İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HAKEMLERİN
BİR ARAYA GELMESİ (HAKEM OLAYI)
İki
hakemin bir araya gelip toplanacakları gün gelip çattığında Hz. Ali Şureyh bin Hani
el-Harisi'nin başkanlığında dört yüz kişilik bir kuvveti oraya göndermiş ve
Şureyh'e Amr b, el-As'a şu sözleri iletmesini tavsiye etmişti:
"O'na
de ki, Ali sana şunları söyler: "Allah (C.C.) katında insanların en
faziletlisi ve sevimli görüneni hak ile hüküm veren kimsedir. Ey Amr! Sen
hakkın nerede olduğunu çok iyi bildiğin halde neden böyle bilmemezlikten
geliyorsun? Sen küçücük bir dünya tamahı için Allah'a ve Allah'ın dostlarına
düşman kesiliverdin ve sen çok iyi biliyorsun ki bu dünya nimetleri, sana daha
evvel verilmişti de sonra yok olup gitmişti. Sana yazıklar olsun. Hainlere dost
ve zalimlere yardımcı olmayasın. Vallahi ben senin pişman olacağın günü çok iyi
biliyorum. Sen vefat edeceğin gün son derece pişman olacaksın; keşke hiç bir
Müslümana düşmanlıkta bulunmasaydım diye temennide bulunacak ve verdiğin her
hükümde rüşvet almamış olmayı çok temenni edeceksin."
Şureyh'ten
Hz. Ali'nin bu sözlerini işiten Amr'ın benzi atmış, yüzünün rengi değişmiş ve
şöyle demişti: "Ben Ali ile nasıl müşavere edebilir, emrine girip uyabilir
ve O'nun görüşlerine ne zaman bağlanabilirdim?" Şureyh O'na şöyle karşılık
vermişti: "Ey Nabiğa'nın oğlu! Müslümanların efendisi ve peygamberlerinden
sonra gelenlerin en faziletlisi olan insanın yanına sokulup onunla danışmaktan
seni alıkoyan nedir ki? Senden daha hayırlı olan Ebu Bekir ve Ömer O'na danışır
ve görüşleriyle amel ederlerdi." Şureyh'in bu sözleri üzerine Amr:
"Benim gibi birisi senin gibi bir adamı karşısına alıp muhatap kabul
etmez" demiş, Şureyh de: "Sen hangi ataların ve babalarınla bana
karşı üstünlük taslıyorsun? Orta halli olan baban ile mi, yoksa annen Nabiğa
ile mi?" diyerek karşılık vermiş ve yanından ayrılmıştı. Ayrıca Hz. Ali bu
gidenlere namaz kıldırmak ve emirlik yapmak üzere Abdullah bin Abbas'ı göndermiş
ve onların yanında da hakem olarak Ebu Musa el-Eş'ari gitmişti. Diğer taraftan
Muaviye Şam halkından dört yüz kişiyi Amr bin el-As başkanlığında
Dumetü'lCendel'in Ezruh mevkiine göndermişti. Amr bin el-As Muaviye'den
kendisine gelen mektuplara asla aldırış etmiyor ve Şam halkına da hiç bir
konuda danışmıyordu. Iraklılar ise sürekli olarak İbn Abbas'a danışıyorlar ve
Hz. Ali'den O'na ulaşan mektuplara göre amel ediyorlardı. İbn Abbas onlara bir
şey söylemeyip sustuğu zaman hemen o konu hakkında şüpheye düşüyor:
"Acaba
Hz. Ali bu konuda şöyle şöyle bir şeyler mi yazdı?" diye soruyorlar, İbn
Abbas da onlara şöyle cevap veriyordu: "Siz aklınızı başınıza toplamayacak
mısınız? Görmüyor musunuz, Muaviye'nin postası gidip geldiği halde onun ne
getirdiği hiç de duyulmuyor ve onlar bağırıp çağırmıyorlar. Halbuki sizler her
gün yanıma gelip hakkımda bir sürü konuda şüpheye düşüyorsunuz. ''
Hz.
Ali'nin gönderdiği heyet içinde Abdullah bin Ömer, Abdurrahman bin Ebi Bekr
es-Sıddik, Abdullah bin Zübeyr, Abdurrahman bin el-Haris bin Hişam, Abdurrahman
bin Yağıls ez-Zühri, Ebu Cehm bin Huzeyfe el-Adevi ve Muğire bin Şu'be var
idiler.
Sa'ad
bin Ebi Vakkas çölde Ben-i Süleym Kabilesi'ne ait bir su kenarında ikamet
etmekte iken oğlu Ömer gelmiş ve şöyle demişti: "Ebu Musa el-Eş'ari ile
Amr bin el-As yanlarında bir çok Kureyşli bulunduğu halde bir araya toplanmış
bulunuyorlar. Senin de Resulullah (S.A.V.)'in en yakın arkadaşlarından ve şura
ehlinden biri olman hasebiyle oraya gitmen iyi olur. Senin girdiğin hiç bir husus
yoktur ki bu ümmet onu hoş karşılamamış olsun. Sen insanlar arasında hilafete
en layık olan birisin." Ancak Sa'ad bin Ebi Vakkas oğlunun bu dediklerine
uymamış ve oraya gitmemiştİ. Diğer bir rivayette ise Sa'ad muhakemenin
yapıldığı yere gitmiş, fakat orada bulunmaktan dolayı son derece pişman olarak
Kudüs'ten ihrama girip umre yapmak üzere Hicaz'a yönelmişti.
Muğire
bin Şu'be Kureyş'ten bazı kimselere şöyle demişti: "İki hakemin bir fikre
varıp varmayacakları konusunda görüş sahibi olabilmek için birisinin oraya
gidip haber getirmesini mümkün görebiliyor musunuz?" Onlar:
"Hayır." diye cevap verince: "O halde ben gidip durumu onlardan
öğreneyim." demiş ve Amr b, el-As'ın yanına giderek şöyle sormuştu:
"Şu savaşa katılmayan bizleri nasıl görüyorsun? Aranızda meydana gelen bu
savaş ve hükümleşme konusunda şüpheye düşüp şaşırdık." Bunun üzerine Amr:
"Sizi iyilerin arkasında ve kötülerin önünde görüyorum." diye cevap
verir. Sonra Muğire kalkıp Ebu Musa el-Eş'ari'ye gider ve O'na da Amr'a söylediklerinin
aynısını söyler. Ebu Musa şöyle der: "Kendimizi insanların içinde en
sağlam ve haklı görüşe sahip olarak görüyorum." Sonra Muğire oradan kalkıp
arkadaşlarının yanına gelir ve onlara: "Bu iki adam kesinlikle bir görüş
etrafında toplanamazlar." der.
İki
hakem bir araya gelince Amr: "Ey Eba Musa! Sen Osman'ın mazlum olarak
öldürüldüğünü biliyor musun?" diye sorarak söze girmiş, sonra aralarındaki
konuşma şöyle sürmüştü: Ebu Musa: "Evet, O'nun mazlum olarak öldürüldüğüne
şahadet ederim." Amr: "Muaviye ve Muaviye'nin akrabalarının Osman'ın
yakınları ve akrabaları olduğunu biliyor musun?"
Ebu
Musa: "Evet."
Amr:
"Peki, O'nun halife olmasını nasıl karşılarsın? Şu Kureyş'in ileri
gelenlerinden biri olarak biliniyor ve sen de bunu biliyorsun. Eğer
Müslümanların: "O'nun İslam'da her hangi bir önceliği yoktur."
demelerinden korkuyorsan sen de şöyle dersin: "Ben O'nu halife Osman'ın
mazlum olarak öldürülmesine sahip çıktığı, O'nun velisi olduğu, kanını güzel
bir şekilde talep ettiği için benimsiyorum. Ayrıca O Resulullah (S.A.V.)'ın
hanımı Ümmü Habibe'nin kardeşidir ve Resulullah'a katiplik yapmış bir
sahabidir. Bunun yanında Resulullah (S.A.V.) O'nun bir gün bir hükümranlığa
sahip olacağını da haber vermiştir. "
Ebu
Musa: "Ey Amr, Allah'tan kork! Senin Muaviye'nin şerefınden söz etmen
yersizdir, çünkü böyle bir görev sırf şeref ile olabilecek bir görev değildir.
Eğer bu görev bir üstün şeref ile verilmiş olsaydı bu iş Sabbah'ın oğlu
Ebrehe'ye havale edilirdi. Bu makam dindarlığı ve üstün faziletliliği
gerektirir. Bütün bunlara rağmen eğer bu işin en üstün şerefe sahip olan bir
Kureyşliye verilmesini arzu etseydim bunu Ebu Talib'in oğlu Ali'ye verilmesini
tavsiye ederdim. Ayrıca Muaviye'nin Osman'ın kanının velisi olduğunu iddia edip
de bu görevin O'na havale edilmesi gerektiğini ileri sürmene gelince ... Asla
ilk muhacirleri bir tarafa itip de O'nu başa getirmem mümkün değildir.
Muaviye'nin saltanata ve hükümranlığa sahip olacağına dair iddiana gelince;
vallahi, Muaviye'nin benim üzerimde en ufak bir hükümranlığı olduğu takdirde
O'na kesinlikle bir emir gözüyle bakmam ve Allah'ın hükmünü yerine getirme
konusunda da asla her hangi bir rüşvete talip olacak değilim. Ancak eğer arzu
edersen Ömer bin el-Hattab'ın adını ihya edelim, ne dersin?"
Amr:
"Peki, benim oğlum hakkında ne dersin? Sen O'nun faziletini ve Allah'a
karşı olan salih amelini de biliyorsun."
Ebu
Musa: "Senin oğlun gerçekten samimi bir insandır, fakat sen O'nu kendin bu
fitnenin içine soktun."
Amr:
"Bu iş ancak yiyen ve yediren bir kimseye yarar. "
Bu
gibi durumların Abdullah bin Ömer'in dikkatinden kaçtığını gören Abdullah bin
Zübeyr, O'na: "Ne olup bittiğini görüyor musun? Dikkat etsene!" demek
gereğini görmüştü.
Ebu
Musa: "Ey As'ın oğlu! Araplar seni kendi yönetim işlerini hall etmek üzere
görevlendirdiler. Onlar bu işe ancak birbirlerine kılıç çektikten sonra razı
olmuşlardır. Sen onları tekrar fitnenin içine sokmayasın."
Amr,
Ebu Musa'ya öncelikle söz vermeyi bir alışkanlık haline getirmeğe çalışmış ve
O'na: "Sen Resulullah (S.A.V.)'ın yakın sahabelerindensin ve benden de
daha yaşlısın. O halde önce sen konuş" diye söyleyip durmuş ve Ebu Musa da
bu yüzden hep önce konuşmağa alışmıştı. Amr'ın tek gayesi Hz. Ali'yi bu
görevden azletmek idi. Ebu Musa'nın kendi oğlu Abdullah'ı ve Muaviye'yi kabul
etmediğini gören Amr, O'nun teklif ettiği Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ı kabul
etmemiş ve Ebu Musa'ya şöyle demişti: "Peki, bu durumdan sonra sen ne
düşünüyorsun?"
Ebu
Musa bu soruya: "Bana kalırsa her ikisini de görevlerinden azledelim ve
işi şuraya havale edelim. Müslümanlar kendilerine arzu ettikleri ve sevdikleri
birisini halife tayin etsinler." diyerek karşılık vermiş, bunun üzerine
Amr: "Hak ve gerçek olan da aynen senin söylediğin gibidir." demiş,
sonra her ikisi kalkıp Müslümanların huzuruna çıkmışlardı. Müslümanlar da bir
araya toplanmışlar, onları bekliyorlardı. Amr: "Ey Ebu Musa, onlara
düşündüğümüz ve kararlaştırdığımız hususu bildiriver." deyince Ebu Musa da
orada toplanmış bulunan Müslümanlara seslenerek: "Bizler bir konuda
ittifak ettik, Cenab-ı Allah'tan bu ümmetin işini verdiğimiz bu kararla ıslah
etmesini temenni ederiz." diye söze başlamıştı. Sonra Amr'ın:
"Doğruyu ve gerçeği söyledi. Ey Ebu Musa! Buyur konuş." demesi
üzerine orada bulunanlara yaklaşıp konuşmaya devam edecekken Abdullah bin Abbas
kendisine şöyle seslenmişti:
"Yazıklar
olsun sana! Vallahi, eğer yanılmıyorsam bu adam seni aldatmış bulunuyor ve eğer
ikiniz bir noktada ittifak etmişseniz o halde söyle de O senden önce konuşsun.
Sen ondan sonra konuşursun. O hilekar bir adamdır, güven duyulan biri değildir.
Olabilir ki şimdi rızanı almak için seni öne doğru sürmek istiyor ve sen kalkıp
Müslümanların huzurunda konuştuktan sonra sana muhalefet edecektir." Ancak
Ebu Musa biraz gaflete dalmış olarak Abdullah bin Abbas'a: "Hayır, bizler bir
konuda ittifak bir karara varmış bulunuyoruz." diye karşılık vermiş,
arkasından halka yönelerek: "Ey Müslümanlar! Bizler bu ümmetin hilafet
işini gözden geçirdik ve bu ümmetin işlerinin salaha ermesi ve başına gelen
felaketlerin savuşturulabilmesi için bir konuda anlaşıp fıkir birliğine vardık.
Kararımız şudur: Ali'yi ve Muaviye'yi bu görevden uzaklaştırarak işi
Müslümanların şurasına havale edelim, onlar arzu ettikleri birisini başa
getirsinler. Ben şu anda Ali'yi ve Muaviye'yi görevden azlediyorum. Sizler
kendi işinizi yüklenin ve kendi aranızda ehil gördüğünüz birisini bu işe
seçin" demiş, sonra kenara çekilmişti. Arkasından Amr bin el-As ayağa
kalkarak şöyle demişti: "Bu adamın söyledikleri sözleri işittiniz. O kendi
temsilcisi bulunduğu adamı görevinden azletmiştir. Ben de aynı şekilde O'nun
adamını bu görevden azlediyor ve temsilcisi olduğum Muaviye'yi yerinde
bırakıyorum. Çünkü O Osman bin Affan'ın velisidir ve O'nun kanını arayan
kimsedir.
Bundan
dolayı O, Osman'ın makamına geçmeğe daha layık ve hak sahibi bir
kimsedir."
Bu
konuşmalardan sonra Sa'ad bin Ebi Vakkas: "Ey Ebu Musa! Seni bu hallere,
Amr'ın tuzaklarına düşüren ne oldu?" diye sormuş, Ebu Musa da: "Ne
yapabilirim? O bana bir konuda ittifak ettiğini söyledi, sonra da yan
çizdi." demişti. Abdullah bin Abbas da: "Ey Ebu Musa! Senin günahın
yoktur, asıl günah seni bu makama getiren kimsenindir." diye söylenmiş,
bunun üzerine Ebu Musa: "Adam sözünden döndü, hile yaptı, ben O'na ne
yapabilirim?" diye kendini savunmuştu. Abdullah bin Ömer de içini dökerek
şunları ilave etmişti:
"Bakınız
bu ümmetin işi nereye vardı, başına neler geldi, işin başına öyle birisi geldi
ki, çok zayıf ve bu işi en son yüklenmesi gereken kişiydi."
Sonra
Abdurrahman bin Ebi Bekr de: "Keşke Ebu Musa el-Eş'ari bugünden evvel ölüp
gitseydi, bu iş bu günden daha hayırlı olurdu." diye söylenmişti.
Daha
sonra Ebu Musa el-Eş'ari dönüp Amr bin el-As'a: "Allah seni muvaffak
etmesin, sözünde durmadın ve kötülük ettin." diyerek ''Senin durumun aynen
şu köpeğin durumuna benzer ki üstüne varsan dilini sarkıtıp solur, kendi haline
bıraksan yine dilini sarkıtıp solur.'' (el-A'raf suresi, 176) ayetini okur ve
serzenişte bulunur. Amr ise O'na şöyle cevap verir: ''Sen de aynen şuna
benziyorsun, senin durumun da aynen kitaplar taşıyan eşekler gibidir.''
(el-Cum'a suresi, 5). O anda Şurayh bin Hani Amr'ın üzerine yürüyerek elindeki
kırbaç ile vurmuş, Amr'ın oğlu da Şurayh'e elindeki kırbaçla vurmuş, fakat
Müslümanlar araya girerek duruma el koymuşlardı.
Şurayh
bu çatışmadan sonra şöyle demişti: "Amr'a kırbaç ile vuracağıma bir kılıç
ile vurmadığıma pişman olduğum kadar hiç bir şeye pişman değilim. "
Sonra
Şamlılar Ebu Musa'ya iltifat ederek korumuş, O da kaçıp Mekke'ye gitmişti.
Diğer taraftan Amr bin el-As Şamlılarla birlikte Muaviye'nin yanına dönmüş ve
O'na hilafet unvanı ile selam vermişlerdi. Bu arada Abdullah bin Abbas ve
Şurayh de Hz. Ali'nin yanına dönmüşlerdi.
Hz.
Ali her gün öğle namazını kıldığında Kunut duasını okur ve şöyle derdi:
"Allah'ım! Muaviye'ye, Amr'a, Ebu'l-A'var'a, Habab'e, Abdurrahman bin
Halid, Dahhak bin Kays ve Velid'e lanet eyle." Bu haber Muaviye'ye
ulaştığında o da aynı şekilde Kunut duası okuduğunda Hz. Ali'ye, Abdullah bin
Abbas'a, Hasan ve Hüseyin'e ve el-Eşter'e küfrederdi.
Diğer
bir rivayette anlatıldığına göre, Muaviye iki hakemin konuşup görüştükleri yere
gelmiş ve o günün akşamında kalkıp insanlara hitapta bulunarak şöyle demişti:
" ... Bu durumdan sonra hilafet meselesinde her hangi bir şey söyleyecek
olan varsa bize başını uzatsın da görüverelim. "
Bu
konuda Abdullah bin Ömer şöyle der: "Ben O'nun bu sözleri üzerine ortaya
çıkıp konuşmak ve: "Öyle adamlar vardır ki seninle ve senin babanla islam
için savaştılar." demek istedim, ancak bu sözlerin Müslüman cemaatin arasını
tekrar ayıracağından ve bundan dolayı tekrar kanların döküleceğinden korktuğum
için susuverdim. Diğer taraftan Cenab-ı Allah'ın bizlere yaptığı cennet
vaatlerini düşünerek böyle davranmayı daha yerinde buldum. Sonra oradan çekip
evime gittikten sonra Habib bin Mesleme bana gelerek: "Bu adam bu şekilde
konuşup duruyorken seni konuşmaktan alıkoyan ne oldu?" diye sorunca şöyle
cevap verdim: "Gerçekten konuşmak istedim, fakat arkasından korktum.
" Habib bunun üzerine: "Allah seni başarılı kılsın. Sen Cenab-ı Allah
tarafından korunmuş oldun. Bu yaptığın daha doğru, daha yerinde bir şeyolmuş
oldu."
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
HAKEMLERİN
TAYİNİNDEN SONRA HARİCİLERİN TUTUMU VE EN-NEHR SAVAŞI