İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HARİCİLERLE
YAPILAN SAVAŞ
Anlatıldığına
göre, Hariciler Basra'dan çıkıp da Nehrevan'a yakın bir yere geldiklerinde içlerinden
bir grup, merkep üzerine bindirdiği bir kadınla birlikte yolda giden birine
rastlamışlar, onu kendilerine katılmağa davet etmişler, aralarında çekişmeler
meydana gelmiş ve adamı bir hayli korkutmuşlardı. Sonra ona kim olduklarını
sorduklarında adam: "Ben ResuluIlah (S.A.V.)'ın sahabisi Habbab'ın, oğlu
Abdullah'ım." diye cevap vermişti. O'na: "Seni korkuttuk mu
yoksa?" diye sorduklarında "Evet" diye cevap vermiş, bunun
üzerine onlar da "Sakın korkmayasın. O halde babanın Resulullah
(S.A.V.)'tan işitmiş olduğu ve senin de bildiğin bir hadis varsa bize
naklediver. " demişlerdi. Abdullah onlara şöyle cevap vermişti:
"Babamdan işittiğime göre, ResuluIlah (S.A.V.) bir gün şöyle buyurınuştur:
"Bir zamanlar öyle bir fitne kopacaktır ki bir insanın bedeninin öldüğü
gibi kalbi de ölüp gidecektir. Ve o zamanlar bir adam mümin olarak akşamlayacak
ve kafir olarak sabahlayacak. Kafir olarak sabahlayıp mümin olarak akşama
çıkacak." Onlar: "İşte biz de sana bu hadisi sormuştuk."
demişler, ardından: "O halde Ebu Bekir ve Ömer hakkında ne dersin?"
diye sormuşlar, o da her ikisini hayırla yad edip onlar hakkında güzel şeyler
söylemişti. Sonra ona Hz. Osman'ın ilk hilafeti dönemi ile hilafetinin son
dönemleri hakkında neler düşündüğünü sorduklarında, Hz. Osman'ın hilafetinin
başında da sonunda da gerçekleri uygulayan bir kimse olduğunu, ifade etmişti.
Hakem olayından evvel ve hakem olayından sonra da Hz. Ali hakkında ne düşündüğü
sorulunca şöyle cevap vermişti: "O Allah'ın dinini bilme konusunda sizden
daha çok bilgilidir ve dine bağlılık açısından da sizden daha çok dinine bağlı
olup görüşleri çok daha isabetlidir. " Bu sözleri üzerine Hariciler
Habbab'ın oğluna şöyle demişlerdi: "Sen kendi heva ve hevesine uyuyor ve
insanları amellerine göre değil de isimlerine göre değerlendiriyorsun. Vallahi
seni öyle bir ölümle öldüreceğiz ki daha evvel hiç bir kimse bu şekilde
öldürülmüş değildir."
Sonra
ellerini bağlamış ve hamile olan hanımıyla birlikte alıp götürmüşlerdi. Yolda
giderken bir hurma ağacının altında konaklamışlardı. O sırada bir hurma tanesi
yere düşmüş bu Haricilerden birisi bunu alıp ağzına atmıştı. Bunu gören diğer
arkadaşı: "Sen bu hurmayı hakkın olmayarak ve bedelini ödemeden
yedin." diye söyleyince hemen hurmayı ağzından çıkarıp atmıştı. Arkasından
yola devam edip zimmIlere ait bir domuza rastlamışlar, yine onlardan biri
domuzu kılıcıyla vurup öldürmüş, diğer arkadaşları: "Bu senin yaptığın
yeryüzünde fesat çıkarmaktır." demişler. Bunun üzerine domuzu öldüren
Harici domuzun sahibini bulmuş ve onu razı etmişti. Bu arada Habbab bin Eret'in
oğlu onlara şöyle demişti: "Eğer siz bu yaptıklarınızda samimi iseniz bana
hiçbir kötülüğünüzün dokunmaması gerekir. Ben Müslümanım ve İslam hakkında hiç
bir kötülükte de bulunmadım. Siz bana eman verdiniz ve benim için her hangi bir
korkunun olmadığını söylemiştiniz." Ancak O'nun bu sözlerine hiç aldırış
etmeden yere yıkmışlar ve boğazından kesmişlerdi. Kanı bir müddet akmış, orada
bulunan bir dereye karışmıştı. Sonra hanımı öldürmek istemişler, o da onlara
şöyle demişti: "Ben bir kadınım. Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
Ancak kadının bu sözlerine hiç aldırış etmeden karnını yarmış ve öldürmüşlerdi.
Ayrıca yine bu Hariciler Kays Kabilesi'ne mensup üç kadını daha öldürmüş, hatta
Uınmu Sinan es-Seydaviyye adındaki kadını da öldürmüşlerdi.
Hz.
Ali Haricilerin Habbab bin Eret'in oğlu Abdullah'a yapmış olduklarını duyunca
hemen ne yaptıklarını ve kendisine ulaşan haberlerin doğru olup olmadığını
araştırması ve hiç bir şeyi gizlemeden bütün olup bitenleri kendisine yazması
için Haris bin Mürre el-Abdi'yi oraya göndermişti. Haris bin Mürre oraya
vardığında onlarla daha konuşmağa başlamadan O'nu öldürmüşlerdi. Şam'a sefere
çıkmak üzere hazırlanmış bulunan Hz. Ali ve yanındakiler bu haberi de alınca
Müslümanlar Hz. Ali'ye şöyle demişlerdi: "Ey mÜminlerin emiri! Biz bu
şekilde muhalefet edip çoluk çocuğumuza ve mallarımıza el uzatan bu adamları
arkamızda bırakıp nasıl gideceğiz. Şimdi onların Üzerine yürüyelim, eğer onları
bertaraf edersek Şam'daki dÜşmanlarımız Üzerine sefer düzenleyelim. "
Sonra
Eş'as bin Kays kalkıp aynı mealde sözler söylemişti. Oradaki Müslümanlar
Eş'as'ın onlarla (Haricilerle) aynı görüşte olduğunu sanıyorlardı, çÜnkü Eş'as
Sıffin gÜnÜnde şöyle demişti: "Biz Allah'ın kitabına davet eden bu
insanlar hakkında insaflı davrandık." Onun bu gün Hariciler hakkında
söylemiş olduğu sözlere şahit olanlar ise o gün aynı görüşte olmadıklarını
görmüşlerdi.
Bunun
üzerine Hz. Ali askerlerini toplayıp köprüyü geçmek üzere onlara doğru yola çıkmıştı.
Hariciler üzerine yürüdüğü sırada yolda bir müneccim ile karşılaşmış, müneccim
Hz. Ali'ye günün falanca saatinde onlar üzerine yürümesini tavsiye etmiş, bu
saatte onların üzerine varmadığın takdirde mutlaka büyük bir zarara
uğrayacaksın demişti. Ancak Hz. Ali bu müneccimin sözlerine asla kulak asmamış,
bilakis ona muhalefet ederek varmamasını söylediği saatte oraya varmıştı. Hz.
Ali bu nehir kenarında toplanmış olan Haricileri bertaraf ettikten sonra şöyle
demişti: "Eğer biz bu müneccimin söylediği saatte oraya gitmiş olsaydık
bazı cahil kimseler ve kendini bilmez insanlar "Müneccimin sözlerine
uydu" deyip çıkarlar, "İşte müneccimin, söylediği saatte oraya varmış
ve bundan dolayı zafer elde etmişti." diye söylerlerdi." Bu müneccim
Müsafir bin Afif el-Ezdi adında birisi idi.
Hz.
Ali nehir kenarında toplanmış olan Haricilerin yanına vardığında onlara bir
haber gönderip şöyle demişti: "Bizim kardeşlerimizi öldüren şu katil
adamlarınızı bize gönderin, onlarla yetinelim, size başka bir zararımız dokunmasın.
Arkasından biz de çekip şu batıdaki düşmanlarımızın üzerine varalım. Umulur ki
bundan sonra Yüce Allah üzerinde bulunduğunuz bu kötülüklerden sizi
uzaklaştırır da hayra yönelirsiniz." Onlar ise Hz. Ali'ye şöyle
demişlerdi:
"Biz
hep birlikte onları öldürdük ve hepimiz de sizin kanlarınızı akıtmağa azmetmiş
bulunuyoruz." Bunun üzerine Kays bin Sa'ad bin Ubade onlara karşı çıkıp
şöyle demişti: "Ey Allah'ın kulları! Sizden istemiş olduğumuz
kardeşlerimizin katillerini çıkarıp bize gönderin, siz de ayrılıp gittiğiniz bu
cemaate gelin, katılın. Ortak düşmanımız üzerine gidip üstümüze düşeni yerine
getirelim. Böyle davranmakla büyük bir vebali yüklenmiş bulunuyorsunuz. Bizim
müşrik olduğumuzu söyleyip de Müslümanların kanlarını akıtmak nu istiyorsunuz?"
Arkasından Abdullah bin Şecere es-Sülemi: "Hak ve gerçek bize apaçık
olmuştur. Size tabi olacak değiliz. Böyle bir olayı halletmek üzere bize Ömer'i
de getirecek değilsiniz." diye konuşmuş, sonra devamla şöyle sormuştu:
"Şu arkadaşımızın dışında bu işe ehil bir kimse olduğunu da kesinlikle
bilmiyoruz. Siz aranızda bu işi halledebilecek ve müminlerin emiri görevini
yüklenecek kimseyi biliyor musunuz?" Onlar: "Hayır, bilmiyoruz."
deyince Abdullah bin Şecere de: "Hay Allah sizin müstehakınızı versin!
Kendi nefislerinizi kendi ellerinizle helake mi götürmek istiyorsunuz? Vallahi
ben fitnenin tamamen sizin kalplerinizi kapladığını ve sizi yok ettiğini
görüyor gibiyim." demişti.
Sonra
Ebu Eyyub el-Ensari kalkıp onlara şöyle hitap etmişti:
"Ey
Allah'ın kulları! Bizler ve sizler daha önce bulunduğumuz hal üzere değil
miyiz? Aramızda her hangi bir ayrılık söz konusu olmadığına göre neden bizimle
savaşmak istiyorsunuz?" Onlar Ebu Eyyub'un bu sözlerine: "Eğer bu gün
size uyacak olursak yarın bizim de hakkımızda hakem olayına başvurursunuz.
" diye karşılık vermişler, Ebu Eyyub da onlara şöyle demişti: "Hay
Allah sizin müstehakınızı versin! Önce bu gün içinde bulunduğunuz şu fitneyi
bertaraf etmeniz gerekir ki gelecekte meydana gelecek bir fitneden korkmağa hakkınız
olsun."
Arkasından
Hz. Ali onların yanına varıp, şöyle demişti: "Düşmanlık ve kinin isyan
ettirdiği, nevanın haktan saptırdığı, gazabın gözlerini kör ettiği, büyük
karışıklıklara düşen topluluk! Ben size şunları bildireyim: Yarın öbür gün bu
vadinin kenarında ölüp gittiğinizde bu ümmet sizi sürekli olarak lanetleyip
durmasın. Elinizde her hangi bir ilahi delil ve apaçık bir burhan olmadan bu
şekilde davranmanızdan dolayı sizi hakir görmesinler. Siz hatırlamıyor musunuz
ki ben sizi bu hakem olayına başvurmaktan alıkoymuştum ve size bu olayın bir
hile ve tuzak olduğunu hatırlatmıştım. Bu adamların da her hangi bir dini
hamiyetlerinin olmadığını söylemiştim. Fakat siz bana isyan ettiniz. Ancak
hakem olayına başvurulduğunda ben her iki hakemin Kur'an'ın ihya ettiğini ihya
etmelerini ve yok ettiğini de yok etmelerini şart koşmuş ve bundan asla
vazgeçmemiştim. Fakat onlar kendi aralarında ihtilafa düşmüş, Allah'ın kitabı
ve resulünün sünnetinin hükmüne muhalif davranmışlardır. Biz bu iki hakemin
böyle davranmalarından dolayı verdikleri hükmü kesinlikle reddetmiş ve ilk defa
üzerinde bulunduğumuz anlayışımızı korumuş bulunuyoruz. Peki, bu halde sizler
nereden çıktınız?" Hariciler ise Hz. Ali'ye şöyle karşılık vermişlerdi:
"Biz hakeme başvurduk, fakat bu şekilde hakeme başvurmaktan dolayı da
günaha düşmüş olduk ve bundan dolayı da küfre girdik. Ancak arkasından tövbe
edip bu hatamızdan geri döndük. Eğer sen de bu yaptığından dolayı tövbe edersen
seninle birlikte oluruz ve senin yanında yer alırız. Şayet tövbe etmeyecek olursan
mutlaka biz de sana karşı sürekli olarak savaşmaya devam edeceğiz." Hz.
Ali onlara: "Başınıza bir kasırga kopmuş ve sizi yok edip götürmüştür. Ben
Resulullah (S.A.V.)'a imanımdan, onunla birlikte hicret etmemden ve Allah
yolunda yapmış olduğum cihadımdan sonra küfre düştüğümü mü kabul edeceğim? Eğer
böyle davranacak olursam bir daha hidayete ermemek üzere dalalete sapmış
olurum." demiş, bu sözleri söyledikten sonra çekip onları kendi hallerine
bırakmıştı.
Başka
bir rivayette ise Hz. Ali'nin Haricilere şunları söylediği kaydedilir: "Be
hey adamlar! Benim daha evvel sürekli olarak reddedip durduğum, fakat sizin
üzerinde ısrarla durarak başlatmış olduğunuz hakem ve muhakeme olayını aramızda
bir ayrılığa sebep olması için sizler meydana getirdiniz. Ben size
karşımızdakilerin hakeme başvurmak istediklerinde bunu sırf bir hile ve tuzak
olması için ileri sürdüklerini haber vermiştim. Fakat sizler bana karşı tam bir
muhalif olarak bu konuda isyan edip yan çizdiniz. Tam asi insanların inatlarına
düşüp gayet inatçı davrandınız. Nihayet kendi görüşümü sizin görüşünüz
istikametinde çevirmek zorunda kaldım. Vallahi, yanlış yoldasınız, akılsızca
şeylerin peşindesiniz. Sizin dediğinize gelmiyorum, Allah müstahakkınızı
versin, benden uzak durunuz. Vallahi, sizinle ilgili konularda onları asla
aldatmadım ve onlarla ilgili meselelel'de de sizden hiç bir şeyi gizlemedim,
sizleri de asla karanlıklara sürüklemedim. Sizi asla tehlikeye yaklaştırmadım.
Bizim yaptığımız işler zahiri olarak bir Müslümanın yapması gereken işler idi.
Bundan dolayı sizin ileri gelenlerinizin görüşleri istikametinde iki adam
seçildi, biz de bu iki adama Kur'an'ı Kerim'in hükümlerine uymalarını şart
koşup bundan asla ayrılmamalarını istedik. Ancak bu iki adam heva ve
heveslerine uymuş, hakkı gördükleri halde terk etmiş ve nihayet kendi arzuları
istikametinde davranmışlardır. Bu iki adam hakka muhalefet edince biz kendi
elimizde bulunan sağlam delillere tekrar yapıştık ve onların verdikleri,
bilinmeyen ve duyulmayan şu hükme riayet etmedik. Peki, bu durumdan sonra,
söyleyin bakalım, neden bizimle savaşmayı helal görüyor ve bizim cemaatimize
karşı isyan edip duruyorsunuz. Neden kılıçlarınızı ellerinize alıp Müslümanlara
karşı hücuma geçerek onları öldürüp duruyorsunuz? Vallahi, işte böyle bir
davranış apaçık bir hüsrandır. Vallahi, bu anlayış üzerine bir tavuğu öldürecek
olursanız bu, Yüce Allah katında büyük bir ölüm olur. Kaldı ki Allah indinde
kanı haram olarak bilinen bir Müslümanın öldüıülmesi ise son derece büyük bir
vebaldir. "
Hariciler
Hz. Ali'nin bu sözleri üzerine birbirlerine şöyle seslenmeye başlamışlardı:
"Onlarla konuşmayın, onları muhatap almayın. Allah'a mülaki olmak üzere
hazırlanınız. Cennete giden yol burada!" Bu bağrışmaları üzerine Hz. Ali
onları kendi hallerine bırakıp geri dönmüştü.
Arkasından
Hariciler nehrin batı tarafında duruyorlarken nehre doğru yaklaşmış ve köprüyü
geçmişlerdi. Hz. Ali'nin bazı adamları kendisine Haricilerin köprüyü
aştıklarını söyleyince: "Hayır, onlar nehri aşamazlar." demişti.
Bunun üzerine bir öncü heyeti gönderip durumu öğrenmiş, gelen heyet Haricilerin
nehri, geçtikleri haberini getirmişti. Eğer bu öncü kuvvetlerin korkusu
olmasaydı onlar mutlaka Hz. Ali'ye daha da yakın bir yere gelirlerdi. Haberci
gelip Hz. Ali'ye onların nehri aştıklarını haber verince; "Hayır, onlar
nehri aşmış değiller; çünkü onların bağrışıp çağrışmaları nehrin öbür
tarafından geliyordu. Vallahi, aranızda meydana gelecek bir çarpışmada
sizlerden on kişi öldürülmez, onlardan da on kişi kurtulamaz." demiş,
sonra bizzat kendisi Haricilere doğru yaklaşmış ve köprünün öbür tarafında
olduklarını görmüştü. Ancak etrafındakiler Hz. Ali'nin bu sözlerinde şüpheye
düşmüşler ve bazıları da O'na inanmamışlardı. Gerçekten köprüyü aşmadıklarını
görünce de tekbirler getirmiş ve durumu Hz. Ali'ye bildirmişlerdi. Bunun
üzerine Hz. Ali şöyle demişti: "Vallahi sen yalan söylemedin ve
yalanlanmadın da!" Arkasından Hz. Ali adamlarını toplayarak savaş durumuna
geçmiş ve sağ tarafında Hucr bin Adiyy'i, sol tarafında da Şebes bin Ribi'yi
veya başka bir rivayette ise Ma'kil bin Kays er-Reyahi'yi görevlendirmişti.
Süvarilerin başına Ebu Eyyub elEnsari'yi, yayaların başına da Ebu Katade
el-Ensari'yi geçirmişti. Yedi yüz veya sekiz yüz kişi oldukları söylenen
Medinelilerin başına da Kays bin Sa'ad bin Ubade'yi tayin etmiş bulunuyordu.
Diğer taraftan Hariciler de bir araya toplanmış, sağ kuvvetlerinin başına Zeyd
bin Husayn et- Tai'yi, sol kuvvetlerinin başına da Şüreyh bin Avfı el-Absi'yi,
atlıların başına Hamza bin Sinan el-Esedi'yi yayaların başına da Hurkus bin
Züheyr es-Sa'adi'yi geçirmişlerdi.
Hz.
Ali Ebu Eyyub el-Ensari'ye eman sancağını vermiş bulunuyordu. Ebu Eyyub
el-Ensari onlara seslenerek şöyle demişti: "Bu sancağın altına gelip
toplanan kimseler güvenlik içindedir. Sizden kim ki savaşa katılmayıp taarruza
geçmezse yine eman içindedir. Ve yine bu cemaat içinden Küfe'ye veya Medain'e
çekip gidecek olanlar da eman içindedir. Aranızda bulunan kardeşlerinizin
kanını akıttıktan ve onları öldürdükten sonra artık her hangi bir şey söylemeğe
gerek kalmayacaktır. "
Bu
konuşmalardan sonra Haricilerden Ferva bin Nevfel el-Eşcai şöyle demişti:
"Vallahi Ali ile neden savaştığımızı bilmiyorum. Ben neden savaştığımı
iyice anlayıncaya kadar veya çarpışmayı bırakıp O'na tabi oluncaya kadar
çekilip gidiyorum." Bu şekilde söyledikten sonra yanında bulunan beş yüz
atlı ile birlikte ayrılıp Bend en-Neci ve ed-Deskere denilen yere gidip
konaklamıştı. Onlara tabi başka bir grup da ayrılarak Küfe'ye çekip gitmiş,
orada kalanlardan yüz kişilik kadar bir kuvvet de Hz. Ali'nin yanına varıp O'na
katılmışlardı. Hz. Ali, yanında bulunan arkadaşlarına bunlarla çarpışmağa
kesinlikle ilk defa kendilerinin girmemesinin ve onlara karşı silah çekmedikçe
onlarla savaşılmamasını tavsiye etmişti. Haricilerden artakalanlar birbirlerine
seslenerek: "Haydi cennete geliniz, cennete giden yol burada!" diye
seslenmiş ve Müslümanlar üzerine hücuma kalkmışlardı. Onların böyle savaşa
başlamaları üzerine Hz. Ali'nin süvari kuvvetleri iki kısma ayrılarak onların
sağ ve sol kanatları üzerine hücum etmiş ve okçular da onların okçularıyla
karşılaşmışlardı. Hz. Ali'nin süvarileri sağ ve sol koldan onları kuşatmış
bulunuyordu. Gerİ kalan Müslümanlar da üzerlerine mızraklar ve kılıçlarla
saldırmışlar, çok kısa bir süre sonra onları bozguna uğratmışlardı. Hamza bin
Sinan el-Hilali arkadaşlarının bu şekilde helak olmak üzere olduklarını görünce
onlara şöyle seslenmiştİ: "Çekiliniz, çekiliniz!" Onlar da oradan tam
çekilİp ayrılacaklarken Hz. Ali'nin kumandanlarından Esved bin Kays el-Muradi,
yanında bulunan atlılarla birlikte üzerlerine hücum etmiş ve onları bir saat
içinde tamamen helak etmişlerdi. Sanki onlara bİr anda "Ölünüz!" diye
söylenmiş ve onlar da topyekün ölüvermişlerdi.
Bu
çarpışmalardan sonra Ebu Eyyub el-Ensari Hz. Ali'ye gelerek şöyle demişti:
"Ey müminlerin emiri! Ben Zeyd bin Husayn et-Tai'yi öldürdüm. Göğsüne
kılıcımı saplayarak sırtından çıkıncaya kadar sokuverdim ve onu öldürürken:
"Ey Allah'ın düşmanı! Seni ateşle müjdeliyorum." dedim. O anda o da
bana şöyle dedi: "Yarın hangimizin cehenneme atılacağını görüp
öğreneceksin." Bu sözler üzerine Hz. Ali: "O ateşe atılacak
kişidir." diye karşılık vermişti. Sonra Hanı bin Hattab el-Ezdi ve Ziyad
bin Hasafa Hz. Ali'ye gelerek Abdullah bin Vehb'i öldürdüklerini söylemişler,
Hz. Ali onlara nasıl yaptıklarını sorunca şöyle anlatmışlardı: "O'nu
görünce hemen tanıdık ve üzerine atılarak mızraklarımızla öldürüverdik."
Bunun üzerine Hz. Ali: "O halde ikiniz de katilsiniz" diye karşılık
vermişti.
Bu
çarpışmalar sırasında Ceyş bin Rabia el-Kinani, Hurklls bin Züheyr'i; Abdullah
bin Zahr el-Hevlani, Abdullah bin Şecere eş-Sülemi'yi öldürmüşlerdi.
çarpışmalar sırasında Şureyh bin Evfa bir duvar kenarına çekilerek orada
çarpışıp duruyordu. Onun üzerine Kays bin Muaviye atılıp ayağını koparmıştı,
fakat o yine bazı taşlamalarda bulunarak çarpışmaya devam ediyor idi. Kays bin
Muaviye ikinci bir hücumla Şureyh bin Evfa'yı öldürmüştü.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA