|
İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HAKEMLERİN
TAYİNİNDEN SONRA HARİCİLERİN TUTUMU
VE
EN-NEHR SAVAŞI
Hz.
Ali Ebu Musa el-Eşari'yi muhakeme için göndermek istediğinde Haricilerden Zur'a
bin el-Burc et-Tai ve Hurkus bin Züheyr es-Sa'adi adındaki iki şahıs Hz. Ali'ye
gelerek şöyle derler: "Hüküm yalnız Allah'ındır." Hz. Ali de onlara:
"Hüküm yalnız Allah'ındır." diye karşılık verir. Hurkus Hz. Ali'ye:
"Yaptığın
şu hatadan dolayı Allah'a tövbe et. Vermiş olduğun karardan da geri dön ve gel
bizimle beraber düşmanımıza karşı çıkalım, ölünceye kadar onlarla
çarpışalım." diye söyleyince Hz. Ali cevaben şöyle der: "Ben sizi
bunun için 'davet etmiştim. Fakat sizler bana isyan ettiniz. Şu anda da biz bu
adamlarla aramızda bir ahitname yazıp araya şartlar ve ahitler koyduk. Cenab-ı
Allah şöyle buyuruyor: ''Anlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini tam olarak
yerine getiriniz. (Verdiğiniz sözÜ tutunuz)'' (Nahl suresi, 91). Hurkus ise
şöyle karşılık verir: "Bu tövbe etmen gereken bir durumdur." Hz. Ali:
"Hayır,
bu günah değildir; ancak bir görüş karşısında acze düşmektir. Ben sizi bundan
alıkoymuştum." deyince diğer harici Zur'a Hz. Ali'ye: "Ey Ali! Eğer
sen bu hakem meselesinden vazgeçmezsen mutlaka seninle savaşırız. Onun için
Allah'ın emirlerine yapış ve O'nun rızasını iste." diyerek söze karışır.
Hz. Ali'nin: "Hay kör olasıca adam, ne kadar da kötü bir insansın. Eğer
sen benimle savaşacak olursan ben de seni öldürürüm ve üzerinden rüzgarlar esip
geçer." diye söylenmesi üzerine şöyle karşılık verir: "Evet, benim de
arzum budur." Sonra bu iki harici Hz. Ali'nin yanından çıkıp gider ve
etrafındakileri O'na karşı kışkırtırlar.
Bir
gün Hz. Ali mescitte hutbe okurken bunlar aynı şekilde Allah'ın hükmünü talep
ettiklerini tekrarlayıp durmuşlar ve mescidin bir kenarına çekilerek sürekli
bunu istemişlerdi. Bunun üzerine Hz, Ali şöyle demişti: "Allah'ım, ne
büyüksün! Bunlar hak söz ile batılı murad ediyorlar. Sustukları zaman bizi
kederlendiriyorlar, konuştuklarında da deliller getirip onları susturuyoruz.
Ancak bize karşı isyan edecek olurlarsa biz de onlara karşı çarpışırız."
Hz. Ali'nin bu sözleri üzerine Yezid bin Asım el-Muharibi adındaki adam
yerinden fırlayarak:
"Önce
Allah'a hamd ederim, Rabbimizi asla terk etmeden ve O'ndan müstağni kalmadan
sözüme başlarım. Allah'ım! Dinimize karşı dünyayı talep etmekten ve onu
dinimizle değiştirmekten sana sığınırız. Dini dünya ile değiştirmek Allah'ın
emri karşısında aciz düşmek ve zillete duçar olmaktır. Bu da sonunda Allah'ın
gazabını cezbeder. Ey Ali! Sen bizi savaşla mı korkutmaya çalışıyorsun. Vallahi
Allah'tan ümit ederim ki seni en yakın bir zamanda öldüreceğim, o zaman
hangimizin cehenneme atılmış olacağını görmüş olacaksın." diye konuşmuş,
sonra yanında bulunan üç kardeşiyle birlikte oradan çıkıp gitmiştir. Bu adam
''en-Nehr'' gününde bazı yaralar almış, kardeşlerinden biri de en-Nuhayle'de
yaralanmıştı.
Yine
bir başka gün Hz. Ali hutbe okurken birisi daha ayağa kalkmış: "Allah'tan
başkasının hükmü yoktur" diyerek oradan çekip gitmiş, arkasına da bazı
kimseler takılmıştı. Bu söz üzerine Hz. Ali: "Allahu Ekber! Bu kelime hak
bir kelimedir, fakat onunla batıl talep ediliyor! Eğer bizimle beraberliğinizi
sürdürecek olursanız, sizin üzerimizde üç tane hakkınız vardır: Birisi Allah'ı
içinizde zikrettiğiniz sürece sizi mescitlerimize girmekten alıkoymayız.
Bizimle birlikte olduğunuz müddetçe size ganimet vermeye devam ederiz ve sizler
de bize karşı savaşmadığınız müddetçe asla size karşı savaş açmaz ve size ilişmeyiz.
Sizin hakkınızda Allah'ın emri cari olacaktır" diye konuşmuş ve tekrar
hutbesine kaldığı yerden devam etmişti. Sonra Hariciler birbirleriyle konuşmuş,
nihayet Abdullah bin Vehb er-Rasibl'nin evinde toplanmışlardı. Bu da onlara
konuşmalar yapmış, dünya hayatında zahit olmalarını tavsiye etmiş, maruf ile
emretmelerini, münkeri nehyetmelerini tavsiye ettikten sonra şöyle demişti:
"Haydi, hep birlikte halkı zalim olan şu beldeden çıkalım da civardaki dağ
başlarına veya etraftaki şehirlere varalım, bu bidatçı ve dalalet içinde
bulunan kavimden kurtulmuş olalım." Bu teklif üzerine Hurkus bin Züheyr
şöyle demişti: "Bu dünyadan ve nimetlerinden istifade etmek az bir
şeyolduğu gibi bu dünyayı bırakıp gitmek de son derece yakın bir andır. Onun
için dünyanın güzellikleri ve nimetleri sizi burada sürekli kalmak yolunda
aldatmasın ve aynı şekilde bu dünya sizleri hakkı emretmekten ve zulmü
reddetmekten de alıkoymasın. ''Allah ondan korkanlarla ve iyilik edenlerle
beraberdir.'' (Nahl suresi, 128). Sonra Hamza bin Sinan el-Ezdi ayağa kalkarak
şöyle konuşmuştu: "Ey burada hazır bulunanlar! Sizin bu anlayışınız hak
olan bir anlayıştır. Onun için kendi işlerinizi yürütecek ve başınıza geçecek
birini seçin de işlerimizi yürütsün. Mutlaka üzerinde dayanacağınız bir dayanağınız
ve etrafında toplanarak sürekli kendisine danışacağınız bir lideriniz
olmalıdır." Bu görevi Zeyd bin Hüsayn et-Tai'ye vermişler, fakat O bunu
kabul etmemişti. Sonra bu görevi Hurküs bin Züheyr'e vermişler, O da kabul
etmemiş, arkasından Hamza bin Sinan ve Şureyh bin Elfa el-Absi de bu görevi
kabul etmeyince Abdullah bin Vehb'e teklif etmişler, O da: "Getirin bu
görevi, vallahi ben bu dünyaya olan rağbetimden dolayı bunu kabul edecek
değilim ve ölümden kaçmak için de bunu red edecek değilim." demiş, onlar
da bu yılın Şevval ayının onuncu gününde ona bey'at etmişlerdi. Abdullah bin
Vehb'e Zü es-sefinat diye lakab verilmişti.
