İBNÜ’L-ESİR |
2. CİLT |
HİCRETİN
ON DÖRDÜNCÜ YILI (25 Şubat 635- 13 Şubat 636)
KADİSİYE'NİN
BAŞLANGIÇ DÖNEMLERİ
Dört
bir yandan gelenler Hz. Ömer (R.A.)'in etrafında toplanınca, Hz. Ömer (R.A.) Medine'den
çıktı ve ''Sınır'' diye bilinen bir su kenarında konakladı. Burada askerlerini
derleyip topladı. Kimse O'nun yola devam etmek mi, yoksa kalmak mı istediğini
bilemiyordu. Hz. Ömer (R.A.)'e bir şey sormak istediklerinde O'na Hz. Osman'ı
ya da Hz. Abdurrahman bin Avf'ı gönderirlerdi. Eğer bu iki kişi arzu ettikleri
bilgileri elde edemeyecek olursa bu sefer üçüncü olarak Abdülmuttalib'in oğlu
Abbas'ı gönderirlerdi. Hz. Osman (r.a.) kendisine hareketinin sebebini sorunca,
Hz. Ömer insanları toplayıp onlara durumu bildirdi ve Irak'a gitmek konusunda
onlarla istişare yaptı. Herkes: "Yürü ve bizi de beraberinde götür"
deyince, Hz. Ömer de onların görüşlerine katılarak: "Bugün
hazırlıklarınızı tamamlayınız; ben de, sizin bu görüşünüzden daha değerli bir
görüş gelmeyecek olursa, sizinle birlikte geleceğim" dedikten sonra
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabının ileri gelenlerini
topladı. Medine'de kendisinin yerine vekil olarak bıraktığı Hz. Ali'ye haber
gönderince, Hz. Ali de geldi. Hz. Talha ordunun öncü güçlerinin başında idi.
Ona da haber gönderip geri gelmesini sağladı. Sağ ve sol kanatlarının başında
bulunan Zübeyr ile Abdurrahman'a da haber gönderince, onlar da yanına geldiler.
Daha sonra onlarla istişare yaptı. Hepsi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in ashabından birisini ordu ile birlikte göndermek kararına vardılar.
Eğer arzu ettiği fetih gerçekleşirse mesele kalmayacaktı, gerçekleşmeyecek
olursa onu geri çağırır yerine bir başkasını gönderirdi. Bu ise düşmanların
kızgınlığını arttırırdı.
Bunun
üzerine Hz. Ömer, insanları toplayıp: "Ben, aranızdaki görüş sahipleri
fikrimden caydırıncaya kadar sizinle birlikte gelmek kararında idim, fakat
şimdi, burada kalıp bir başkasını benim yerime göndermeyi uygun görüyorum. Bu
bakımdan bana başınıza komutan yapacağım birisini söyleyiniz." diye
konuştu.
Sa'ad
bin Ebi Vakkas, Hevazin zekatını toplamakla görevli bulunuyordu. Hz. Ömer,
kendisine bir mektup yazarak görüş sahibi, yardımcı olabilecek ve silah
kullanan kimseleri göndermesini emretmişti. Hz. Ömer (RA.) komutan olarak kimi
göndereceği konusunda istişare etmekte iken Sa'ad'ın bu mektubu geldi. Sa'ad,
mektubunda: "Ben, hepsi de güçlü kuvvetli görüş sahibi, kavminin harim-i
ismetini koruyan bin atlı seçmiş bulunuyorum. Bunlar kavimleri arasında soy
itibariyle ve sağlam görüşleri itibariyle en ileri derecededir." diyordu.
Sa'ad'ın bu mektubu varınca, etrafındakiler Hz. Ömer'e: "Sen, aradığını
buldun." dediler. Hz. Ömer (r.a.): "Kimmiş o?" diye sorunca,
çevresindekiler: "İşte Sa'ad bin Malik, koşarak gelen aslan" diye
cevap verdiler. Böylelikle onlar Sa'ad'ın komutanlığı konusunda söz birliği
ettiler.
Hz.
Ömer (r.a.) O'nu yanına çağırıp Irak'ta yapılacak olan savaşların komutanı
olarak görevlendirdi ve şu tavsiyelerde bulundu:
"Sakın
ha Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dayısı ve sahabisidir diye
söylenen sözler Allah hakkında seni aldanışa düşürmesin. Çünkü Allah kötüyü
kötüyle gidermez. O, kötüyü iyi ile giderir. Allah ile hiçbir kimse arasında
O'na itaat etmenin dışında hiçbir bağlantı yoktur. İnsanların tümü Allah'ın
huzurunda eşittirler. Allah, onların Rabbidir, onlar da O'nun kullarıdır. Fakat
afiyette olmakla birbirinden üstündürler, O'nun yanındakini ise ancak itaatle
elde edebilirler. Sen, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ı ne yapar
gördünse onu yap."
Daha
sonra O'na sabırlı olmayı tavsiye ederek toplanmış bulunan Müslümanların
arasına çıkardı. Sayıları dört bindi. Bunlar arasında Nu'man bin Humayda'nın
oğlu Humayda, Bariklilerin başında idi. Amr bin Ma'dikerib ile Ebü Sebre bin
Züeyb Mezhiclilerin başında idi. Sudalıların başında Suda'lı Yezid bin Haris;
Habib, Müsliye ve Bişr bin Abdullah el-Hilali ise Kays Aylanlıların arasında
bulunuyorlardı.
Hz.
Ömer (r.a.) onların yanına çıktığında Husayn bin Numeyr ve Muaviye bin Hudeyc
ile birlikte iri yarı Sekünlu bir takım gençlerin yanından geçerken yüzünü
çevirmişti. Kendisine: "Bunlarla senin aranda birşey mi var?" diye
sorulunca: "Araplardan şimdiye kadar bunlardan daha çok hoşlanmadığım
kimseye rastgelmiş değilim." diye cevap verdi ve ondan sonra onları yola
koydu. Daha sonra da bunlardan hep tiksinti ile söz ederdi. Bu kimseler
arasında SUdan bin Humran, Hz. Osman'ı (r.a.), İbn Mülcem Hz. Ali'yi öldürmüş;
Muaviye bin Hudeyc Hz. Osman'ın intikamını almak istiyor süsünü vererek
Müslümanlara kılıcını çekmiş, Husayn bin Numeyr ise Hz. Ali ile savaşmak
konusunda en aşırıya gitmiş olan kimselerdendi.
Daha
sonra Hz. Ömer (R.A.) onlara tavsiyelerde bulunmaya, öğüt vermeye başladı.
Arkasından da onları yolcu etti. Hz. Ömer (r.a.) Sa'ad'ın gidişinden sonra iki
bin Yemen'li ve iki bin de Necid'li gönderdi. Müsenna bin Harise'nin yanında
ise sekiz bin asker vardı. Müsenna Sa'ad'ın gelmesini bekleyip dururken yeniden
azan bir yarasının etkisiyle vefat etti. Askerlerinin başına Beşir bin
el-Hassasiyye'yi vekil tayin etti. O gün de Sa'ad, Zerlid denilen yerde
beraberindeki sekiz bin asker ile birlikte toplanmış bulunuyordu. Hz. Ömer
(r.a.) Esedoğulları'na emir vererek düzlük ile taşlık arasında kalan arazilerinin
sınırına inmelerini emretti. Üç bin kişi ile birlikte dediği yere indiler.
Sa'ad, ''Şiraf'' denilen yere varıp orada konakladı. Eş'as bin Kays, Yemen
halkından bin yedi yüz kişi ile birlikte ona katıldı. Kadisiye'de bulunanların
toplamı otuz küsur bin kişi idi. Kadisiyye ganimetierinden payalan kişilerin
sayısı da otuz bin dolaylarında idi.
Farslılara
karşı Rabi'a Kabilesi'nden daha cesur olan kimse yoktu. Bu bakımdan Müslümanlar
onları ''Aslanların Rabia' sı İranlıların Rabiası' na karşı'' diye
adlandırmışlardı. Hz. Ömer (R.A.) görüş sahibi, şerefli, hatip, şair ve sayılır
kim varsa hepsini Sa'ad'ın yanına göndermişti. Sa'ad da, Irak'ta Müsenna'nın
askerlerinden bulunan Müslümanların da toplanmasını istedi ve ''Şiraf'' denilen
yerde hep birlikte bir araya geldiler. Onların tabyasını yaptı, komutanları
tayin etti. Her on kişinin başına bir arif (onbaşı) koydu. Sancaklar üzerinde
erken Müslüman olmuş kimseleri görevlendirdi. Savaş işlerini idare etmek üzere
artçıların, öncülerin, piyadelerin, gözcülerin ve kanatların başına komutanlar
tayin etti ve bunları ancak Hz. Ömer'den (R.A.) mektup gelmesi üzerine görevden
aldı. Öncü kuvvetlerin başına Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabından Zühre bin Abdullah bin Katade bin el-Haviyye'yi görevlendirdi.
Zühre, ''el-Uzeyb'' denilen yere kadar vardı. Sağ kanadın başına Abdullah bin
elMu'temm'i komutan yaptı. O da sahabeden idi. Sol kanadın başına ise, Şurahbil
bin es-Simt el-Kindi'yi tayin etti. Kendisine vekillik yapmak üzere Abdu
Şemsoğulları'nın antlaşmalısı olan Halid bin Urfuta'yı tayin etmişti. Artçı
kuvvetlerinin başına Temim'li Asım bin Amr'ı getirmiş, ileri keşif kollarının
başına ise, Temim'li Sevad bin Malik'i komutan yapmıştı. Süvarilerin başına
Selman bin Rabia el-Bahili'yi, piyadelerin başına Hammal bin Malik el-Esedi'yi,
diğer bineklilerin başına Abdullah bin Zü's-Sehmeyn el-Hanefi'yi tayin etti.
Hz. Ömer (r.a.) aralarındaki anlaşmazlıklarda hüküm vermek üzere Abdurrahman
bin Rabia el-Bahili'yi tayin etti. Ganimetlerin paylaştırılması görevini de
O'na vermişti. Elçi ve İslam'a davetçi olarak Selman-ı Farisi'yi, katipleri
olarak da Ziyad bin Ebih'i görevlendirdi.
Muanna
bin Harise eş-Şeybilni ile Müsenna'nın hanımı Hasafa'nın kızı Selma, ''Şiraf''
denilen yere geldiler. Muanna kardeşinin ölümünden sonra Kadisiye'de bulunan
Münzirin oğlu Kabus bin Kabus'un yanına gitmişti. Kadisiyye'ye Kabus'u Farslar
göndermiş ve Arapları savaşa katmak için görevlendirmişti. Muanna, üzerine
yürüyerek O'nu kıskaca aldıktan sonra beraberindekilerle birlikte öldürdü ve
ondan sonra Sa'ad'ın yanına Zu-Kar'a geri döndü. Ona Müsenna'nın kendisine ve
Müslümanlara uygun gördüğü şeyi şöylece bildirdi: "Müsenna Farslarla
Arapların bölgesine en yakın yerde Farsların sınırında savaşmayı ve Fars
ülkesinin içlerinde onlarla savaşmayı emrediyordu. Çünkü Allah Müslümanlara
zafer nasip edecek olursa ondan sonrası da onların lehinedir. Yok, zafer
olmazsa yollarını daha iyi bildikleri yakın bir yere dönerler, kendi
topraklarında daha bir cür'etle yeniden Allahu Teala'nın onları Farslara karşı
muzaffer kılması konusunda daha bir cesaret sahibi olurlar. "
Sa'ad
ve beraberinde bulunanlar Müsenna'ya rahmet dileklerinde bulundular ve Sa'ad,
Müsenna'yı aynı görevinde tuttu. Müsenna'nın ailesi hakkında hayırlı
tavsiyelerde bulundu. Daha sonra Sa'ad, Müsenna'nın hanımı Selma ile evlendi.
Sa'ad
ile birlikte Bedir'e katılmış olanlardan doksan dokuz, Bey'atu'r-Rıdvan ve daha
sonrasından itibaren Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'le arkadaşlığı olmuş
kimselerden üç yüz on küsur kişi, Mekke fethinde bulunmuş olanlardan üç yüz
sahabi, sahabe çocuklarından da yedi yüz kişi vardı.
Daha
sonra Hz. Ömer'den (R.A.) Müsenna'nın görüşüne uygun bir mektup Sa'ad'a ulaştı.
Diğer taraftan Hz. Ömer (r.a.), Ebu Ubeyde'ye de mektup yazarak Irak askerlerini
ve seçtiği kimseleri Sa'ad'ın askerlerine katılmak üzere göndermesini emretti.
İranlıların
Kasr bin Mukatil ile bağlantıları vardı. Bunların başında Tay'lı Nu'man bin
Kabise vardı. Nu'man, Hire'nin valisi Kabisa bin İyas'ın amcasının oğlu idi.
Sa'ad'ın gelişini haber alınca, yanında Esed'li Abdullah bin Sinan bin
Huzeym'in de bulunduğu bir sırada Sa'ad hakkında bilgi istedi. O'na Kureyş'ten
bir adam olduğu söylenince şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, savaşta ona
meydan okuyacağım. Kureyş galip gelenlere kul köle olurlar. Allah'a yemin
ederim, onlar kendi yurtlarından ancak ayakkabıları ile çıkarlar." Bu
sözler üzerine Abdullah, bin Sinan O'nun bu sözlerine kızdı, çadırına girinceye
kadar sesini çıkarmadı. Çadırına girdikten sonra O'nu öldürerek arkasından
gidip Sa'ad'e katıldı ve Müslüman oldu.
Sa'ad,
Sirafden ayrılıp ''Uzeyb'' denilen yerde konakladı. Daha sonra Atik ile Hendek
arasında Kantara ile Kudeys'in bir mil aşağısında bulunan Kadisiyye'de
konakladı. Hz. Ömer (R.A.) Sa'ad'e şöyle bir mektup yazdı:
"Bana
sizlerin düşmanla karşılaşıp onları bozguna uğrattığınız ilhamı verildi.
Herhangi biriniz İranlılardan birisine eman veriyor gibi bir oyun ya da bir
işaret ya da dille bir şey söyleyecek olursa bu onlara göre eman olur. Bu
bakımdan bu gibi şeyleri sizler de eman olarak kabul ediniz ve bunlara
vefakarlık gösteriniz. Çünkü vefakarlıkta gösterilecek hata, geriye tesir
bırakır. Sözde durmamak suretiyle işlenen bir hata, helak edicidir. Bunda sizin
gevşekliğiniz, buna karşılık da düşmanınızın güçlenmesi söz konusudur. "
Zühre
ileri güçlerle birlikte konaklayıp akşam olunca, kahramanlıklarıyla tanınmış
otuz kişilik bir müfreze göndererek Hire'ye baskın yapmalarını emretti. Bunlar
Seylhin'i aşınca bir gürültü işittiler. Hizalarına gelinceye kadar beklediler.
Gelenlerin Hire Merzuban'ı Azazebe'nin oğlu Azadumured'in kız kardeşinin,
Sınnayn'in İranlıların soylularından olan sahibine gelin gittiğini anladılar.
Askeri birliğin komutanı olan Leys'li Bükeyr bin Abdullah, Şirzad bin Azazebe
üzerine atılıp O'nu ikiye böldü. Atlar gerisin geri kaçışmaya başlarlarken
onlar da atların üzerindeki ağırlıkları almaya başladılar. Azazebe'nin kızı ile
birlikte Dihkanlardan otuz, Tevabiden de yüz kişi ile birlikte kıymeti ne kadar
olduğu bilinmeyen eşya da vardı. Bütün bunları önlerine katıp geri döndüler ve
sabahleyin Uzeybu'l-Hicanat'da Sa'ad'ın yanına ulaştılar. Sa'ad bunları
Müslümanlar arasında paylaştırdı, hanımları da Uzeyb'de koruyacak atlılarla
birlikte bıraktı. Onların başına da Leys'li Galib bin Abdullah'ı komutan tayin
etti.
Sa'ad,
Kadisiyye'ye karargah kurup orada bir ay kaldığı halde Farslardan hiç kimse
oralara gelmedi. Bunun üzerine Sa'ad, Asım bin Amr'ı Meysan'a gönderdi. Asım
koyun ve sığır ele geçirmek istediyse de yapamadı ve orada bulunanlar
kalelerine çekilip kendilerini savunmaya aldılar. Asım koruluğun yakınlarında
bir adam ele geçirip ona sığırlarla koyunların nerede olduğunu sorunca, adam:
"Bilmiyorum" diye cevap verdi.
Tam
bu sırada koruluktan bir öküz: "Allah'ın düşmanı yalan söylüyor, işte
buradayız." diye bağırdı.
Bunun
üzerine Asım oraya girip sığırları önüne kattı ve onları askerlerin yanına
götürdü. Sa'ad bunları askerler arasında paylaştırdı ve bunlarla bir kaç gün
rahat ettiler.
Daha
sonra Haccac bu olayı işitince, orada bulunanlardan bazılarına haber gönderip
sordu. Bunlar gerçekten bu sesi işitip olaya tanık olduklarını söyleyince,
Haccac onlara: "Yalan söylüyorsunuz" diye çıkıştı. Bu sefer onlar:
"Bizim yalan söylememizin söz konusu olabilmesi için senin o olayda
bulunmuş, bizimse bulunmamış olmamız gerekir." diye cevap verdiler. Haccac
onlara: "Doğru söylediniz, peki insanlar bu olayla ilgili olarak ne
söylüyorlardı?" diye sorunca, cevapları şu oldu: "Bu, Allah'ın bizden
razı olduğunun, düşmanlarımıza karşı da bize zafer nasip edeceğinin
delilidir." Bunun üzerine Haccac şunları söyledi: "Böyle bir şeyle
ancak hepsi iyi ve takva sahibi olan bir topluluk karşılaşabilir" Onlar:
"Biz, kalbIerinin neler gizlediklerini bilemeyiz, fakat gördüğümüz
kadarıyla onlar gibi dünyaya ehemmiyet vermeyen ve onlar kadar dünyaya buğzeden
kimse görmedik. Onlar arasında ne bir korkak, ne ganimetten çalan, ne sözünde
durmayan kimse vardır."
İşte
''Ebakir Günü'' diye bilinen gün budur.
Sa'ad,
Kesker ile Enbar arasındaki bölgelere akınlar düzenledi. Uzun süre kendilerine
yetecek kadar yiyecek toplayıp biriktirdiler. Halid bin Velid' in Irak'a
gelmesi ile Sa'ad'ın Kadisiye'ye gelip savaşın sonuçlanması arasında iki yıl ve
birkaç günlük bir süre geçmiştir. Sa'ad'ın Kadisiye'de kaldığı süre ise zafer
kazanılıncaya kadar iki ay birkaç gündür.
Sevad
bölgesi halkı Yezdecird'den yardım isteyerek Arapların Kadisiyye'de
konakladıklarını ve yapmadık bir şey bırakmadıklarını, kendileri ile Fırat
arasındaki bölgeyi tahrip edip binekleri ve yiyecek şeyleri talan ettiklerini,
yardıma yetişmekte gecikecek olursa ellerinde bulunan her şeyi vereceklerini
bildirdiler. O'na bu haberi yazıp asker göndermeye kışkırtanlar kıyıda
çiftlikleri bulunan kimselerdi. Bunun üzerine Yezdecird, Rüstem'e haber
gönderdi. Rüstem Yezdecird'in yanına geldiğinde: "Ben seni şu istikamete
göndermek istiyorum. Sen, Fars'lı bir kişisin. Bugün Farsların daha önce
benzerini görmedikleri bir şeyin başına gelmiş olduğunu artık sen de görüyorsun."
diye söyleyince, Rüstem kabul etmiş görüntüsü vererek şunları söyledi:
"Beni bırak! Onlarla beni karşılaştırmadığın sürece Araplar Acemlerden
korkmaya devam edeceklerdir. Ben, savaşta bulunmayacak olursam devletin gücünü
koruyacağı muhtemeldir. Böylelikle Allah bize istediğimizi vermiş ve
hazırladığımız bu planda isabet kaydetmiş oluruz. Savaşta sağlam görüşler,
basit bazı zaferler kazanmaktan, ağır davranmak acele etmekten, bir ordudan
sonra bir başkasıyla savaşmak acı bir yenilgiden daha ibretli ve düşmanımıza
karşı da daha çetin olabilir." dediyse de Yezdecird bunu kabul etmedi.
Rüstem de aynı sözlerini tekrarlayıp şunları söyledi: "Benim görüşüme
itibar edilmemesi kendimi büyük göstermeye ve övmeye mecbur ediyor. Şayet başka
bir çıkar yol bulmuş olsaydım, ben bu şekilde konuşmazdım. Allah adına kendin
ve mülkün için söylüyorum. Beni bırak, askerimin yanında kalayım. Ben, sana
Calinus'u tavsiye ediyorum. Şayet bunu kazanırsak zaten istediğimiz de budur.
Olmazsa başkasını göndeririz. Başka bir çıkar yol buluncaya kadar bu şekilde
onlara karşı direniriz sonunda onlar zayıflamış, biz ise henüz gücümüz yerinde
olacağız. Ben, yenilgiye uğramadığım sürece Fars halkında iyi şeyler
umuyorum" demesine rağmen Yezdecird O'nun gitmesinden başka bir çözümü kabul
etmiyordu. Sonunda Rüstem askerlerini Sabat'a kadar götürmek zorunda kaldı.
Daha sonra yine krala kendisini bu işten affetmesi için haber gönderdiyse de
kral kabul etmedi.
Sa'ad
bütün bunların haberini alınca, Hz. Ömer (r.a.)'e durumu bildirdi. Hz. Ömer
(R.A.) O'na gönderdiği mektupta: "Onlardan gelen haberler seni üzmesin.
Allah'tan yardım dile ve O'na tevekkül et. O'na güzel tartışma yapabilen, görüş
sahibi ve yürekli kimseleri gönder. O'nu dine davet etsinler. çünkü Yüce Allah,
onların bu davetiyle Farsları gevşetecektir" diye yazdı. Bunun üzerine
Sa'ad aralarında Nu'man bin Mukarrin, Büsr bin Ebi Ruhm, Hamele bin Haviyye,
Hanzala bin er-Rebi', Furat bin Hayyan, Adiyy bin Süheyl, Utarid bin Hacib,
Esed'li Muğire bin Zürare bin Nebbaş, Eş'as bin Kays, Haris bin Hassan, Asım
bin Amr, Amr bin Ma'dikerib, Muğire bin Şu'be, Muanna bin Harise'nin bulunduğu
bir heyet Yezdecird'in yanına hareket etti. Rüstem'i aşıp Yezdecird'in yanına
gitmek istedilerse de izin verilmedi. Yezdecird, vezirlerini ve beraberinde de
Rüstem'i huzuruna çağırarak onlara nasıl davranacağı ve onlara ne diyeceği
konusunda fikirlerini aldı.
Yezdecird'in
meclisi toplandı ve Müslümanların gelen heyetine bakmaya başladı. Hepsinin
altında ses çıkartan atlar, üzerlerinde sıradan elbiseler, ellerinde kamçılar
vardı. Yezdecird onların girmesine izin verdi ve tercümanı getirterek ona
şunları söyledi: "Onlara sor! Buraya niçin geldiniz? Bizimle savaşmanızın
sebebi ve bizim ülkemize göz dikmenizin nedeni nedir? Bizlerin sizinle başka
işlerle uğraştığımız için uğraşamadığımızdan dolayı mı bize karşı
cesaretlendiniz?" Nu'man bin Mukarrin arkadaşlarına: "Arzu ederseniz
sizin namınıza ben konuşayım. Konuşmak isteyen varsa da konuşabilir." diye
söyleyince, arkadaşları: "Hayır, sen konuş" dediler. Nu'man şunları
söyledi: "Yüce Allah bize merhamet buyurarak bizlere iyilikle emreden,
kötülükten sakındıran bir peygamber gönderdi. O'nun çağrısını kabul ettiğimiz
takdirde bize dünyanın da ahiretin de hayırlarını vaat etti. Davet ettiği her
bir kabileden kimi kimseler ona yaklaşıyor, kimi kimseler de ondan
uzaklaşıyordu. Daha sonra kendisine muhalefet eden Araplara antlaşmalarının
geçersiz sayılması emri verildi. O da onlardan başladı. iki tür olarak O'nunla
birlikte bu davaya giriştiler. Bu işe istemeyerek giren pişman olmadı.
isteyerek itaatle O'nun yanına gelenlerin de iyilikleri itaatleri arttı. Hep
birlikte O'nun getirdiği dinin bizim vaktiyle üzerinde bulunduğumuz
düşmanlıktan ve sıkıntılardan üstünlüğünü anladık. Daha sonra bize, bize yakın
olan ümmetIerden başlayarak onları adalete, insafa çağırmamızı emretti. Şimdi
bizler, sizleri dinimize çağırıyoruz. Bu din güzeli güzel görmüş, bütün
çirkinlikleri de çirkin saymıştır. Kabul etmeyecek olursanız bazı kötü durumlar
diğer bazı kötü durumlardan daha kolay gelir. işte bu da cizyedir. Kabul
etmeyecek olursanız, bu sefer birbirimizle savaşırız. Dinimizi kabul ederseniz
size Allah'ın Kitabı'nı yerimize bırakır ve O'nun hükümlerini uygulamanız için
aranızda kalır, ondan sonra sizi ülkenizle başbaşa bırakır gideriz. Cizyeyi
verecek olursanız bunu da kabul eder, buna karşılık sizleri de koruruz. Aksi
takdirde sizlerle savaşırız."
Yezdecird
şöyle dedi: "Ben, yeryüzünde sizden daha fakir, daha az ve araları sizden
daha geçimsiz hiçbir ümmet bilmiyorum. Biz, sizleri sınır kasabalarına terk
eder, oradakiler de sizin işinizi hallediverirlerdi. Şimdi Farslara karşı
dikilmeyi aklınıza koymuş olmayasınız. Şayet sizler bu konuda aldanışa düşmüş
iseniz bize karşı bu aldanıştan vazgeçin. Eğer açlıktan dolayı bu duruma
gelmişseniz size yetecek kadar gıda veririz. Sizin şereflilerinize ikramda
bulunur, sizi giydirir ve başınıza da size yumuşak davranacak birisini
getiririz. "
Herkes
susunca, Muğire bin Zürare ayağa kalkarak şunları söyledi: "Ey kral! Şu
gördüklerin Arapların ileri gelenleri ve onların şereflileridir. Bunlar şerefli
kimselerden utanan şerefli kimselerdir. Şereflilere ancak şerefliler ikram
eder, onlara haklarını gereği gibi verir. Onlar söylemeleri istenen her şeyi
söylemiş değiller. Senin söylediğin her şeye de cevap vermediler. Sen, bana
cevap ver ki sana bildiren ben olayım, onlar da bu konuda bana şahitlik
etsinler. Bizim durumumuzun kötülüğÜne dair söylediklerin gerçekten doğrudur.
Hatta bundan daha da kötüdÜr." Daha sonra Arapların kötü durumlarından
Allah'ın kendilerine Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i göndermesinden,
Nu'man'ın söylediklerine benzer ifadelerle söz ettikten sonra kendilerine
muhalefet edenlere karşı ya savaş veya cizye almak durumunda olduklarını
belirterek Yezdecird'e şunları söyledi: "Sen ya kendi elinle küçülerek
cizyeyi verirsin, ya kılıç aramıza hakim olur yahut da barış yapar, kendini
kurtarırsın. "
Bunun
Üzerine Yezdecird: "Eğer elçilerin öldürülmemesi kuralı olmasaydı sizleri
öldÜrecektim. Ben sizin söylediklerinizin hiç birisini kabul etmiyorum."
dedikten sonra bir yük toprak getirilmesini emretti ve: "Bunların en
şereflisi kimse onun sırtına bu toprağı yükleyiniz. Sonra da Medain kapısından
çıkıncıya kadar bunu önÜnÜze katıp götÜrünüz. Sizin komutanınız olacak kimseye
de benim kendisine Rüstem'i göndereceğimi ve hem O'nu, hem de onunla birlikte
sizleri Kadisiyye hendeğine gömeceğimi, arkasından Rüstem'i ÜIkenize gönderip
sizlerin başınıza SaMr'un eliyle başınıza gelenlerden daha acısını tattırarak
kendi kendinizle uğraştıracağımı bildiriniz." diye ekledi.
Asim
bin Amr toprağı almak Üzere kalktı ve: "Onların en şereflileri benim. Ben,
bütün bunların efendisiyim." diyerek toprağı omuzuna aldı ve bineğine
doğru gitti. Atına binip toprağı yanına aldı ve sonra: "Müjdeler olsun,
Allah'a yemin ederim, Allah bizlere onların mülk ve saltanatlarının
anahtarlarını vermiş bulunuyor." dedi.
Kral
ile birlikte oturanlara bu durum çok ağır geldi. Kral Sabat'dan gelip yanında
bulunan Rüstem'e: "Ben Araplar arasında bunlar gibi kimselerin olabileceğini
hiç dÜşÜnemiyordum. Sizler bunlardan daha güzel hiç bir zaman cevap
veremezsiniz. Bunlar bana doğruyu söylediler. Bana öyle bir şey vaat ettiler ki
ya bunu ele geçirirler ya da bu uğurda ölürler. Ben onların en faziletlilerinin
başının üstünde toprak gittiği zaman en ahmakları olduğunu gördüm."
deyince Rüstem ona şu cevabı verdi: "Hayır ey Kral! O onların en
akıllılarıdır. O uçarcasına geldi bu işe, bunu onur saydı ve arkadaşlarından
daha erken bunun ne demek olduğunu görüp sezdi." diye cevap verdi. Rüstem
kralın yanından kızgın ve üzgün bir halde ayrıldıktan sonra heyetin arkasından
bazılarını gönderip güvendiği kimselere şunları söyledi: "Eğer elçi onlara
yetişecek olursa biz giden arazimizi telafi ederiz, yok yetişemeyecek olursa
şunu bilin ki Allah sizin arazinizi elinizden almış olacaktır." Elçi Fire'
den, onlara yetişemeden geri döndü. Bunun üzerine Rüstem: "Hiç şüphe yok
ki bunlar sizin topraklarınızı alacaklardır." dedi. Rüstem hem müneccim,
hem de kahin birisi idi.
Elçilerin
Yezdecird'e gittikten sonra Temim'li Sevad bin Malik, Nicaf ile Firad üzerine
akın düzenleyerek katır, eşek, deve gibi üç yüz kadar hayvanı sürüp getirdi ve
onları iyice bağlayıp tuttu. Sabah olunca Sa'ad bunları askerler arasında
dağıttı. Bu güne ''Yevmü'l-Hitan'' adı verilir. Çeşitli seriyyeler et elde
etmek amacıyla sağa sola gidiyordu. Çünkü çevredekiler elinde yiyecek maddesi
pek çoktu. Bunun için bunlar günlere ''Sığırlar Günü'', ''Balıklar Günü'' gibi
isimler veriyorlardı. Sa'ad başka bir seriyye göndererek bunlara baskın
yaptırdı ve Tağlib ile Nemroğulları'na ait bazI" develeri ellerine
geçirdiler, onları orada bulunanlarla birlikte önlerine katıp getirdiler.
Sa'ad, develeri kesti ve onları askerler arasında bol bol dağıttı. Amr bin
Haris de en-Nehreyn üzerine baskın yaptı. Oradan da pek çok davar sürüp
getirdi.
Rüstem
Sabat'tan yola çıkarak bütün savaş gereçlerini bir araya getirdi.
Kırk
bin kişilik öncü kuvvetlerinin başında Calinus'u gönderirken kendisi de altmış
bin askerle yola çıktı. Artçı kuvvetlerinin sayısı ise yirmi bin idi. Sağ
kanadına Hürmüzan'ı, sol kanadına ise Raz'lı Behram'ın oğlu Mihran'ı tayin
etti. Rüstem kendi kralını teşci etmek gayesiyle şunları söylüyordu:
"Allah bize bunlara karşı zafer verecek olursa bizzat onların ülkelerine
gireriz ve onların yurtları içerisinde kendilerini uğraştırır dururuz, ta ki
bizimle barış yapıncaya kadar."
Rüstem,
Medain'den altmış bin yardımcı kuvvetle birlikte çıkmıştı.
O'nun
Sabat'tan çıkışı ise yüz bin asker ve yüz yirmi bin de yardımcı kuvvetle
birlikte olmuştu. Başka şeyler de söylenmiştir.
Rüstem
Sabat'tan ayrıldıktan sonra kardeşi Benzuan'a şunları yazdı:
"İmdi
sana söyleyeceğim şu ki, kalelerinizi iyice tamir ediniz. Hazırlıklarınızı
iyice tamamlayınız. Tetikte olunuz. Arapların sizlerle arazilerinizi ve
çocuklarınızı almak üzere savaşta olduğunu kabul ediniz. Benim görüşüm onlara
karşı savunma yapmak ve onların uğurlu zamanı geçip uğursuz zamanları girinceye
kadar vakit geçirtmektir. Çünkü balık suyu bulandırmış bulunuyor. Zühre
güzelleşmiş, terazi itidal halindedir. Behram gitmiş, fakat ben bunların kesin
olarak bize karşı zafer kazanacakları ve bize yakın bölgeleri ellerine
geçireceklerini görüyorum. Benim gördüğüm en büyük olay ise kralın bana: ''Ya
sizler yola çıkar gidersiniz ya da bizzat ben giderim.'' demesi oldu."
Caban
Rüstem ile Sabat köprüsü üzerinde karşılaşmıştı. Her ikisi de müneccim idiler.
Caban Rüstem'e şikayette bulunarak: "Benim gördüğümü sen de görmüyor
musun?" diye sorunca, Rüstem: "Bana gelince ben burnundaki halkadan ve
boynundaki yulardan çekilen bir kimseyim. Bu yüzden çekilen yere gitmekten
başka çıkar yol bulamıyorum." diye cevap verdi. Daha sonra yoluna devam
edip Kilsa denilen yerde konaklayınca Araplardan bir kişi yanına gelerek O'na:
"Niye buraya geldiniz ve ne istiyorsunuz?" diye sordu. Adam:
"İslam'ı kabul etmeyecek olursanız Allah'ın bile vaat etmiş olduğu sizin
topraklarınıza ve çocuklarınıza malik olma vadini istemek üzere geldik. "
diye cevap verdi. Bu sefer Rüstem O'na: "Ya bundan önce öldürülecek
olursanız?" deyince adam: "Bizden öldürülen kimse cennete gider.
Hayatta kalan kimseye ise Allah verdiği sözü gerçekleştirir. Biz bu konuda
kesin inanç sahibiyiz." diye cevap verdi. Rüstem: "O zaman bizleri
sizin elinize teslim etmiş bulunuyor." deyince, adam: "Sizi bizim
elimize düşüren sizin amellerinizdir. Bundan dolayı Allah sizi bize teslim
etmiştir. Sakın çevrende bulunanlar seni aldatmasın. Çünkü sen insanları değil
kaderi kovalıyorsun." diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rüstem onun
kafasını uçurdu, daha sonra ''el-Birs'' denilen yerde konakladı. Onunla
birlikte bulunanlar insanların mallarını ve çocuklarını zorla ellerinden
aldılar, kadınlara tecavüz ettiler, içki içtiler. Bunun üzerine Birs halkı
Rüstem'e karşı harekete geçti. Rüstem de askerlerine şunları söyledi: "Ey
Fars halkı! Allah'a yemin ederim ki O Arap doğru söyledi. Allah'a yemin olsun
bizim amellerimiz bizi onlara teslim etmiş bulunuyor. Araplar bu insanlarla
savaş halinde bulunmalarına rağmen sizden daha iyi davranıyorlar. Allah sizlere
bundan önce düşmanlara karşı zafer ihsan edip ülkede sizlere iktidar verince
sizin güzel hareketleriniz, zulümden uzak durmanız, vefakar olmanız ve iyilik
yapmanız dolayısıyla idi. Sizler değişecek olursanız bana görünen odur ki Allah
da sizin durumunuzu değiştirecektir. Ben Allah'ın sizin elinizdeki hakimiyeti
almayacağından emin değilim!" Daha sonra kendilerinden şikayet
edilenlerden birisini getirdiler, onun boynunu uçurdu.
Rüstem
oradan kalkıp Hire'ye geldi. Hire halkını çağırarak onları tehdit etti ve onlara
hücum etmek istedi. İbn Bukeyla O'na şunu söyledi: "Sen hem bize yardım
etmekten aciz bulunuyorsun, hem de ken-dimizi koruduğumuz için bizi kınıyorsun.
Mümkünse böyle yapma. "
Rüstem
Necef'e geldiğinde şöyle bir rüya gördü: Sanki gökten Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve Ömer ile birlikte bir melek iniyor, bu melek Fars halkının
silahını alarak mühürledikten sonra onu Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e teslim ediyor, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de bunu alıp
Ömer'e veriyor. Bunun üzerine Rüstem oldukça üzgün bir şekilde sabahı etti.
Diğer
taraftan Sa'ad etrafa seriyyeler gönderirken, Rüstem Necef'de, Calinus ise
Necef ile Seyih'in arasında bulunuyordu. Bu seriyyeler Sevad'ın her tarafını
dolaştı. Sa'ad, Sevad ile Humeyda'yı on bin askerle birlikte gönderdi. Bunlar
da ''Nehreyn'' diye bilinen yere akınlar yaptılar. Rüstem bunların haberini
alınca onların üzerine süvariler gönderdi. Sa' d de O'nun süvarilerinin
yaklaşmakta olduğunu işitince Asım bin Amr ile Esed'li Cabir'i onların peşine
gönderdi. Asım, Fars atlılarının ellerinde bulunanları geri almak için
etraflarında dolanıp durduğunu gördü, Farslar Asım'ı görünce geri kaçtılar.
Müslümanlar da ganimetIeriyle geri döndüler. Sa'ad Amr Madiykerib ile Esed'li
Tuleyha'yı keşif kolu olarak ilerden gönderdi. Her ikisi on kişi ile
ilerlediler. Henüz bir fersahten biraz fazla yol almışlarken Farsların
silahları ile davarlarının her tarafı doldurduklarını gördüler. Amr
beraberindekilerle birlikte geri dönerken Tuleyha geri dönmeyi kabul etmedi.
Kendisine: "Sen bu işle kendini tehlikeye atıyorsun. Ukkaşe bin Mihsan'ın
öldürülmesinden sonra artık sen felah bulamazsın. O bakımdan sen bizimle geri
dön." dediyseler de o kabul etmedi. Bu sefer onlar Sa'ad'ın yanına geri
dönerek Farsların oldukça yaklaşmış olduklarını haber verdiler.
Tuleyha
Müslüman askerlerin arasından ayrılarak Rüstem'in karargahına vardı. Orada
casusluk yapıp münasip bir şeyler ele geçirmenin yollarını aradı. Bir adamın
bulunduğu yerden içeri girip oradan atını aldı. Daha sonra aynı şekilde bir
başkasının da çadırına girerek atını çözdü. Arkasından üçüncü bir kişiye de
aynı şeyi yaptı. Daha sonra oradan atına binip koşarak ayrıldı. Farslar, onun
farkına varınca arkasına takıldılar. Askerlerden bir tanesi ona yetişti, fakat Tuleyha
onu öldürdü. İkinci bir kişi yetişince Tuleyha onu da öldürdü. Üçüncü bir kişi
ona yetişmek üzere iken öldürülmüş olan iki kişiyi gördü. Bunların ikisi de
onun amcası oğlu idi. Bu bakımdan kini daha da arttı. Derken Tuleyha'ya
yetişti. Tuleyha bir hamle yaparak onu da esir aldı. Arkasından onlara
yetişenler ordunun iki büyük atlısının öldürülmüş, üçüncüsünün de yakalanmış
olduğunu, diğer taraftan Tuleyha'nın ise neredeyse kendi karargahına varmak
üzere olduğunu görünce takip etmekten vazgeçtiler. Tuleyha yanında bu esir
aldığı Farslı olduğu halde Sa'ad'ın huzuruna girdi ve durumu anlattı. Tercüman
Farslıya durumu sorunca önce kendisine eman verilmesini istedi. Sa'ad da eman
verdikten sonra şöyle anlattı: "Ben önümdekileri size haber vermeden önce
evvela bu arkadaşınızın durumunu anlatayım. Küçüklüğümden beri savaşıp
duruyorum. Pek çok kahramanlardan söz edildiğini işittim, fakat bunun gibi
kendi karargahından iki fersah uzaklaşıp içinde yetmiş bin kişinin bulunduğu
bir yere giren, üstelik girdiği gibi çıkmaya razı olmayarak ordudan süvarilerin
atlarını alıp gelen, çadırlarına zorla giren böyle birini görmedim. Biz ona
yetiştiğimiz de birinciyi öldürmüştü. Bu kişi bin atlıya denk kabul ediliyordu.
Arkasından ikicisini öldürdü, bu da onun gibi idi. Arkasından ona ben yetiştim.
Ben de arkamda bana denk birisini bırakmış olduğumu sanmıyorum, öldürülen her
iki kişinin de intikamını almak isterken onunla kendim karşılaştım, üstelik
esir alındım." dedikten sonra ona Farsların durumunu haber verdi, İslam'a
girdi ve Tuleyha'nın yanından ayrılmaz oldu. Kadisiyye Savaşında büyük imtihan
veren kişiler arasında idi. Sa'ad ona: ''Müslim'' adını verdi.
Daha
sonra Rüstem, Calinus ile ''Zu'l-Hacib (kaşlı'') diye bilinen Behmen'i ileriye
götürdü. Calinus köprünün yakın tarafında Zühre dolaylarında konakladı.
Zu'l-Hacib ''Tiz Nabiz'' denilen yerde, Rüstem de ''Harrara'' denilen yerde
konakladı. Rüstem daha sonra oradan ayrılıp Kadisiyye'de konakladı. Rüstem
ilerlediği ve konakladığı bir yerden hoşlanmadığı veya oradan usandığı için
ayrılmıyor, ileride kendisini bekleyen tehlikelerden korkuyordu. Vakti
uzatmanın yollarını arıyordu. Şayet kralona karşı aceleci davranmayacak ve
ileri geçmesini istemeyecek olsaydı, Rüstem'in ileriye geçeceği yoktu.
Hz.
Ömer de Sa'ad'e sabretmesini ve vakit kazanmasını emreden bir mektup yazmıştı.
Bu bakımdan uzun zaman için gerekli hazırlıklarını yapmıştı. Rüstem, Kadisiyye
'ye vardığında Sa'ad' ın karargahı karşısında ''Atik'' denilen yerde durdu ve
beraberindekiler de inip orada konakladı. Akşam karanlık basıncaya kadar
Rüstem'in askerleri peşpeşe geliyor, Müslümanlar da onlara ilişmiyordu. Rüstem
ile birlikte otuz üç tane fil vardı ki, Sabur'un beyaz fili bunlardan biri idi.
Filler Rüstem'e alışkın idi. Rüstem ordunun kalp cenahında on sekiz, sağ ve sol
kanatlarda ise on beş tane fil yerleştirdi. O gecenin sabahı olunca Rüstem
atına binip Haffan dolaylarında Atik denilen yeri Müslüman karargahının bittiği
yere kadar gezdikten sonra köpıünün bulunduğu yere kadar çıktı. Müslümanları
iyiden iyiye tetkik edip bölgeyi görebilecek bir yerde durdu, ondan sonra da
köprünün bulunduğu yerde durakladı. Zühre'ye haber gönderip O'nu yanına getirdi
ve kendisinden barış yaparak çekip geri gitmeleri karşılığında bazı hediyeler
vermeyi teklif etti. Bunu söylerken gerçek düşüncesini açığa vurmak yerine:
"Sizler daha önce bizim komşumuz idiniz. Bizler sizleri korur ve
iyiliklerde bulunurduk." diyerek Araplara daha önceden yaptıkları
davranıştan söz etti.
Buna
karşılık Zühre kendisine şunları söyledi: "Bizim durumumuz o zamanki
Arapların durumu gibi değildir. Bizler yanınıza dünyalık talep etmek için
gelmedik. Aksine bizim bütün istediğimiz ve çalıştıklarımız ahiret içindir.
Gerçekten Allah aramızdan bir resul gönderip bizi Rabbi'nin yoluna çağırıp biz
de O'nun çağrısını kabul ettiğimiz zamana kadar senin dediğin gibi idik. Allah
kendi Resülü'ne şöyle söyledi: "Ben bu taifeyi benim dinimi kabul
etmeyenlere musallat kıldım. Ben bunlarla bu dini kabul etmeyenlerden intikam
alacağım. Onları benim dinimi kabul ettikleri sürece galip kılacağım, çünkü o
hak dindir. Kim ondan yüz çevirirse mutlaka zelil olur, kim de ona yapışırsa
aziz olur." diye söyledi.
Bunun
üzerine Rüstem kendisine: "Peki, bu dinin mahiyeti nedir?" diye
sorunca Zühre şunları söyledi: "Bu dinin ancak kendisiyle dosdoğru ayakta
durabileceği direği, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun
Resulü olduğuna şahadet etmektir." Rüstem sonra: "Başka ne var?"
diye sordu. Zühre: "Kulları kullara kulluk etmekten kurtarıp Allah'a kul
yapmaktır. İnsanlar Adem ve Havva'nın çocukları olup aynı anne ve babadan doğma
kardeştirler." deyince Rüstem: "Bu ne kadar güzel bir şey!"
dedikten sonra şunları söyledi: "Peki ben senin bu dediklerini kabul etsem
ve kavmim de benim gibi söyler kabul ederse geri döner misiniz?" Bunun
üzerine Zühre: "Allah'a yemin ederim ki evet." diye cevap verdi.
Rüstem:
"Bana
doğru söyledin. Fakat Farslar Erdeşir başa geldikten sonra aşağı tabakalardan
hiç birisinin kendi görevinin dışına çıkmaya fırsat vermediler. Bu gibi
kimseler görev lerinin dışına çıkacak olsalar, "Bunlar haddini aştılar ve
kendilerinden şerefli olan insanlara karşı düşmanlık beslediler." demeye
koyuldular." diye cevap verdi. Zühre de şunları söyledi: "Bizler
başka insanlara karşı insanların en hayırlısıyız. Sizin dediğiniz gibi
olamayız. Bilakis bizler aşağı tabakadan olanlar hakkında Allah'ın emirlerine
itaat ederiz. Bize karşı gelip Allah'a asi olanların ise bize zararları
olmaz."
Daha
sonra Zühre O'nun yanından ayrıldı. Rüstem Farsların ileri gelenlerini çağırıp
bu konuda onlarla görüştü, fakat onlar kibirlenmek yoluna gittiler. Sa'ad'e:
"Bizimle konuşacak ve bizim de kendisiyle konuşabileceğimiz bir kişiyi
bize gönder." diye bir haber gönderdi. Bunun üzerine Sa'ad Farslara
göndermek üzere bir gurup kişi çağırdı. Fakat Rib'i bin Amir, Sa'ad'e şunları
söyledi: "Bizler onlara toplu halde gittiğimiz her seferinde kendilerine
fazla önem veriyormuşuz zehabına kapılıyorlar. Bu bakımdan onlara bir kişiden
fazlasını gönderme." diye söyledi.
Bunun
üzerine Hz. Sa'ad elçi olarak yalnız Rib'i'yi gönderdi. Rib'i'yi köprünün
başında tuttular, Rüstem'e O'nun geldiği haberi verildi. Rüstem bütün göz alıcı
süsleriyle ortaya çıktı, altından bir taht üzerine oturdu ve çok değerli
halılar, altın işlemeli küçük büyük yastıklar koydular. Rib'i atının üzerinde
bir beze sarılmış kılıcı ve yine bir bez parçasıyla bağlanmış mızrağı ve
elindeki kamçısıyla onların yanına geldi. Halı ve kilimlerin yanına
yaklaştığında kendisine: "İn aşağı" denilince atını halıların üstünde
yürüttükten sonra indi ve ortadan deldiği iki yastığa atını bağlayarak
içlerinden ipi geçirdi. Onu yaptığından alıkoymadılar ve hiç önemsemez gibi
göründüler. Rib'i'nin üzerinde bir de zırh vardı. Devenin üstündeki abayı almış
onu zırh gibi giyinmiş ve beline bağlarınş idi. "Silahını bırak"
denince Rib'i: "Ben buraya sizin vereceğiniz bir emirle silahımı bırakmak
için gelmedim. Beni davet eden sizlersiniz." diye cevap verdi. Durumu
Rüstem'e haber verdiler. Bunun üzerine Rüstem: "Ona izin veriniz"
diye söyledi. Rib'i mızrağına dayana dayana ve kısa adımlarla ilerlemeye
başladı. Parçalamadık yastık, berbat etmedik bir halı bırakmadı. Rüstem'in
yanına yaklaşınca yere oturdu, mızrağını da halının üstüne geçirip dikti.
Kendisine: "Seni bu şekilde davranmaya iten sebep nedir?" diye
sorulunca: "Bizler sizlerin ziynetiniz üzerinde oturmayı sevmiyoruz."
diye cevap verdi. Bunun üzerine Rüstem'in adı Abud olan Hire'li tercümanı O'na:
"Buraya ne diye geldiniz?" diye sordu. Rib'i şunları söyledi:
"Bizleri
buraya Allah getirdi. O bizleri kullarından dileyen kimseleri dünyanın
darlığından genişliğine, batıl dinlerin zulmünden İslam'ın adaletine çıkartmak
üzere gönderdi. O bizleri diniyle bütün mahlukatına gönderdi. Kim bu dini kabul
ederse biz de onun bu kabulünü kabul ederiz ve kendisini bırakır geri döneriz,
kendisini kendi ülkesiyle başbaşa bırakırız. Kim de yüz çevirir se ya cennete
gidinceye yahut da zafer kazanıncaya kadar savaşırız." Bunun üzerine
Rüstem: "Biz sizlerin sözlerinizi işittik. Peki, bu işi iyice
inceleyinceye kadar bize bir süre tanıyabilir misiniz?" diye sordu. Rib'i
ona şu cevabı verdi: "Evet size süre tanıyabiliriz. Resuıullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in sünnetlerinden bir tanesi de düşmanlarımıza üç günden
fazla bir imkan tanımamaktadır. Biz size üç gün süreyle gidip geleceğiz. Sen
işini ölç, biç. Bu süre sonunda sana söyleyeceğim şu üç şeyden birini seç: Ya
İslam'ı kabul edersin, o zaman seni ülkenle başbaşa bırakırız. Yahut cizyeyi
verirsin sana ilişmeyiz, ihtiyacın olursa sana yardımcı oluruz. Yahut ta daha erken
bize hücuma kalkışmayacak olursan dördüncü gün seninle savaşırız. Bu konuda ben
diğer arkadaşlarıma da kefilim." Bunun üzerine Rüstem kendisine: "Sen
onların efendisi misin?" diye sordu. Rib'i de:
"Hayır.
Ama Müslümanlar bir ceset gibidirler. Onların birisi öbüründendir. Onların en
alt seviyelisinin verdiği söz en üst seviyede olan kişileri de
bağlayıcıdır." şeklinde cevap verdi. Rüstem kavminin başkanlarıyla başbaşa
kalıp onlara: "Sizler bu sözlerden daha şerefli ve bu adamın
söylediklerinden daha açık bir söz işittiniz mi?" diye sordu. Çevresinde
bulunanlar: "Bu köpeğin dinine meyletmekten Allah'a sığımrız. Elbiselerine
hiç dikkat etmedin mi?" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rüstem
kükreyerek: "Yazıklar olsun, sizlere! Sizler elbiselere dikkat etmeyin,
onun sözlerine ve davranışlarına dikkat edin. Araplar elbiseleri küçük görür,
ama şerefi ve soyu iyi korurlar, onlar sizin gibi değildirler." diyerek
karşılık verdi.
Ertesi
gün Rüstem Sa'ad'e: "Bize aynı adamı tekrar gönder" diye haber
gönderdi. Fakat Sa'ad kendisine Huzeyfe bin Mihsan'ı gönderdi. Huzeyfe de aşağı
yukarı Rib'i'nin kılığıyla O'nun yanına gitti. Atından inmedi, atının üstünde
Rüstem'in Önünde durdu. Rüstem kendisine: "Atından in!" dediyse de o:
"İnmeyeceğim" diye karşılık verdi. Rüstem kendisine: "Niye sen
geldin de önceki adam gelmedi?" diye sorunca: "Bizim komutanımız
sıkıntılı dönemlerinde olsun, rahatlık döneminde olsun aramızda adaletli
davranmayı arzu eder. Bu sıra benimdi." dedi. Bu sefer Rüstem:
"Buraya niçin geldiniz?" diye sordu. O da Rib'i'nin verdiği cevap
gibisini tekrarladı. Rüstem bu sefer: "Peki sözleştiğimiz son gün ne zaman
olacak?" diye sorunca Huzeyfe: "Evet, dünden itibaren üç gün
diye." cevap verdi. Rüstem Huzeyfe'yi de geri gönderdikten sonra arkadaşlarına
dönüp şunları söyledi: "Görüşüme uymuyor musunuz? Bakınız birincisi dün
geldi, kendi toprağınızda bizleri mağlup etti. Bizim büyük gördüğümüz şeyleri
hakir gördü. Atını bizim en değerli eşyalarımızın üzerine dikti. Bu da bugün
geldi; aynı şekilde o da, adeta bir kuş gibi, hem bizim topraklarımız üzerinde
hem de bizden ayrı olarak duruyor. "
Ertesi
günü olunca bu sefer Rüstem: "Bize bir adam gönderiniz." diye haber
yolladı. Sa'ad ona Muğire bin Şu'be'yi gönderdi. Muğire onların yanına
vardığında başlarında taçlar, üzerinde altın işlemeli elbiseler ve yere serilen
halılar üzerinde yürünmedikçe komutanlarına varılamayacağını gördü. Rüstem'in
yanına tahta geçip oturuncaya kadar yoluna devam etti. Üzerine atıldılar,
tahttan indirdiler ve hatta tartakladılar. Bunun üzerine Muğire onlara şöyle
çıkıştı: "Sizin hakkınızda bizlere rüyayı andıran şeyler ulaşıyordu. Fakat
ben sizden daha akılsız bir topluluk görmedim. Biz Araplar birbirimizi köle
yapmayız. Ben sizlerin de kendi insanlarınıza bizim adaletli davrandığımız gibi
davrandığınızı zannediyordum. Bize gelen bu yalan haberler yerine sizlerin
birbirinizin Rabbi olduğunuzu bildirmeniz bu yaptığınızdan daha iyi olurdu. Bu
işiniz bu şekilde gitmez ve bunu hiç kimse yapamaz. Ben kendim buraya gelmedim.
Bugün siz beni çağırmış bulunuyorsunuz. Anladım ki sizler birbirinize üstün
kılınmışsınız. Hiçbir millet bu şekilde devam etmez ve bu akılla
yürütülmez." Küçük rütbeliler: "Allah'a yemin olsun, bu Arap doğru
söyledi" dediler. Diğer taraftan Dihkanlar: "Allah'a yemin olsun, bu
öyle bir söz söyledi ki bizim kölelerimiz böyle bir şeye göz dikmiş
bulunuyorlar. Bu ümmeti bu şekilde küçük düşüren bizden öncekilerin Allah
belasını versin." dediler.
Daha
sonra Rüstem konuşmaya başlayarak kavmini övmeye ve onların büyüklüklerinden
söz ederek şöyle dedi: "Bizler hala ülkelerde iktidar sahibiyiz.
Düşmanlarımızı yeneriz. Ümmetler arasında şerefimiz vardır. Hiçbir kimse bizim
hakimiyetimize ve şerefimize benzer bir niteliğe sahip değildir. Başkalarına
karşı zafer kazandığımız halde onlar bize karşı ya bir gün, ya da iki gün
veyahut da bir ay -o da günahlarımız dolayısıyla- zafer kazanırlar. Allah
bizden intikam alıp bizden razı olduktan sonra bu sefer düşmanımıza karşı galip
gelmek sırasını bize verir. Bizim nazarımızda sizden daha basit, küçük bir
ümmet yoktu. Sizler son derece kıt kanaat geçinen kötü bir yaş antıya sahip ve
hiçbir değer vermediğimiz bir ümmet idiniz. Ülkenizde kıtlık baş gösterdiği
zaman bize gelirdiniz, biz de sizlere bir miktar hurma veya arpa verirdik, sonra
da sizleri geri gönderirdik. Yaptıklarınızı ancak ülkenizdeki sıkıntı ve
bunalımlar dolayısıyla yapmakta olduğunuzu öğrenmiş bulunuyorum. Şimdi ben emir
çıkaracağım, sizin emiri-nize elbise, katır ve bin dirhem verilmesini
söyleyeceğim. Sonra sizin her birinize bir çuval hurma verilmesini emredeceğim,
siz de buradan çekip gidersiniz. Sizleri öldürmeyi arzu etmiyorum."
Bunun
üzerine Muğire konuşmaya başladı. Allah'a hamd ettikten sonra şunları söyledi:
"Hiç şüphe yok ki Allah her şeyi yaratan ve her şeyi rızıklandırandır. Kim
bir şeyi yaparsa gerçekte o şeyi yapan O'dur. Kendin ve ülken hakkında söz
ettiklerine gelince, bizler bunları biliyoruz. Bunları size veren Allah'tır.
Size ihsan eden O'dur. Bunlar sizden önce O'nundur. Bizim durumumuzun kötülüğü
ve geçimimizin darlığı ve sözünü ettiğin ayrılıklara gelince, bunu da biliyoruz
ve inkar etmiyoruz. Dünyada Allah bizleri onunla müptela kılmıştır. Sen de
biliyorsun ki dünyanın işi gelir, geçer. Sıkıntıda bulunanlar rahatlayıncaya
kadar rahat etmeyi umar, dururlar. aynı şekilde rahatlık içinde bulunanlar da
sıkıntılarla başbaşa kalıncaya kadar sıkıntıdan korkarlar. Sizler Allah'ın
verdiklerine karşılık olarak şükretseydiniz şükrünüz hiçbir zaman size verilen
nimetlerin değerine eş olamazdı. Sizin az şükrünüz durumunuzun değişmesi
noktasına getirdi. Bizler daha önce başımıza gelen sıkıntılar döneminde kafir
kimseler idik. Şu anda içinde bulunduğumuz bu durum dolayısıyla da Allah'ın
sıkıntımızı genişletecek rahmetini üstümüze getiriyor. Çünkü yüce Allah, bizim
aramızdan bir resul göndermiş bulunuyor." Daha sonra önceden söz edilen
şekilde İslam'a girmek, cizye ödemek, ya da savaş etmek hususlarını zikretti ve
O'na şunları söyledi: "Bizim çocuklarımız sizin ülkelerinizin
yiyeceklerinin tadını beğendiler, artık biz bunlarsız duramayız."
Bunun
üzerine Rüstem, Muğire'ye: "O zaman bu uğurda ölürsünüz" dedi. Bunun
üzerine Muğire: "Bizden öldürülenler Cennet'e, sizden öldürülenler
Cehennem'e gider. Bizim hayatta kalanlarımız ise sizin hayatta kalanlarınıza
karşı zafer kazanır." diye cevap verdi.
Rüstem
kızıp köpürdü. Daha sonra, "Yarın sabah güneş doğmadan hepinizi
öldüreceğiz." diye yemin etti. Muğire oradan ayrıIdıktan sonra Rüstem
Farslarla toplandı ve onlara: "Bunlar nerde, sizler nerde?" diyerek
şöyle devam etti: "Allah'a yemin ederim bunlar gerçek yiğit kimselerdir.
İster doğru söylesinler, ister yalan söylesinler, Allah'a yemin ederim, onların
akıllılıkları ve sırlarını korumaları o derece ileri bir noktaya varmıştır ki,
aralarında hiç de farklı görüşleri olmuyor. İstediklerini bunlardan daha iyi
bilen kimseler yoktur. Eğer söylediklerinde samimi iseler bunların önünde hiç
bir kimse duramaz." Bunun üzerine çevresinde bulunanlar yaygarayı
bastılar, kızıp köpürdüler.
Rüstem,
Muğire'ye bir haberci gönderip şunları söyledi: "Köprüyü geçecek olursa,
yarın O'nun bir gözünün çıkarılacağını bildir." Elçi Muğire'ye bunu
söyleyince Muğire: "Sen beni hayırla ve ecirle müjdeledin. Eğer bundan
sonra sizin gibi müşriklerle savaşmayacağımı bilseydim, öbür gözümün de gitmesini
temenni ederdim." Elçi geri dönüp Rüstem'e bunu bildirince
çevresindekilere: "Ey Farslar! Bana itaat ediniz. Ben Allah Teala'nın
sizden intikam alacağı görüşündeyim ve sizler bunu geri
çeviremeyeceksiniz."
Daha
sonra Sa'ad geriye kalan üç görüş sahibini Rüstem'in yanına gönderdi. Bunlar
Rüstem'e şunları söyledi: "Bizim komutanımız seni bizim için de, sizin
için de daha hayırlı olan ve sağlıkla sonuçlanacak olan yola davet ediyor.
Selametle sonuçlanacak iş senin daveti kabul etmen, böylece bizim kendi ülkemize
dönmemiz, senin de kendi ülkene ve diyarına dönmendir. O zaman kendi işiniz,
yönetiminiz sizin olur. Elinize geçirdiğiniz şeyler de sizin için bir fazlalık
olur. Size birisi hücum edecek olursa o zaman biz size yardımcı oluruz.
Allah'tan kork ve senin kavminin helaki senin vasıtanla olmasın. Senin herkesin
beğenebileceği bir duruma gelmen, bu işe senin müdahale ederek bu konuda
şeytanı uzaklaştırabilmene bağlıdır. "
Rüstem
kendilerine şöyle söyledi: "Örnekler, söylenecek pek çok sözden daha açık
bir ifade taşırlar. Sizler büyük bir sıkıntı ve darlık içinde idiniz. Hiç kimse
sizlere insafla muamele etmez, siz de kendinizi koruyamazdınız. Bununla
birlikte bizler size kötü komşuluk yapmaz, size yiyecekler verir, iyiliklerde
bulunurduk. Fakat sizler yiyeceklerimizi yedikten, içeceklerimizi içtikten
sonra kendi kavminize de gidip bunları anlattınız ve onlarla birlikte bize
geldiniz. Sizin misliniz ile bizim mislimiz şuna benzer: Adamın birisinin üzüm
bağı vardı. Orada bir tilki görünce, "Bir tilkiden ne olacak" dedi.
Fakat o tilki gitti, diğer tilkileri de bağa çağırdı. Tilkiler toplanıp bir
araya gelince bağın sahibi tilkilerin girdiği deliği kapattı ve onların hepsini
öldürdü. Ben sizleri bu şekilde davranmaya iten şeyin hırs, sıkıntı ve darlık olduğunu
biliyorum. Haydi dönünüz! Biz yine sizlere geçimlik veririz. Çünkü ben sizi
öldürmek istemiyorum. Yine sizin misaliniz balı gören sineklere benzer. Bu
sinek: "Beni balın yanına götürene iki dirhem vereceğim." der. Fakat
balın içerisine girdikten sonra oraya takılır kalır. Bu sefer "Beni
buradan çıkarana dört dirhem vereceğim" demeğe başlar." Rüstem bir
örnek daha vererek şunları söyledi: "Adamın biri bir sepetin içerisine
yiyecek bir şeyler koyar. Oraya fareler gelip sepeti deler ve sepetin içerisine
girerler. Adam sepeti kapatmak isteyince ona: "Hayır böyle yapma, sepeti
bir daha delerler. Bunun yerine onun çevresine bir çukur yap, fareler sepete
girip, bu çukura düşüp çıktıktan sonra her bir fareyi öldürürsün." Artık
ben sizin önünüzdeki bütün kapıları kapatmış bulunuyorum. Sakın ha, bu kazmış
olduğum çukurlara düşmeyiniz. Çıkan herkesi kesinlikle öldüreceğim. Siz niye
böyle büyük işlere girişiyorsunuz! Sizin sayınızın az, silahınızın yetersiz
olduğunu görüyorum."
O'nun
yanına gelmiş bulunanlar konuşmaya başladılar. Durumlarının kötülüklerinden ve
yüce Allah'ın kendilerine resulünü göndermesinden önceleri onun hakkında
ihtiyat edip daha sonra İslam'ın etrafında toplanmalarından ve resullerinin
kendilerine cihadı emrettiğinden söz ederek şunları söylediler: "Bizim
hakkımızda vermiş olduğun misalIere gelince, bunlar uygun değildir. Bunun tam
aksine sizin misaliniz şuna benzer: Adamın birisi bir yere fidan diker ve orası
için birtakım ağaçları uygun görür. Gerekli sulamayı yapar ve orada binalar
inşa ederek gerekli bahçıvanları tutar. Bu binalarda kalırlar ve bahçenin
işlerini yaparlar. Ancak bu bahçıvanlar binalarda, buranın sahibinin hiç de
sevmediği bir şekilde kalırlar. O da uzun bir süre onlara ilişmediği halde
bahçıvanlar utanmazlar. Sonunda onların yerine başkalarını çağırır ve onları o
bahçeden çıkartıp atar. Bu eski bahçıvanlar bu bahçeden gidecek olurlarsa
insanlar onları alıp perperişan eder, orada kalacak olurlarsa bu yeni
bahçıvanların kölesi olurlar ve ebedi zilletten kurtulamazlar. Allah'a yemin ederiz
eğer söylediklerimiz doğru olmasaydı ve biz sadece dünyalık için gelmiş
olsaydık şu an içinde bulunduğunuz renkli ve lüks hayata karşı dayanamaz
sizinle savaşırdık. "
Bunun
üzerine Rüstem: "Peki siz mi nehri geçip yanımıza gelirsiniz, yoksa biz mi
nehri geçip size gelelim?" diye sorunca onlar: "Hayır, siz bizim
bulunduğumuz tarafa geliniz." dediler. Akşamüzeri onun yanından döndüler.
Sa'ad askerlere yerlerini almalarını söyledi ve Farslara: "Siz kendi
kendinize karşı tarafa geliniz." deyince Farslar da Müslümanlardan karşı
tarafa geçmelerini istedi. Ancak Sa'ad: "Hayır bu kerimlik olmaz. Bizim
size kabul ettirdiğimiz bir konuyu tekrar sizden geri kabul edecek
değiliz" diye cevap verdi. Bunun üzerine Farslar geceleyin sabaha kadar
bulundukları Atik tarafından nehri toprak, kamış ve çullarla kapatacak yol
haline getirdiler. Güneş yükseldikten sonra ancak bu işi bitirebilmişlerdi.
Rüstem
geceleyin rüyasında gökten melek gibi bir şeyin inerek arkadaşlarının oklarını
alıp mühürledikten sonra göğe çıkardığını gördü. Oldukça düşünceli ve kederli
uyandı. Yakınlarını çağırıp onlara gördüğü rüyayı anlattıktan sonra: "Eğer
öğüt alacak isek, şunu biliniz ki Allah bize öğüt vermektedir." dedi.
Rüstem
karşı tarafa geçmek için atına bindiğinde onun üzerinde iki tane zırh ve bir
miğfer bulunuyordu. Silahını aldı ve karşı tarafa geçti. Atına henüz binmiş ve
ayaklarını üzengilere geçirmemiş olduğu bir sırada: "Yarın onları havanda
döver gibi ezeceğiz" deyince, adamın birisi ona: "İnşaallah" dedi.
Fakat Rüstem, "Allah istemese de" dedikten sonra şunları ekledi:
"Aslan öldükten sonra tilki hainlik etmeye başladı. Bense bu senenin
maymunlar yılı olmasından korkuyorum."
Rüstem
bunları sadece Müslümanları Farslıların gözünde güçsüz göstermek için
söylemişti. Çünkü hakkında bilinenler Müslümanlardan korktuğunu gösteriyordu ve
bunu da güvendiği kimselere açıkça anlatmış idi.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
BU YILIN DİĞER
OLAYLARI
HERİR GECESİ ve
RÜSTEM'İN ÖLDÜRÜLMESİ
UTBE BİN
GAZVAN'IN BASRA VALİLİĞİ