UMDETU’L AHKAM |
KISAS BÖLÜMÜ |
KASAME BABf |
4318-1/1- Bize Kuteybe
b. Said tahdis etti, bize Leys Yahya -ki o ibn Said'dir- dan tahdis etti, o
Buşeyr b. Yesar'dan, o Se hı b. Ebu Hasme'den rivayet etti -Yahya, dedi ki:
Zannederim o ayrıca: ve Rafi' b. Hadic'den de, dedi.- Her ikisi, dedi ki:
Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile Muhayyısa b. Mes'ud b. Zeyd çıkıp Hayber'e kadar
geldiler. Hayber'de oradaki bir yerde bir birlerinden ayrıldılar. Sonra aniden
Muhayyısa, Abdullah b. Sehl'in öldürülmüş olduğunu görüverdi. Onu defnettikten
sonra Huvayyısa b. Mes'ud ve Abdurrahman b. Se hı ile -ki onların en küçüğü
idi- Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gittiler. (Küçükleri)
Abdurrahman iki arkadaşından önce konuşmaya kalkışınca Rasulullah (s.a.v.)
-yaşça büyük olanı kastederek- "büyüğüne öncelik tam" buyurdu. Bunun
üzerine o susunca diğer iki arkadaşı konuşmaya başladı. O da onlarla birlikte
konuştu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Abdullah b. Sehl'in
öldürüldüğünden söz ettiler. Rasulullah (s.a.v.) kendilerine: Sizler yemin edip
sahibinizin (davalınızın) -yahut katilin izin- üzerindeki hakkınızın sabit
olmasını ister misiniz?" buyurdu. Onlar: Biz tanık olmadığımız halde nasıl
yemin edebiliriz, dediler. Rasulullah (s.a.v.): "O halde Yahudiler size elli
yemin edip sizin davanızdan ibra olsunlar mı" buyurdu. Onlar: Kafir bir
kavmin yeminlerini nasıl kabul edebiliriz ki, dediler. Rasulullah (s.a.v.) bu
hali görünce onun diyetini ödedi.
Açıklama:
Müslim, Muhayyısa'nın
amcasının oğlu Abdullah b. Sehl'i Hayber'de öldürülmüş olarak bulduğu zamanı
anlatan Huvayyısa ve Muhayyısa hadisini değişik lafız ve rivayet yolları ile
zikretmektedir. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) Abdullah b. Sehl'in velilerine
(4318) "Elli yemin edip davalı olduğunuz adamın yahut katil olduğunu
söylediğiniz kimsenin üzerindeki hakkınızı kazanmak ister misiniz?" diğer
rivayette ise "Katilinizin yahut davalınızın ... hak etmek ister
misiniz" buyurulmaktadır.
Huvayyısa ve Muhayyısa
isimlerinde ye harfi hem şeddeli hem şeddesiz okunabilir. Bunların ikisi de
meşhur iki söyleyiştir. Kadı Iyaz bu iki söyleyişi söz konusu ederek şeddeli
söyleyişin daha meşhur olduğunu belirtmiştir. Kadı Iyaz, dedi ki: Kasame ile
ilgili (bu) hadis şeriat esaslarından bir esas, ahkamın temel dayanaklarından
bir kaide, kulların maslahatlarının rükünlerinden bir rükündür. Ashab ve
tabiinden bütün ilim adamları da onlardan sonra gelen Hicaz, Şam, Kufe ve
onların dışındaki diğer bütün bölge ilim adamlarının -yüce Allah'ın rahmeti
onlara- bunu delil almışlardır. Bunu delil alış keyfiyetleri farklı olmakla
birlikte.
Bir topluluktan da
kasamenin batılolduğu ve bunun hükümsüz olduğu, onunla amel edilmeyeceği ni
söyledikleri de rivayet edilmiştir. Bu kanaatte olanlar arasında Salim b.
Abdullah, Süleyman b. Yesar, Hakem b. Uyeyne, Katade, Ebu Kilabe, Müslim b.
Halid, İbn Uleyye, Buhar! ve başkaları da vardır. Ömer b. Abdulaziz'den ise bu
iki kanaat gibi iki ayrı rivayet nakledilmiştir.
Kasameyi kabul edenler
ise öldürmenin kasten olması halinde kasame neticesinde kısasın icap edip
etmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Hicazlıların çoğunluğu icap eder
demiştir. Bu Hadesan, Rabia, Ebu Zinad, Malik ve onun mezhebine mensup ilim
adamları, leys, Evzai, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Davud'un da görüşüdür.
Şafii'nin kadim görüşü de böyledir. İbn Zubeyr ve Ömer b. Abdulaziz'den de bu
kanaat rivayet edilmiştir.
Ebu Zinad, dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.)'in ashabı pek çok iken biz bu kanaatte idik. Benim görüşüme
göre onlar o zaman bin kişi idiler. Ve onlardan iki kişi dahi bu hususta
ihtilaf etmemişti.
Kufeli alimler ve iki
sahih görüşünden daha sahih olanına göre Şafii ise kasa me neticesinde kısas
icap etmez ancak diyet gerekir demişlerdir. Bu görüş Hasan-ı Basri, Şabi,
Nehai, Osman el-leysi ve Hasan b. Salih'den rivayet edilmiştir. Aynı şekilde
Ebu Bekir, Ömer, İbn Abbas ve Muaviye (radıyallahuanhum)'dan da rivayet
edilmiştir.
Kasameyi kabul
edenler, kasamede kimlerin yemin edeceği hususunda da ihtilaf etmişlerdir.
Malik, Şafii ve cumhur mirasçılar yemin eder. Onların elli yemin etmesi ile
birlikte had vacip olur demiş ve bu sahih hadisi delil göstermişlerdir. Hadiste
yemine önce davacının başlayacağı açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır. Ve bu
kesinlikle karşı konulamayacak kadar sahih pek çok yoldan sabit olmuş bir
husustur. Malik, dedi ki: Eskiden de sonradan da imamların üzerinde icma
ettikleri husus kasamede yemin etmeye başlayacağıdır. Çünkü davacının tarafı
zan altında bulundurucu sebep dolayısıyla güç kazanmış olmaktadır.
Kadı Iyaz, dedi ki: Bu
kanaat sahipleri davalıların yemine önce başlayacağını rivayet edenlerin
rivayetini zayıf kabul etmişlerdir. Hadis ehli, dedi ki: Bu şekildeki rivayet
ravilerin vehminden (yanılmasından) kaynaklanmaktadır. Çünkü bu rivayetler
davacının yemini ile başlamayı iskat etmiş ve yeminin reddedilmesini söz konusu
etmemişlerdir. Diğer taraftan davacıların yemine başlayacaklarını rivayet
edenlerin rivayetlerinde bir fazlalık bulunmaktadır. Onların bu rivayetleri ise
çok sayıda meşhur yollardan gelmiş sahih rivayetlerdir. Bu sebeple onlarla gereğince
amel etmek gerekir. Unutanın rivayeti ise buna karşı duramaz. (Kadı Iyaz)
devamla, dedi ki: (Kasame sebebi ile) kısasın vacip olmadığını söyleyip sadece
diyetin gerektiğini söyleyenler öncelikle davalıların yemini ile başlanması
gerektiğini söylemişlerdir. Ancak Şafii ve Ahmed cumhurun kanaatini kabul
ederek önce davacının yemini ile başlanacağını eğer davacı yemini kabul
etmeyecek olursa yeminin davalıya teklif edileceğini söylemişlerdir. İlim
adamlarının icma ettiklerine göre beraberinde ağırlıklı zan oluşturacak bir
şüphe bulunmadığı sürece yalnızca dava sebebi ile kıyas da diyet de gerekmez.
Ancak kasameyi gerektiren böyle itibara alınacak bu tür şüphenin mahiyeti
hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bunun da yedi şekli söz konusudur:
Maktulün hayatta iken
kanım filanın boynundadır, o beni öldürdü, yahut eğer kendisinde herhangi bir
iz görülmüyorsa o beni vurdu, ya da öldürücü yerlerime o bana bunu yaptı, ya da
beni yaraladı deyip bunları kasten yaptığını zikretmesi sureti ile olur. Bu Malik
ve Leys'e göre kasameyi gerektiren bir sebeptir. Malik (rahmetullahi aleyh)'in
zikrettiğine göre bu husus geçmişte ve sonraki zamanlarda imamların üzerinde
icma ettikleri bir husustur. Kadı Iyaz, dedi ki:
Çeşitli bölge fukahası
arasında onlardan başka böyle diyen olmadığı gibi, onlardan başkasından da
rivayet olunmamıştır. Bu hususta genelolarak bütün ilim adamları muhalefet
etmiş, onların dışında hiçbir kimse bundan dolayı kasame yapılacağı kanaatine
sahip olmamıştır. Maliki mezhebine mensup kimi ilim adamı bunun kasame olması
için maktulde iz ve yaranın varlığını şart koşmuşlardır.
Malik bu hususta
İsrailOğulları meselesini ve yüce Allah'ın: "Biz ona maktulün bir parçası
ile vurun, dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir" (Bakara, 73)
buyruğunu delil göstermişlerdir. iIim adamları der ki: O adam diriltildi ve
katilinin kim olduğunu söyledi. Yine Maliki mezhebine mensup ilim adamları
bunun insanların gafil ve habersiz olduğu bir zamanın kollandığı bir
halolduğunu delil göstermişlerdir. Eğer bizler şahit olmayı şart koşup,
yaralanın sözüne itibar etmeyecek olursak, bu, çoğu zamanlarda kanlar ile
ilgili davayı iptal etmemiz sonucuna götürecektir. Derler ki: Ayrıca böyle bir
durum yaralının doğru söylemenin yollarını aradığı, yalandan ve masiyetlerden
uzak kaldığı, iyilik ve takvayı azık edinmeye çalışacağı bir haldir. Bu durumda
onun sözünü kabul etmek icap eder.
Yine Maliki mezhebi
alimleri onun bu söylediğine şahitlik hususunda tek bir şahit ile yetinilir mi,
yoksa mutlaka (bu sözleri söylediğine dair) iki şahit gerekli mi hususunda
ihtilaf etmişlerdir.
2. Öldürme eyleminin
görüldüğüne dair herhangi bir beyyine bulunmaksızın itham edici sebebin
bulunması halidir. Malik, Leys ve Şafii bunu kabul etmişlerdir. Adaletli tek
bir kişinin şahitliği de bu ith am edici sebepler (levs) arasındadır. Adil
olmayan bir topluluğun söyleyeceği söz de bu türdendir.
3. Adaletli iki
kişinin yaralamaya şahitlik etmeleri ve yaralanan kimsenin bundan sonra birkaç
gün yaşaması sonra da o yaralamanın etkisinden kendisine gelmeden önce ölmesi
halidir. Malik ve Leys, dedi ki: Bu bir ith am edici (levs) sebeptir. Şafii ve
Ebu Hanife ise burada kaseme yoktur, aksine adaletli iki kişinin şahitliği ile
kısas icap eder demişlerdir.
4. İtham altında
tutulan kimsenin maktulün yanı başında yahut ona yakın bulunması yahut da
beraberinde öldürme aleti ile birlikte onun bulunduğu cihetten gelmesi üzerinde
kan izleri ve daha başka izlerin bulunması, aynı zamanda orada öldürme işinin
onun tarafından yapıldığının söylenmesine imkan verecek yırtıcı hayvan ya da
başka bir varlığın bulunmaması, yahut da bir topluluğun bir maktulün yanından
ayrılması halleridir. İşte bu Malik ve Şafii'ye göre kasameyi gerektirici bir
levs (itham) sebebidir.
5. İki grubun
birbirleri ile çarpışması ve ikisi arasında birisinin maktul bulunmasI. Malik,
Şafii, Ahmed ve İshak'a göre böyle bir durumda kasame söz konusudur. Malik'ten
kasamenin söz konusu olmayacağına dair bir rivayet de gelmiştir. Aksine böyle
bir durumda eğer maktul iki kesimden birisi ise diğer kesime onun diyetini
ödemek gerekir. Şayet her ikisi dışından birisi ise birbirleri ile çarpışan iki
kesimin onun diyetini ödemesi icap eder.