Sonra
bunlar Şureyh bin Evfa el-Absi'nin evinde toplanmışlar ve reisleri Abdullah bin
Vehb onlara şöyle demişti: "Allah'ın hükmünü infaz etmek üzere bir beldeye
gidelim. Sizler hak üzere bulunan kimselersiniz." Şureyh bu teklif
üzerine: "Medain'e gidelim, orada konaklayıp kapılarını tutalım ve halkını
oradan çıkarıp kendimiz orada yerleşelim. Sonra da Basra'daki kardeşlerimize
haber gönderip bize gelmelerini söyleyelim." demiş, Zeyd bin Husayn da
şunları söylemişti: "Eğer topyekun olarak buradan çıkacak olursanız sizi
izler ve nereye gideceğinizi anlarlar. Ancak tek tek çıkıp giderseniz hiç kimse
farkına varmaz. Medain'e yerleşmeniz işine gelince ... Bizi oraya girmekten
alıkoyacak kimseler vardır. Gelin, Nehrevan Köprüsü'nün bulunduğu yere varıp
orada toplanalım ve Basralı kardeşlerimize durumu haber verelim." Sonunda
onun bu görüşü benimsenmiş ve kabul edilmişti.
Abdullah
bin Vehb Basra'da tanıdıklarına mektuplar yazarak üzerinde ittifak ettikleri
görüşleri bildirmiş ve kendilerine katılmaları için onları teşvik etmişti.
Mektup Basralılara ulaştırıldığında O'nun bu davetine icabet etmişler ve
kendilerine katılacaklarını bildirmişlerdi.
Gitmeyi
kararlaştırdıkları o geceyi ibadetle geçirmişlerdi. O gece cuma gecesi, ertesi
gün de cumartesi günü idi. Bu vakti hep ibadetle geçirmiş ve cumartesi günü
yola çıkmışlardı. Şureyh bin Evfa el-Absi oradan çıkıp giderken şu ayetleri okuyordu:
''(Etrafı) gözetleyerek korka korka oradan çıktı. Rabbim beni şu zalim kavimden
kurtar, dedi. Medyen'e doğru yönelince: "Umarım ki Rabbim beni doğru yola
iletir!" dedi.'' (el-Kasas suresi, 21-22). Onlara Tarfa bin Adiyy bin
Hatem et-Tai de katılmıştı. Babası kendisini izleyip geri çevirmek istediyse de
güç yetirememiş, Medain'e kadar varıp oradan geri dönmüştü. Sabat denilen yere
vardığında Abdullah bin Vehb er-Rasibi, yanında bulunan yirmi atlı ile birlikte
O'nu bulmuş ve çarpışmak istemiş se de Amr bin Malik en-Nebhani ve Bişr bin
Zeyd el-Bevlani böyle bir çatışmaya girmekten alıkoymuşlardı. Bu durumu gören
Adiyy bin Hatem, Hz. Ali'nin Medain Valisi olan Sa'ad bin Mes'üd'a durumu
bildirerek kendisini onlara karşı korumasını tavsiye etmiş, Sa'ad bin Mes'ud da
Medain kapılarını kapatarak yerine yeğeni Muhtar bin Ebi Ubeyd'i vekil bırakıp
onlara karşı savaşmak üzere atlılarıyla birlikte yola çıkmıştı. Haricilerin
reisi Abdullah bin Vehb O'nun geldiğini haber alınca hemen yolunu değiştirip
Bağdat'a doğru yönelmiş, ancak Medain valisi Sa'ad bin Mes'üd onları yanında
bulunan beş yüz atlıyla birlikte o gün akşam üzeri el-Kerh'te yakalamış, Sa'ad
yanına aldığı otuz atlıyla birlikte bunların üzerine atılmış ve bir saat kadar
çarpıştıktan sonra Hariciler savaştan vazgeçmişlerdi.
