet önce Tenuh
kabilesi'nden bir askeri birlik onlara karşı çıkmıştı.
O
gün meydana gelen çarpışmalarda dokuz veya on kişi öldürülmüştü.
Hars
bin el-Münzir et-Tenuhi Haşim üzerine hamle yapmış, fakat Haşim O'nu yere
yıkarak yaralamıştı. Sonra Hz. Ali Hars bin el-Münzir'e haber göndererek
kendisine doğru sancağını yaklaştırmasını ister, ancak Hars bin Münzir gelen
haberciye: "Şu karnıma bakıver, nasıl da yarılmıştır." der.
el-Haccac
bin Gaziyye el-Ensari bu konuda şu şiiri söylemişti:
''Eğer
sizler Budeyl 'in oğlu ve Haşim ile övünüyorsanız Bizler Zü'l-Kila' ile
Havşeb'i katlettik. Biz çarpışmaların meydana geldiği o alanda Kardeşin
Ubeydullah'ı cüssesi ve etiyle birlikte terk ettik. Biz devenin ve sahiplerinin
etrafını çevirip Sizlere de acı bir zehir içirdik.''
Bir
ara Hz. Ali Şam askerlerinden bir birliğe rast gelmiş ve onların hala
yerlerinde durduklarını görmüştü. Bunlar Gassan Kabilesi'ne mensup idiler.
Onlara şöyle demişti: "Bu adamların, karınları deşilmeden, kemikleri etlerinden
ayrılmadan, omuzları ve kolları vücutlarından koparılmadan ve başlarına vurulup
da demir çubuklar haline getirilmeden pek de ayrılmaya niyetleri yoktur. Ey
Allah'a yardım etmek isteyen ve savaşa sabredip de ecir isteyenler
neredesiniz?" O'nun bu sözleri üzerine Müslümanlardan bir grup gelip
önünde birikmiş, sonra Hz. Ali oğlu Muhammed'i çağırıp şöyle demişti:
"Haydi yavaş yavaş ve acele etmeden şurada dikilmiş duran sancakların
yanına var. Onların göğsüne mızraklarınızı dayayın ve ikinci emrim gelene kadar
sabredip direnin." Muhammed bu şekilde davranıp yürüdükten sonra Hz. Ali
onlara bir ikinci destek kuvvet daha göndermiş ve çarpışmalarını emretmişti. Bu
yardımcı kuvvetler Şamlıların üzerine birden hamle yapıp onları yerlerinden
uzaklaştırdılar, birçok kimseyi de yaraladılar. çarpışmalar sırasında Esved bin
Kays el-Muradi, Abdullah bin Ka'ab el-Muradi'yi yaralı bir şekilde yerde
yatarken görmüştü. Abdullah: "Ey Esved!" diye seslenince el-Esved:
"Efendim!" şeklinde cevap vermişti. el-Esved O'nu tanımış ve şöyle
demişti: "Geçmiş olsun, ne oldu sana?" Sonra atından inerek O'na
doğru yaklaşmış, şöyle demişti:
"Komşun
senin şerrinden daima emin idi. Sen sürekli olarak Allah'ı zikreden ve ibadet
eden bir kimseydin. Allah sana mağfiret etsin, bana bazı öğütlerde bulun."
Bunun üzerine Abdullah O'na şu öğütlerde bulunmuştu: "Önce Allah'tan
korkmanı tavsiye ederim, sonra da Mü'minlerin emiriyle birlikte bu isyancılara
karşı çarpışmanı ve bu çarpışmalara katılmanı dilerim. Ali'ye selamımı söyle ve
şunları ilet: "çarpışmalara devam et ve bunu karşındakiler arkanda
kalıncaya kadar sürdür. Yarın bu çarpışmalarda sabahlayıp da çarpışma alanını
gerisinde bırakan kimse sonunda kazanmış demektir." Bunları söyledikten
kısa bir müddet sonra vefat etmişti. el-Esved kalkıp Hz. Ali'ye gitmiş ve
Abdullah'ın söylediklerini iletmiş, Hz. Ali de: "Allah O'na rahmet
eylesin. O hayatta iken bizimle birlikte düşmanlarımıza karşı cihatta bulundu
ve ölürken de bize nasihatlerde bulundu." demişti.
Başka
bir rivayete göre müminlerin emiri Hz. Ali'ye bu nasihati yapan adam
Abdurrahman bin Hanbel el-Cümahi adındaki kişiydi.
Anlatıldığına
göre o gece sabaha kadar karşılıklı olarak savaşmıştı. O geceye ''el-Herir''
gecesi adı verilir. O gece ellerindeki mızraklar tamamen kırılıncaya, okları
tükeninceye kadar savaşmışlar ve sonra kılıçları ellerine alarak savaşa devam
etmişlerdi. çarpışmaların devam ettiği sırada Hz. Ali sağ kanat kuvvetlerinin
yanından başlayarak sol kanat kuvvetlerinin yanına varır ve sürekli olarak
önüne gelen her askeri birliğe daha da ileri gitmesini ve onu izleyen askeri
birliğin de bir öncekisini geçmesini emreder. Hz. Ali bu emirlerini ta sabaha
kadar sürdürmüş ve çarpışma alanının arkada kaldığı ana kadar bunu devam
ettirmişti. el-Eşter sağ kanadın başında, İbn Abbas da sol kanadın başında, Hz.
Ali ise merkezde bulunuyor ve her tarafta kendilerine yapılan saldırılara karşı
koyuyor ve çarpışıyorlardı. O gün cuma günü idi. el-Eşter, sağ kanat
kuvvetlerini sürekli ileriye doğru çekip savaşa devam ediyordu. O bu görevi
perşembe akşamını cumaya bağlayan gece almış, ta cuma günü öğleye yakın
saatlere kadar sürdürmüş ve arkadaşlarına şöyle demişti: "Haydi, onları
biraz daha, şu mızrak boyu kadar geriye itin." Şamlılara doğru adım atıp
duruyordu. Arkadaşları bu kadar bir mesafe alınca onlara tekrar şöyle diyordu:
"Haydi,
şu yay mesafesi kadar daha yaklaşın ve onları geriye atın." Bu kadarcık
bir mesafe ilerleseler, tekrar aynı şeyi onlardan istiyor ve sürekli olarak
ileriye gitmelerine çalışıyordu. el-Eşter, bu şekilde şevkle çarpıştıklarını
görünce şöyle demişti: "Bu günden sonra koyunlardan süt içmemeniz
konusunda sizi Allah'a sığınmaya davet ederim." Sonra atının getirilmesini
emretmiş, elindeki sancağı Hayyan bin Hevze en-Nehai'ye vererek kendisi askeri
birliklerin arasında dolaşmağa çıkıp onlara şöyle seslenmişti: "Kim
nefsini Allah'a satarak zafere erişinceye veya Allah'a kavuşuncaya kadar
el-Eşter'le birlikte savaşmak ister?" O'nun bu sözleri üzerine etrafına
birçok kimse birikmişti. Bunların arasında Hayyan bin Hevze en-Nehai ve benzeri
kimseler bulunuyordu. el-Eşter daha evvel durduğu yere gelerek yine etrafında
birikenlere şöyle seslenmişti:
"Şiddetli
bir şekilde kendinizi hazırlayınız. Dayım ve amcam size feda olsun. Sizin böyle
bir çarpışmaya gönüllü olarak çıkmanız Allah'ı razı edecek ve bu dini de aziz
kılacaksınız." Sonra oradan inip atının yüzünü savaş meydanına doğru
sürmüş ve sancağı taşıyan adama da: "Haydi, sancağını yaklaştır!"
diyerek Şamlılar üzerine atılmış ve yanındakiler de aynı hamleyle savaşa katılmışlardı.
Eşter ve adamları Şamlıların karargahlarına varıncaya ve onları oraya sokuncaya
kadar çarpışıp durmuş, sonra karargahın bulunduğu yerde onlar da son derece
şiddetli çarpışmalara devam etmişlerdi. Bir ara el-Eşter'in sancağını taşıyan
adam öldürülmüş, fakat Hz. Ali zaferin kendi adamları tarafında olduğunu
görünce hemen el-Eşter'e bir o kadar daha adam göndermişti. Bu arada Amr bin
el-As kölesi Verdan'a şöyle demişti: "Ben, sen ve Eşter neye benziyoruz
biliyor musun?" Verdan: "Hayır, bilmiyorum." diye cevap verince
Amr: "Aynen kırmızı deveye benziyoruz: Öne atıldığı zaman da boğazlanır,
arkaya çekildiğinde de boğazlanır. Ve eğer sen şu andan itibaren geriye
çekilecek ve kaçacak olursan senin boynunu uçururum." demiştİ. Verdan da:
"Hayır ey Abdullah'ın babası, and olsun, ben ölünceye kadar seninle
birlikte olacağım, sen şimdi gör beni." deyip, ileriye atılmış, "Hep
seninle birlikte olacağım" deyip durmuş ve çarpışmalar şiddetlendikçe
şiddetlenmiştİ.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
KUR'AN
SAHİFELERİNİN MIZRAK UÇLARINA TAKILMASI VE KARARIN HAKEME HAVALE EDİLMESİNE
YAPILAN ÇAĞRI
BU YILIN OLAYLARI:
KUR'AN
SAHİFELERİNİN MIZRAK UÇLARINA TAKILMASI VE KARARIN HAKEME HAVALE EDİLMESİNE
YAPILAN ÇAĞRI
CA'DE BİN
HUBEYRE'NİN HORASAN'A VALİ OLARAK TAYİN EDİLMESİ
HARİCİLERİN HZ.
ALİ'DEN AYRILMALARI VE TEKRAR O'NA DÖNMELERİ
HAKEMLERİN BİR
ARAYA GELMESİ (HAKEM OLAYI)
HAKEMLERİN
TAYİNİNDEN SONRA HARİCİLERİN TUTUMU VE EN-NEHR SAVAŞI