6. İnsanların
kalabalık bulunduğu bir yerde ölmüş birisinin bulunması. Şafii, dedi ki: Böyle
bir durumda kasa me sabit olur ve bundan dolayı diyet gerekir. Malik ise: Bu
durumda ölmüş birisinin kanı hederdir demiştir. Sevri ve İshak ise diyetinin
beytülmalden ödenmesi gerekir demişlerdir. Bunun gibi bir görüş Ömer ve Ali'den
de rivayet edilmiştir.
7. Maktulün bir kavmin
mahallesinde yahut kabilesi arasında ya da mescidlerinde bulunması hali: Malik,
Leys, Şafii, Ahmed, Davud ve başkaları sadece bununla kasame sabit olmaz,
aksine maktulün kanı hederdir. Çünkü bazen bir adam bir diğerini öldürür ve onu
bir başka kesimin mahallesine öldürme onlara nisbet edilsin diye bırakabilir.
Şafii, dedi ki: Ancak aralarında başkalarının karışık olarak bulunmadığı
kendisine düşman olan mahallesinde bulunması hali müstesnadır. O taktirde bu
Hayber'de cereyan eden olay gibi olur. Nebi (s.a.v.) Ensar ile yahudiler
arasındaki düşmanlık sebebi ile maktulün mirasçıları lehine kasame hükmünü
vermiştir. Hayber'de de yahudilerden başka kimseler yoktu.
İmam Ahmed'den de
Şafii'nin kanaatine yakın bir görüş nakledilmiştir. Ebu Hanife, Sevri ve
Kufelilerin çoğunluğu da bir maktulün bir mahallede yahut da bir köyde
bulunması kasameyi gerektirir. Onlara göre şimdiye kadar geçen yedi şekil
arasında sadece bunda kasame sabittir. Çünkü onlara göre Nebi (s.a.v.)'in
hakkında kasame hükmünü verdiği tek şekil budur. Yine onlara göre maktul
kendisinde iz bulunmadıkça kasame söz konusu değildir. Derler ki:
Eğer maktul bir
mescidde bulunacak olursa mahalle halkı yemin eder ve diyetin beytülmalden
ödenmesi gerekir. Bu hüküm ise mahalle halkı aleyhine davacı olmaları halinde
söz konusudur. Evzai, dedi ki: Maktulün bir mahallede bulunması üzerinde bir iz
bulunmasa dahi kasameyi gerektirir. Buna yakın bir görüş Davud'dan da
nakledilmiştir. Kadı Iyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir. Allah en iyi
bilendir.
"Abdurrahman iki
arkadaşından önce konuşmak istedi. .. Ve onlarla birlikte konuştu." Yani
maktul olan kişi Abdullah idi. Onun da Abdurrahman adında bir kardeşi daha
vardı. Her ikisinin ise Muhayyısa ve Huvayyısa adında iki amca çocukları vardı.
Bunlar ise yaşça Abdurrahman'dan büyüktüler. Maktulün kardeşi Abdurrahman
konuşmak isteyince Nebi (s.a.v.): "Bırak da büyük olan konuşsun"
buyurdu. Yani senden büyük olan konuşsun.
Şunu da bilelim ki,
davada bulunmak gerçekte maktulün kardeşi olan Abdurrahman'ın hakkıdır. Amca
çocuklarının bu davada bir hakları yoktur. Nebi (s.a.v.)'in yaşça büyük olan
Huvayyısa'nın konuşmasını emir buyurması bundan kastının davada bulunma hakkı
değil, olayın şeklini ondan dinlemek ve nasıl cereyan ettiğini işitmektir. Eğer
dava hakkını kastetmiş olsaydı o zaman bu hakka sahip olan konuşacaktı. Ayrıca
Abdurrahman'ın davanın sürülmesi hususunda Huvayyısa'yı vekil tayin etmiş
kendisine yardımcı olmasını istemiş, yahut da ve kil kılınmasını emretmiş olma
ihtimali de vardır. Ayrıca buradan faziletler bakımından eşit olunması halinde
yaşın fazileti ön plana çıkmaktadır. Bunun daha başka benzerleri de vardır. Bu
durumda daha yaşlı olduğu için kişi imam olmakta ve nikah veliliği hususunda ve
daha başka hususlarda öne geçirilmesi mendubdur.
"Yaşça büyüklüğü
kastetti" yani o bununla yaşça büyük olmayı kastetmişti.
Burada
"el-kubra" lafzı kastediyor ve buna benzer bir fiilin takdiri ile
nasb edilmiştir. Bazı nüshalarda lam harfi ile "iii kubri"
şeklindedir. Bu da sahihtir.
"Elli yemin edip
davalınız yahut katilinizdeki hakkı elde etmek ister misiniz."
Burada: yemin
özelolarak mirasçının hakkı olmakla birlikte nasılolur da üç kişiye teklif
edildi? Mirasçı ise sadece maktulün kardeşi olan Abdurrahman idi. Diğer ikisi
ise kardeşin varlığı ile birlikte miras hakları bulunmayan amca çocukları idi
denilebilir. Cevap şudur: Yeminin özellikle mirasçıya ait bir hak olduğunu
onlar biliyorlardı. Bu sebeple özelolarak yemin hakkı kendisine ait olan kişi
kastedilmekle birlikte mutlak olarak hepsine hitap edildi. Böyle bir hitabın
kabul edilebilir olması ise muhataplar tarafından durumun bilinmesinden
dolayıdır. Nitekim ihtiyaç zamanında dava hakkı yalnızca mirasçıya ait olmakla
birlikte öldürülme şekli ve başından neyin nasıl geçtiği ile ilgili sözleri
hepsi işitmiş idiler.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: "Maktulünüzün katili ya da davalınız üzerinde hakkınızı elde
edersiniz." Yani bu durumda aleyhinde yemin ettiğiniz kişi üzerinde
hakkınız sabit olur. Peki bu hak kısas mıdır yoksa diyet midir? Bu hususta az
önce ilim adamları arasında geçtiği gibi görüş ayrılığı vardır. Şunu da bilelim
ki, onlara ancak böyle bir işi bilmeleri yahut zannetmeleri halinde yemin etmek
caiz olur. Nebi (s.a.v.)'in onlara yemini teklif etmesi bu şartın bulunması
haline bağlıdır. Yoksa maksat herhangi bir zan ve kanaatleri bulunmaksızın
yemin etmeleri için onlara izin vermek değildir. Bunun için onlar da: Tanık
almadığımız halde nasıl yemin ederiz demişlerdir.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: "O halde elli yemin ederek yahudiler de sizin davanızdan ibra
olur" buyruğuna gelince; sizin bu husustaki davanızdan onlar elli yemin
ederek beri olur, ibra olurlar. Şu anlama geldiği de söylenmiştir:
Yemin etmek sOreti ile
onlar sizleri yemin etmekten kurtarırlar. Çünkü onlar yemin edecek olurlarsa
husumet sona erer ve onlar aleyhine de herhangi bir hak sabit olmayacağı gibi
siz de yemin etmekten kurtulursunuz.
Bunda da kMirin ve
fasıkın yemininin sahih olduğuna delil vardır. "Yahud" lafzı tenvin
almaz, munsarıf değildir. Çünkü kabilenin ve bir inanç taifesinin adıdır. Bu
sebeple onda müenneslik ve özel isim (aleniyet) niteliği bulunmaktadır.
"Nebi (s.a.v.)
onun diyetini ödedi." Akl, burada diyet anlamındadır. Diğer rivayette ise
(4319) Rasulullah (s.a.v.) onun diyetini kendinden ödedi" bir başka
rivayette (4322) "kendi yanından (ödedi)" denilmektedir.
"Veda" dal
harfi şeddeli olarak diyet ödedi demektir.
4319-2/2- Bana
Ubeydullah b. el-Kavariri de tahdis etti... Sehl b. Ebu Hasme ve RMi' b.
Hadic'den rivayete göre Muhayyısa b. Mes'ud ile Abdullah b. Sehl, Hayber
taraflarına gitti. Hurmalıklar arasında birbirlerinden ayrıldılar. Abdullah b.
Sehl öldürülünce bu hususta Yahudileri itham ettiler. Kardeşi Abdurrahman ile
amca çocukları Huvayyısa ile Muhayyısa Nebi (s.a.v.)'e geldi. Abdurrahman
-yaşça onlardan küçük olduğu halde- kardeşinin durumu hakkında konuşunca
Rasulullah (s.a.v.): "Büyüğün hakkını ver" ya da "yaşça daha
büyük olan başlasın" buyurdu. Bunun üzerine diğer ikisi amcalarının
çocuğunun durumu hakkında konuştular. Rasulullah (s.a.v.)'de bunun üzerine:
"Onlardan bir kişi aleyhine sizin tarafınızdan elli yemin edilir. Bunun
sonucunda o kişi boynundaki ipi ile size teslim edilir" buyurdu. Onlar: Bu
bizim tanık almadığımız bir iş iken nasıl yemin edebiliriz, dediler. Allah
Rasulü: "O halde Yahudiler onlardan elli yemin ile sizin davanızdan ibra
olurlar" buyurunca bu sefer: Ey Allah'ın Rasulü! Onlar kafir bir kavimdir,
dediler. (Ravi), dedi ki: Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kendi tarafından
onun diyetini ödedi.
Sehl, dedi ki: Bir gün
onlara ait bir deve ağılına girdim de o develerden bir dişi deve ayağıyla bana
bir tekme vurdu. Hammad: Bu ya da buna yakındır, dedi.
4322-3/5- Bize Abdullah
b. Mesleme b. Ka'neb tahdis etti. Bize Süleyman b. Bilal, Yahya b. Said'den
tahdis etti, o Buşeyr b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre Ensar'dan ve Harise
oğullarından olan Abdullah b. Sehi b. Zeyd ile Muhayyısa b. Mes'ud b. Zeyd
Rasulullah (s.a.v.) zamanında Hayber'e gittiler. O gün Hayber ile sulh zamanı
idi. Hayber ahalisi de Yahudi idi. İhtiyaçlarını görmek için birbirlerinden
ayrıldılar. Abdullah b. Sehl öldürüldü ve bir hurma ağacı dibindeki bir havuzda
bulundu. Arkadaşı onu defnettikten sonra Medine'ye geldi. Maktulün kardeşi olan
Abdurrahman b. Sehl ile Muhayyısa ve Huvayyısa gidip Rasulullah (s.a.v.)'e
Abdullah'ın durumunu ve nerede öldürüldüğünü söylediler.
392 4318 numaralı
hadisin kaynakları Buşeyr, Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından yetiştiklerinden
tahdis ettiğini söyleyerek şunları söyledi: Rasulullah (s.a.v.) onlara:
"Elli yemin edip katilinizdeki -yahut davalınızdaki- hakkınızı almak ister
misiniz?" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Rasulü! Ne tanık olduk, ne hazır
bulunduk, dediler. (Buşeyr'in) iddia ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) bunun
üzerine: "O taktirde Yahudiler elli (yemin) ile davanızdan ibra olsunlar
mı?" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Rasulü! Kafir bir topluluğun yapacağı
yeminleri nasıl kabul ederiz, dediler. Bu sefer Buşeyr, Rasulullah (s.a.v.)
bunun üzerine onun diyetini kendinden ödedi, dedi.
4324-5/7- Bize Muhammed
b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Said b. Ubeyd
tahdis etti, bize Buşeyr b. Yesar el-Ensarı, Se hı b. Ebu Hasme el-Ensari'den
tahdis ettiğine göre kendisine şunu haber verdi:
Kendilerinden birkaç
kişi Hayber'e gitti. Hayber içinde dağıldılar. Sonra aralarından birisinin
öldürülmüş olduğunu gördüler. Böylece hadisi rivayet etti ve rivayetinde:
Rasulullah (s.a.v.) kanını iptal etmeyi (heder edip karşılıksız bırakmayı)
görmediğinden zekat develerinden yüz deve ile onun diyetini ödedi, dedi.
Açıklama:
(4324) Rivayetinde
"Rasulullah (s.a.v.) kanını iptal etmekten hoşlanmadığı için zekat
develerinden yüz deve ile diyetini ödedi." Rasulullah (s.a.v.)'in diyetini
ödemesi, anlaşmazlığı sona erdirmek ve arayı düzeltmek için olmuştu. Çünkü
maktulün velilerinin yemin etmekten başka yahut da davalılarının yemin
etmelerinin dışında bir hakları yoktur. Kendileri ise her iki hususu
istememişlerdir. Ama yakınlarının öldürülmüş olması sebebi ile de gönülleri
kırık kimselerdir. Rasulullah (s.a.v.) onun diyetini kendisinden ödemek sureti
ile gönüllerini hoş etmek, anlaşmazlığı sona erdirmek ve arayı düzeltmek
istemiştir.
(4322) "Kendinden
onun diyetini ödedi" kendisinde böyle bir ödemeyi yapabileceği bir vaktine
denk geldiğinden ötürü kendi öz malından ödemiş olduğu ihtimali olduğu gibi
beytülmalde bulunan ve Müslümanların maslahatlarına harcanması gereken
mallardan ödemiş olması ihtimali de vardır.
Son rivayetteki (4324)
"Zekat develerinden" ifadesi hakkında da bazı ilim adamları şöyle demiştir:
Bu ravilerin içine düştüğü hatalardandır. Çünkü farz olarak tahsil edilen zekat
böyle bir yere harcanmaz. Aksine zekat, yüce Allah'ın ismen tayin ettiği
sınıflara harcanır. Mezhebimiz alimlerinden İmam Ebu İshak el-Mervezi, dedi ki:
Bu hadis dolayısı ile zekat develerinden böyle bir diyetin verilmesi caizdir
diyerek hadisin zahirini delil almıştır. Ama Mezheb alimlerimizin cumhuru ve
başkaları ise: Bu zekat alma hakkına sahip olan kimselerden onu mülkiyetlerine
geçirdikten sonra onlardan satın aldı, sonra da bir bağış olarak bu maktulün
yakınlarına verdi anlamındadır.
Kadı Iyaz ise kimi
ilim adamından zekatın kamu maslahatlarına harcanmasının caiz olduğunu
söylediğini ve bu hadisi buna göre yorumladığını nakletmektedir. Bazıları ise
maktulün velileri kendilerine zekatın mübah olduğu muhtaç kimselerden idiler
diye yorumlamışlardır. Ama böyle bir yorum batıldır. Çünkü bu kabile eşrafı
dışında pek önemsenmeyen bir kişiye verilmeyecek kadar miktarı çok bir maldır
ve ayrıca ona diyet adını vermiştir. Bazıları da bunu Nebi (s.a.v.)'in belki
Müslüman olurlar diye Yahudilerin kalplerini ısındırmak isteği ile zekatın
müellefei kulüb payından vermiş olduğu şeklinde yorumlamışlardır. Bu da zayıf
bir yorumdur. Çünkü zekatın bir kafire verilmesi caiz değildir. O halde tercih
edilmesi gereken bizim cumhurdan naklettiğimiz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in bu develeri zekat develerinden satın almış olduğudur.
Bu hadis-i şeriften
anlaşıldığı üzere imamın kamu maslahatlarını göz önünde bulundurması ve araları
düzeltmeye özel bir ihtimam göstermesi gerekir. Ayrıca bu hadisten şu hükümler
de çıkarılmıştır:
1. Kasame; sabit bir
hukuki müessesedir.
2. Kasamede önce
davacı yemin eder.
3. Kasamede davacı
yemin etmeyi kabul etmeyecek olursa yemin davalıya teklif edilir.
4. Gaip (hazır
bulunmayan) hakkında hüküm vermek ve hasım hazır bulunmadan cana karşı işlenmiş
suçlarda davanın dinlenmesi caizdir.
5. Zanna göre
-kesinlikle emin olmasa dahi- yemin etmek caizdir.
6. Müslüman ile kafir
arasında İslam'ın hükmü gereğince hüküm verilir.
Rasulullah
(s.a.v.)'in: (4319) "Onlardan bir adam hakkında tarafınızdan elli yemin
edilir." Bu tevil edilmesi gereken hususlardandır. Çünkü yemin yükümlülüğü
özelolarak mirasçıya aittir. Kabile ahalisinden ondan başkasından böyle bir
yükümlülüğü yoktur. Mezheb alimlerimize göre de bunun tevili şudur: Bu sizden
elli yemin alınır anlamındadır. Yemin edecek kimseler ise mirasçı olanlardır.
Mirasçıların dışında akrabalardan herhangi bir kimse yemin etmez. Erkek yahut
kadın olsun öldürme, kasten yahut hata yolu ile olsun bütün mirasçılar yemin
ederler. Şafii'nin görüşü budur. Ebu Sevr ve İbnu'l-Munzir de böyle demiştir.
Hata ile öldürülmüş olması halinde Malik de bize muvafakat etmiştir. Kasten
öldürme halinde ise akrabalar toplam elli yemin yaparlar, kadınlar ve çocuklar
yemin etmezler demişlerdir. Rabi, Leys, Evzai, Ahmed, Davud ve Zahiri mezhebi
alimleri ona uygun kanaat belirtmişlerdir.
Şafii ise Rasulullah
(s.a.v.)'in (4322) "Siz elli yemin yaparsınız, böylelikle davalınızı hak
edersiniz" buyurarak yemin edecek kimsenin diyet ve kısasın hak sahibi
olduğunu tespit etmiştir. Bilindiği gibi mirasçı olmayan hiçbir şey hak etmez.
O halde diyeti hak eden kimsenin yemin etmekle yükümlü olduğunun kastedildiğine
delildir.
Rasulullah (s.a.v.)'in
(4319) "Sizden elli kişi onlardan birisi hakkında yemin eder, o da ipi ile
size teslim edilir. " Burada rumme: ip demektir. Bundan maksat ise katilin
boynuna bağlanan ve bu hali ile maktulün velisine teslim edilen iptir. İşte bu
kasamede kısas sabit olur diyenlerin lehine de bir delildir. Kısas yoktur
diyenler ise bunu bundan maksat aleyhine sabit olduğundan ötürü diyetin ondan
tamamen alınması için teslim edilmesidir diye tevil etmişlerdir.
Ayrıca bundan
kasamenin ancak bir kişi hakkında yapılacağı hükmü de anlaşılmaktadır. Malik ve
Ahmed de böyle demişlerdir. Eşheb ve başkaları ise veliler diledikleri aleyhine
yemin ederler ama tek bir kişinin öldürülmesini isteyebilirler. Şafii
(radıyallahu anh) ise eğer bir topluluk aleyhine davacı iseler hepsi hakkında
yemin ederler ve Şafii mezhebindeki sahih görüşe göre diyet de onlar hakkında
sabit olur. Bir görüşe göre de onlar hakkında kısas icap eder. Eğer tek bir
kişi hakkında yemin ederlerse, o taktirde yalnız o kişi üzerinde hak sahibi
olurlar.
(4319) "Bir gün
onların ağılına girdim de o develerden bir dişi deve ayağı ile beni
tekmeledi." Mim harfi kesreli, be harfi fethalı olarak mirbet develerin
toplandığı ve alı konulduğu yere denilir. Rebd ise hapsetmek, alıkoymak demektir.
Bu sözleri ile hadisi iyice bellemiş olduğunu ve onu oldukça iyi kavramış
olduğunu anlatmak istemiştir.
(4322) "Hurma
ağacı dibindeki bir havuzda bulundu." Şin ve re harfleri fethalı olarak
"şerebe" hurma ağacı dibindeki havuza denilir. Çoğulu ise semere
(meyve)nin çoğulunun "semer" diye gelmesi gibi "şereb"
olarak gelir.
(4323) "O zekat
paylarından birisi beni tekmeledi." Burada fariza ile kastedilen diyet
olarak tespit edilmiş o develerden dişi bir devedir. Aynı zamanda zekat ya da
diyet için ödenen bu gibi dişi develere "fariza" denilir. Çünkü böyle
bir deve yaş ve miktarı itibari ile tespit ve tayin edilmiş olması anlamında
"farz edilmiş" dır. el-Mazeri'nin burada farizadan kasıt oldukça
yaşlı dişi devedir demesine gelince, bu hususta hata etmiştir. Allah en iyi
bilendir.
(4324)
"Rasulullah (s.a.v.) kanının boşa gitmesinden hoşlanmadığı için onu zekat
develerinden yüz deve ile diyetini verdi." İşte burası İbrahim b.
Süfyan'ın bizzat Müslim'den dinlemeyi kaçırdığı son hadisdir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: