İBNÜ’L-ESİR |
3. CİLT |
HİCRİ
OTUZ BEŞİNCİ YIL OLAYLARI (M. 655-656)
HZ.
OSMAN'IN MUHASARA ALTINA ALINMASI
Anlatıldığına
göre bu yıl içinde Mısır'dan bir grup kimse gelip Zu-Huşub'a ve bir kısım kimseler
de Irak'tan gelip Zi'l-Merve'ye yerleşmişlerdi.
Bunun
sebebi olarak şu olayanlatılır: Abdullah bin Sebe' adında bir Yahudi Hz. Osman
zamanında Müslüman olduğunu ilan etmişti. Hicaz bölgesinde bir müddet
dolaştıktan sonra Basra'ya, oradan Kufe'ye ve oradan da Şam'a giderek insanları
dalalete sürüklemeye çalışıyor, fakat bu konuda bir türlü başarıya
ulaşamıyordu. Şamlılar bu fesadını görünce O'nu şehirden çıkarmışlar, bunun
üzerine Mısır'a giderek bir müddet orada ikamet etmişti. Bu müddet içinde bazı
fikirleri yaymağa çalışıyordu. Şöyle dermiş: "İnsanların Hz. İsa'nın
tekrar geri geleceğine inanıp da Hz. Muhammed'in tekrar geri gelmeyeceğine
inanmaları şaşılacak bir şeydir." Böylece etrafındaki bazı kimseleri Hz.
Peygamber'in tekrar dünyaya geleceğine ikna etmeğe uğraşıyordu. Bazıları onun
bu görüşlerini kabul etmişti. Ortaya attığı görüşlerden biri de şuydu:
"Her peygamberin bir vasisi vardır, Ali de Hz. Peygamber'in vasisidir.
Resulullah (s.a.v.)'in vasiyetini yerine getirmeyenden daha zalim kimse
olabilir mi?" Böyle diyerek Hz. Ali'nin vasi olduğunu söylüyor ve Hz.
Osman'ın bu görevi haksız yere ele geçirdiğini iddia ederek insanlara şunları
telkine çalışıyordu: "Bu konuda başkaldırmanız lazım. Kalkın, bu işe
girişin ve emirlerinize bunları bildirip onları bu konuda kınayın. Kötülükten
sakındırmayı bu konuya hasrederek insanları doğru yola iletmeniz mümkün olur.
"
Abdullah
bin Sebe' bu şekilde görüşlerini yaymağa çalışıyor ve İslam diyarının muhtelif
yerlerinde fitne çıkarmak isteyenlerle sürekli mektuplaşıyordu. Onlar da bu
görüşleri gizlice yayıp, çeşitli illere mektuplar yazarak ortalığı karıştırmaya
ve bir sürü kötülük yaymağa çalışıyorlardı. Hz. Osman'a karşı bir sürü
ithamlarda da bulunuyorlardı. Bir şehirde bulunan bu anlayıştaki insanlar diğer
bir şehirdeki insanlara mektuplar yazarak uydurma bir sürü şeyler anlatıyorlar
ve hatta bu mektuplar Medine'ye kadar ulaşıyordu. Bir şehrin halkı bir mektubu
alıp okuduğu zaman kendilerinin son derece rahat, huzur ve afiyet içinde
olduklarını görüp diğer şehirlerde meydana gelen fitnelerden dolayı son derece
üzülüyorlar ve oradaki hallerden ötürü müteessir oluyorlardı. Medine halkı da
diğer bütün şehirlerin halklarına nazaran kendilerini huzur ve rahat içinde
görüyor, başka şehirlerdeki fitneden dolayı üzülüyor ve "Bizler Allah'a
şükür afiyet ve rahat içindeyiz" diyorlardı. Bir grup Müslüman Medine'de
Hz. Osman'ın yanına giderek şöyle demişlerdi: "Ey müminlerin emiri! Bize
diğer şehirlerden gelen haberler sana da ulaşıyor mu?" Hz. Osman şöyle
karşılık verdi: "Bana iyilik ve esenlikten başka bir şeyin ulaştığı yok.
Siz benim yönetim işinde ortaklarımsınız ve müminlerin de şahitlerisiniz. Bana
bu konuda gelen haberleri iletin ve öğütte bulunun." Onlar da: "Diğer
şehirlerde olup bitenleri öğrenmen için oralardan sana haberler getirmek üzere
güvendiğin adamlardan bazılarını göndermeni tavsiye ederiz." demişlerdi.
Bunun
üzerine Hz. Osman Muhammed bin Mesleme'yi çağırarak Küfe'ye, Usame bin Zeyd'i Basra'ya,
Ammar bin Yasir'i Mısır'a ve Abdullah bin Amr'ı Suriye'ye ve onlara benzer
başka kimseleri de diğer yerlere göndermişti. Ammar hariç hepsi geri dönmüş ve
şöyle demişlerdi: "Ey insanlar! Biz oralarda hoşumuza gitmeyen bir şey
görmediğimiz gibi oralardaki Müslümanların ileri gelenleriyle avamın dahi
hoşuna gitmeyen bir şey tespit etmedik." Ancak Ammar Mısır'dan geri
dönmemiş, Müslümanlar O'nun başına bir felaket geldiğini tahmin etmişlerdi. Bu
arada Mısır Valisi Abdullah bin Ebi Serh'ten gelen bir mektupta şöyle
deniyordu: "Ammar orada bulunan bir grup insana meyletmiş, onlara
uymuştur. Bu adamlar arasında da Abdullah İbn es-Sevde', Halid bin Mülcem,
Seydan bin Hümran ve Kinane bin Bişr yer almaktadırlar."
Bu
olaydan sonra Hz. Osman bütün şehirlerin ahalisine mektuplar yazıp şöyle
demişti: "Emma ba'du ... Ben bundan sonra Valilerimi her mevsimin sonunda
toplayıp onlarla görüşeceğim. Medine halkı bana bazı kimselerin etrafa küfredip
durduklarını, vurup kırdıklarını haber verdiler. Bu konuda zarara uğramış veya
böyle şeyleri görüp işiten kimseler mevsimin sonunda gelip uğramış oldukları
haksızlıkları benden veya valilerimden istesin. Doğruları söyleyenleri Yüce
Allah mükafatlandırır. "
İslam
aleminin muhtelif şehirlerinde bu mektuplar okununca Müslümanlar sevinçlerinden
ağlamış ve Hz. Osman'a dualar etmişlerdi. Daha sonra Hz. Osman bütün şehir
valilerine mektuplar yazarak onları hac mevsiminde Medine'ye davet eder.
Gelenler arasında Abdullah bin Amir, Abdullah bin Sa'ad ve Muaviye başta olmak
üzere Said bin el-As ve Amr el-As da bulunuyorlardı. Bunlar gelip de Hz.
Osman'ın yanında toplanınca onlara şöyle demişti:
"Yazıklar
olsun size! Bu şehirlerden gelen şikayetler ve şayialar nedir? Vallahi bu
söylenenlerin doğru olmasından ve sizlerin aleyhinde bazı şeylerin dönüp
dolaşmasından korkuyorum. Ayrıca bütün bu fitnelerin benim etrafımda olması da
beni korkutuyor." Gelen valiler de Hz. Osman'a şöyle demişlerdi: "Sen
bize adamlarını göndermedin mi? Onlar sana Müslümanların tümünden iyi haberler
getirmediler mi? Senin gönderdiğin bu adamların şehirlerde birçok kimseyle
görüştükleri halde, hiç kimseden kötü bir haber aldıkları vaki oldu mu? Vallahi
onlar doğruyu söylemiyorlar ve terbiye de edilmezler. Bu işin aslının ne
olduğunu ve böyle şayiaların nereden kaynaklandığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bu
şayiaların asılsız olduğu ve onlara kulak asılmaması gerektiğidir." Bunun
üzerine Hz. Osman: "O halde bana ne yapmam gerektiği hususunda
tavsiyelerde bulununuz." dedi. O'nun bu teklifi üzerine Said şöyle
konuştu: "Bu bahsettiğiniz iş son derece gizli olarak yürütülen uydurma
bir iş olup insanların bahsettikleri de bundan ibarettir. Bunun da ilacı ve
tedavisi bu işi yürütenleri tespit edip bu fitneyi çıkaranları öldürmek ve
insanları bunlardan kurtarmaktır." Abdullah bin Sa'ad da şöyle demişti:
"İnsanlara hakları olan şeyleri vereceğin yerde yerine getirmeleri gereken
görevleri onlardan iste. Bu da onları kendi halleri üzerine bırakmaktan daha
iyidir." Muaviye de: "Beni bir görevin başına getirdin, ben de bazı
kimseleri görevlendirdim. Bu adamlardan bana hayır ve güzellikten başka bir şey
ulaşmıyor. Aslında herkes bulunduğu bölgenin insanlarının nasılolduğunu ve
orada ne olup bittiğini iyi bilir. Benim görüşüme gelince bu konuda edepli
davranmak daha uygun düşer." diye konuşmuştu. Arkasından Amr bin el-As da
şöyle fikir beyan etmişti: "Bana göre sen onlara karşı son derece yumuşak
davranıp yönetimi onlara karşı gevşettin, Ömer'in onlara verdiklerinden çok
daha fazlasını vermeğe başladın. Ne yapman gerektiğini bana soracak olursan
diyeceğim şudur: "Senden önceki iki halifenin yolunu tutup şiddet ve zor
kullanman gerektiği yerde kullanmalı, yumuşakça davranman gerektiği zamanda da
yumuşak davranmalısın. "
Hz.
Osman söylenenlere karşılık olarak şöyle konuştu: "Söylediklerinizi
işittim ve nasihatleri aldım. Herkesin bakış açısı kendine göredir, değişik
olması da tabiidir. Bu ümmetin başına bir felaket getirmesinden korktuğumuz bu
iş bir gün patlak verebilir. Bir taraftan bu kapı kapanırsa öbür taraftan
açılabilir. Bundan dolayı biz de bu fitneyi iyilikle, tatlılıkla ve insanlara
Allah'ın emrettiği sınırlar çerçevesinde ihsanlarda bulunarak yok etmeğe
çalışacağız. Eğer bu fitne kapısı bir gün açılırsa hiç kimsenin bana karşı
ileri süreceği bir hak ve delili olmasın. Cenab-ı Allah benim insanlara
hayırdan başka bir şey istemediğimi biliyordur. Fakat maalesef fitne değirmeni
de dönüp durmakta. Bu değirmeni karıştırmadan Osman ölecek olursa ne mutlu ona.
İnsanlara sakin olmalarını tavsiye edin, bu konuda çalışın ve onlara haklarını
gerektiği şekilde verin. Eğer Allah'ın emrettiği haklar insanlara iletilecek
olursa siz de bunun vebalinin dışında kalırsınız. "
Hz.
Osman ve yanında bulunanlar oradan birlikte çıkıp gidince el-Hadi adındaki şair
tek başına bir yoldan geçerken Recez bahrindeki şu beyitleri söyler:
''Herkesin
kalplerinde beliren bir şey vardır, O da Osman 'dan sonra emirin Ali olacağı,
Arkasından da Zübeyr 'in ona hale! olacağı Arkasından ise Talha'nın koruyucu ve
O 'nun veliahdı olacağıdır.''
Bunu
duyan Ka'ab: "Yalan söyledin; vallahi, ondan sonra emir olacak kişi şu
beyaz katır sahibi kişidir, çünkü o ta gününden beri bu göreve tamah
etmiştir." demişti. Ka'ab bu sözleriyle ve beyaz katır sahibi derken
Muaviye'yi kasdediyordu.
Hz.
Osman Medine'ye vardığında Hz. Ali'yi, Talha'yı ve Zübeyr' i çağırmış ve
Muaviye'yi de hazır bulundurarak onlarla konuşmuştu. Muaviye, Allah'a hamd
ettikten sonra şöyle demişti: "Siz Resulullah (s.a.v.)'in ashabı ve
yakınlarının en hayırlılarısınız. Siz ondan sonra bu işi yüklenen ve bu ümmetin
de işlerini yürüten kimselersiniz. Bu işe de sizden başka kimse tamah etmesin.
Siz bu arkadaşınızı hiç bir tamah ve hile olmadan kendi rızanızla seçtiniz,
fakat şimdi O'nun yaşı ilerledi ve yaşlandı. Eğer iyice yaşlanmasını
bekliyorsanız artık son noktasına gelmesi pek yakındır. O'na Cenab-ı Allah'ın
en uzun ve hayırlı bir ömür vermesini de yine Allah'tan temenni ediyorum. Ancak
sizin hakkınızda bazı söylentiler yayılıp duruyor da ondan korkuyorum. Sizin
kınayıp serzenişte bulunduğunuz bazı şeyler var. Fakat ben sizinle birlikteyim
ve işte bey'atım sizedir. İnsanları sizi göreve getirmekte tamahkar kılmayınız.
Eğer insanlar bu konuda bir dünya tamahına düşecek olurlarsa vallahi siz bu
işten felaketten başka bir şey göremezsiniz."
Hz.
Ali ona şöyle der: "Hay Allah canını alasıca, annen seni kaybedesice! Sen
bu işlere neden karışıyorsun. Bu işlere karışmağa senin ne hakkın vardır?"
Muaviye: "Şimdi annemi bırak. O sizin annelerinizin de en şerlisi
değildir. O Müslüman olmuş ve Resulullah (s.a.v.)'a, bey'at etmiştir. Şimdi sen
bana bu söylediklerim konusunda bir cevap ver?" diye karşılık verir. Hz.
Osman söze karışarak: "Evet, kardeşimin oğlu doğru söyledi. Ben size
kendim ve yüklenmiş olduğum işlerle ilgili bazı şeyler söylemek isterim. İki kişi
kendi nefıslerine bazı konularda zulmetmişlerdi. Ancak onların yaptıkları
şeyler de gerçekten takdire şayan şeylerdi. Resulullah (s.a.v.) akrabalarına
veriyordu. Ben de aynı şekilde zorluk içinde yaşayan ve geçim darlığı çeken
kimselere verip durdum. Elimi sonuna kadar bu ihtiyaç sahibi kimseler için
açtım. Eğer bu konuda beni hatalı görüyorsanız bu yaptıklarımı bana söyleyin ve
yanlış olduğunu belirtin ki sizin vereceğiniz kararlara ben de kesinlikle tabi
olacağım." diye konuştu. Onlar Hz. Osman'a şöyle dediler: "İsabet
ettin ve iyilikte bulundun ancak Abdullah bin Esid'e elli bin, Mervan'a da on
beş bin dirhem verdin!" Bunun üzerine Hz. Osman bu verdiklerini geri
almış, onlar da Hz. Osman'dan razı olarak dağılıp gitmişlerdi.
Muaviye
Hz. Osman'a şöyle demişti: "Sana karşı isyan ettiklerinde kendilerine
mukavemet edemeyeceğin kimseler sana hücum etmeden evvel bize gel, bize son
derece itaat eden Suriye'ye gidelim." Hz. Osman ise O'nun bu sözlerine
şöyle karşılık vermişti: "Ben, Resulullah (s.a.v.)'ın komşuluğunu hiç bir
şeye değişmem; velev ki bu, başımı koparıp götürecek ip dahi olsa."
Muaviye: "Peki o halde seni onlara karşı koruyacak bir ordu göndereyim
mi?" deyince Hz. Osman: "Ben Resulullah (s.a.v.)'in komşularını
sıkıntıya sokmam." demiş, Muaviye: "Vallahi tuzağa düşürülecek ve
suikasta uğrayacaksın." deyince Hz. Osman buna: "Allah bana yeter. O
ne güzel bir vekildir!" diye cevap vermişti.
Muaviye
yol elbiselerini giyinmiş olarak çıkıp giderken muhacirlerden Hz. Ali ve
Talha'nın da bulunduğu bir cemaate uğrayıp onlara şöyle hitap etmişti:
"Sizler de biliyorsunuz ki Resulullah (s.a.v.), insanlara peygamber olarak
gönderildiği ana kadar insanlar başkanlık için yarışır ve ona sahip olmak için
çalışırlardı. İnsanlar bu görevi elde etmek için öncelik üzerine, güç ve kuvvet
üzerine dayanır, cehd ve gayretlerini ileri sürerek bu konuda üstün olduklarını
iddia ederlerdi. Bunu ele geçiren kimseler ise artık hakimiyeti sağlamış ve
diğer insanları kendilerine tabi kılmış oluyorlardı. Bu gün de eğer insanlar
bunu talep edip de dünya işleri konusunda yarışa girişseler bu iş onların
elinden alınır ve Cenab-ı Allah onu başkalarına devreder. Cenab-ı Allah işleri
tebdil etmede kadirdir ve güçlüdür. Biliniz ki sizin aranızda yaşlı bir adamı
bırakıp gidiyorum. Siz O'nun hakkında birbirinize hayırlar tavsiye ediniz, O'na
yardımcı olunuz ki herkesten daha mutlu olasınız." Bunları söyledikten
sonra çekip gitmişti. Hz. Ali: "Vallahi ben bu adamın söylediklerinde bir
hayır göremiyorum." demiş, Zübeyr de şunları ilave etmişti:
"Vallahi
bugüne kadar bu adamın söyledikleriyle ilgili olarak ne senin kalbinde ne de
bizim kalbimizde bu kadar büyük bir sıkıntı olmamıştır. "
Hz.
Osman'ın aleyhinde olan bu sapık kimseler valiler illerden ayrıldıkları anda
hep birlikte bütün şehirlerde Hz. Osman'a karşı isyan etmek hususunda
anlaşmışlar, ancak böyle bir fırsatı elde edememişlerdi. Valilerin geri
dönmesinden sonra ise hiçbir zaman böyle bir fırsat elde edememişler ve tekrar
birbirleriyle mektuplaşarak Medine'ye gitmek konusunda anlaşmışlardı. Bundan
maksatları Medine'ye gidip oradaki durumları görmek ve Hz. Osman'a bazı
konularda sorular sorup insanlar arasında fitne ve fesat yaymaya çalışmaktı.
Bunlar arasında Mısır'da bulunan Muhammed bin Ebi Bekir ve Muhammed bin Huzeyfe
de bulunuyor ve başkalarını Hz. Osman aleyhinde kışkırtmaya çalışıyorlardı.
Mısırlılar oradan çıkıp Medine'ye doğru yola koyulduklarında Abdurrahman İbn
Udeys el-Belevı ile birlikte beş yüz kişi, diğer bir rivayete göre ise bin kişi
idiler. Bunların arasında Kinane bin Bişr el-Leysi, Sevdan bin Ümran es-Seküni,
Kuteyre bin Fülan es-Seküni bulunuyordu. Bütün bunların başında ise el-Gafiki
bin Harb el-Akki bulunuyordu. Küfeliler de yola koyulmuşlardı ve başlarında
Zeyd bin Sühan el-Abdi ve Ester en-Nehai'nin yanısıra Ziyad bin Nadr el-Harisi,
Abdullah bin el-Asam el-Amiri yer alıyordu. Bunlar Mısırlılarla anlaşmış
durumdaydılar. Basra'dan da bir grup çıkıp gelmişti ve bunların da arasında
Hükeym bin Cebele el-Abdi, Züreyh bin Abbad, Bişr bin Şüreyh el-Kaysı ve İbn
el-Muhteriş bulunuyordu. Bunlar da aynı şekilde Mısırlıların hazırlamış
oldukları gruplar idiler. Basra'dan gelenlerin başında Hurküs bin Zübeyr
es-Sa'adi vardı. Bu üç şehirden gelenlerin hepsi Şevval ayında hareket etmiş ve
hacca gitmek için yola çıktıklarını belirtmişlerdi. Medine'ye üç günlük bir
mesafeye yaklaşmış bulunuyorlardı. Basralılar Zu Huşub'a yerleşmişlerdi ve
gönülleri Talha bin Ubeydullah'a yatkındı. Küfeliler el-A'vas'a yerleşmiş
bulunuyorlardı, onların da gönülleri Zübeyr'e meyletmekteydi. Mısırlılar da gönülleri
Hz. Ali'ye yatkın olarak gelmiş ve hep birlikte Zi'l-Merve'de konaklamışlardı.
Mısırlılarla Basralılardan Ziyad bin Nadi ve Abdullah bin el-Asam bir araya
gelerek onlara şöyle demişlerdi: "Biz Medine'ye gidip gelinceye kadar siz
burada bekleyiniz. Sakın acele etmeyiniz, çünkü Medinelilerin bize karşı bir
ordu hazırladıklarını işittik. Vallahi eğer onların ordu hazırladıkları doğru
ise, bizim kanlarımızı da mubah saymışlarsa biliniz ki bizim sonumuz çok
kötüdür. Yok, eğer bize ulaşmış olan bu haberler yalan ise biz size hayırlı
haberlerle geri döneriz." Bu fesatçıların topluluğu da onlara: "Haydi
gidiniz." demişlerdi. Bu iki şahıs Medine'ye gelerek Resulullah
(S.A.V.)'ın hanımlarından bazılarıyla ve Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'le görüşerek:
"Biz başımızda bulunan valilerden bazılarını azletmeyi talep etmek üzere
geldik. Bize Hz. Osman ile görüşmek için izin isteyiniz" diye
konuşmuşlardı. Übey bin Ka'ab onlarla bazı konularda görüşmüş ve böyle bir
talepten vazgeçmeleri için ikazlarda bulunarak onları alıkoymuştu. Bunun
üzerine arkadaşlarının yanına geri döndüler. Daha sonra Mısırlılardan bir grup
Hz. Ali'ye, Basralılardan bir grup Hz. Talha'ya ve Küfelilerden bir grup da Hz.
Zübeyr'e gelerek kendi adayları olan bu kimselere şöyle demişlerdi: "Eğer
biz sana bey'at edip de diğerlerini yalanlarsak onların cemaatlerini dağıtır ve
onları geldikleri yere geri göndeririz."
Mısırlılar
Hz. Ali'ye gelip O'nu Medine'de zeytinyağı sıkılan bir yerde bulmuşlar ve
kılıcı belinde iken yanına varmışlardı. Ancak Hz. Ali onların bu şekilde gelip
toplandıklarını görünce oğlu Hasan'ı Hz. Osman'a göndererek gelenlerin
durumundan halifeyi haberdar etmişti. Mısırlılar Hz. Ali'ye selam verip bir
takım şeyler söylemişlerdi. Hz. Ali, yaptıkları teklif üzerine onlara şiddetle
bağırmış ve hemen oradan kovarak şöyle demişti: "Bu ümmetin salih
insanları Zi'l-Merve Zi-Huşub ve A'vas'da toplanan askerlerin Resulullah
(S.A.V.)'ın diliyle lanetlendiklerini biliyorlar." Mısırlılar bu sözü
işitince hemen çekip gitmişlerdi. Diğer taraftan Basralılar Talha'nın yanına
vararak yukarıda zikredilen sözleri söylemişlerdi. Fakat O da aynı şekilde
bunların gelmesi üzerine oğlunu Hz. Osman'a gönderip durumu bildirmişti.
Küfeliler de aynı minval üzere Hz. Zübeyr'e gelip diğerlerinin sözlerini aynen
iletmişler, O da oğlu Abdullah'ı Hz. Osman'a gönderip durumu haber vermişti.
Bunlar geri gidip Zi-Huşub, Zi'l-Merve ve A'vas'daki askerlerini dağıtmış,
Medine halkı arasına tefrika sokmak için tekrar Medine'ye gelmeye
başlamışlardı. Birden Medine'nin etrafına gelmiş, Müslümanların hiçbir şeyden
haberleri yokken tekbirler getirmeğe ve bağırıp çağırmağa başlamışlardı. Sonra
gelip Hz. Osman'ın evini kuşatmışlar, şöyle demişlerdi: "Kim elini bizden
uzak tutarsa o eman içindedir." Hz. Osman onların bu hallerine ve muhasaralarına
aldırış etmeden günlerce namazı kıldırmıştı. Müslümanlar evlerine kapanmışlar,
ancak isyancılar Hz. Osman'ı Müslümanlarla temas etmekten alıkoyamamışlardı.
Hz. Ali ve Medinelilerden bir grup bu isyancıların yanına gelerek:
"Buradan
çıkıp gittiğiniz halde neden geri geldiniz?" diye sormuş, onlar da:
"Posta ile birlikte bizim öldürülmemizi emreden bir mektubun gönderilmiş
olduğunu gördük." demişlerdi. Hz. Talha da Küfelilere dönüp neden geri
döndüklerini sormuş onlar da aynı şeyi söylemişlerdi. Hz. Zübeyr Basralılara
gelip aynı soruyu sorunca onlardan da aynı cevabı almış ve sanki söz birliği
etmiş gibi hepsi aynı şeyi söylemişlerdi: "Biz kardeşlerimize gelecek
zararı önleyecek ve onlara mutlaka yardım edeceğiz." Hz. Ali onlara:
"Ey Kufeliler ve Basralılar! Siz günlerce yol aldıktan sonra Mısırlıların
başına ne geldiğini haber aldınız da bu kadar uzak bir yoldan geri geldiniz?
Vallahi bu son derece iyi tezgahlanmış bir tuzak gibidir!" Hz. Ali'nin bu
sözleri üzerine onlar: "Bunu istediğiniz gibi yorumlayınız, ancak bizim
tek söylediğimiz bir şey vardır, o da bu adamı istemediğimizdir. Artık O'nun
azledilmesi gerekir."
Bu
münakaşaların sürdüğü günlerde Hz. Osman mescide iner, namaz kılar, onlar da
arkasında namaza dururlardı. Hz. Osman onları son derece dikkatle izliyor,
fakat onlar da halkın toplanmasını önlemeğe çalışıyorlardı.
Hz.
Osman bu durum üzerine İslam dünyasının diğer şehirlerine mektup yazarak
oradaki Müslümanlardan bu gelen isyancılara karşı yardım istemiş ve durumu
onlara bildirmişti. Bu şehirlerden birçok kimse son derece üzgün ve Hz. Osman'a
itaatkar olarak çıkıp gelmişlerdi. Muaviye, Habib bin Mesleme el-Fihri'yi,
Abdullah bin Sa'ad Muaviye bin Hudeyc'i göndermişlerken Küfe'den de Ka'ka' bin
Amr hazırladığı bir grubu göndermiş ve bunlar Medinelilere yardım etmek üzere
yola çıkmışlardı. Bu gelenler arasında Hz. Peygamber (S.A.V.)'in ashabından
Ukbe bin Amir, Abdullah bin Ebi Evfa ve Katip Hanzala bulunuyorlardı. Tabiinden
de Mesrük el-Esved, Şüreyh, Abdullah bin Hakim ve diğerleri yer almaktaydı.
Basra'da Ümran bin Hüseyn ve Enes bin Malik, Hişam bin Amir ve diğer bazı
sahabelerle birlikte tabiinden Ka'ab bin Sıver ve Herim bin Hayyan ve diğerleri
de bir araya gelerek Medinelilere yardım etmek istemişlerdi. Aynı şekilde Suriye
ve Mısır'da da sahabeden ve tabiinden birçok kimse bu yardım için
hazırlanmıştı.
Bu
cemaat Medine'ye tam gireceği sırada Hz. Osman Müslümanlara namaz kıldırmış ve
minbere çıkarak onlara şöyle demişti: "Ey isyancılar, Allah'a sığının
Allah'a! Bütün Medine halkı sizin Allah'ın Resülünün diliyle lanet edildiğinizi
biliyor. Hatalarınızı iyiliklerle yoketmeye çalışınız." Muhammed bin
Mesleme ayağa kalkıp: "Vallahi ben Hz. Muhammed'in bunları lanetlediğine
şahadet ederim." demiş, ancak Hakim bin Cebele O'nu zorla oturtmuştu.
Arkasından Zeyd bin Sabit de ayağa kalkınca Muhammed bin Ebi Kuteyr'e O'nu da
zorla çekip oturtmuştu. İsyancılar hep birlikte ayaklanıp Müslümanları mescidin
içinde sıkıştırmış ve onları mescitten dışarı çıkarmışlardı. Hatta Hz. Osman'ı
da hırpalamışlardı ve minber üzerinde bayılıp kalmıştı. Nihayet Hz. Osman'ı
alıp evine götürdüler. Medine'de bir grup kimse aralarında Sa'ad bin Ebi
Vakkas, Hüseyn bin Ali, Zeyd bin Sabit ve Ebu Hüreyre olmak üzere Hz. Osman'ın
evini korumaya çalışıyorlardı. Ancak Hz. Osman bu sahabelere haber gönderip
buradan gitmelerini ister, onlar da bu istek üzerine çekilip giderler.
Arkalarından Hz. Ali, Talha ve Zübeyr gelerek Hz. Osman'ı ziyaret ederler ve
başına gelenlerden dolayı "Geçmiş olsun" derler ve bu olayın nasıl
hallolunması gerektiğini konuşurlar. Bu sırada aralarında Mervan bin
el-Hakem'in de bulunduğu Ümeyyelilerden bir grup Hz. Osman'ın yanında
bulunuyorlardı. Bu Emevilerin hepsi Hz. Ali'ye şöyle demişlerdi: "Bizi
helak ettin ve bu tuzakları sen hazırladın. Vallahi ulaşmak istediğin hedefe
vardığında bu dünyayı senin başına yıkacağız!" Hz. Ali bu sözleri işitince
son derece kızgın olarak oradan ayrılmış, yanındakilerle birlikte geri dönmüş
ve hepsi evlerine kapanmışlardı. İsyancıların tam otuz gün süren kuşatmaları
boyunca Hz. Osman Müslümanlara namaz kıldırmıştı. Bundan sonra onu namaz
kılmaktan alıkoymuşlar ve namazı da bu isyancıların başı olan el-Gafiki
kıldırmıştı. Medineliler paramparça olmuş, kendi evlerinin duvarları arkasına
gizlenmiş ve evlerine kapanmışlardı. Hatta evde otururken ve dışarı çıkarken
hiç kimse silahsız bulunmaz ve dolaşmazdı. Silahını yanında bulundurur,
kendisine yapılacak saldırıyı bununla önlemeye çalışırdı.
İsyancıların
Hz. Osman'ı muhasaraları tam kırk gün sürmüştü. Bu müddet içinde onlara karşı
koymak isteyen herkese silahla mukabele etmişlerdi.
Anlatıldığına
göre, Muhammed bin Ebi Bekir ve Muhammed bin Huzeyfe Mısır'da olup ahaliyi Hz.
Osman'ın aleyhine kışkırtıp duruyorlardI. Muhammed bin Ebi Bekir bu gelen
isyancılarla birlikte Medine'ye gelmiş, Muhammed bin Huzeyfe ise ileride
anlatacağımız gibi Mısır'da kalıp Abdullah bin Sa'ad bin Ebi Serh'in oradan
ayrılması üzerine Mısır'a hakim olmuştu. Mısırlılar Hz. Osman'ı muhasara etmek
üzere geldiklerinde bunlar Recep ayında çıkmış ve niyetlerinin umre yapmak
olduğunu bildirmişlerdi. Başlarında da Abdurrahman bin Udeys el-Belevi
bulunuyordu. Bu arada Mısır valisi Abdullah bin Sa'ad bin Ebi Serh Hz. Osman'a
bir elçi göndererek bu gelenlerin durumlarını bildirmiş ve gayelerinin umre
yapmak olduğunu söylemelerine rağmen asıl gayelerinin O'nu görevinden
uzaklaştırmak veya öldürmek olduğunu haber vermişti. Bu mektubun gelmesi
üzerine Hz. Osman Müslümanlara bir hutbe okumuş, onlara bu isyancıların
durumunu bildirmiş ve şöyle de-mişti: "Bunlar sırf fitne çıkarmak üzere
gelmişlerdir. Benim ömrümün fazla uzadığını görüyorlar, bir an evvel bunun sona
ermesini istiyorlar. Vallahi eğer başlarından ayrılacak olursam benden sonra
görecekleri kan dökmelerden, kin ve öfkelerden, açık seçik kayırıcılıktan,
değiştirilen hükümlerden dolayı başlarında geçirmiş olduğum her bir güne
karşılık bir sene kalmış olmaklığımı temenni edecekler."
Abdullah
bin Sa'ad Hz. Osman'a yardım etmek ve Mısırlılara karşı korumak üzere O'nun
izniyle Mısır'dan çıkıp gelmişti. Eyle'ye geldiği zaman Mısırlıların tekrar
geri dönüp Hz. Osman'ı muhasara ettiklerini işitti. Muhammed bin Ebi
Huzeyfe'nin bu arada Mısır'a hakim olduğunu, oranın halkının da kendisine
uyduğu haberini aldı. Abdullah bin Sa'ad Mısır'a tekrar döndüğünde oraya
sokulmamış; Filistin'e gidip Hz. Osman'ın şehit edilişine kadar orada ikamet
etmişti, isyancılar Zi-Huşub'a gelip de istediklerini yapmadığı takdirde
kendisini öldürmek istedikleri belli olunca Hz. Osman, Hz. Ali'ye çıkıp gelmiş,
evine girerek şöyle demişti: "Ey amcamın oğlu! Sana olan yakınlığımı
biliyorsun, ayrıca senin üzerinde benim büyük bir akrabalık hakkım vardır. Bu
adamların gelip beni nasıl kuşattıkları ve bugün yarın beni katletmek üzere
olduklarını görüyorsun. Senin Müslümanların katında bir hayli değerin ve
itibarın vardır, seni dinler, sana itaat ederler. Bu adamları benden
uzaklaştırmanı diliyorum. Onların gelip bu şekilde kuşatmaları bana akıbetim
hakkında büyük bir korku veriyor ve durumdan endişelendiriyor." Hz. Ali bu
isteğe karşılık olarak: "Peki neye karşılık bunları geri çevireyim?"
diye sorunca Hz. Osman: "Senin işaret edeceğin ve tavsiye edeceğin her
konuda sana uymak karşılığında" demiş, Hz. Ali ise şöyle cevap vermişti:
"Ben sana defalarca gelip birçok konuda bir sürü şeyler söyledim, ancak
her seferinde konuştuktan sonra sen yine bildiğini okudun. Bugün meydana gelen
bu olaylar ise Mervan'ın, İbn Amir'in, Muaviye ve Abdullah bin Sa'ad'ın
yaptıklarının meyvesidir. Sen bu adamlara uydun da bana uymadın." Hz.
Ali'nin bu sözlerine karşılık Hz. Osman: "Hayır onlara uymam, sana
uyarım" der.
Bunun
üzerine Hz. Ali yanında muhacirler ve ensardan oluşan otuz kişilik bir cemaatle
onlarla konuşmak üzere gider. Hz. Ali'nin yanında bulunanlar arasında Said bin
Zeyd, Ebu Cenin el-Adevi, Cübeyr bin Mutim, Hakim bin Hizan, Mervan, Said bin
el-As ve Abdurrahman bin Attab bin Esid ile Ensardan Ebu Useyd es-Saidi, Ebu
Humeyd, Zeyd bin Sabit, Hassan bin Sabit, Ka'ab bin Malik bulunuyordu. Bunların
yanısıra yine Medine'deki Araplardan Neyyar bin Nikrez de yer almıştı. Bunların
hepsi kalkıp Mısırlıların yanına gelmiş ve onlarla tartışmışlardı. Onlara
muhatap olarak Hz. Ali ve Muhammed bin Mesleme konuşuyorlar idi. Gerçekten
Mısırlılar Hz. Ali ve Muhammed bin Mesleme'nin söylediklerine uymuş ve Mısır'a
geri dönmeğe başlamışlardı. Bu arada Mısırlıların reisi bulunan İbn Udeys
Muhammed bin Mesleme'ye şöyle demişti: "Bize tavsiye edeceğin ve bizden
isteyeceğin bir şey var mıdır?" Muhammed bin Mesleme: "Evet,
Allah'tan korkmam, seninle birlikte buraya gelen kimseleri alıp götürmeni ve
onları imamımızdan uzak tutmanı isterim; çünkü O da bundan sonra bize
yaptıklarından geri döneceğine ve bizim söylediklerimize uyacağına dair söz
vermiştir." diye cevap vermiş, İbn Udeys de şöyle demişti: "Evet, senin
bu dediklerini inşaallah yerine getireceğim." Arkasından Hz. Ali
yanındakilerle birlikte Medine'ye dönmüş ve Hz. Osman'ın yanına çıkarak
Mısırlıların geri döndüğünü ve onlarla gerekli şekilde konuştuğunu söylemiş ve
Hz. Osman'ın yanından çıkıp gitmişti. Hz. Osman Mısırlıların dönmesinden sonra
bir gün beklemiş, ertesi gün erken saatte Mervan bin Hakem çıkıp gelerek O'na
şöyle demişti: "Senin Mısırlıların geri döndüğünü, onların senden herhangi
bir kötülüğün gelmediğini anladıklarını ve böylece çekip gittiklerini Müslümanlara
bildirmen gerekir . Yoksa diğer şehirlerden de birçok kimse toplanır gelir ve
sen onları geri çevirmeğe güç yetiremezsin." Hz. Osman O'nun bu
dediklerine uyarak o gün mescitte Müslümanları toplayıp hutbe okur ve Mervan'ın
söylediklerini tekrarlar. Hutbe esnasında mescidin bir kenarında oturan Amr bin
el-As: "Allah'tan kork ey Osman! Sen bir sürü günah yüklendin, biz de
seninle birlikte o günahlara katıldık. Allah'a tövbe et ve Allah'a dön"
diye seslenince Hz. Osman: "Demek sen buradasın ha ey Nabiga'nın oğlu!
Seni görevden aldığım günden beri kaşınıp duruyorsun. Senin cübben bitlerle
doludur" der, fakat mescidin öbür tarafından bir ses daha: "Allah'a
tövbe et" diye bağırınca Hz. Osman ellerini kaldırıp: "Allah'ım, ben
sana ilk tövbe edenlerden biriyim!" der.
Amr
bin el-As bu olaydan sonra Filistin'deki yerine çekip gider. O şöyle derdi:
"Vallahi dağ başlarında gördüğüm çobanlara varıncaya kadar herkesi
Osman'ın aleyhinde kışkırtıp duruyordum."
Sonra
Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'e uğrayarak onları Hz. Osman'ın aleyhinde kışkırtır.
Amr
bin el-As Filistin'deki köşkünde oğulları Muhammed ve Abdullah ile birlikte
otururken Seleme bin Ravh el-Cüzami de yanlarında bulunduğu bir sırada
Medine'den bir atlının gelip kendilerine uğradığını görürler. Amr bin el-As
O'na Hz. Osman'ın durumunu sorunca şu anda isyancılar tarafından muhasara
altına alındığını söyler. Amr şöyle der: "Bana ''Abdullah'ın Babası''
derler. Dağlama şişi daha ateşin içinde iken deve zorundan osurmaya
başlar." Daha sonra Medine'den bir başka adam gelip geçerken durumu
sorduğunda Hz. Osman'ın şehit edildiği haberini verir. Amr şöyle der:
"Bana ''Abdullah'ın Babası'' derler. Eğer ben bir yarayı kaşıyacak olursam
mutlaka onu azdırırım. " Seleme bin Ravh O'na şöyle der: "Ey Kureyşliler!
Sizinle Araplar arasında bir kapı vardı, onu da vurup kırdınız." Amr O'na
cevaben: "Biz hakkı batılın kenarından sıyırıp çıkarmayı istedik ki
insanlar tümüyle hak içinde olsunlar."
Başka
bir rivayette ise şunlar anlatılır: Hz. Ali Mısırlıların geri dönmesinden sonra
Hz. Osman'ın huzuruna çıkar ve şöyle der: "Müslümanlara bir hitapta bulun;
onlar da, Cenab-ı Allah da senin kalbinde herhangi bir hilenin ve ayrılık
fikrinin olmadığını bilsinler ve sana emaneti teslim etsinler. Şu anda bütün
şehirler senin aleyhinde çalkalanıp duruyor. Bunu yap da bir kaç gün sonra
Basra'dan veya Küfe' den bazıları çıkıp gelirse ''Haydi Ali, çık git, onları
ikna et'' demene ihtiyaç kalmasın. Eğer böyle yapmayacak olursan işte o zaman
göreceğin gibi ben de seninle olan akrabalık bağlarımı koparmış ve senin bana
olan hakkını da hafife almış olurum." Bunun üzerine Hz. Osman kalkıp hutbe
okumuş ve bu hutbe Müslümanlar arasında biraz ihtilaflara sebep olmuştu.
Hutbenin sonunda kendisi tövbe ederek: "İlk öğüt alanlardan ve kendisine
yapılan nasihati kabul edenlerdenim. Bundan dolayı Allah'tan mağfiret diliyor
ve tövbe ediyorum." demiş ve herhangi bir ayrılığa sebebiyet vermediğini
ve tövbe ettiğini belirtmiş ve sonra şöyle demişti: "Ben minberden
indikten sonra sizin ileri gelenleriniz bana gelsinler ve görüşlerini beyan
etsinler. Vallahi eğer aranızda bir köle dahi beni hakka iletecek olursa onun
dediğini yerine getirir, bir köle gibi boyun eğer ve Allah'a giden yolun
dışında hiçbir yolun olmadığını beyan ederim. Vallahi sizi arzu ettiğiniz gibi
razı edeceğim ve Mervan'ı ve yakınlarını sizden ve kendimden uzaklaştıracağım,
onları sizinle aramızda perde edinmeyeceğim." Müslümanlar O'nun bu sözleri
üzerine son derece duygulanmış, ağlamış, sakalları ıslanıncaya kadar gözyaşları
dökmüş, O da onlarla birlikte ağlamıştı.
Hz.
Osman mescitten eve döndüğünde Mervan, Said ve Ümeyyeoğulları'ndan bir grup
kimseyi orada bulmuş mescitte okuduğu hutbeyi dinlemediklerini görmüştü.
Oturduğu anda Mervan ona şöyle demişti: "Ey müminlerin emiri! Konuşayım
mı, yoksa susayım mı?" Bu arada Hz. Osman'ın hanımı Naile binti el-Ferasa
söze karışır: "Hayır, susarsan çok iyi olacak. Sizler vallahi O'nu günaha
sokan ve insanların baş kaldırmalarına yol açıp O'nun öldürülmesine vesile olan
adamlarsınız. O böyle bir söz söyledi ki artık bu sözünden geri dönmesi hiçbir
zaman mümkün değildir." Mervan O'na şöyle karşılık verir: "Sana ne
oluyor, bu işlere neden karışıyorsun? Vallahi senin baban öldüğü zaman daha
abdest almasını bilmiyordu!" Naile: "Dikkat et ey Mervan, babalardan
bahsetmeye kalkışma, babam burada hazır değilken onun aleyhinde konuşup durma!
Vallahi senin baban kendi nefsini müdafaa etmekten acizdi. Eğer o Osman'ın
amcası olmasaydı ve Osman da bu söylediklerimden üzülmeyecek olsaydı ona hiçbir
zaman yalan isnat etmeden şu anda sana birçok şeyler söylerdim." Bunun
üzerine Mervan O'na cevap vermekten vazgeçip Hz. Osman'a şöyle der: "Ey
müminlerin emiri! Konuşayım mı, susayım mı?" Hz. Osman Mervan'a:
"Konuş" der. Mervan şunları söyler:
"Annem
babam sana feda olsun. Senin bu söylediklerine ilk uyanlardan biri ben olayım.
Sana bu konuda yardımcı olmayı arzu ederim, ancak sen öyle sözler söyledin ki
artık kemer sıkılacak kadar sıkılmış, son noktasına kadar gelmiş ve akan sel
çekilip gitmiş, arkasından tortularını bırakmıştır. Zelil olan da artık planını
kurmuş ve gerekenleri söylemiştir. Daha sonra tövbe ve istiğfar edilecek bir
günahı işlemek sürekli korku verecek bir tövbeden daha iyidir. Sen istiyorsan
tövben üzerinde dur da günaha yaklaşma, fakat şu anda dağlar misali bir sürü
insan kapında bekleyip durmaktadır. Bu sözler üzerine Hz. Osman: "O halde
çık, onlarla konuş. Ben onlarla konuşmaya utanıyorum" deyince Mervan
kapıya çıkmış ve insanların Hz. Osman'ın kapısında kalabalıktan üst üste
bindiği bir sırada onlara: "Ne oluyor size! Bir talan yapmak üzere gelen
adamlar gibi toplanmış duruyorsunuz? Hey yüzleri çirkin insanlar, ne
istiyorsunuz? Siz bizim hükümdarlığımızı elimizden almak niyetiyle mi geldiniz?
çıkınız gidiniz buradan. Allah'a yemin ederim, bize saldırıp kastedecek
olursanız, bizden hoşlanmayacağınız şeyler görürsünüz. Başınıza geleceklerden
de memnun olmayacaksınız, çekin evlerinize gidin. Vallahi, biz şu anda elimizde
bulundurduğumuz yönetim işini kimseye kaptırmaz ve bunda mağlup olmayız."
şeklinde seslenmişti.
Orada
biriken Müslümanlar geri dönmüş ve Hz. Ali'ye gelerek durumu haber vermişlerdi.
Bunun
üzerine Hz. Ali Abdurrahman bin el-Esved bin Abdi Yağus'un yanına varıp sorar:
"Hz. Osman'ın hutbesini dinledin mi?" Abdurrahman: -Evet" der. Sonra
Hz. Ali: "Mervan'ın insanlara söyledikleri sözleri duydun mu?" diye
sorar. Abdurrahman: "Evet" der. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle konuşur:
"Ey Allah'ın kulları, ey Müslümanlar, görünüz! Ben evimde oturup bu
işlerden uzak kaldığımda gelir: ''Beni terk ettin. Hani akrabalığımız, hani
hukukumuz?'' der. Konuşup da işlere karıştığımda tutup Mervan kendisiyle oynar,
yaşının ilerlemesinden istifade eder ve O'nu istediği şekilde yönlendirmeye
kalkışır. Halbuki o Resulullah (s.a.v.)'ın en yakın bir sahabisidir. "
Hz.
Ali bu kızgınlık içerisinde kalkıp Hz. Osman'ın yanına gider ve şöyle der:
"Mervan'ın yaptıklarından razı olan sen değil misin? Seni dininden
saptırıncaya kadar senden razı olan da O değil mi? O seni dininden ve aklından
saptırmak istiyor. Aynen sahibinin çekip götürdüğü yere yönelen deve gibi O'nun
elinde mi kaldın? Vallahi Mervan ne din konusunda, ne de kendi nefsiyle ilgili
olarak hiçbir görüş beyan edecek adam değildir. Vallahi ben Mervan'ın seni bir
bu tarafa, bir o tarafa yöneltip durduğunu görüyorum. Ben bu sözlerimden sonra
sana bir daha gelip hitap ta ve serzenişte bulunmayacağım. Sen şerefini
kaybettin, itibarını yitirdin ve kendi görüşüne sahip çıkamadın."
Hz.
Ali çıkıp gidince Hz. Osman'ın hanımı Naile içeri girip şöyle der: ..; Ali' nin
söylediklerini işittim. Sen O'nu bırakıp Mervan'a uydun, Mervan da seni arzu
ettiği şekilde yönlendirmeye çalışıyor. Hz. Osman şöyle karşılık verir:
"Fakat ne yapabilirdim ki?" Naile de: "Allah'tan korkup senden
evvelki iki halifenin yoluna uyman gerekir. Sen Mervan'a itaat ettiğin anda O
seni helake götürür. Mervan'ın insanların katında hiçbir itibarı, heybeti ve
sevgisi yoktur. Bundan dolayı da insanlar seni bir tarafa iter, bırakırlar.
Onun için Ali'ye haber gönder, gönlünü al ve O'na yakınlığını, akrabalığını ve
itaat edeceğini söyle." diye konuşur. Hz. Osman Hz. Ali'ye haber gönderip
çağırttığı halde icabet etmez ve şöyle der: "Ben O'na yakın olmadığımı
artık anlamış oldum."
Naile'nin
söyledikleri Mervan'ın kulağına gidince Hz. Osman'ın huzuruna gelir ve onun
yanında ona: "Ey Ferase'nin kızı!" diye kızacak olur. Hz. Osman:
"Sakın ona tek bir söz söylemeyesin hey yüzü kara adam! O bana senden daha
çok iyilik gösterir ve daha iyi nasihat eder" diye çıkışınca Mervan susar.
Hz.
Osman geceleyin Hz. Ali'nin evine gelerek O'na şöyle der: "Evet, ben
söylenenlere uymadım, fakat bundan sonra uyacağım." Hz. Ali: "Sen
Resulullah (S.A.V.)'ın minberinde konuşup insanlara söz verdikten sonra evine
girdin, arkasından Mervan senin evinden çıkıp kapının önünde millete küfretti
ve hakaret ederek onlara eziyet etti." diye cevap verir. Hz. Osman Ali'nin
yanından çıkıp giderken: "Beni yalnız ve yardımsız bırakıp insanları bana
karşı cesaretli davranmaya sebep oldun" der. Hz. Ali de cevaben:
"Vallahi
ben insanları şerleri dokunmasın diye hep senden uzaklaştırmağa çalıştım. Sana
her gelip konuştuğumda razı olduğun ve uygun bulduğun hususlarda Mervan gelip
sana başka şeyler söyledi ve seni başka yerlere yöneltti, sen de O'nun,
sözlerine uydun ve dediklerimi kulak ardı ettin." diye konuşur.
Hz.
Ali su içmekten alıkonuncaya ve evine suyun girmesi engelleninceye kadar O'na
uğramamış ve işlerine hiç karışmamıştı. Hz. Osman su içmekten alıkonunca Hz.
Ali Talha'ya şöyle der: "O'na su götürmeni istiyorum." Böylece Hz.
Ali, Hz. Osman'a su götürülünceye kadar kızgınlığını sürdürmüştü.
Başka
bir rivayette şunlar kaydedilir: Hz. Osman muhasara edildiği sırada Hz. Ali
Hayber'de bulunuyordu. Medine'ye vardığında Müslümanlardan bir grubun Hz.
Talha'nın yanında toplandıklarını görür. Burada toplananlar üzerinde Hz.
Ali'nin etkisi olabilecek kimselerdi. Hz. Ali Medine'ye ulaşınca Hz. Osman O'na
giderek şöyle der: "Emma ba'du ... Benim senin üzerinde İslam'ın hakkı
olduğu kadar kardeşliğin, akrabalığın ve sihriyyetin de hakları vardır. Eğer
bütün bunlar olmasaydı ve biz de cahiliye devrinde olsaydık Teymoğulları'ndan
birisinin emirleri olan Abdimenaftan birisini çekiştirmesi ayıp olurdu."
Bunun üzerine Hz. Ali O'na: "İnşallah sana iyi haberler gelir" diye
karşılık verir ve çıkar. Mescide giderek orada Usame'yi görür. Usame'nin
omuzuna dayanarak Hz. Talha'nın evine varıncaya kadar etraftakilerden gizlenir.
Hz. Ali Talha'ya şöyle der: "Ey Talha! Bu içine düştüğün hata nedir?"
Talha ise: "Ey Hasan'ın babası! Benim bu yaptığım bıçak kemiğe dayandıktan
sonra yapılan şeylerdir" diye cevap verir. Ancak Hz. Ali beytülmale
varıncaya kadar gelir ve oradakilere kapıyı açmalarını söyler. Ancak o anda
anahtarlar bulunmayınca Hz. Ali kapıyı kırar ve Müslümanlara oradan mal
dağıtmaya başlar. Hz. Ali'nin böyle davranması üzerine Talha yalnız başına
kalıncaya kadar insanlar etrafında dağılmağa başlarlar ve Hz. Osman da buna son
derece sevinir. Talha Hz. Osman'a gelerek şöyle söyler: "Ey müminlerin
emiri! Ben bir iş yapmak istedim, ancak Cenab-ı Allah bana o işi yaptırmadı.
" Hz. Osman da O'na: "Sen tövbe ederek geldin, fakat bu gelişinde de
mağlup olarak buraya ulaştın. Allah sana yeter ey Talha!" diye karşılık
verir.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
BU YILIN
OLAYLARI:
HZ. OSMAN'IN
NEREYE DEFNEDİLMİŞ OLDUĞU VE NAMAZINI KİMİN KILDIRDIĞI
Hz. OSMAN'IN MUHASARA
EDİLDİĞİ GÜNLERDE Hz. NEBİ'İN MESCİDİNDE
MÜMİNLERİN EMİRİ
HZ. ALİ BİN EBİ TALİB'E BEY'AT EDİLMESİ