İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
KUR'AN
SAHİFELERİNİN MIZRAK UÇLARINA TAKILMASI VE
KARARIN
HAKEME HAVALE EDİLMESİNE YAPILAN ÇAĞRI
Amr
bin el-As, Iraklıların üzerlerine şiddetle gelmeye başladığını ve harbin aleyhlerine
seyrettiğini görmeye başladığında öldürülmekten korkmuş ve Muaviye'ye şöyle
demişti: "Sana bir hususu hatırlatmamı ister misin ki o bizim aramızı
birleştirsin, onları da ikiye bölsün ve aralarına tefrika soksun?"
Muaviye: "Evet, isterim, nedir bu?" diye sorunca Amr: "Kur'an
sahifelerini havaya kaldıralım ve onları Kur'an'ın hükümlerine davet ederek
aramızda bu hükümlerin hakem olmasını talep edelim. Şayet onların bir kısmı bu
hileye kanmaz da bu hükmü kabul etmezse onların bir kısmı buna yanaşmak
isteyecek ve Kur'an hükmüne boyun eğmeyi kabul edecektir. Böylelikle aralarına
tefrika girmiş olacak. Onlar Kur'an hükümlerine müracaat etmeyi kabul ederlerse
biz bir müddet savaşmadan nefes almış oluruz." diyerek cevap vermişti.
Sonra
Kur'an sahifelerini mızraklarının uçlarına takmış ve karşı tarafa şöyle
seslenmişlerdi: "İşte bu Allah kitabının hükmüdür. Bizim ve sizin aranızda
hüküm versin. Şam sınırlarını Şamlılardan Irak sınırlarını da Iraklılardan
başka kim koruyabilir?" Bu şekilde bağırmaya başlayınca Hz. Ali'nin
etrafında bulunanlardan bazıları: "Allah'ın kitabına icabet etmemiz
gerekir." diye konuşmuşlar, ancak Hz. Ali hemen şunları söylemişti:
"Ey Allah'ın kulları! Hakkınızı aramaya devam ediniz ve samimiyetinizi ve
bağlılığınızı sürdürünüz.
Düşmanınıza
karşı savaşmağa devam ediniz. Ben Muaviye'yi, Amr'ı, İbn Ebi Muayt'ı, Habib'i,
İbn Ebi Serh'i ve Dahhak'ı çok iyi tanıyorum. Onların dinle ve Kur'an'la
ilgileri yoktur. Ben onları sizden daha iyi bilirim, çünkü çocukken beraber
olduk ve büyüdükten sonra da beraber vakit geçirdik. Onlar çocukken de son
derece kötü idiler, şerli idiler. Büyüyünce de o kötülük ve şerliliklerini
sürdürdüler. Size yazıklar olsun, aldanmayasınız! Vallahi bu Kur'an
sahifelerini sırf sizi aldatmak ve size tuzak kurmak için havaya
kaldırmışlardır." Hz. Alii'nin bu sözleri üzerine O'na şöyle demişlerdi:
"Allah'ın kitabına davet edilip de icabet etmemek bize yakışmaz ve bunu
kabul edemeyiz." Hz. Ali, onlara şöyle cevap vermişti: "Ben Allah'ın
dinine, Allah'ın kitabına dönünceye kadar onlarla savaşacağım; çünkü onlar
Allah'a isyan etmiş, Allah'ın emirlerine baş kaldırmış, O'nun ahdini ve emrini
unutarak Kitab'ına muhalefet etmişlerdir." Hz. Ali'nin bu sözlerine karşı
çıkıp sonradan hariciler grubunu teşkil eden Mis'ar bin Fedeki et-Temimi ve
Zeyd bin Husayn et-Tai ve onlara tabi olan bazı Kur'an hafızları şunları
söylemişlerdi: "Ey Ali, Allah'ın kitabına icabet et. Sen buna davet
edildiğin halde icabet etmezsen biz seni şu karşımızdaki kavmin arasına
katıncaya kadar oraya sürükler ve Affanınoğlu Osman'a yaptığımız ın aynısını
sana da yaparız." Hz. Ali ise şöyle demişti: -Sizi nehyettiğim şeyden
kendinizi uzak tutunuz. Söylediklerime de uyunuz. Eğer bana itaat ederseniz bu
adamlara karşı savaşmağa devam edin ve eğer bana karşı gelip isyan edecek
olursanız istediğinizi yapın ve elinizden geleni ardınıza koymayın." Bunun
üzerine onlar şöyle demişlerdi: "O halde Eşter'e haber gönder, buraya
gelsin." Hz. Ali bunun üzerine Yezid bin Hani'i elEşter'e göndererek O'nu
geriye çağırmıştı. Bu haberi alan el-Eşter şöyle demişti: "Beni geri
çağıracak bir saat ve an değildir bu an. Ben öyle bir noktadayım ki Allah'ın
bana zafer vereceğinden ümidim vardır. Beni bulunduğum şu noktadan alıp
götürmeniz asla doğru değildir." Gelen elçi Yezid geriye dönerek durumu
Hz. Ali'ye bildirmişti. O anda Eşter'in bulunduğu yerde şiddetli bağrışmalar ve
çarpışmalar duyulmağa başlandı. Muhaliflerden bazıları Hz. Ali'ye: "Galiba
sen O'na savaşa devam etmesi için emir verdin." deyince Hz. Ali onlara: "Benim
oraya gittiğimi gördünüz mü? Ben sizin ileri gelenleriniz önünde ona haberci
göndermedim mi? Ve siz ondan gelen sözleri işitmediniz mi?" demiş, onlar
da: "Eşter'e haber gönder, buraya gelsin. Eğer gelmeyecek olursa vallahi
biz senden ayrılıp gidiyoruz." diye karşılık vermişlerdi. Hz. Ali de
Eşter'e tekrar Yezid'i göndererek: "Ey Yezid, dikkat et! Ona şunları
söylemen gerekir. Mutlaka buraya gel. Şu an burada başka bir fitne meydana
gelmiştir." Bu haber el-Eşter'e ulaşınca el-Eşter şöyle demişti:
"Bu
mushafların havaya kaldırılması meselesini diyorsun., öyle mi?" Yezid:
"Evet" şeklinde cevap verince el-Eşter şunları söyler: "Vallahi
bunun aramızda ihtilaflara sebep olacağını ve bizleri fırkalara ayıracağını
tahmin etmiştim. Bu şu caninin oğlunun hilesidir. Şu Allah'ın bize müyesser
kıldığı fethi görmüyor musun? Şu an onların başına gelen felaketi görmüyor
musun? Cenab-ı Allah'ın bize ihsan etmiş olduğu şu zaferi görmüyor musun? Benim
şu anda, bu adamların içinde bulunduğu durumda onları bırakıp gitmem hiç de
doğru olmaz ve ben onları bırakıp gitmeyeceğim." Yezid ona şöyle demişti:
"Peki sen bir taraftan zafer elde ederken mü'minlerin emirinin düşmanların
eline düşmesini ve öldürülmesini arzu eder misin?" el-Eşter de:
"Hayır vallahi, sübhanallah!" Yezid el-Eşter'e bu adamların sözlerini
ve Hz. Ali'yi tehdit etmelerini söyleyince el-Eşter onlara doğru yönelmiş ve
şöyle demişti: "Ey Irak ehli! Ey zillet ve korkaklığın timsalleri! Şu anda
bu adamlara üstün gelmiş durumda iken, sizin onları yenmek üzere olduklarınızı
gördükleri sırada mushafın sahifelerini elleriyle yükseğe kaldırarak sizi
Allah'ın kitabına davet ediyorlar. Halbuki onlar çoktan Allah'ın emirlerine
sırt çevirmişler ve kendisine bu Kur'an'ın indirildiği insanın sünnetinden
sapmışlardır. Bana bir müddet daha mühlet veriniz ve ben neredeyse zafer elde
ediyorum." Onlar: "Hayır biz sana müsaade vermeyiz." şeklinde
karşılık verince el-Eşter: "Ey Farslıların düşmanları! Bana bir müddet
daha mühlet veriniz. Ben neredeyse zafer elde ediyorum." demiş, onlar ise:
"Hayır, asla müsaade etmeyiz. Girdiğin günaha biz seninle birlikte girmek
istemeyiz." demeleri üzerine el-Eşter onlara şöyle sormuştu:
"Söyleyin bakayım, siz ne zamandan beri bu kadar titiz olmağa başladınız?
Siz şu ana kadar savaşıyordunuz ve sizin en hayırlı adamlarınız da hala savaş
alanındadırlar. Sizler şu anda mı savaşmaktan vazgeçtiniz, yoksa şu anda mı
titiz olmağa başladınız? Her zaman faziletlerini söyleyip durduğunuz ve sizden
daha hayırlı olup öldürülen adamlarınız şu anda cehennemdedir." Eşter'in
bu sözlerine onlar: "Bırak bizi el-Eşter, bırak şimdi bunları. Biz onlarla
Allah rızası için savaştık ve yine onlarla Allah rızası için savaşa son
vereceğiz." diye karşılık vermişler, el-Eşter ise onlara şöyle demişti:
"Size tuzak kuruldu ve siz de aldandınız. Sizler savaş için davet
edildiniz, icabet ettiniz. Ey siyah sarıklı adamlar! Kılmış olduğunuz namazda
sizleri gayet de zahit kimseler olarak Allah ile mülaki olmağa şevk ve hasret
duyan insanlar olarak bilirdik. Fakat şu anda sizin dünyadan başka bir isteğinizin
olmadığını gördüm. Yazıklar olsun!. Ne kadar kötü kimseler imişsiniz. Siz asla
temiz kişiler değilsiniz. Şu zalim kavmin bizden uzaklaştığı gibi siz de bizden
uzaklaşıp gidiniz." Sonra onlara küfretmiş, onlar da el-Eşter'e küfretmiş
ve atını kırbaçlamaya başlamışlardı. O da onların atlarını kırbaçlamış, fakat o
anda Hz. Ali onlara bağırarak iki tarafı susturmuştu. Bu olaylardan sonra şöyle
demişlerdi: "Biz onlarla aramızda hakem kılmayı kabul ettik."
Eş'as
bin Kays, Hz. Ali'ye gelerek ona şöyle demişti: "Ben şu anda Müslümanların
davet edildikleri Allah'ın kitabına razı olduklarını görüyorum. Eğer arzu
edersen Muaviye'ye gideyim de O'nun ne istediğini sorayım" Hz. Ali:
"Evet, Muaviye'ye git." diye izin verince el-Eş'as Muaviye'ye giderek
şöyle sormuştu: "Bu Kur'an sahifelerini neden havaya kaldırdınız?"
Muaviye bu soruya: "Bizim ve sizin Allah'ın kitabına ve Allah'ın bize
kitabında emrettiklerine geri dönmemiz için. Sizler beğendiğiniz ve razı
olduğunuz bir adamı seçip gönderiniz, biz de beğendiğimiz ve razı olduğumuz bir
adamı seçip gönderelim. Bu iki adamın Allah'ın kitabına göre hüküm vermelerini
ve asla düşmanlığa girmeden karar vermelerini kabul edelim ve onların
üzerlerinde ittifak edecekleri hükme tabi olalım" diye karşılık verir. el-Eş'as
Muaviye'ye: "Evet, hak olan da, gerçek olan da budur." der ve Hz.
Ali'ye dönerek durumu kendisine bildirir. O arada Hz. Ali'nin etrafındakiler:
"Biz de bu işe razı olduk." demişlerdi. Şam halkı bu iş için Amr bin
el-As'ı seçtiklerini söylerken el-Eş'as ve daha sonra Hariciler olarak bilinen
kimseler şunları söylemişlerdi: "Biz de Ebu Musa el-Eş'ari'nin hakem
olarak tayin edilmesine razı olduk." Bunun üzerine Hz. Ali onlara:
"Bana birinci konuda isyan ettiniz, bu konuda da isyan etmeyiniz. Ebu
Musa'nın bu işin ehli olduğuna inanmıyorum." demiş, ancak Eş'as, Zeyd bin
Husayn, Mis'ar bin Fedeki: "Hayır, biz Ebu Musa'nın dışında hiç kimseyi
kabul etmeyiz; çünkü O her zaman içine düştüğümüz hatalardan bizi engellemeye
ve günahlardan korumaya çalışmıştır." diye söyleyince Hz. Ali onlara
cevaben şöyle demişti: "Bence o güvenilecek bir adam değildir, çünkü o
benden bir ara ayrılıp insanları bana karşı kışkırtmıştı ve ben O'na aylar
sonra eman verdiğimde tekrar gelmişti. İşte burada Abdullah bin Abbas vardır ve
bu konuda daha iyidir, daha hayırlıdır." Onlar ise itiraz ederek şöyle
demişlerdi: "Vallahi sen de olsan, İbn Abbas da olsa bizi asla
ilgilendirmez. Senin veyahut Muaviye'nin yakını olabilecek kimseyi de kabul
etmeyiz. Her şeyden evvel senin ve Muaviye'nin dışında bir kimse bu işi
halletmelidir." Bunun üzerine Hz. Ali: "O halde el-Eşter'i tayin
ediyorum." demiş, onlar ise: "el-Eşter'den başka dünyada daha iyi bir
kimse yok mudur?" diye karşı çıkmışlardı. Hz. Ali: "Siz Ebu Musa'nın
dışında kesinlikle kimseyi kabul etmez misiniz?" diye sormuş, "Evet,
Ebu Musa'nın dışında kimseyi kabul etmeyiz." demeleri üzerine de: "O
halde istediğinizi yapınız." demişti.
Ebu
Musa Urz denilen yerde bir kenara çekilmiş ve savaştan uzak durmuştu. Bir
kölesiyle haber göndererek davet etmişlerdi. Kölesi O'na varmış:
"Müslümanlar
barış akdettiler." demiş Ebu Musa da: "Elhamdülillah,
elhamdülillah!" diye Allah'a şükretmişti. O'nu davet etmeye gelen kölesi:
"Seni Müslümanlar hakem tayin etti." deyince Ebu Musa: "İnna
lillah ve İnna ileyhi raciun." şeklinde karşılık vermiş, sonra kalkıp
askerlerin yanına gitmişti. Bu arada el-Eşter Hz. Ali'nin yanına gelip O'na
şöyle dedi: "Bana Amr bin el-As'ı bırak, vallahi O'nu gördüğüm yerde
öldüreceğim." Sonra Ahnef bin Kays Hz. Ali'ye varıp: "Ey müminlerin
emiri! Sen yeryüzünde birçok musibetle karşılaştın ve bu konuda birçok tecrüben
oldu. Ancak ben Ebu Musa ile epey bir vakit geçirdim, hakkında bildiklerim
vardır. Ben O'nun her yönünü iyi bilirim. O gerçekten ileri görüşü olmayan, kıt
görüşlü ve aldatılmaya müsait bir kimsedir. O bu adamlara karşı koyamaz ve bu
işin de ehli değildir. Bu adamlara karşı çıkacak kimse onların arasında aynen
bir yıldız gibi parlayarak üstün gözükmeli. Eğer beni hakem tayin etmek
istemiyorsan ikinci veya üçüncü şahıs olarak göster. Vallahi karşımdaki adamın
düğümleyeceği her düğümü çözmeye çalışacağım ve onun senin aleyhinde çözmek
isteyeceği her düğümü de mutlaka eskiden olduğundan çok daha sağlam bir şekilde
düğümleyip onun yerine bir tane daha düğüm atacağım." demişti. Ancak
oradakiler Ebu Musa'nın dışında hiç kimseyi kabul etmeyeceklerini bildirince
el-Ahnef şöyle der: "Eğer sizler Ebu Musa'nın dışında hiç bir kimseyi
kabul etmeyecekseniz bu olayın arkasından hemen erkeklerinizi defnetmeye
hazırlanınız. "
Amr
bin el-As Hz. Ali'nin yanına gelerek bu hakem olayını yazıya dökmek için
oturmuş ve şunları yazmışlardı.
"Bismillahirrahmanirrahim.
Bu müminlerin emirinin vardığı bir karardır." Ancak bu arada Amr bin el-As
itiraz ederek: "O'nun adını ve babasının adını yazınız. O sizin emiriniz
olabilir, fakat bizim emirimiz değildir." demiş, el-Ahnef söze karışarak
Hz. Ali'yi şöyle uyarmıştı: "Müminlerin emiri sözünü silmeyesiniz.
Korkarım ki eğer onu bizzat kendi elinle silecek olursan bir daha ona asla
ulaşamazsın. İnsanlar bunun için birbirini doğrasalar dahi sakın bu sıfatı
oradan silmeyesiniz." Hz. Ali bunun için bir müddet bekler ve günün bir
kısmı bu yüzden beklemekle geçer. Eş'as bin Kays gelerek şöyle der: "Bu
ismi sil gitsin. Zaten silinmiş bir durumdadır." Hz. Ali ise:
"Allah-u Ekber! İşte bir sünnetle diğer bir sünnet. Vallahi ben Hudeybiye
gününde Resülullah (S.A.V.)'ın katibi idim ve Hudeybiye anlaşması metninde
"Allah'ın resülü Muhammed" diye yazdığında Müşrikler buna itiraz etmiş
ve: "Sen Allah'ın resülü değilsin. Kendi ismini ve babanın ismini
yaz." demişlerdi. Resülullah bunun üzerine bana ''Resülullah'' kelimesini
silmemi emretti, fakat ben: "Hayır, bunu kendi elimle silemem."
deyince de "Orasını sen göster, ben kendi elimle sileyim." dedi ve
şöyle ilave etti: "Ve sen buna benzer bir şeye davet edileceksin, ona
uy." Amr bin el-As şöyle der: "Sübhanallah! Bizler mümin olduğumuz
halde kafirlere mi benzetiliyoruz." Hz. Ali de O'nun bu sözleri üzerine:
"Ey
Nabiğa'nın oğlu. Senin müminlerle dost ve fasıklarla düşman olduğun bir zamanın
var mıdır?" diye sorunca Amr bin el-As: "Vallahi, şu anımızdan sonra
seninle ebediyen bir daha bir araya gelmeyeceğim." diye karşılık vermiş.
Hz. Ali ise ona cevaben şöyle demişti: "Ben de Cenab-ı Allah'tan sen ve
senin gibileri meclisimden ve yanımdan uzaklaştırıp meclisimi temizlemesini
niyaz ederim." Sonra katipler şöyle yazmışlardı:
"Bu
kararlar Ali bin Ebi Talib'le Muaviye bin Ebi Süfyan'ın kararlaştırdığı
hususlardır. Ali yanındakilerle birlikte Küfelilerin temsilcisi, Muaviye de
Şamlılar ve onlara tabi olanlarla birlikte Şamlıların temsilcisidir. Biz
Allah'ın hükmü ve Allah'ın kitabına tabi olduk ve onun dışında başka hiçbir
şeyin aramızı bulmayacağını ümit ederiz. Bizim aramızda Allah'ın kitabı ta
başından sonuna kadar hükmedecek ve biz Allah'ın kitabında var olanları aynen
var edecek ve yok olanları da yok edeceğiz. Bu iki hakem Allah'ın kitabında ne
bulur ve ne söylerlerse biz de onlara uyacağız. Bu hakemler Ebu Musa Abdullah
bin Kays ile Amr bin elAs olacaklar. Eğer Allah'ın kitabında bir çözüm yolu
bulmazlarsa Resulünün sünneti bu yolu çözmek için en adil bir yoldur. Bu iki
hakem Hz. Ali ile Muaviye'den ve onların askerlerinden söz ve eman alarak aile
fertlerinin emanda olduklarına ve verecekleri hükme itiraz edecek kimseye karşı
bütün ümmetin kendilerine yardımcı olacaklarına dair söz aldılar. Ebu Musa ile
Amr bin el-As'ın Allah'ın kitabıyla hükmedeceğini ve bu ümmetin bir daha harbe
düşmemesi için Allah'ın kitabıyla ve en mükemmel şekilde hükmedeceklerine dair
söz vermişlerdir. Bu iki hakem bu ümmet arasında meydana gelmiş olan savaşı
Ramazan sonuna kadar ertelemişlerdir ve onlar isterlerse bu müddeti biraz daha
uzatabilirler. Onların vereceği hükümler de Küfe ehli ile Şam ehli arasında adaletli
bir hüküm olacaktır. "
Hz.
Ali taraftarlarından Eş'as bin Kays, Said bin Kays el-Hemdani Veka' bin
Sümeyyi'l-Beceli, Abdullah bin Muhill el-İcli, Hucr bin Adiy el-Kindi. Abdullah
bin Tufeyl el-Amiri, Ukbe bin Ziyad el-Hadrami, Yezid bin Huceyye et-Temimi ve
Malik bin Ka'ab el-Hemdani bu hakem olayına şahit olarak katılmışlardı. Muaviye
taraftarlarından şahit olarak katılanlar da şunlardı: Ebu'l-A'var es-Sülemi,
Habib bin Mesleme, Ziml bin Amr el-Üzri, Humra bin Malik elHemdam, Abdurrahman
bin Halid el-Mahzümi, Sübey' bin Yezid el-Ensari, Utbe bin Ebi Süfyan ve Yezid
bin Hurr el-Absi.
el-Eşter'e
katiplik yapması için söylenmişse de o asla buna yanaşmamış ve şöyle demişti:
"Sağ elim ve sonra da sol elim bu sahifede yazı yazmağa imkan tanımasın,
bana fırsat vermesin. Ben bu antlaşma metninde bir sulh ve vaatleşme konusunda
bir şey yazmayacağım. Düşmanlarımın dalalette olduğuna dair Rabbimden elimde
bir delil var mıdır, yok mudur? Ve ben bu konuda tam zafere ermek üzere değil
miydim?" Bu sözler üzerine el-Eş'as O'na şöyle der: "Vallahi ben her
hangi bir zafer görmüş değilim. Kalk, bu tarafa gel. Biz senin bu zaferini de
istiyor değiliz. Evet, vallahi senin tek arzun dünya içindir ve ahirette senden
kaçmak gerekir. Benim kılıcım birçok adamın kanını akıtmıştır, fakat o
adamların içinde sen asla daha hayırlı olamazsın ve onlar içinde senin kanından
daha haram bir kan da olamaz. "
Taberi
şöyle nakleder: "Bu sözlerle Eş'as'ın yüzü renkten renge girdi."
el-Eş'as
yazılan metin ve ahidnameyi Müslümanların huzurunda okumak üzere çıkıp
gitmişti. Bu metni alır, gittiği yerlerde rastladığı kimselere okurdu. Bilal'ın
kardeşi Urve bin Udeyye adındaki şahsın da aralarında bulunduğu
Temimoğulları'ndan bir gruba okuyunca, bu kabileye mensup olan Urve: "Siz
Allah'ın emrine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz? Hayır, vallahi hüküm
yalnızca Allah'ındır, O'ndan başkası hüküm veremez." demiş ve kılıcını
beline kuşanarak el-Eş'as'ın atına vurup hafifçe sendeletmişti. Bunun üzerine
elEş'as'ın adamları bağırıp çağırarak kızmışlar, O da çekip geri gitmişti. Buna
karşılık, Urve'nin adamları ve akrabaları da el-Eş'as'a bir hayli kızmışlardı.
elEş'as'a karşı takındıkları bu tavırdan dolayı Temimliler'e Yemen halkından da
bir çok kimse katılmıştı. Ancak Ahnef bin Kays, Mis'ar bin Fedeki ve
Temimlilerden bir grup gelerek özür dilemişler, O da özürlerini kabul edip
onlara teşekkür etmişti.
İki
taraf arasında yazılan bu ahitname 37. yılın Safer ayının 13. çarşamba günü (31
Temmuz 656) yazılmış ve Ramazan ayında bu iki hakemin Dümetü'l-Cendel veya
Ezruh'da verecekleri hükme her iki tarafın uyacakları konusunda karar
verilmişti. Hz. Ali'ye şöyle denildiği kaydedilir: "el-Eşter'in bu
sahifede yazılanlara uymayacağını ve bu adamlara karşı savaşa devam etmekten
başka bir şey yapmayacağını görüyoruz." Hz. Ali buna şöyle cevap vermişti:
"Vallahi ben sizler razı olmadıkça her hangi bir şeye razı olmadım ve
sevmedim. Ve razı olduğunuz bir şeyin dışında asla başka bir şeye
yanaşmadığınızı görünce ben de size uydum. Bir şeye "Evet" dedikten sonra
ondan vazgeçmek ve verilen bir karardan sonra ikide bir fikir değiştirmek hiç
de doğru değildir. Ancak her hangi bir konuda Allah'a isyan edilirse ve
Allah'ın kitabındaki hükümler çiğnenirse o zaman karardan dönmek mümkündür.
Allah'ın emrini terk edenlerle savaşınız. Şu anda benim emrimin dışına
çıktığını söylüyorsanız, O Allah'ın emrini terk edenlerden değildir. Ben bu
adamdan korkuyor da değilim. Keşke sizin içinizde O'nun gibi iki kişi
olabilseydi. Keşke sizin içinizde O'nun gibi tek bir adam olsaydı. Benim
düşmanımda gördüğümü O rahatlıkla görüyor. Benim size karşı olan güvenim biraz
sarsılmıştır ve Allah'tan ümit ederim ki sizler bazı konularda istikamette
olasınız ve size olan muhabbetim de böylece artar. Ben sizi bazı hususlarda
alıkoymağa çalıştım, fakat siz bana itaat etmediniz ve benim sözümü
dinlemediniz. Vallahi siz öyle bir şey yaptınız ki bu kuvvetimizi giderdi,
nimetleri yok etti ve arkasından bize bir sürü korku ve zilleti miras bıraktı.
Savaşta üstün olduğunuz zaman düşmanlarınıza korku salmış ve onları bozguna
uğrattığınız bir anda onlar almış oldukları büyük yaranın ızdırabını hissetmeye
başlamışlardı. Bunun üzerine de Kur'an-ı Kerim'in sahifelerini mızraklarının
uçlarına takarak sizleri Allah'ın hükmüne davet etmişlerdi. Ancak onlar sizi
aIdatmak, bir an evvel savaşı durdurmak ve bundan sonra yapacakları hileler
için fırsat kollamışlardır. Siz de onlara bu fırsatı vermiş oldunuz. Üzerinde
durup ısrar ettiğiniz konuların dışına çıkmadınız ve ayak direyerek başka hiç
bir şey kabul etmediniz. Evet, vallahi sizin bu yanılgıya düşmenizden sonra bir
daha doğruyu bulmanız ve sağlam bir kapıya dayanmanız mümkün olmayacaktır.
"
Hz.
Ali ve Müslümanlar Sıffin mevkiinden geriye dönmeğe başlayınca hariciler ilk
defa isyan etmiş ve muhalefetlerini ortaya koyarak hakem olayını
reddetmişlerdi. Sonra o anda izledikleri yolu bırakarak gerisin geriye çöl
tarafına doğru yürümeğe koyulmuşlar ve kendilerini herkese düşman hissetmeğe ve
herkese kin ve buğz beslemeğe başla-mışlardı. Bu hakem olayının dedikoduları
aralarında bir hayli yayılmıştı, önlerine çıkanlara küfredip onlarla çatışıp
duruyorlardı. Bu hariciler diğerlerine şöyle diyordu: "Ey Allah'ın
düşmanları! Siz Allah'ın emrine muhalefet ettiniz." Diğerleri de onlara:
"Siz de bizi terk ettiniz, imamımıza aykırı hareket ettiniz ve cemaatimizi
de dağıttınız."
Hz.
Ali ve taraftarları el-Nuhayle denilen yere kadar varmış, hatta orayı geçip
Kufe evlerini görebilecek bir yere ulaşmışlardı. Oraya yaklaştıkları bir sırada
bir evin gölgesinde hasta olarak yatan bir adam görmüşler, Hz. Ali ona selam
vermiş, adam da gayet güzel bir şekilde Hz. Ali'nin selamını karşılamıştı. Hz.
Ali ona şöyle demişti: "Senin yüzünde bir tuhaflık görüyorum, acaba hasta
mısın?" Adam: "Evet, hastayım." diye cevap verince Hz. Ali ona:
"Her
halde sen hastalıktan nefret ettiğinden gelip seni buldu." demiş, adam:
"Hastalığın
benden başkasında olmasını hoş karşılamıyorum." şeklinde karşılık
vermişti. Hz. Ali ona: "Senin başına gelen bu hastalığın başkasının başına
da geleceğini hesaba kattın mı?" diye sormuş, adam da "Evet."
diye karşılık vermişti. Hz. Ali: "O halde Rabbinin sana rahmet edeceğini
ve günahını affedeceğini sana müjdeleyebilirim. Kimsin sen ey Allah'ın
kulu?" demiş, adam:
"Ben
Salih bin Süleym'im." deyince: "Kimlerden oluyorsun?" diye
sormuştu. Adam: "Benim aslım Selman et-Tai'den geliyor, ama yakınlık
meselesine gelince Süleym bin Mansur'a yakınım." şeklinde karşılık verince
Hz. Ali de şöyle demişti: "Sübhanallah! Senin ve babanın adı ne kadar da
güzel. Bağlı olduğun ve geldiğin ailenin adı da ne kadar güzel. Sen bizim
yapmış olduğumuz gazalara katıldın mı?" Adam: "Hayır! Ben onlara
katılmak istedim, fakat gördüğün gibi işte bu hastalık beni bu gazadan
alıkoymuştur." diye karşılık vermiş, Hz. Ali bunun üzerine: ''Zayıf kimselere
ve hastalara zorluk yoktur'' (et-Tevbe suresi, 91) ayetini okumuş ve O'na şöyle
sormuştur: "Söyle bakayım bana, bizimle Şamlılar arasında meydana gelen
olaylar hakkında halk neler söylüyor?" Adam bu soruya şöyle karşılık
vermişti: "Bazıları sevinmiş durumdalar, bunlar diğer insanları aldatan
kimselerdir. Bazıları ise son derece üzüntülüdürler, bunlar ise sana yakın olan
ve senin iyiliğini isteyen kimselerdir. " Bunun üzerine Hz. Ali şu sözleri
söylemişti: "Doğru söyledin, Allah bu hastalığının etkisiyle yapmış
olduğun inlemelerinden dolayı günahlarını affetsin. Her hastalıkta bir ec ir
yoktur, fakat hastalıklarda da kulun mutlaka dua ettiği hususlarda Cenab-ı
Allah onun günahlarını affeder. Ecir ise ancak insanın kendi diliyle söylediği
ve eliyle ve ayağıyla yaptığındadır. Allah kendi kullarından samimi bir niyetle
ve salih davranışlarla gelen bir kimseyi mutlaka cennetine koyar."
Hz.
Ali bir müddet daha yürüdükten sonra Abdullah bin Vedia el-Ensari ile
karşılaşmış, selamlaşmış ve O'nunla bir müddet yürüdükten sonra sormuştu:
"Girişmiş olduğumuz hususlarda insanlar neler söylüyorlar?" O da
şöyle cevap vermişti; "Bazıları bu yapılanı beğeniyor, bazıları ise
şiddetle karşı çıkıyor." Hz. Ali: "Peki bu konuda görüş beyan edenler
neler söylüyor?" diye sorunca da şöyle demişti: "Hz. Ali'nin büyük
bir taraftar kitlesi vardı, onu tutup dağıttı. O'nun sapa-sağlam bir kalesi
vardı, onu yıkıverdi. Ne zaman bu yıktıklarını inşa edecek ve bu dağıttıklarını
toplayıverecek? Eğer O kendisine itaat edenlerle birlikte isyan edenlere karşı
savaşsaydı ve zafere erinceye veya ölünceye kadar böyle devam etseydi çok daha
iyi olurdu." Hz. Ali bu sözlere şöyle karşılık vermişti: "Ben mi
yıktım, yoksa onlar mı? Ben mi bölüp parçaladım, yoksa onlar mı? Onların:
"Kendisine itaat edenlerle birlikte zafere erinceye veya ölünceye kadar
çarpışıverseydi daha iyi olurdu." diye söylemelerine gelince, vallahi bu
benim için gizli ve bilmediğim bir husus değildi. Ben de aynı şeyi
düşünüyordum. Ben bu dünyada nefsime karşı son derece cömert davranacak
olsaydım gerçekten bir nefis için ölümden daha güzel bir şeyolamaz. Ben öne
doğru ve karşımızda duranlara karşı savaşmak istedim, fakat şu ikisi -Hasan ile
Hüseyn'i kastederek- beni alıkoymaya çalıştılar. Geri dönmek istedim, yine şu
iki adam -Abdullah bin Ca'fer ve Muhammed bin Alibeni geri dönmekten alıkoyup
ileriye doğru atılmamı söylediler. Ben şunları düşündüm: Eğer şu iki adam
öldürülecek olursa Resülullah (S.A.V.)'in dünyada ve bu ümmet arasında nesli
kesilir gider. Bundan dolayı ileriye gidip savaşmayı istemedim ve bu ikisinin
öldürülmesinden üzülerek ve merhamet duyarak geri döndüm. Fakat bu günden sonra
vallahi eğer onlarla karşılaşacak olursam mutlaka onlar benden alacaklarını
alacaklardır. İster bir çarpışma alanında, isterse her hangi bir yerde olsun,
mutlaka onlara karşı çarpışacağım." Sonra oradan ayrılıp yürümeğe devam
edince sağ tarafında yedi veya sekiz kabrin bulunduğunu görür. Hz. Ali onların
ne olduklarını sorunca şöyle derler: "Ey müminlerin emiri! Burada yatan
Habbab bin Eret'tir. O, sen Sıffin'e çıktıktan sonra vefat etmiş ve buraya,
şehir dışına defnedilmesini vasiyet etmişti."
O
güne kadar ölen kimseler ya kendi evlerinde veya evlerinin avlularında
defnedilirlerdi. İlk defa Küfe'nin dışında defnedilen kimse Habbab olmuştu.
Ondan sonra yanına birçok kimse daha defnedilmişti.
O'nun
kabrinin başında duran Hz. Ali şöyle dedi: "Allah Habbab'a rahmet eylesin.
O gayet iyi bir Müslüman olarak itaat etti, gönüllü olarak hicret etti ve mücahit
olarak yaşayıp hastalıklarla ve eziyetlerle imtihan edildi. Allah hiç bir
kimsenin güzel amelini zayi etmez." Sonra bu kabirlere yaklaşarak şöyle
seslenmişti: "Esselamü aleyküm! Ey bu ürküntü ve korku verici diyarın
insanları! Ey mümin erkeklerle mümin kadınlardan, Müslüman erkeklerle Müslüman
kadınlardan son derece ıssız kalan bu yerin sakinleri! Siz, bizlerden
evveloraya varan seleflerimizsiniz, biz de sizin hemen arkanızdan oraya varacak
kimseleriz. Allah'ım! Bize ve onlara mağfiret eyle. Bizi ve onları affeyle. Ne
mutlu o Allah'ın hesap gününü hatırlayarak güzel amel işleyenlere! Ne mutlu aza
kanaat edenlere ve ne mutlu Allah'ın kendilerinden razı olduğu kimselere."
Sonra
Hz. Ali yoluna devam eder. Sikketü's Sevreyn denilen yere vardığında ağlama
sesleri işitir. Bunların ne olduğunu sorunca: "Sıffin'de öldürülenler için
yapılan ağlamalardır." diye cevap verilir. Bunun üzerine: "Ben
Sıffin'de sabrederek ve sevabını Allah'tan umarak öldürülenlerin şehit
olduklarına şahadet ederim." der. Sonra Hz. Ali, el-Faişiyyeyn'e varıp
aynı sesi işitir. Arkasından eş-Şibamiyeyn denilen yere vardığında çok daha
şiddetli bağrışmalar ve sesler işitir. Orada durur, bekler ve Harb bin Şurahbil
eş-Şibilmi adındaki şahıs Hz. Ali'nin yanına varınca Hz. Ali O'na şöyle der:
"Hanımlarınız size galip mi gelecekler? Onların şu ağlayıp sızlamalarını,
bağrışmalarını engellemiyor musunuz?" Harb bin Şurahbil ise şöyle karşılık
verir:
"Eğer
bir ev veya iki ev olsaydı onları susturabilirdik, fakat şu mahalleden yüz
seksen ölü vardır bunların içinde ağlayıp sızlamaların olmadığı bir tek ev de
mevcut değildir. Biz erkekler ise asla ağlamayız ve şahadete seviniriz."
Hz. Ali bunun üzerine: "Allah sizin şehitlerinize ve ölülerinize rahmet
eylesin" der ve oradan ayrılır. Giderken kendisi bineğine binmişti, Harb
bin Şurahbil ise yaya olarak yanında yürüyordu. Hz. Ali bineğini durdurarak
O'na: "Geriye dön! Seninle birlikte benim bu şekilde yürümeğe devam etmem
buranın ahalisi için kötü bir örnek ve müminler için de zillettir!"
demişti. Sonra enNa'itiyyeyn denilen yere vardı. buranın halkı Hz. Osman'a
meyli olan kişiler idiler. Onlardan bazılarının şöyle dediklerini işitti:
"Vallahi Ali hiç bir şey yapmadan gitti, sonra aynı şekilde, evine eli boş
olarak geri döndü." O'nu gördüklerinde birden susuvermişlerdi. Hz. Ali de
o anda etrafındakilere: "Bunlar öyle kişilerdir ki Şam'ı görmüş
değillerdir." demiş ve arkasından da şunları ilave etmişti: "Biraz
önce kendilerinden ayrıldığımız kimseler bunlardan daha iyi kimselerdir."
Sonra yoluna devam ederek sürekli Allah'ı zikretmiş ve Kufe'deki vali kasrına
girinceye kadar böyle zikirle yoluna devam etmişti. Hz. Ali Küfe'ye vardığında
Hariciler onunla birlikte şehre girmemişler ve Harura denilen yerde
konaklamışlardı.
Anlatıldığına
göre, Uveys el-Karani Sıffin Savaşı'nda öldÜrülmüştü.
Başka
bir rivayette O'nun Dımaşk'ta öldüğü de kaydedildiği gibi Armenia'da veya
Sicistan'da vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Yine Sıffin'de Hz.
Ali'nin taraftarlarından olup aynı zamanda sahabi olan Cündeb bin Züheyr elEzdi
öldürülmüştü. Ayrıca Sıffin'de Muaviye saflarında çarpışarak öldürülenler
arasında Yezid bin Adiyy bin Hatem'in dayısı Habis bin Sa'ad et-Tai vardı.
O'nun yeğeni Yezid Habis'in katilini aniden öldürünce Adiyy O'nu maktulün
akrabalarına teslim etmek istemiş, ancak Yezid Muaviye'nin yanına kaçmıştı.
Sıffin
Savaşı'nda Hz. Ali ile birlikte olanlardan biri de Huzeyme bin Sabit Zü
eş-Şehadeteyn idi. Huzeyme savaşa bizzat katılmamıştı, ancak Ammar bin Yasir
şehit edildiğinde kılıcını hemen çekmiş ve öldürülünceye kadar savaşıp
durmuştu.
Huzeyme
şöyle anlatır: "Ben Resulullah (S.A.V.)'ın şunları söylediğini işittim:
"İsyancı bir kitle Ammar'ı öldürecektir."
Yine
Hz. Ali'nin yanında yer alıp Bedir ashabından olan Süheyl bin Amr bin Ömer
el-Ensari Sıffin'de öldürülenlerden biri idi. Hz. Ali'nin yanında yer almış
olup da şehit edilenlerden birisi de muhacirlerden ve sahabilerden Halid bin
Velid idi
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
CA'DE BİN HUBEYRE'NİN
HORASAN'A VALİ OLARAK TAYİN EDİLMESİ
BU OLAYIN
DEVAMI:
HAKEMLERİN BİR
ARAYA GELMESİ (HAKEM OLAYI)
HAKEMLERİN
TAYİNİNDEN SONRA HARİCİLERİN TUTUMU VE EN-NEHR SAVAŞI