CER-H VE TA’DİL
Maddelerinde ayrı ayrı ve geniş olarak görüldüğü gibi CER-H, terim
olarak, hafız ve mutkin bir hadis aliminin, ravide veya rivayetinde bulunan kadih
bir illet sebebiyle rivayetini reddetmesi; ta'dil ise aynı mertebede bulunan
alimin bir ravinin adalet vasfına sahip olduğuna hükmetmesidir.
CER-H ve ta'dil, İslâm şeriatını korumak, onu hatadan, yalan
yanlış rivayetlerden uzak tutmak endişesinden doğmuştur; zira dini hükümlere
mesnet teşkil eden hadislerin sıhhati, her şeyden önce onları rivayet eden
ravilerin adalet ve zabt sebebi, dürüst ve güvenilir olmalarına bağlıdır. Hadis
sahih olmalıdır ki o hadise dayanılarak verilen hüküm sahih olsun. Ravi de
kusursuz olacaktır ki rivayet ettiği hadis sahih olabilsin.
Aslında bir haberin kaynağını araştırmak, Kur'an-ı Kerim'de
Mü’minlere verilen ilahi emirler arasındadır:
“Ey iman edenler! Size yoldan çıkmış (fasık) birisi bir haber
getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı
kötülük edersiniz. Sonra da yaptığınıza pişman olursunuz.” Tabi'î alim Muhammed
b. Şirin de dinî nakillerin kimlerden alındığına dikkat edilmesi gereğine
işaret ederek şunları söylemiştir: “Hadisler dinin ta kendisidir. Bu itibarla
kişi dinini kimlerden aldığına dikkat etmelidir.”
Önce ayetten, daha sonra tâbi'î âlimlerinden birinin sözlerinden
anlaşılmaktadır ki, hadislerin sıhhatine hükmedebilmek için ilk evvel onları
nakleden ravilerin güvenilir kimseler olup olmadıklarının tesbit edilmesi
gerekir. Bunun için hadis âlimleri hadislerin sahih ve makbul olanlarını
zayıflarından ve Hz. Peygambere ait olmayan uydurmalarından ayırd edebilmek
için ravilerin kimliklerini, kişiliklerini, hadis rivayet kaidelerine ne derece
riayet ettiklerini, rivayet ettikleri hadisleri hıfzetmekte olduğu kadar
başkalarına nakletmekteki dikkat ve itinalarını, nihayet İslâm Dini'nin emir ve
yasaklarına riayet derecelerini titiz ve tarafsız bir anlayışla tenkide tâbi
tutmuşlardır. Bu tenkit sonucu rivayetleri makbul görülenlerle naklettiği
hadislere itibar edilemiyecek olan raviler tesbit edilmiştir. CER-H ve ta'dil,
bir bakıma bu tesbittir.
Hz. Osman'ın şehit edilmesiyle başlayan siyasî ihtilaflar da hadis
rivayet edenlerin tenkidini zaruri hale getirmiştir; zira siyasî fikir ve görüş
ayrılıkları sonucu ortaya çıkan fırkaların herbiri kendisini destekleyecek ve
hasımlarına karşı savunmasını yapacak hadisler uydurmaya başlamıştır. Bu
durumda hadisleri kimlerin rivayet etmiş olduğu, üzerinde durulması gereken
mühim bir konu haline gelmiştir. Yine İbn Sîrîn'e göre “fitne kopuncaya kadar
kimse kimseye hadisi kimden rivayet ettiğini sormamıştır. Ne var ki, fitne
başlayınca hadis ravilerini inceleme de başlamıştır. Bu inceleme sonunda Ehl-i
Sünnetten olanların hadisleri kabul edilmiş; bidat ehli olanların hadisleri
reddedilmiştir.”
İbn Abbas'ın şu sözleri de her önüne gelenin hadis rivayet etmeye
başlaması üzerine isteyen herkese rivayet etmemek suretiyle bir çeşit CER-H ve
ta'dil uygulaması yapıldığını gösterir. “Hz. Peygamber adına önceleri yalan
söylenmediği için bizler ondan hadis rivayet eder dururduk. Lakin her önüne
gelen her duyduğunu rivayet etmeye başlayınca biz de rivayeti bıraktık.”
Rivayetine itibar edilip edilmeyeceğini belirlemek üzere ravinin
tenkide tâbi tutulması neticesi CER-H edilmesi veya adaletli olduğuna
hükmedilmesi şeklinde özetlenebilecek CER-H ve ta'dil, dinî rivayetleri
değerlendirme ölçüsü ortaya koyduğu için son derece önemlidir. İslâm âlimleri
CER-H ve ta'dile büyük önem vermişler ve onu Hadis İlminin en mühim dalı kabul
etmişlerdir. Söz gelişi el-Hatîbu'l-Bağdâdî, CER-H ve tadili Hadis İlminin
semeresi ve en büyük kolu saymıştır.
Öte yandan hadis rivayeti dinle ilgilidir. Öyle olunca ravilerin
CER-H ve ta'dili büyük önem taşır. Lüzumsuz bir iş olmadığı gibi haram olan
dedikodu veya gıybet de sayılamaz. Aksine vacip bir iştir.
Hadis İlminde böylesine önemli bir yer tutan CER-H ve ta'dilin Hz.
Peygamber (s.a.s) zamanında başladığı söylenir, gerçekten ondan ve daha sonra
sa-habîlerden CER-H ya da ta'dil sayılabilecek sözler nakledilmiştir. Bununla
birlikte gerçek mânâda CER-H veya ta'dil denebilecek tenkidlere daha çok
tabiiler devrinde rastlanır.
CER-H ve ta'dilin geçerli olabilmesi için bazı kaidelere uygun
olması şarttır. Ravinin CER-Hinin yahut adaletine hükmedilmesinin belli esaslar
dahilinde yapılmasını sağlamak üzere konulmuş bu kaidelere CER-H ve ta'dil
kaideleri adı verilir. Bellibaşlıları şunlardır:
1. Hem CER-H hem de ta'dil, CER-H veya ta'dile sebep olan halleri
iyi bilen adaletli, dikkatli ve uyanık bir âlim tarafından yapılmış olmalıdır.
Bununla birlikte bir ravinin CER-Hine veya adaletine hükmeden alimin keskin
zekâ sahibi, görüşü kuvvetli ve araştırıcı olması gerekir. Aslında CER-H ya da
ta'dil bu niteliklere sahip olan bir âlimden geldiğinde kabul edilir. Rastgele
bir hadisçinin CER-Hi de ta'dili de kabul edilmez.
Bununla birlikte CER-H ve ta'dil âliminin ravi hakkında araştırmadan,
kolayca ve delilsiz olarak hüküm veren kimselerden olmaması gerekir; zira bir
ravi hakkında kolayca ve delilsiz bir şekilde ta'dil hükmü verdiği zaman
kendince sabit olmayan bir hüküm vermiş olur. Ravinin adaleti hususunda galib
zanla hükmetmediği için de yalan ihtimalini tasdik etme durumuna düşer. Aynı
şekilde dikkatsizce veya ihtiyata riayet etmeksizin kolayca CER-He kalkışınca
da aslında ta'ndan beri olan bir müslümana ta'n etmiş ve onu lekelemiş olur. Bu
durumlara bazen garazla düşülür. Bilhassa mezheb ve akide ayrılığı yüzünden
yapılan insafsız CER-H veya ta'nlar pek çoktur. Nitekim Ehli Sünnetten pek çok
ravi şiilik, haricilik veya diğer bir fırkaya mensup olma ithamıyla
CER-Hedilmiştir. Halbuki böyleleri arasında zahiren adalet sahibi olanlar hayli
fazladır. Buna karşılık Rafızî ve Nâsibî âlimler Ehli Sünnetten olan ravilere
itibar etmezler. Bu fırkaların mutaassıp cahil mensupları Ehl-i Sünnet ravilere
kâfir bile demişlerdir. Bundan dolayıdır ki, bid'at ehlinin rivayetlerinin
hangilerinin kabul edileceği: hangilerinin reddolunacağına dair kaideler
koymaya lüzum görülmüştür.
2. Ta'dil, yani ravinin adalet sahibi olduğuna hükmedilmesi
açıklama yapmadan kabul edildiği halde CER-H, CER-He sebep olan hal veya haller
açıklanmadıkça kabul edilmez; çünkü ravinin, ilk bakışta aksini gösteren bir
hali bulunmadıkça adaletli olduğu söylenebilirse de açıklama yapılmadan CER-He
layık olduğu söylenemez. Bu, İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından kabul
edilmiş bir kaidedir. Bununla birlikte aynı konuda üç değişik görüş daha
vardır. Bunlardan birincisi, ötekinin aksinedir. Buna göre CER-H, sebebi
açıklanmadan kabul edilebilir. Ta'dil ise ancak sebebi açıklandığı sürece kabul
edilir. İkincisi, CER-H olsun, ta'dîl olsun sebep açıklanmadan kabul edilmez.
Bu görüşü el-Hâtîbu'l-Bağdâdî ve bazı usul âlimleri naklederler. Üçüncü görüşe
göre ise bir raviyi CER-Heden veya adaletli olduğuna hükmeden, CER-H ve ta'dil
ilmini iyi bilen, görüşü sağlam ve yetenekli bir âlim ise ne CER-H, ne de
ta'dil için sebep göstermesine gerek yoktur. Ravi hakkında verdiği hükmün kabul
edilmesi gerekir. El-Bakıllânî, el-Cuveynî, İmam Gazâlî gibi alimler bu
görüştedirler, el-İrâkî ile el-Bulkînî bu görüşün sahih olduğunu
söylemişlerdir.
3. Hem CER-H hem ta'dil her ikisi de, CER-H ve ta'dil ilmini iyi
bilen tek bir âlimin sözüyle sabit olur. Başkalarının onun görüşüne
katılmalarına lüzum yoktur.
4. Bir ravide CER-H ve ta'dil birleştiği takdirde ta'dil hükmü
verenler çoğunlukta bile olsa CER-H, ta'dile tercih edilir, el-Hatibu'l-Bağdadi
bu kaideyi “alimler, bir veya birkaç alim tarafından CER-Hedildiği halde bir o
kadar âlimin ta'dil ettiği ravinin CER-Hinin münasip olduğunda görüş birliğine
varmışlardır” diyerek vermiş ve bu konuda icmâ olduğuna işaret etmiştir.
Bir ravi hakkında verilen CER-H ve ta'dil hükümlerinin birleşmesi;
bir başka deyişle bazı âlimlerin CER-Hettiği ravinin bazıları adalet sahibi
olduğuna hükmetmeleri halinde CER-Hin tercih edilmesinin sebebi şudur:
CER-Heden âlim, adaletine hükmeden âlime nisbetle o ravi hakkında daha fazla
bilgiye sahiptir; zira, ta'dil için sebep göstermek gerekmediği halde CER-H
için sebep göstermek gerekir. Öyle olmadıkça CER-H kabul edilmez. Bu itibarla
CER-H hükmünü verirken mutlaka bilgiye dayanmak zorundadır. Bir de böyle
durumda bir raviyi CER-Heden âlim, onun adaletini kabul etmekle birlikte,
adaletli olduğunu söyleyen âlimin gözünden kaçan bir halini haber veriyor
demektir. Bu ise dikkate alınmaya değer bir husustur.
Bununla birlikte Fıkıh âlimlerine göre aynı ravi hakkında verilen
CER-H ve ta'dil hükümlerinin birleşmesi halinde adaletine hükmeden âlim,
CER-Heden âlimin CER-Hine gösterdiği sebepleri makul delillerle çürüttüğü
takdirde ta'dil CER-He tercih edilir. Söz gelişi ravinin adaletine hükmeden
âlim, CER-H eden âlimin CER-He gösterdiği sebepleri bilindiği; ancak sonradan
tevbe edip halini düzelttiğini söylerse, tevbe makul bir delil olur ve adalet
hükmü CER-He tercih edilir. Ancak, bu takdirde ravinin yalan ithamına maruz
kalan bir kimse olmaması gerekir; zira onun bir kere bile yalan söylediği sabit
olursa tevbe etse bile rivayeti kabul edilmez.
Şu da var ki, CER-H ve ta'dil hükümlerinin bir ravide birleşmesi
halinde meselenin tafsil edilmesi görüşünde olan alimler de vardır. Onlara göre
ta'dile karşı olarak yapılan CER-H, CER-H sebeplerini bilen âlim tarafından
açıklamalı bir şekilde yapılmışsa ta'dile takdim edilir. Mücmel olarak sadır
olmuşsa adil ravinin adaletine kadh edilemez; çünkü muhaddisler CER-H sebepleri
üzerinde ihtilaf edebilirler. Ayrıca carihin aslında CER-H için yeterli olmayan
bir sebebi yeterli görme ihtimali de her zaman için vardır. Buna binaen adaleti
sabit olan ravi hakkında açıklama yapılmayan CER-Hin, âlim biri tarafından
yapılmış bile olsa, kıymeti yoktur. Âlim olmayan kimse tarafından yapılan
CER-Hin merdud olduğunda icmâ vardır.
Bu görüşlerin yanında CER-H ve ta'dilin bir ravide birleşmesi
konusunda üç görüş daha vardır. Bunlardan birincisine göre CER-H ile ta'dil
birbirlerine zıt düştükleri takdirde, ta'dil edenler tercih edenlerden çoksa
ta'dil takdim edilir; zira ravinin adaletine hükmedenlerin sayıca çok oluşu
onun halini kuvvetlendirir ve verilen adalet haberiyle amel etmeyi vacip kılar.
Raviyi CER-Hedenlerin sayıca ta'dil edenlerden az oluşları ise verdikleri CER-H
haberinin zayıf olmasını gerektirir. Ancak böyle bir zan vehimden ibarettir:
Zira raviyi ta'dil edenler ne kadar çok olurlarsa olsunlar, CER-Hedenlerin
haber verdikleri halin ravide olmadığını haber vermiş olmazlar.
İkincisine göre CER-H ve ta'dilin ravide birleşmesi halinde CER-H
edenlerle ta'dil edenlerin hangileri Hadis İlminde daha ileri derecede iseler
onların görüşleri tercih edilir. Bu görüş kabul edilmemiştir.
Üçüncüsüne göre ise CER-H ve ta'dilin hiçbiri kabul edilmez. Bu
durumda CER-H ve ta'dil çatışması olduğu gibi kalır. Bu görüşü Mâliki
hadisciler nakletmişlerdir. Ancak kaydetmek gerekir ki, yukarıda da işaret
edildiği gibi icmâ bunun aksinedir.
5. Sika ravinin şeyhini, ismini söylemeksizin, haddesenî's-sika,
haddesenî men lâ ettehimu gibi lafızlarla ibhâm etmesi, sahih olan görüşe
nazaran kim olduğunu sonradan açıklamadıkça, onu ta'dile kafi gelmez; zira ismi
mübhem bırakılan şeyhin, ibhâm edene göre sika olmakla birlikte başkalarınca
CER-Hi gerektiren bir sebeple mecruh olması ihtimali vardır. Sika ravinin,
şeyhinin ismini söylememesi bile onun hakkında kalbe şüphe verebilir. Hatta
el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin dediği gibi, sika ravi, “Benim bütün şeyhlerim sikadır”
diye açıklama yapmış olsa bile o şeyhinin ismini açıklamadığına göre onu
tezkiye ettiği malum olmamıştır. Bu, ismini söylese adaletsizlikle itham
edileceğinden şüphe ediyor manasına gelir.
Diğer bir görüşe göre sika bir ravinin “benim bütün şeyhlerim
sikadırlar” demesi, ismini mübhem bıraktığı şeyhini ta'dil için kâfidir; zira
kendisi sika olduğundan şeyhinin adını söylese de söylemese de herhalde
kendisine güvenilir. Böyle diyen kimse müctehid bir âlim ise sözü, bazı
âlimlere göre yalnızca kendi mezhebinden olanları ta'dile kâfi gelir; çünkü o
müctehid kendisine karşı olmayanlara karşı o haberle ihticac etmez. Yalnız
kendi mezhebinde olanlara bahsettiği bir hüküm halikında kendisine göre delil
olduğunu haber verir. Lakin bu görüşte olanların bir kısmı “ismini
zikretmeksizin kendisinden rivayette bulunduğum her şahıs adaletlidir.”
demedikçe kâfi gelmez demişlerdir. Bunun sebebi, ismi mübhem bırakılan raviler
içinde İmam Mâlik'in ismini ibham ederek rivayette bulunduğu Abdulkerim b.
Ebi'l-Muhârik gibi zayıf ravilerin de bulunabileceği ihtimalidir.
6. Adalet sahibi bir ravinin ismini söylediği şeyhten rivayette
bulunması, hiçbir zaman onu ta'dil manasına gelmez. Sahih olan görüş budur.
Nitekim Sufyânu's-Sevri, el-Kelbî'den rivayetten men etmesi üzerine, “Sen de
ondan rivayette bulunuyorsun” itirazına uğrayınca, “Ben onun rivayetlerinin
doğru olanlarını yalanlarından ayırırım” demiştir. Rivayete göre Şa'bî,
el-Hâris isimli bir raviden rivayette bulunurken, onun yalancılığına şehadeti
isnadına ekler ve “haddesenâ'l-Hâris ve eşhedu bi'llâhi innehû kâne kezzâben”
(el-Hâris bize tahdis etti. Allah'ı şahit tutarım ki o aşırı bir yalancı idi)
dermiş. Bir başka rivayete göre Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Ma'înin “Ma’ıner, an
Ebân, an Enes” senediyle gelen defteri yazmakla meşgul olduğunu, yanına biri
gelince hemen sakladığını görür. “Ne yapıyorsun, mevzu olduğunu bile bile
Ma’ıner, an Ebân, an Enes isnadıyla gelen sahifeyi mi yazıyorsun. Biri çıksa
“Ebân hakkında söz söylüyorsun, yine de hadislerini yazıyorsun” dese ne
yaparsın?” der. O da “Mevzu olduğunu bile bile bu sahifeyi yazıp
ezberliyeceğim. Biri çıkıp Ebân yerine Sâbit'i koyup “an Ma’ıner, an Sabit, an
Enes” isnadiyle bu hadisleri rivayet edecek olursa ona, “Yalan söylüyorsun. Bu
hadisler Sabit'ten değil, Ebân'dandır” diyebilmek için de ezberleyeceğim”
cevabını verir.
Bazı muhaddisler adalet sahibi ravinin ismini söylediği şeyhten
rivayette bulunmasının onu ta'dil etmesi manasına alınması lazım geldiğini
söylemişler, bu görüşlerine delil olarak ravinin, şeyhinde CER-Hi gerektiren
bir hale muttali olduğu takdirde onu söylemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Ancak bu görüşe itiraz edilmiştir.
Bu konuda bir üçüncü görüş daha vardır ki o da şöyledir: Sika
ravi, adalet sahibi olan kimselerden başkasından rivayet etmemeyi prensip
haline getirmişse şeyhinin ismini söylemesi onu ta'dil manasınadır. Adaletli
kimselerden olduğu kadar adalet vasfına sahip olmayanlardan da rivayette
bulunuyorsa ta'dil değildir.
7. Bir âlimin rivayet ettiği hadisle amel etmesi ve gerektiğinde
onunla fetva vermesi, ne hadisi sahih olarak kabul ettiği manasına gelir, ne de
ravilerini ta'dil etmesi demektir. Bunun gibi hadisle amel etmemesi onun sahih
olmadığı manasına gelmez, ravilerinin CER-Hi anlamı da taşımaz.
8. Meçhul ravilerin rivayetleri kabul edilmez. Bu kaideye göre
gerek kimliği bilinmesin, başka deyişle mechûlu'l-ayn olsun, gerekse CER-H ve
ta'dil yönünden hakkında verilmiş olan hüküm belli olmasın farketmez; ravinin
rivayeti reddedilir. Mestur denilen ve isnadda ismi kapalı geçen ravinin hadisi
de öyledir.
9. Hadis ilminin inceliklerini bilen köle ile kadının, bir ravinin
adaletine hükmetmeleri makbul sayılır. Bununla birlikte Medineli fakihlerin
çoğu kadınların rivayet ve şehadette ta'dillerinin kabul edilmeyeceği
görüşündedirler. Ancak, kadınların verdikleri haberler kabul edildikten sonra
CER-H ve ta'dil sebeplerini iyi bilmeleri şartıyla tadilleri de kabul edilmek
gerekir.
10. Kendisi ve adaleti bilinen, ancak ismi ve nesebi bilinmeyen
ravinin rivayeti dinî konularda delil olabilir. Böyle bir ravinin isminin
bilinmemesi adaletini gidermez. Bu görüşte olanlar, Hz. Aişe'nin bir hadisini
delil getirirler. Nakledildiğine göre Muhadramundan Sumâme b. Hazn, Hz. Aişe'ye
gelerek şıra içmenin hükmünü sorar. Mü’minlerin Annesi, orada bulunan Habeşli
Cariyeyi çağırarak “bu der; Hz. Peygamber (s.a.s)'e hizmet etti, ona sor.” Adı
bugün bile bilinmeyen cariye soryu cevaplandırarak şunları söyler: “Hz.
Peygamber (s.a.s)'in şırasını geceden sıkar, bir tuluma koyar, ağzını bağlayıp
asardım. Allah Resulü sabah olunca ondan içerdi.”
11. Adalet sahibi bir ravinin adaleti sabit iki ravi ismi
söyleyerek şüpheli bir ifadeyle “bana falanca veya falanca haber verdi” diyerek
rivayet ettiği hadis, dinî konularda hüccet sayılır; çünkü böyle demekle her ne
kadar rivayetin kimden olduğunu açıklamış olmazsa da bu iki kişiden başkasından
olmadığını açıklığa kavuşturmuş demektir. Dolayısıyle rivayeti hangisinden
olursa olsun, adaletli ravidendir. Ancak, böyle durumda şüpheli ifadeyle
isimlerini zikrettiği iki raviden birinin adaleti meçhul olur veya ravi “bana
fülan veya başka biri haber verdi” gibi bir tabirle ikinci şeyhi mübhem
bırakırsa rivayeti hüccet olmaz.
12. Mübtedi' denilen bid'at ehlinden olan ravinin rivayetlerinin
kabul edilip edilmeyeceği konusunda değişik görüşler vardır. Bunlar,
Ehlu'l-Bid'a başlığı altında geniş çapta ele alınmıştır.
13. Fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbul
sayılır. Ancak Hz. Peygamber'in ağzından yalan söylediği, bir diğer deyişle
hadis uydurduğu belirlenen ravi, bu günahından tevbe etmiş bile olsa,
CER-Hedilir. Rivayeti kabul olunmaz.
14. Bir sika ravi diğer bir sika raviden hadis rivayet ettikten
sonra şeyh olan ravi cezm sigasıyla “ben bunu ona rivayet etmedim” veya “yalan
söylüyor” gibi bir sözle rivayetini inkâr edecek olsa bazı son devir alimlerine
göre o rivayet reddedilir.
15. Bir ravi bir hadisi rivayet ettikten sonra unutursa hadis,
fıkıh ve kelam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre o hadisle amel etmek caiz
olur.
16. Hadis rivayeti için para alan kimsenin rivayeti- alimlerin
çoğunluğuna göre kabul edilmez.
17. Hadis dinlerken gevşek davranan, dikkatsizlik eden ve bu adet
haline getiren ravinin rivayeti reddedilir.
18. Buluğ çağma ermiş müslüman ravinin, müslüman olmadan ve
erginlik çağına ermeden önceki devrelere ait rivayetleri kabul olunabilir.
Ayrıca bakınız: