ŞAFİİ el-UMM

RİBA / FAİZ

 

HAYVANLARIN VERESİYE SATILMASI VE İKİSİNİN BİRİSİNE MUKABİL SATIŞININ DOĞRU OLMASI HAKKINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIKLARI

 

Şafii (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: Bazı kimseler, hayvan hususunda bize muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Hayvanın nesie / veresiye satılması asla caiz değildir. Dedi ki: Hayvan ölçek ile de tartı ile de miktarı tespit edilmediği halde, nasılonu veresiye işlemini caiz kabul ettiniz. Halbuki nitelik, aralarında dinarla alışveriş olmak üzere köleler, yine aralarında değer farkı olmakla birlikte develer, hakkında söz konusu olur.

 

Biz de dedik ki:

 

- Biz bunu bizim için kabul etmemiz gereken hususların en uygununa dayanarak söyledik. Rasulullah (s.a.v.)'ın bir deveyi borç alması, ondan sonra o borcunu ödemesi, sünneti ile ve ayrıca sünnetinden onun dışındakilere kıyasa dayanarak söyledik. Üstelik ilim ehli bu hususta ihtilaf etmemişlerdir. Dedi ki:

- Bunu söyle. Ben de dedim ki:

- Sünnetten deliL, bu husustaki nasdır. Çünkü o, bir deve borç aldı. Bizim delil gösterdiğimiz sünnete gelince, o diyet olarak ı 00 deve verilmesini hükme bağlamıştır. Ben bildiğim kadarıyla Müslümanlar bu develerin belli yaşlarda olacağı ve üç yıl süre içerisinde verileceği hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Aynı şekilde Nebi (s.a.v.), Hevazinlilerden alınan esirlerden kendilerine pay verilenlerden hoşnut olmayanlara, bu esirlere karşılık olarak ismen belirttiği ve belli bir vadeye kadar altı ya da beş deve fidye verip kurtarmıştır. O;

- Bunu ben bilmiyorum, dedi. Biz dedik ki:

- Senin ilim adına bilmediklerin ne kadar da çoktur. O;

- Peki, bu sabit mi dedi. Ben,

- Evet, dedim. Şu kadar var ki isnadını hatırlamıyorum. O;

- Ben diyetin sünnetten geldiğini bilmiyorum, dedi. Ben dedim ki:

- Peki, sen bir kimsenin köleleri ile belli bir nitelik üzerinde yazışacağı ve erkeğin hanımına belli nitelikte köle ve deve mehir olarak vereceği hususunda, kimsenin bize muhalefet etmediğini de biliyor musun? O;

- Evet, dedi. Şunları da ekledi: Fakat diyet muayyen olmayan kimseler ile ödenir. Dedim ki:

- Aynı şekilde altın olarak ödenecek diyet de tayin söz konusu olmaksızın gerekir. Fakat bulunulan şehrin nakdi ve ret olunmayan bilinen tartı ile olmalıdır. İşte diyet olarak verilecek develerin de böyle olması gerekir. Yaşları belli, fakat muayyen develerden olması şartı yoktur. Fakat develerin yaşlarından birisini eksik vermek isterse, caiz değildir. Gördüğüm kadarıyla sen, bununla ancak geçici olarak hüküm verdin ve bunun veresiye olmasına cevaz verdin. Aynı şekilde kadının mehrinin de zaman ve nitelik şartı ile verilmesini caiz gördüğüm gibi, kitabet hususunda da zaman ve sıfata bağlı olarak cevaz verdim. Şayet bizim bu hususta naklettiğimiz hiçbir rivayetimiz olmasaydı bile, hayvanın bu üç yerde veresiye olması hususunda bizimle ittifak etmiş olman yeterli olurdu. Bu durumda sen, hayvan veresiye olmaz, demekle delilini çürütülmüş olmadın mı ve senin gösterdiğin gerekçe ortadan kalkmadı mı? Dedi ki:

 

- Ama nikah mehirsiz de olmaz mı? Dedim ki:

- O zaman kadın ile zifafa girilmesi halinde neden ona mehr-i misil verilmesini kabul ediyor ve onunla gerdeğe girilmesini, kıymetinin ödenmesi gereken fasit alışverişteki malın telef edilmesi gibi değerlendirdin. O dedi ki:

 

[1589] Bizim hayvanın selem yoluyla alışverişini hoş görmeyişimiz, İbn Mesud'un bunu mekruh görüşünden dolayıdır.

 

Dedim ki: Peki bu durumda onun veresiye satılması selem yoluyla satılmasına yahut ona karşılık satılmasına muhalif midir yoksa her ikisi aynı şey midir? O:

- Hayır, bunların hepsi aynıdır. Herhangi bir durumda veresiye satılması caiz ise, her durumda veresiye olması caiz olur. Dedim ki:

- Rasulullah (s.a.v.) selef ve diyette de bunu veresiye kabul etmiştir. Diğer iki yerde de yani mehir ve kitabet ödevinde de bunun borç olacağı hususunda bize muhalefet etmemektesin. Eğer: Köle ile efendisi arasında faiz olmaz, dersen, derim ki:

- Peki, efendisi ile efendisinin vereceği hükme göre, yazışması ve ona henüz olgunlaşıp olgunlaşmayacağı belli olmayan bir mahsul vermek ya da yazışması esnasında kendisi ile birlikte (bu halde iken) doğmuş oğlunu vermesi de -tıpkı ona köle olması caiz olduğu gibi ve efendinin onun malını alma hakkına sahip oluşu gibi- caiz olur mu? O dedi ki:

- Onun hükmü kölelerin hükmü gibi değildir. Biz dedik ki:

- Biz, senin herhangi bir şeyi delil gösterdikten sonra, onu terk edip vazgeçmediğini çok az görüyoruz -yardım Allah'tandır-. Yine gördüğümüz kadarıyla sen, kitabet bedelinde ancak satışlarda caiz gördüğün neyse onu caiz kabul ediyorsun. Peki, selef alışverişinde caiz görmediğin halde, kitabet bedelinde hayvanın veresiye / vadeli olmasını nasıl caiz görüyorsun. Bir de şayet İbn Mesud'un hayvan hakkında selem alışverişini mekruh gördüğü rivayeti hakkında ihtilaf edilmemiş ve sabit bir rivayet olmuş olsaydı, selem ise, sana göre ya belirttiğimiz şekilde selef alışverişinden ya da daha başka sebepten ötürü, bir borç olsaydı, acaba Rasulullah (s.a.v.) dururken herhangi bir kimsenin söylediği ve hatta insanların icmaı bir delil olabilir mi? O;

- Hayır, dedi. Dedim ki:

- Böylelikle sen, bunu birden çok yerde birbirini destekleyen ve pekiştirilen bir delil kabul etmiş oluyorsun. Aynı zamanda sen, bu husustaki kanaatinin esasını ise, ondan sabit olmadığını iddia ediyorsun. O:

- Peki, bunun böyle olduğu nedendir? dedi. Ben:

- Bu rivayet ondan munkatı' olarak gelmiştir, dedim.

 

[1590] İbn Mesud'dan rivayet nakledenlerin en büyükleri olan Şa'bi ise, onun bunu mekruh görmesini şu şekilde açıklamaktadır: O, muayyen erkek develerin aşıladığı dişilerden doğacak develeri selef yoluyla satın almak istemişti. Bu ise bizce de mekruhtur. Herkes de bunu mekruh görmektedir. Ve bu Bey'ul-melakıh, Bey'u'l-medamin diye bilinen alışveriş çeşitlerinin ta kendisidir ya da her ikisidir.

 

[1591] Ben Muhammed b. el-Hasan'a dedim ki: Sen bana Ebu Yusuf'tan haber verdin. O, Ata b. es-Saib'den, onun Ebu'l-Bahteri'den rivayet ettiğine göre, Osman'ın amcaoğulları, bir vadiye varıp orada bir adamın develerine bir şeyler yaptılar. Bundan ötürü develerinin sütünün kesilmesine sebep oldular ve yavrularını öldürdüler. (Şikayet maksadıyla) Osman (ra)'ın yanına gidildiğinde, huzurunda İbn Mesud da vardı. O da İbn Mesud'un vereceği hükme razı oldu. O da adama bulunduğu vadisinde develerinin misli, deve verilmesine, yavrularının misli yavrular verilmesine hükmetti. Osman da bu hükmü infaz etti. İbn Mesud'dan rivayet edildiğine göre, o, bir hayvana karşılık onun misli bir hayvanın -veresiye olarak- verilmesine hüküm verirdi. Çünkü o şehirde iken bu hükmü verip sahibine bulunduğu vadide hak ettiği deve(ler) verilirse, bu bir borç olur. Ayrıca Osman'dan onun da aynı görüşü ifade ettiğini rivayet etmektedir.

 

[1592] Sizler ise, el-Mesudi'den o, el-Kasım b. Abdurrahmandan şöyle dediğini rivayet ediyorsunuz: Abdullah b. Mesud ile birisi, bizim azatlımız olan Ebu Zaide diye bilinen bir takım köleler, selem yoluyla alışverişi yapıldı.

 

Eğer sana göre bu hususta İbn Mesud'un kanaati farklı ise, birisi onun bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmeyecek olursa, sence onun buna hakkı var mı? O;

- Evet, var, deyince, dedim ki;

- Eğer bu hususta İbn Mesud'un farklı görüşleri dışında bir şeyolmasa da mı? dedim. O;

- Evet, dedi. Ben:

- O halde onunla Osman da aynı kanaati paylaşmış iken sünnetin manası ve icma da onu destekliyorken İbn Mesud'a neden muhalefet ettin? Dedi ki;

- Onlardan birisi dedi ki: Selem yoluyla alınması caiz değildir. Bununla birlikte selem bedeli olarak verilmesi caizdir, diyet, kitabet bedeli ve mehir olabilir. Bir devenin vadeli iki deveye mukabil satılması caizdir, diyecek olursam (ne olur)? Ben:

- Dilersen bunu söyleyebilirsin, dedim. O:

- Eğer bunu kabul edersem (ne dersin), dedi. Ben:

- O takdirde senin sözünün aslı şu olur, dedim: Hayvan hiçbir zaman kendi haliyle, hata yoluyla deynle borçla / veresiye olmaz. O:

- Eğer görüşümden başka bir görüşe geçersem (ne olur), dedi. Dedim ki:

- Sizler, İbn Abbas'tan hayvanın selem yoluyla alınıp verilmesini caiz gördüğünü, Nebi (s.a.v.)'ın ashabından bir başkasından da rivayet ediyorsunuz, deyince o:

- Evet, bunu rivayet ediyoruz, dedi. Ben dedim ki:

- Bir kimse şayet o ikisinin görüşünü yahut İbn Mesud'un görüşü dışında onlardan birisinin görüşünü kabul ederse, bu onun için caiz olur mu, dedim. O;

- Evet, dedi. Ben;

- Şayet ikisinin görüşünü ya da onlardan birisinin görüşünü sünnet, kıyas ve icma destekliyorsa ne olur, dedim. O;

- Böyle olduğu takdirde o kanaati söylemek öncelikle söz konusu olur, dedi.

 

Ben;

- Peki, benim bu yaptığım açıklamaya göre, hayvanın selem yoluyla satılmasını caiz görenleri, kıyasın desteklediğini görüyor musun? dedim. O;

- Evet, fakat bizim mezhep alimlerimizin bunu hangi sebepten dolayı terk ettiklerini bilmiyorum, dedi. Ben;

- Peki, onu kanaatinden vazgeçip caiz görür müsün, dedim. O;

- Bu hususta bir kanaat belirtmem, dedi. Ben;

- Senden başka bir kimse, kendisi için durum açıklık kazandıktan sonra karar vermeyip tereddüt göstermekte mazur görülebilir mi, dedim. O dedi ki;

- Rivayet ehli arasından onların kanaatlerini kabul edenlerden bazıları kanaatlerinden dönüp onu caiz kabul etmiş bulunuyor. Bundan önce ise bunu batıl kabul ediyordu.

 

Şafii dedi ki: Muhammed b. el-Hasan dedi ki: Eğer arkadaşımız: Sizin asıl kanaatinizi terk edeceğiniz bir husus hakkında, size karşı bir itiraz söz konusu olursa ve: Sizler neden özel olarak doğan yavruların selef yoluyla satılmasını caiz görüp, bunların veresiye satılmalarını ve selef yoluyla satılmalarını caiz gördünüz, derse. O, dedi ki: Bende şöyle dedim: Eğer bizler kendi kanaatimizi bir tek hususta terk ettiğimiz halde, her şeyde ona bağlı kalırsak, acaba mazur olur muyuz, dedim. O;

- Hayır dedi. Ben;

- Bu bir hata olduğundan dolayı mı? dedim. O;

- Evet dedi. Ben;

- Ama az hata yapanın durumu mu daha iyidir, yoksa çok hata yapanın durumu mu? O;

- Hayır, az hata yapanın durumu (daha iyidir). Bununla birlikte mazur da görülmez, dedi. Ben;

- Sen ise çok miktardaki hatayı kabul ediyor fakat ondan vazgeçmeyi kabul etmiyorsun. Biz ise hata etmedik. Bizim görüşümüzün asıl dayanağı şudur: Bizler bize göre de sana göre de, ondan daha azında hükümlerin farklı olduğu şeylerden ötürü, arasında fark gördük, dedim. O:

- Bunu açıkla, dedi. Dedim ki;

- Ben senden nitelikleri belli bir cariyeyi veresiye satın alsam. Nitelik müstesna sana rağmen mülk edinmiş olur muyum? Şayet sende o nitelikte ı 00 cariye varsa ve bu nitelik aralarından muayyen olarak birisinde bulunmazsa, sen de bunlardan dilediğini verme hakkına sahipsen, bunu yaptığın takdirde, o durumda ben, o cariyeyi mülk edinmiş olur muyum? O;

- Evet deyince dedim ki;

- Tıpkı ben onu senin yerinde satıp parasını nakit almam halinde benden alamayacağın gibi, onu benden alamazsın değil mi? O;

- Evet dedi. Ben;

- Bir bedel mukabilinde mülk edinilen her bir satış da böyle midir, dedim? O;

- Evet, dedi. Ben;

- Ben sana, bir cariyeyi benden kabzettiğin andan sonra ve her anda onu senden alacağım vakte kadar, selefyoluyla satsam olur mu? dedim. O:

- Olur, dedi. Ben;

- Satın aldığın bir cariye ile ne zaman istersen yahut da onun hamile olup olmadığını anlamak için beklettikten sonra cima etmeye hakkın var mı, dedim. O;

- Onunla başkası arasında nasıl bir fark vardır ki, dedi. Ben;

- Cima, dedim. O dedi ki;

- Şüphesiz cariye de cima özelliği vardır ki, o bir erkekte de olmaz. Herhangi bir hayvan da da olmaz. Dedim ki;

- İşte bu özellik dolayısıyla, ben ikisi arasında bir fark gördüm. O;

- O halde eğer onunla cima etmesi halinde, geri vermeyip onun mislini geri verecekse onu neden selef yoluyla satamazsın dedi. Dedim ki;

- Ben sana bir şeyi ödünç verdiğim vakit, kendisi telef olmamışken senin benimle onun arasına engel olman caiz olur mu? O;

- Hayır dedi. Ben;

- Peki, onunla cima etmesi halinde, kendisi telef olmamışken benim onda herhangi bir hak sahibi olmayışımı nasıl caiz görürsün? Ve eğer bu caiz olursa, bu husustaki hiçbir görüş sahih olamaz dedim. O dedi ki:

- Eğer ben bunu caiz kabul edersem, nasılonun hakkında hiçbir görüş sahih olmasın ki dedi. Dedim ki:

- Çünkü ben, onu ödünç aldığı şey üzerinde hak sahibi kabul edersem, o takdirde o cariyenin fercini onu ödünç alana mubah kılmış olurum. Şayet efendi onu alıncaya kadar onunla cima etmezse, o takdirde onun efendi için mubah olduğunu kabul ederim. Böylelikle ferc bir adam için helal iken sonradan mülkünden çıkmaksızın ve cariyenin rakabesini başkasının mülkiyetine vermeden ve talakta söz konusu olmadan ona haram olmuş olur.

 

Bize er- Rebi' haber verip dedi ki: Şafii dedi ki: Helal olmuş bir ferc ancak ya talak ile haram olur yahut da onu mülk edinenin mülkiyetinden çıkıp başkasının mülkiyetine geçmesiyle olur yahut da ödünç alan kimsenin hiçbirisinde söz konusu olmadığı başka hususlar dolayısıyla olur. Dedi ki:

- Sen bunu bizim bildiğimiz ve bunun dışındaki bir şeyle izah eder misin? Ben:

- Evet, bunu sünnet ve kıyas yolu ile açıklayayım. Çünkü sünnet arasında fark görmüştür, dedim. O bunu zikret dedi. Ben dedim ki:

- Beraberinde bir mahremi bulunmadığı sürece kadının sefere çıkmasının, beraberinde bir mahremi olmaksızın başka bir erkekle halvette kalmasının ve kendisi ile evlenmesi helal olan kişilerden birisi ile velisi olmaksızın evlenmesinin yasaklanmış olduğunu biliyorsun değil mi? O:

- Evet, dedi. Ben:

- Peki, bu hususta ona bu yasağın konulu Ş sebebi olarak ademoğullarında yaratılmış kadınlara karşı şehvet ve Havva'nın kızlarında erkeklere karşı yaratılmış şehvetten başka bir sebep olduğunu söyleyebilir misin? İşte haram kılınmış bir sonuca götürmemesi için, bu hususta ihtiyatlı bir tutum ortaya konulmuştur. Bundan sonra ise, bu husustaki payın terk olunması sonucunu vermemesi yahut da bir yanlışlığın görülmemesi için, helal hususunda da ihtiyat gösterilmiş oluyor, değil mi? O dedi ki:

- Evet, bunun başka bir sebebi yoktur ya da bunun gibi bir sebeptir, dedi.

 

Dedim ki:

- Peki, sen hayvanların dişilerinde yahut da erkeklerinde ya da hayvanlarda bu hususlardan herhangi birisinin var olduğunu görüyor musun? O,

- Hayır, dedi. Ben dedim ki:

- Böylelikle Kitap ve sünnetin bunlar arasında fark gözetmesinin sebebi de senin için açıklık kazanmış oluyor. Bunu ancak kadınlara karşı duyulan, yaratılmış arzu sebebiyle bir ihtiyat için, bunun nehyedildiğini anlamış oldun, değil mi? O:

- Evet dedi. Ben de dedim ki:

- İşte biz de bu ve daha başka sebeplerle aradaki farkı gözettik. Yüce Allah'ın izniyle bu açıklamamız da yeterlidir. O:

- Peki, sen zeriayı kabul ediyor musun, dedi. Ben:

- Hayır, dedim. Zerianın bir manası, bir özelliği yoktur. Çünkü asıl mana bağlayıcı haberi delil göstermek yahut ona kıyas yapmak yahut da akıl yolu ile bilinenlerdedir.

 

Sonraki için tıkla:

 

ELBİSE VE KUMAŞLARDA SELEF YOLUYLA ALIŞVERİŞ