UMDETU’L

AHKAM

YEMİNLER VE ADAKLAR

 

BİR HUSUSA YEMİN EDİP DE BAŞKASININ ONDAN HAYIRLI OLDUĞUNU GÖREN KİMSENİN HAYIRLI OLANI YAPIP YEMİNİNİN KEFFARETİNDE BULUNMASININ TEŞVİK EDİLDİĞİ

 

4257-19/19- Bize Şeyb€m b. Ferruh tahdis etti, bize Cerir b. Hazim tahdis etti, bize Hasan tahdis etti, bize Abdurrahman b. Semura tahdis edip, dedi ki: Resulullah (s.a.v.) bana: "Ey Abdurrahman b. Semura! Emirlik isteme. Çünkü sen istediğin için o sana verilecek olursa onunla baş başa bırakılırsın. Eğer istemeden o sana verilirse onu yerine getirmek için sana yardım olunur. Ve eğer bir hususa dair yemin eder de başkasının ondan hayırlı olduğunu görürsen, yemininin kefaretini yerine getir ve hayırlı olanı yap" buyurdu.

 

Açıklama:

 

(4257) Rasulullah (s.a.v.)'in: "Ey Abdurrahman b. Semura!

Emirliği isteme ... Onunla baş başa bırakılırsın." Nüshaların bir çoğunda onunla baş başa bırakılırsın ifadesi vav harfi ile "vukilte ileyha." şeklinde bazılarında hemzeli olarak "ukilte ileyha" şeklindedir. Bu hadisten çeşitli hükümler anlaşılmaktadır:

 

1. Valilik'e (ve benzeri kamu yönetimine) talip olmak mekruhtur. İster bu emirlik, ister hakimlik, ister hisbe, isterse de daha başka görevler olsun farketmez.

 

2. Böyle bir görev isteyen kimsenin beraberinde yüce Allah'tan bir yardım olmayacağı ve kendisinde bu işi yerine getirecek yeterliliğin bulunmayacağı ve dolayısıyla da ona böyle bir görevin verilmemesi gerektiği de beyan edilmektedir. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.): "Biz işimizin başına onu isteyeni yahut onu şiddetle arzu edeni görevlendirmeyiz" buyurmuştur.

 

 

 

4239-7/1- ... Ebu Musa el-Eş'ari'den şöyle dediğini rivayet etti: Eş'arilerden bir grup ile birlikte Nebi (s.a.v.)'in huzuruna bize bizi taşıyacak binek vermesi için gittim. Rasulullah (s.a.v.): "Allah'a yemin ederim size sizi taşıyacak binek vermeyeceğim. Esasen benim yanımda size verecek bineğim de yok" buyurdu.

(Ebu Musa), dedi ki: Allah'ın dilediği kadar bir süre öylece kaldık. Sonra bir sürü deve getirildi. O da bize beyaz hörgüçlü üç deve verilmesini emir buyurdu. Ayrılıp gittiğimizde biz -ya da bazımız diğerine-: Allah bize bereket ihsan buyurmaz. Biz Rasulullah (s.a.v.)'e bizi taşıyacak deve istemek üzere gittik, O da bizi taşıyacak deve vermeyeceğine yemin ettikten sonra bize taşıyacak deve verdi, dedik. Sonra ona gidip (bunu) haber verdiler. Bunun üzerine O da: "Size yükünüzü taşıyacak bu develeri ben vermedim. Ama Allah size bunları size ihsan etti. Bana gelince; Allah'a yemin olsun ki -inşallah- herhangi bir hususa yemin ettikten sonra ondan daha hayırlı olanını görecek olursam, mutlaka yeminimin keffaretini verir ve hayırlı olanını yaparım" buyurdu. 

 

Açıklama:

 

Rasulullah (s.a.v.)'in (4239) "Şüphesiz ben Allah'a yemin ederim ki inşallah herhangi bir hususa yemin ettikten sonra ondan daha hayırIzsını görecek olursam mutlaka yeminimin kefaretini yerine getirir ve hayırlz olanı yaparım" buyurmaktadır. Diğer hadiste ise (4248) "Kim bir hususa dair yemin edip de ondan başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse hayırlz olanı yapsın ve yemininin kefaretinde bulunsun" bir rivayette de (4253) "Sizden biriniz bir hususa dair yemin edip de ondan hayırlısını görürse ona kefarette bulunsun ve hayırlı olanı yapsın" buyurulmaktadır.

Bu hadisler, herhangi bir işi yapmaya ya da yapmamaya yemin edip de yeminini bozmanın sürdürmesinden daha hayırlı olduğunu görecek olursa, yeminini bozmasının müstehab olup, kefarette bulunmasının da gerektiğine delildir. Bu üzerinde ittifak edilmiş bir husustur. iIim adamlarının icma ettikleri üzere, yeminini bozmadan önce keffarette bulunmak yemin eden e vacip değildir. Aynı zamanda kefaretin yemininin bozulmasından sonra geciktirilmesinin caiz olduğu, fakat yeminden önce kefarette bulunmanın caiz olmadığı üzerinde de icma etmişlerdir.

Bununla birlikte yemin ettikten sonra ve yemini bozmadan önce kefarette bulunmanın caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Malik, Evzai, Sevri, Şafii ve on dört sahabi ile tabilnden pek çok topluluk bunun caiz olduğunu kabul etmiştir. iIim adamlarının büyük çoğunluğunun görüşü de bu olmakla birlikte keffaretin yeminin bozulmasından sonra yerine getirilmesi müstehaptır demişlerdir. Şafii ise oruç tutmakla keffarette bulunmayı istisna ederek yeminin bozulmasından önce oruç tutmak caiz değildir, çünkü o bedeni ibadettir. Dolayısı ile bu ibadetin namaz ve ramazan orucu gibi vaktinden önce yapılması caiz değildir demiştir. Mal ile kefarette bulunmaya gelince, zekatın vaktinden önce ödenmesi caiz olduğu gibi bunun da önce yapılması caiz olur.

 

Mezheb alimlerimizin bazıları ise masiyet olan yemini bozmayı istisna ederek şöyle demiştir: Onun kefaretinin yeminin bozulmasından önce yapılması caiz değildir. Çünkü bu halde masiyete yardımcı olmak söz konusudur. Cumhur ise masiyet olmayan yeminlerde olduğu gibi bu kefaretin de yeterli olacağını kabul etmiştir.

 

Ebu Hanife onun mezhebine mensup ilim adamları ve Maliki mezhebinden Eşheb ise durum ne olursa olsun yemin bozulmadan önce kefarette bulunmak caiz değildir demişlerdir. Cumhurun delili ise bu hadislerin zahirlerinden anlaşılan ile zekatın erken ödenebileceğine dair kıyastır.

 

(4239) "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna Eş'arilerden bir grup ile birlikte Ondan bizi taşıyacak binek istemek üzere gittim." Yani Ondan bizi ve yüklerimizi taşıyacak deve istemek maksadı ile gittik.

 

"O bize hörgüçleri beyaz üç deve verilmesini emir buyurdu." bir rivayette (4241) "Beş deve" denilmekte, bir diğer rivayette ise hörgüçleri alacalı üç deve" denilmektedir.

 

"Zür'a" zirve kelimesinin çoğuludur. Her şeyin zirvesi en yüksek noktasıdır.

 

Burada kasıt hörgüçlerdir. "Gur" beyaz demektir. Aynı şekilde "buk': alacalı" den maksat da beyaz demektir. Bunun asıl anlamı ise beyaz ve siyah renkli olan demektir. Bu ifadenin anlamı ise Rasulullah (s.a.v.) bize hörgüçleri beyaz develerin verilmesini emir buyurdu şeklindedir.

"Üç deve"yi ifade etmek üzere "biselasi zevdin" tabiri bir şeyin kendi kendisine izafe edilmesi türündendir. Bunu "zevd" lafzını tek bir kişi hakkında kullanıldığını kabul edenler delil gösterebilirler.

 

"Üç" ile diğer rivayette "beş" denilmesi arasında bir aykırılık yoktur. Çünkü üç devenin söz konusu edilmesi beş devenin reddedilmesi anlamına gelmez. Fazlalık ise kabul edilen bir husustur. Son rivayette de üç anlamındaki "selase" lafzında yuvarlak te de kaydedilmiştir. Bu doğru olup, develerin manası ile alakalıdır. Allah en iyi bilendir.

Rasulullah (s.a.v.)'in: "Sizi taşıyacak binekleri ben vermedim.

Ama Allah sizi taşıyacak binekleri verdi" buyruğuna gelince; Buhar! bu hadisin bab başlığında yüce Allah'ın: "Allah hem sizi hem de yapıp ettiklerinizi yarattı" (Saffat, 96) buyruğunu başlık olarak kaydetmiş ve böylelikle kulların fiillerinin yüce Allah tarafından halk edildiğini anlatmak istemiştir. Zaten bu mutezilenin kanaatinin aksine ehl-i sünnetin kabul ettiği görüşdür. Maverdi, dedi ki: Bunun anlamı şudur: Yüce Allah bana sizi taşıyacak binek verdi. Eğer bu olmasaydı benim yanımda sizi taşıyacak binek olmazdı.

 

Kadı Iyaz, dedi ki: Ona onları taşıyacak binek vermesinin vahyedilmiş olması yahut da yüce Allah'ın kendileri hakkında payayırma emrinin genel kapsamı içerisine girmelerini murad etmiş olması da ihtimal dahilindedir.

 

 

 

4241-9/3- Bana Ebu Rabi' el-Ateki tahdis etti, bize Hammad -yani b. ZeydEyyub'dan tahdis etti, o Ebu Kilabe ve el-Kasım b. Asım'dan rivayet etti, o Zehdem el-Cermi'den rivayet etti. Eyyub, dedi ki: Ben el-Kasım'ın hadisi rivayetini Ebu Kilabe'nin hadisi rivayetinden daha iyi bellemiş bulunuyorum. O, dedi ki:

Ebu Musa'nın yanında oturuyorduk. Sofrasının getirilmesini istedi. Sofrasında tavuk eti vardı. Nevaliye benzeyen kırmızı tenli teymullah oğullarından bir adam da içeri girdi. Ebu Musa ona: Hadi gel, dedi., o biraz tereddüt etti. Tekrar: Gelsene, dedi. Çünkü ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i bundan yerken gördüm (diye ekledi). Bu sefer adam: Ben onu bir şeyler yerken gördüm de ondan tiksindim. Bu sebeple bir daha onu yememek üzere yemin ettim, dedi.

Bu sefer Ebu Musa, dedi ki: O halde gel sana ben bunu anlatayım. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Eş'arilerden bir grup ile birlikte bizi taşıyacak binek vermek üzere gittim. O: ''Allah'a yemin olsun ki, ben size sizi taşıyacak binek vermeyeceğim. Hem benim yanımda sizi üzerinde taşıyacağım bineğim de yok" buyurdu. Derken Allah'ın dilediği kadar bir süre kaldık. Sonra Rasulullah (s.a.v.)'e ganimet alınmış develer getirildi. Bizi çağırttı ve bize beyaz hörgüçlü beş deve verilmesini emir buyurdu. Biz ayrılıp gidince birbirimize:

Rasulullah (s.a.v.)'e yapmış olduğu yeminini unutturduk. Kesinlikle bize bereket ihsan olunmayacaktır, dedik ve onun yanına geri dönerek: Ey Allah'ın Rasulü! Biz sana bizi taşıyacak binek vermeni isteyerek gelmiştik. Sen de bize bizi taşıyacak binek vermeyeceğine dair yemin etmiştin. Sonra da bize bizi taşıyacak binek verdin. Acaba unuttun mu ey Allah'ın Rasulü, dedik. O: "Ben Allah'a yemin ederim -inşallah- herhangi bir hususa dair yemin edip de başkasının ondan daha hayırlı olduğunu görecek olursam, mutlaka o hayırlı olanı yapar ve yeminime kefarette bulunurum. Haydi gidin. Aslında sizi taşıyacak binekleri size veren ancak Yüce Allah'tır" buyurdu. 

 

Açıklama:

 

"Ebu Musa'nın (4241) tavuk eti hakkında "Resulullah (s.a.v.)'i bundan yerken gördüm" demesinden tavuk etinin ve lezzetli yiyeceklerin mübah olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Decac (tavuk) lafzı horoz hakkında da kullanılır. Bu dal harfi kesreli (dicac) ve fethalı (decac) olarak da söylenebilir.

 

"Ganimet alınmış develer" Dil bilginlerinin, dediklerine göre "nehb" ganimet demektir. Çoğulu nun harfi kesreli olarak nihab ve nun harfi ötreli olarak nuhub diye gelir. Bu da mahluk anlamında halk lafzının kullanıldığı gibi menhub (ganimet alınmış) anlamında bir mastardır.

 

"Resulullah (s.a.v.)'e yeminini unutturduk." Yani biz, Onun yeminini hatırlamayıp onu unutmasına sebep olduk. Ona yeminini hatırlatmadık. Yani Ondan bu aldıklarımızı, yeminini unutmuş olduğu bir halde iken aldık.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

YÜCE ALLAH'TAN BAŞKASI ADINA YEMİN ETMENİN YASAK OLDUĞU BABI