Bu
durum üzerine Sa'ad'ın arkadaşları şöyle demişlerdi: "Bu adamlarla neden
savaşıp duruyorsun? Halbuki sana bu konuda her hangi bir emir de verilmiş
değildir. Bırak onları çekip gidiversinler. Durumu müminlerin emirine bildir,
eğer onları izlemeni tavsiye ederse ve sana bu konuda emir verirse takip
edersin. Yok, eğer müminlerin emiri bu görev için başkasını tayin ederse sen de
bu işten kurtulmuş olursun." Onların bu sözleri üzerine Sa'ad gerçekten
savaşmaktan vazgeçmişti. Gece karanlığı basınca Abdullah bin Vehb hemen
Dicle'yi aşıp karşı tarafa geçmiş ve Cuha mevkiine varıp oradan da Nehrevan'a
ulaşmıştı. Adamlarının yanına vardığında gerçekten ondan ümitlerini kesmiş ve:
"Eğer Abdullah ölecek olursa işimizi ve emirliğimizi Zeyd bin Husayn'a
veya HurkUs bin Züheyr'e havale ederiz." diye söylemişlerdi.
Küfe
halkından da bazı kimseler Haricilere katılmak istemiş, fakat akrabaları onları
bu işten alıkoymuş ve geri çevirmişlerdi. Bu istekleri dışında geri dönen bu
adamlardan bazıları şunlardı: et-Tirimmah bin Hakim'in amcası el-Ka'ka' bin
Kays et- Tai, Abdullah bin Hakim bin el-Bekkai. Sonra Hz. Ali'ye Salim bin
Rabia el-Absi'nin çıkıp Haricilere katılacağı haberi verilmiş, O da Salim'i
çağırarak gitmekten alıkoymuş, Salim de bu işten vazgeçmişti.
Hariciler
Kufe'den çıkıp gittiklerinde adamları ve yakın taraftarları Hz. Ali'ye gelip
tekrar bey'at etmişler ve şöyle demişlerdi: "Bizler senin dost kabul
ettiğini dost kabul ediyor, düşman kabul ettiğini de düşman olarak
tanıyoruz." Ancak Hz. Ali bu konuda onlardan Resulullah (S.A.V.)'ın
sünnetine tabi olmalarını istemiş ve bunu şart koşmuştu. Hz. Ali ile birlikte
Cemel ve Siffın olaylarında bulunup Has'am Kabilesi'nin sancağını taşımış
bulunan Rabia bin Ebi Şeddat el-Has'am Hz. Ali'ye gelerek oturmuş ve Hz. Ali de
O'na şöyle demişti: "Allah'ın kitabı ve Resulullah (S.A.V.)'ın sünneti
gereği olarak bana bey'at et." Rabia bu teklife şöyle karşılık vermişti:
"Ben Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetleri üzerine sana bey'at ederim." Bunun
üzerine Hz. Ali: "Hay, yazıklar olsun sana! Eğer Ebu Bekir ve Ömer
Allah'ın kitabı ve Resulünün SÜllnetinden başka bir yol üzere amel etmiş
olsalardı onlar hak üzerine olmayacaklardı ki!" demiş, Rabia da Hz. Ali'ye
bey'at etmişti. Sonra Hz. Ali yüzüne bakarak Rabia'ya şöyle demişti:
"Fakat buna rağmen ben senin Haricilerle birlikte olacağından ve onlarla
birlikte öldürüleceğinden korkuyor gibiyim. Senin bu Haricilerle meydana
gelecek çatışmalarla atların ayakları altında ezilip gitmenden
korkuyorum." Gerçekten Rabia bin Ebi Şeddat, en-Nehr gününde Basra
Haricileriyle birlikte olmuş ve öldürülmüştür.
Basra
Haricilerine gelince onlar da beş yüz kişilik bir kuvvet oluşturarak başlarına
Mis'ar bin Fedeki et-Temimi'yi geçirerek harekete geçmişler, Abdullah' bin
Abbas onların bu durumlarını öğrenince üzerlerine Ebu'l-Esved ed-Düeli'yi
göndermişti. Ebu'l-Esved onlara büyük köprünün yanında yetişmiş ve o gün, gece
bastığından dolayı her iki grup da yerlerinde durmuşlardı. Gece karanlığında
Mis'ar bin Fedeki ve arkadaşları öncülerinin başına el-Eşras bin Avf
el-Şeybani'yi geçirerek karşı tarafa geçmişler ve Nehr'de bulunan Abdullah bin
Vehb'e katılmışlardı.
Hariciler
çıkıp gittikten, Ebu Musa el-Eş'ari Mekke'ye kaçtıktan ve Hz. Ali Abdullah bin
Abbas'ı Basra'ya geri çağırdıktan sonra kendisi Küfe'de Müslümanlara karşı şu
hutbeyi irad etmişti: "Allah'a hamd ederim! Zaman bütün musibetleriyle ve
büyük olaylarıyla üzerimize gelmiş bulunmaktadır. Allah'tan başka ilah
olmadığına, Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ederim ...
İsyan etmek mutlaka sonunda pişmanlık getirir ve onu izleyen şey de
pişmanlıktan başka bir şeyolamaz. Ben bu iki hakem tayin edildiği ve hakemin
görüşüne baş vurmak istenildiği sırada sizi bundan alıkoymağa çalışmıştım.
Fakat siz dinlememiş ve arzu ettiğinizi yapmak istemiştiniz. Ancak işte her
şeyapaçık ortaya çıkmış durumdadır. Siz kendi görüşleriniz istikametinde olup
bitenleri, ben de olayların neticelerini görmüş bulunuyoruz. Bu iki adamı hakem
olarak siz seçtiniz; fakat her ikisi de Kur'an'ın hükmüne uymamış, Allah'ın
hükümlerini arkalarına atmış ve Kur'an'ın yok ettiğini onlar ihya ederek her
biri kendi heva ve hevesine tabi olup hidayetten başka bir yol çizmişlerdir.
Onların verdikleri hüküm hiçbir hükme, apaçık bir delile dayanmıyor ve daha evvel
uygulanmış bir sünnete de hiç uymuyor. Ayrıca ikisi de verdikleri kararda
ihtilafa düşmüşler, böylelikle apaçık bir yanlışlığa saplanmışlar bundan dolayı
da Allah resulü ve salih müminler bunların etkisinden beri olmuşlardır.
Hazırlanın, her türlü savaş ikmallerinizi yapın ve Şam'a doğru gitmek üzere
inşallah pazartesi günü sabahleyin hazır olun."
Sonra
Hz. Ali en-Nehr'de bulunan Haricilere bir mektup yazarak şöyle demişti:
"Bismillahirahmanirrahim, Allah'ın kulu ve müminlerin emiri Ali'den Zeyd
bin Husayn ve Abdullah bin Vehb ve onlarla birlikte bulunan adamlara ... Hakem
olarak tayin etmiş olduğunuz bu iki adam Allah'ın kitabına muhalefet etmiş,
Allah'ın hidayetinin dışında kendi heva ve heveslerine tabi olmuş,
Resulullah'ın sünnetiyle amel etmemiş, Kur'an'ın hükmünü infaz etmemiş ve
Kur'an'a uygun bir hüküm vermemişlerdir. İşte bundan dolayı Allah resulü ve
müminler onlardan beridirler. Size bu mektubum ulaştığı zaman hemen bize doğru
geliniz, düşmanımız üzerine gitmek üzere daha evvel gittiğimiz yere doğru
gidelim ve eskiden olduğumuz çizgide olalım." Hz. Ali'nin bu mektubuna
karşılık Hariciler şu cevabı vermişlerdi: " ... Sen Rabbının rızası için
kızmış değilsin, kendi nefsin için kızmış bulunuyorsun. Eğer sen kendinin küfre
girdiğini ve tövbe ederek geri döndüğünü kabul edecek olursan o zaman bizimle
senin aranda meydana gelen olayları gözden geçiririz. Yok, eğer bunu kabul
etmeyecek olursan doğrudan doğruya sana harp ilan ederiz. Allah hainler
güruhunu sevmez."
Onların
bu mektubunu alan Hz. Ali tamamen ümidini keserek onları bir tarafa bırakıp
yanındaki Müslümanlarla birlikte Şamlılar üzerine varıp savaşmayı uygun görmüş,
sonra Küfelilere varıp Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle demişti:
" ... Kim ki Allah yolunda cihadı terk ederek kendi dünya işlerine dalarsa
bilmiş olsun ki yok olma tehlikesiyle ve uçuruma yuvarlanmakla karşı
karşıyadır. Ancak Allah nimetini üzerimize indirirse o zaman kurtuluş
mümkündür. Allah'tan korkunuz. Allah'a ve Allah'ın resulüne karşı savaş ilan
edip de Allah'ın nurunu söndürmek isteyenlere karşı savaş ediniz. Günahkarlara,
dalalette olanlara ve Müslümanlara karşı kılıç kuşananlara karşı siz de
savaşınız. Onlar Kur'an-ı Kerim'i anlamış değiller. Din'in ahkamında da her
hangi bir bilgileri olmadığı gibi tevilde de, yani Allah'ın ayetlerini
yorumlama hususunda da bilgileri mevcut değildir. Bu tilavet işi İslam'da
herhangi bir öncelikleri olmayan insanlara düşecek değildir. Şunu çok iyi
biliniz ki eğer bu adamlar sizin başınıza geçecek olurlarsa size Kisra'nın ve
Bizans İmparatorlarının yaptıkları gibi muamele edeceklerdir. Haydi, şu batı
tarafındaki düşmanlarımız için savaşa hazırlanınız. Basra'daki kardeşlerimize
haber gönderdik, onlar da bize yakında gelip katılacaklardır. Eğer bir araya
gelirseniz Allah'ın izniyle hemen savaşa hazırlanırız. Şunu bilin ki Allah'ın
emri dışında hiç bir şey yapmak ve her hangi bir adım atmak mümkün değildir.
Bütün güç ve kuvvet Allah'ın elindedir."
Sonra
Hz. Ali Abdullah bin Abbas'a şöyle bir mektup yazmıştı: " ... Bizler
en-Nuhayle'deki karargahımıza çıkmış ve batı tarafındaki düşmanımıza karşı
yürümek üzere toplanmış bulunuyoruz. Sana ikinci defa elçi gelinceye ve bu
konuda bir emir verinceye kadar Müslümanları hazırla, Allah'ın selamı üzerine
olsun."
Abdullah
bin Abbas Hz. Ali'den gelen mektubu Müslümanlara okumuş ve Ahnef bin Kays ile
birlikte bin beş yüz kişilik bir kuvvet toplayıp göndermişti. Abdullah bin
Abbas onlara hitap ederek şöyle demişti: "Ey Basra halkı! Size müminlerin
emirinden bir mektup geldiği ve savaş için sizi davet ettiği halde aranızdan
yalnız bin beş yüz kişi toplanıp geldi. Halbuki sizler çocuklarınız ve
köleleriniz dışında tam altmış bin savaşçı adamsınız. Haydi, sizler Cariye bin
Kudame es-Sa'adi ile birlikte kalkınız, O'na doğru yöneliniz. Bu konuda aranızda
hiç bir kimse mazeret uydurmağa kalkışmasın. Ben imamının davetine icabet
etmeyip isyan ederek bu konuda geri durmağa çalışana karşı gereken tedbirlerimi
alacağım. O zaman da hiç kimse kendi nefsini kınamaktan başka bir şey
yapmasın."
Bu
konuşmasından sonra oraya gitmek üzere çıkan Cariye bin Kudame'nin etrafında
bin yedi yüz kişi daha birikmiş, bunlar Hz. Ali'ye vefa borçlarını ödemişler ve
böylelikle üç bin iki yüz kişi savaşa hazırlanmıştı. Bunun üzerine Hz. Ali
Küfe'nin reisIerini ve Müslümanların ileri gelenlerini toplayarak Allah'a hamd
ve sena ettikten sonra onlara şöyle demişti: "Ey Küfeliler! Sizler benim
kardeşlerim, benim yardımcılarımsınız. Bana hak üzere yardım eden
arkadaşlarımsınız. Siz İslam'ı çözmek isteyen adamlara karşı cihada çıkan adamlarımsınız.
Sizin sayenizde İslam'a sırt çevirenleri vuruyor ve itaat edenleri de kabul
ediyorum. Basralı kardeşlerimize haber gönderip onlardan yardım istedim. Bana
üç bin iki yüz kişi geldi. Her biriniz kendi aşireti içerisinde bulunan
savaşçıları, savaşa gücü yeten çocukları, köleleri ve diğer adamları tek tek
sayın ve bize sayılarını bildirin."
Sonra
Said bin Kays el-Hemdani ayağa kalkarak şöyle demişti: "Ey mü'minlerin
emiri! Senin söylediklerini işittik, itaat ettik ve kabul ettik. Ben istediğin
konuda sana ilk defa icabet eden ve emrine uyan kimse olayım." Arkasından
Ma'kil bin Kays ve Adiyy bin Hatem, Ziyad bin Hasafa, Hicr bin Adiyy ve
Müslümanların ileri gelenleriyle bazı kabile reisIeri kalkıp aynen Said bin
Kays'ın dediklerini Hz. Ali'ye söylemişler ve istediklerini yazıp O'na
vermişlerdi. Ayrıca kendi evlatlarına, kabilelerinde bulunan kölelere emirler
vererek onların da hemen savaşa hazırlanmalarını ve onlardan hiç kimsenin
savaştan geri kalmamasını emretmişlerdi. Böylelikle Küfeliler kırk bin
savaşçının yanı sıra on yedi bin de kendi çocuklarından savaşa girecek kimseler
çıkardıkları gibi kölelerinden de sekiz bin kişi toplamışlardı. Böylece
Küfelilerden savaşa katılacakların sayısı altmış beş bini bulmuştu. Bu rakama
Basra askerleri dahil değildi. Basra'dan gelenler de yukarıda söylediğimiz gibi
üç bin iki yüz kişi idiler.
Sonra
Hz. Ali Medain Valisi bulunan Sa'ad bin Mes'ud'a bir mek-tup yazarak yanında
bulunan savaşçıları kendisine göndermesini emretmişti, ancak Medain'den gelen
haberde oranın Müslümanları Hz. Ali'ye şöyle diyorlardı:
"Eğer
emirü'l-mümininin kendisi bizzat gelir, bu Haricilere karşı savaş yapılıp
onların işi halledilir ve sonra İslam'ı çözmek isteyen Şamlılara karşı gidilir
se çok daha iyi olacak." Bu sözleri üzerine Hz. Ali onlara şöyle haber
göndermışti: "Sizlerin şöyle şöyle dediğinizi işittim, halbuki bizim için
önemli olan bu Haricilerin dışındaki fitnedir. Onları şimdilik bırakın. Kalkın,
size savaş açmış olan kimselere ve İslami yönetimi ''zorba hükümdarlık'' haline
getirmek isteyen bu adamlara karşı savaşmağa yönelin. Bunlar Allah'ın kullarını
kendilerine kul ve köle edinmek istiyorlar." Sonra Müslümanlardan bir grup
kalkıp Hz. Ali'ye: "Ey mü'minlerin emiri! Bizi istediğin yöne al, götür.
Nereye istiyorsan oraya yönelelim." demişler, Sayfi bin Fesil eş-Şeybani
ise şöyle hitap etmişti: "Ey mü'minlerin emiri! Biz senin taraftarlarınız.
Sana karşı düşmanlık besleyen kimselere biz de düşmanlık besler ve bu konuda
sana yardım ederiz. Sana itaat eden kimselerin de yardımcılarıyız. Bu dost ve
düşmanların kim olursa olsun ve nerede olursa olsunlar Allah'ın izniyle sen hiç
bir zaman az bir asker sayısı ile ve böyle zayıf niyetli kimselerle oralara
yönelmeyeceksin ve sana tabi olanlar da böyle az ve niyeti zayıf kimseler olmayacaktır.
"
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA