UMDETU’L AHKAM |
HACC BÖLÜMÜ |
MEKKE'NİN HARAM OLUŞU |
3291-446/3- Bize Kuteybe
b. Said de tahdis etti, bize Leys, Said b. Ebu Said'den tahdis etti, o Ebu
Şureyh el-Adevi'den rivayet ettiğine göre Amr b. Said'e Mekke'ye askeri
birlikler göndermekte iken dedi ki: Ey emir! Bana izin ver de sana Rasulullah
(s.a.v.)'in Mekke'nin fethedildiği günün ertesinde kalkıp söylemiş olduğu ve
söylerken de kulaklarımla işittiğim, kalbimle bellediğim, gözlerimin de gördüğü
sözleri sana anlatayım. O önce Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle
buyurdu: Şüphesiz Mekke'yi haram kılan Allah'tır.
Onu insanlar haram
kılmadı. Bu sebeple Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimsenin Mekke'de
kan dökmesi yahut bir ağaç kesmesi helal değildir. Eğer herhangi bir kimse
Rasulullah (s.a.v.)'in O şehirde savaştığını ileri sürüp ruhsatın bulunduğunu
söyleyecek olursa siz de ona: Şüphesiz Allah Rasulü'ne izin vermiş ama size
izin vermemiştir, deyiniz. Ve esasen bana da bu şehirde ancak günün kısacık bir
vaktinde izin vermiştir. Ondan sonra da dünkü hurmeti ne ise bugün de o
hürmetini geri kazanmıştır. Hazır bulunan burada olmayana tebliğ etsin."
Bunun üzerine Ebu Şüreyha: Peki Amr sana ne dedi diye sordu. Şu cevabı verdi:
Ey Ebu Şureyh! Ben bunu senden daha iyi biliyorum ama şüphesiz harem bölgesi ne
isyankar olan birisini ne de ne idamdan kaçanı ne de herhangi bir hiyanet
yapmış olanı korur.
Açıklama:
"Ebu Şureyh
el-Adevi" Buhar! ve Müslim'in sahihlerinde bu hadiste nisbeti bu şekilde
"el-Adevi" olarak sabittir. Aynı zamanda ona el-Kabi ve el-Huzai de
denilir. Adı ise HuvEylid b. Amr'dır. Amr b. HuvEylid olduğu söylendiği gibi
Abdurrahman b. Amr olduğu da Hani b. Ömer olduğu da söylenmiştir. Mekke
fethedilmeden önce müslüman olmuş, Medine'de 68 yılında vefat etmiştir.
"O Mekke'ye
askeri birlikleri göndermekte iken" kasıt İbn ez-Zubeyr ile savaşmak üzere
gönderdiği askeri birliklerdir.
"Kulaklarımla
dinlediğim, kalbimle bellediğim, gözlerimle gördüğüm." Bütün bu ifadeleri
ile bu hadisi çok iyi ve kesin olarak belleyip zamanı, mekanı ve lafzı
bakımından çok emin olduğunu abartılı bir şekilde dikkat çekerek anlatmaktır.
"Mekke'yi haram
kılan Allah'tır. Onu insanlar haram kılmadı." Yani Mekke'nin haram
kılınması yüce Allah'tan gelen bir vahiy ile olmuştur. Allah'ın emri olmadan
insanların onu haram kılmak üzere anlaşıp ittifak etmeleri sonucu böyle bir
şeyolmuş değildir.
"Allah'a ve
ahiret gününe iman eden bir kimsenin o şehirde kan dökmesi ve bir ağacı kesmesi
helal değildir." İşte bu ibare kaHrler İslam'ın fer'i hükümlerine muhatap
değildir diyen kimselerin delil gösterebileceği bir ifadedir. Ama hem bize göre
hem başkalarına göre sahih olan ise kafirlerin İslam'ın esaslarına muhatap
oldukları gibi fer'i hükümleri ile de muhatap olduklarıdır. Çünkü Nebi (s.a.v.)
Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimseye helal olmaz buyurmaktadır. Çünkü
bizim hükümlerimize uyan şeriatımızın haram kıldıklarından uzak kalan, onun
hükümlerinin semerelerinden yararlanan kişi mü'min kişi olduğu için o söz
konusu edilmiştir. Yoksa bu ifadelerde mü'min olmayan kimsenin şeriatın fer'i
hükümleri ile muhatap olmadığı ifadesi yoktur.
"Yesfike:
dökmesi" fiilinde meşhur olana göre fe harfi kesrelidir. Ötreli
söyleneceği (yesfuku) da nakledilmiştir. Kan akıtması, dökmesi demektir.
Eğer bir kimse
Rasulullah (s.a.v.)'in savaşması ruhsatını delil gösterecek olursa ... "
Yine bu ifadeler Mekke'nin anveten (savaşla) fethedilmiş olduğu görüşünü kabul
edenlerin görüşlerine delildir. Bu babta bu husustaki görüş ayrılığı ve bu şehir
sulh yolu ile fethedilmiştir diyenlerin hadisi: Savaşa hazırlıklı olarak
Mekke'ye girmiştir, eğer savaşa ihtiyacı olsaydı o sırada savaşmanın onun için
caiz olacağına delil vardır şeklindeki yorumları da bu babta az önce geçmiş
bulunmaktadır.
"Hazır olan
olmayana tebliğ etsin." Bu lafız birçok hadiste geçmektedir.
Bunda ilmin
nakledilmesinin, sünnetlerin ve ahkamın yaygınlaştırılmasının vacip olduğu
hükmü de açıkça ifade edilmiş olmaktadır.
"Bir isyankarı
korumaz." Onu koruma altına almaz.
"Hiyanet edip
kaçmış bir kimseyi de" buradaki "harbe: hiyanet" lafzı hı
fethalı, re harfi sakin söylenir. Meşhur olan budur. Hı harfi ötreli olarak
"hurbe" diye de söylenir. Bunu da Kadı Iyaz ve el-Metali sahibi ve
başkaları nakletmiş bulunmaktadır. Asıl anlamı deve çalmak hakkında olmakla
birlikte her türlü hainlik anlamında da kullanılır. Buharı'nin Sahihi'nde bunun
beliyye (bela ve musibet) anlamında olduğu belirtilmektedir. Halil ise: Bu
el-harib denilen kişinin dinindeki bozukluğu anlamındadır. el-harib ise
yeryüzünde fesat çıkartan, hırsız demektir. Ayıp ve kusur anlamında olduğu da
söylenmiştir.
3289-445/1 - ... İbn
Abbas'dan şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.) fetih günü yani
Mekke'nin fethedildiği gün şöyle buyurdu: "(Artık) Hicret yoktur. Fakat
cihad etmek ve niyet vardır. Bununla birlikte savaşa çağırıldığınız zaman siz
de savaşa gidin." Yine fetih günü yani Mekke fethedildiği gün şöyle
buyurdu: "Şüphesiz bu şehri Allah gökleri ve yeri yarattığı gün haram
kılmıştır. Bu sebeple Allah'ın haram kılması ile kıyamet gününe kadar haramdır.
Bu şehirde benden önce hiçbir kimseye kıtal helalolmadığı gibi bana da ancak
günün kısacık bir vaktinde helal kılınmıştır. Bu sebeple o kıyamet gününe kadar
Allah'ın haram kılması ile haramdır. Bu beldenin dikeni koparılmaz. Av hayvanı
ürkütülmez. Onu tanıtmak maksadıyla alan kimseden başkası için de kayıp eşyası
alınmaz ve yaş otu da kesilmez. " Bunun üzerine Abbas (radıyallahu anh):
Ey Allah'ın Rasulü! İzhir müstesna (olsun). Çünkü o demircilerine ve evlerine
lazımdır deyince Allah Rasulü (s.a.v.): "İzhir müstesna" buyurdu.
Açıklama:
"Fetih günü"
yani Mekke'nin fethedildiği gün: (Artık) Hicret yoktur ama cihad ve niyet
vardır" buyruğu ile ilgili olarak ilim adamları şunları söylemektedir:
Dar-ı harbden, dar-ı
İslam'a Hicret kıyamet gününe kadar kalıcıdır. Bu hadisin tevili ile ilgili iki
görüş bulunmaktadır. Birincisine göre Mekke fethedildikten sonra Mekke'den
Hicret yoktur. Çünkü artık orası dar-ı İslam olmuştur. Hicret ise dar-ı harbden
olur. Bu ise Rasulullah (s.a.v.)'in Mekke'nin, oradan Hicret etmenin tasavvuru
söz konusu olmayacak şekilde dar-ı İslam olarak kalacağı şeklinde bir
mucizesini de ihtiva etmektedir.
İkinci tevile göre
ise, fetihten önceki Hicret ile fetihten sonraki Hicretin fazileti bir olmaz.
Nitekim yüce Allah: "Aranızdan fetihden önce infak edip savaşmış olanlarla
(diğerleri) eşit olmazlar" (Hadid, 10) buyruğu gibidir."
''Ama cihad ve niyet
vardır" yani sizin ise Hicret gibi faziletleri elde etme yolunuz vardır.
Bu ise cihad etmek ve her hususta hayırlı niyette bulunmaktır.
"Savaşa
çağınıdığınız zaman savaşa çıkın" yani yönetici sizi gazaya çağıracak
olursa siz de gazaya gidiniz.
"Şüphesiz bu
şehri Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır." Bundan sonra
Müslim'in zikrettiği hadislerde ise bu husus: "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi
haram kılmıştır" diye dile getirilmektedir. Bu hadislerin zahiri,
aralarında ihtilaf bulunduğunu göstermektedir. Bu mesele hakkında Mekke'nin
haram kılınma zamanı ile ilgili Maverdi'nin el-Ahkamu's-Sultaniye'de zikrettiği
ve diğer ilim adamlarının meşhur farklı görüşleri bulunmaktadır. Bir görüşe
göre Mekke, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden itibaren hep haram
kılınmış bir beldedir. Bir diğer görüşe göre Mekke İbrahim (aleyhisselam)'ın
zamanına kadar diğer başka şehirler gibi haram bir yer değildi. Sonra İbrahim
(aleyhisselam)'ın zamanında bu şehrin haram kılınması hükmü sabit olmuştur. Bu
açıklama ikinci hadise uygun; birinci görüş ise ilk hadise uygundur.
Çoğunluk da bunu kabul
etmişlerdir. Bunlar ikinci hadiste Mekke'nin haram kılınışı Allah'ın gökleri ve
yeri yarattığı günden itibaren sabit idi. Sonra onun haram kılındığı bilinmez
oldu ve bu bilinmeyiş İbrahim (aleyhisselam) zamanına kadar devam etti. İbrahim
(aleyhisselam) ise bunu tekrar ortaya çıkarıp yaygınlaştırdı. Yoksa onu baştan
beri ilk olarak kendisi haram kılmış değildir. İkinci görüşü benimseyenler de
birinci hadis ile ilgili olarak anlamının şu olduğunu söyleyerek cevap
vermektedirler: Allah levh-i mahfuzda yahut da başka bir yerde gökleri ve yeri
yarattığı gün şüphesiz İbrahim yüce Allah'ın emri ile Mekke'yi haram kılacaktır
diye yazmıştır diye açıklarlar. Allah en iyi bilendir.
"Bu sebeple bu
şehir kıyamet gününe kadar Allah'ın haram kılması ile haramdıf... Bana da ancak
günün bir saatinde savaş (kıtal) haram kılındı..." bir rivayette ise
(3290) kıtal yerine "kati" lafzı yer almaktadır. Bir başka rivayette
de: (3291) şöyle denilmektedir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir
kimsenin burada kan dökmesi bir ağacı kesmesi ona helal olmaz. Eğer herhangi
bir kimse Rasulullah (s.a.v.) 'in bu şehirde kıtal yaptığını ileri sürerek
ruhsat bulunduğunu söyleyecek olursa ona şöyle deyiniz: Muhakkak Allah,
Rasulü'ne izin vermiştir ama size izin vermemiştir. Bana da ancak bir gündüzün
kısacık bir anında izin vermiştir ve artık bugünde hürmeti dünkü hürmetine
dönmüş bulunmaktadır. Hazır bulunan da bulunmayana tebliğ etsin. "
İşte bu hadis-i
şerifler Mekke'de savaşmanın haram kılındığı hususunda gayet açıktır. Bizim
Mezheb alimlerimizden ve el-Havi adlı eserin sahibi İmam Ebu'l-Hasan el-Maverdi
el-Basri, el-Ahkamu's-Sultaniyye adlı eserinde şunları söylemektedir: Harem'in
özelliklerinden birisi de harem ehli ile savaşılmayacağıdır. Eğer adalet ehli
olan yöneticilere başkaldıracak olurlarsa fukahaların bazıları onlarla savaşmak
haramdır. Bunun yerine itaate dönmelerini sağlayıncaya ve adalet ehlinin
hükümlerinin içine girinceye kadar onları sıkıştırır. Fukahanın cumhuru ise
şunları söylemektedir: Eğer onların bağiyden (meşru olan itaatin dışına çıkarak
baş kaldırmalarından) geri çevrilmeleri ancak savaş ile mümkün olabilecekse bu
başkaldırmaları sebebi ile onlarla savaşılır. Çünkü bağilerle savaşmak zayi
edilmesi caiz olmayan Allah'ın haklarındandır. Harem bölgesinde dahi bu hakları
korumak onları zayi etmekten daha önceliklidir. Maverdı'nin açıklamaları
bunlardır.
Onun fukahanın
cumhurundan diye yaptığı nakil de doğru olan görüştür.
Nitekim Şafii de
kitaplarından birisi olan İhtilafu'l-Hadis adlı eserinde bunu açıkça belirttiği
gibi el-Umm'deki kitaplardan birisi olan "Siyerü'l-Vakidi" adlı
kitabın son taraflarında da bunu açıkça ifade etmiş bulunmaktadır. Mezheb
alimlerimizden el-Kaffal el-Mervezi de Şerhu't-Tahliz adlı eserinin Nikah
kitabının baş taraflarında özellikleri söz konusu ederken Mekke'de kıtal'ın
caiz olmayacağını zikretmekte ve şunları söylemektedir: Hatta kafirlerden bir
topluluk oraya sığınıp kendilerini koruma altına alacak olurlarsa Mekke'nin
içinde bizim onlarla savaşmamız caiz değildir. Ama el-Kaffal'ın bu söylediği
yanlıştır. Bu görüşe aldanılmaması için ona dikkat çekmiş bulunuyoruz.
Burada zikredilmiş
hadislere verilecek cevap ise Şafii'nin Siyerü'l-Vakidi adlı eserinde verdiği
cevaptır. Buna göre bu hadislerin anlamı onlara karşı savaşı başlatmak ve mancınık
ve buna benzer zararı genel vasıflı olan silahlarla onlarla savaşmanın -bunlar
olmaksızın durumun düzeltilmesi imkanı varsa- caiz olmadığıdır. Halbuki
kafirlerin bir başka şehre sığınmaları halinde durum böyle değildir. Her
şekilde ve her bir şey ile onlarla savaşmak caizdir. Allah en iyi bilendir.
"Dikeni
koparılmaz, yaş otu kesilmez." diğer bir rivayette (3291) "Orada
herhangi bir ağaç koparılmaz. " başka bir rivayette (3292) "Onun
dikeni koparılmaz." başka bir rivayette (3293) "Onun dikeni (dalından
kopsun diye) sopa ve benzerleri ile silkelenmez" denilmektedir.
Dil bilginlerinin
dediklerine göre "add: koparmak" demektir. Hala ise yaş ot
anlamındadır. Yine dil bilginlerinin söylediklerine göre hala ve uşb yaş ota
denilir. Haşiş ise kurumuş ota denilir. Kele' ise hem yaş hem kuru ot hakkında
kullanılır. İbn Mekkı ve başkaları haşiş adını yaş ot hakkında kullanmalarını,
avamın yanlış konuşmaları arasında değerlendirir. Çünkü bu özelolarak kuru ot
hakkında kullanılır. "Yuhtela" alınması ve koparılması demektir.
"Habt" ise sopa ve benzerleri ile yapraklarının düşmesi için
vurulması (silkelenmesi) anlamındadır.
İlim adamları normal
şartlarda insanların kendileri tarafından yetiştirilmeyen Mekke'deki ağaç ve
bitkilerin koparılmasını haram olduğunu aynı şekilde otlarının koparılmasının
haram olduğunu ittifakla kabul etmiş iseler de insanların kendileri tarafından
yetiştirilenler hakkında ihtilaf etmişlerdir. Diğer taraftan ağacın (kesilmesi,
koparılması yasak olanın) koparılması halinde tazminatı hususunda da ihtilaf
etmişlerdir. Malik: Günahkar olmakla birlikte ona bir fidye düşmez derken Şafii
ve Ebu Hanife ona fidye düşer demişlerdir.
Fakat bu fidyenin ne
olacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şafii: Büyük ağacın kesilmesi halinde
bir inek, küçüğün kesilmesi halinde de bir koyun fidye vardır demektedir.
Nitekim İbn Abbas ve İbn ez-Zubeyr'den de rivayet böyle gelmiştir. Ahmed de bu
görüştedir. Ama Ebu Hanife: Bütün bunlarda ödenmesi gereken fidye ağacın
değeridir demiştir. Şafii: Otun tazminatı taşıdığı değerdir demiştir. Yine
Şafii ve onun kanaatini benimseyenlere göre haremin otlaklarında davarları
otlatmak caizdir. Ebu Hanife, Ahmed ve Muhammed caiz değildir demişlerdir.
Harem bölgesinin avına
gelince ihramlı olana da olmayana da haram olduğu icma ile kabul edilmiştir.
Eğer kişi av hayvanını öldürecek olursa Davud dışında bütün ilim adamlarına
göre onun karşılığı fidyeyi ceza olarak vermesi gerekir. Davud ise böyle bir
kimse günahkar da olmaz ona bir ceza da tereddüb etmez demiştir.
Şayet helal bölgenin
avı harem bölgesine girecek olursa kişi onu kesip yiyebilir ve diğer şekillerde
onda tasarrufta bulunabilir. Bu bizim Malik'in ve Davud'un görüşüdür. Ebu
Hanife ve Ahmed ise onu kesmek de onda tasarrufta bulunmak da caiz değildir.
Aksine onu serbest bırakması gerekir demişlerdir. Yine Ebu Hanife ve Ahmed'in
dediklerine göre: Eğer helal bölgenin hayvanını kesilmiş olarak harem bölgesine
sokacak olursa onu yemek caizdir demişler ve bunu ihramlı kimsenin (böyle bir
hayvanı yemesini caiz oluşuna) kıyas etmişlerdir. Fakat Mezheb alimlerimiz ve
cumhur ise: "Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı muğayr (küçük kuş)" hadisini
delil gösterdikleri gibi haremin dışındaki bir yerden içine bir ağaç ya da yaş
ot sokmasına kıyası da delil göstermişlerdir. Ve ayrıca bunu harem bölgesinin
avı olmadığı da söylemişlerdir.
"Dikeni
koparılmaz" bu buyruk ağaç, ot, rahatsızlık verici diken olsun başkası
olsun arada bir fark olmaksızın harem bölgesindeki her türlü bitkinin haram
kılındığını kabul edenlerin görüşlerinin lehine bir delildir. Nitekim Mezheb
alimlerimizden el-Mütevelli'nin tercih ettiği görüş de budur. Mezheb
alimlerimizin çoğunluğu ise rahatsızlık verici olduğundan ötürü diken haram
değildir. O bu yönüyle eziyet veren "beş fasık" diye adlandırılan
rahatsızlık verici haşerata ve hayvanata benzemektedir. Onlar hadisi kıyas ile
tahsis etmektedirler. Ama sahih olan el-Mütevelli'nin tercihidir. Allah en iyi
bilendir.
"Ve şüphesiz bu
şehirde benden önce hiçbir kimseye kıtal helal olmamıştır.
Bana da ancak gündüzün
kısacık bir anında helalolmuştur." İşte bu Mekke anveten (savaşla)
fethedilmiştir diyenlerin delillerinden birisidir. Bu ise Ebu Hanife'nin ve
çoğu kimsenin ya da çoğunluğun benimsediği kanaattir. Şafii ve başkaları ise
Mekke'nin barış ile fethedildiği kanaatinde olup onlar bu hadisi Mekke'de
kıtal'in Nebi (s.a.v.) için caiz olduğu şeklinde tevil etmişlerdir. Eğer
savaşma ihtiyacını duysaydı fakat ona ihtiyaç duymadı. Allah en iyi bilendir.
"Onun av hayvanı
ürkütülmez. " Ürkütmenin haram olduğu hususunda açık bir ifadedir. Tenfir,
rahatsız etmek, ürkütmek ve onu bulunduğu yerden gitmek durumunda bırakmak
demektir. Eğer o av hayvanını ürkütecek olursa hayvan ister telef olsun ister
olmasın asi olur. Ama onu ürküttüğü esnada ve ürkütme hali bitmeden telef
olacak olursa onu ürküten kişi tazminatını öder. Aksi taktirde tazminat
yükümlülüğü yoktur. İlim adamları der ki: Nebi (s.a.v.) ürkütmek ile telef etme
ve benzeri şeylere dikkat çekmektedir. Çünkü ürkütmek haram olunca onu telef
etmek öncelikle haramdır.
(3290) "Onun lukatasını
ancak onu tanıtacak kimse alabilir." diğer bir rivayette (3292) "Onun
lukatası (orada bulunan eşyayı almak) ancak onu tanıtacak kimseye helal
olur" denilmektedir. Bu hadisteki münşit, tanıtan kimse demektir.
Kaybettiği eşyayı arayan kimseye ise "naşid" denilir. Neşd ve inşadın
asıl anlamı da sesi yükseltmektir. Hadisin manasına gelince: Diğer şehirlerde
olduğu gibi bu şehrin lukatasını bir sene tarif edip ilanını yaptıktan sonra
ona sahip olmak isteyen kimseye helal değildir. Aksine onun lukatasını almak
ancak her zaman onu tanıtacak ve hiçbir şekilde onu mülkiyetine almayacak
kimseye helaldir. Şafii, Abdurrahman b. Mehdi, Ebu Ubeyd ve başkaları böyle
demişlerdir. Malik ise: Diğer şehirlerde olduğu gibi Mekke'nin de lukatasını
bir sene boyunca tanıttıktan sonra mülk edinmek caizdir. Şafii mezhebine mensup
bazı ilim adamları da böyle demişlerdir. Onlar bu hadisi zayıf bir takım
yorumlarla tevil ederler.
Lukata meşhur olan
söyleyişe göre kaf harfi fethalıdır. Sakin olarak (lukta) diye de söyleneceği ifade
edilmiştir. Alınan şeye lukata denilir.
"İzhir
müstesna" hoş kokulu bilinen bir bitkidir.
Onların demircilerinin
ve evlerinin ona ihtiyacı var." bir başka rivayette (3292): "Biz onu
kabirlerimize ve evlerimize koyarız"denilmektedir. Kayn aslında demirci ve
kuyumcu demektir. Yani demirci ve kuyumcuların ateşi yakmak için ona
ihtiyaçları olduğu gibi kabirlerde de lahit yapılırken kerpiçler arasındaki
boşlukları kapatmak için, evlerin tavanlarının yapımı esnasında da ahşabın
üzerine konulmak sureti ile ona ihtiyaç duyulur demektir.
"Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.): İzhir müstesna buyurdu.
Bu da derhal Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e izhirin istisna edilmesi için yahut da umumdan
onun tahsis edilmesi için ona vahiy geldiği ya da bundan önce kendisine eğer
bir kimse herhangi bir şeyin istisna edilmesini isteyecek olursa sen de onu
istisna et diye vahiy geldiği ya da bütün bu hususlar hakkında onun içtihadı
ile bunları söylediği şeklinde yorumlanmıştır. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: