بَاب
فِي
الرَّجُلِ
يُنَادِي
الرَّجُلَ فَيَقُولُ
لَبَّيْكَ
154-155. Bir Kimsenin
Diğer Bir Kimseye 'Lebbeyk: Buyur Emrindeyim" Demesinin Hükmü
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
إِسْمَعِيلَ
حَدَّثَنَا
حَمَّادٌ
أَخْبَرَنَا
يَعْلَى بْنُ
عَطَاءٍ عَنْ أَبِي
هَمَّامٍ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
يَسَارٍ
أَنَّ أَبَا
عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
الْفِهْرِيَّ
قَالَ
شَهِدْتُ
مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
حُنَيْنًا
فَسِرْنَا
فِي يَوْمٍ
قَائِظٍ شَدِيدِ
الْحَرِّ فَنَزَلْنَا
تَحْتَ ظِلِّ
الشَّجَرَةِ
فَلَمَّا
زَالَتْ
الشَّمْسُ
لَبِسْتُ
لَأْمَتِي
وَرَكِبْتُ
فَرَسِي
فَأَتَيْتُ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَهُوَ فِي
فُسْطَاطِهِ
فَقُلْتُ
السَّلَامُ
عَلَيْكَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ وَرَحْمَةُ
اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ
قَدْ حَانَ
الرَّوَاحُ
قَالَ أَجَلْ
ثُمَّ قَالَ
يَا بِلَالُ
قُمْ فَثَارَ مِنْ
تَحْتِ
سَمُرَةٍ
كَأَنَّ
ظِلَّهُ ظِلُّ
طَائِرٍ
فَقَالَ
لَبَّيْكَ
وَسَعْدَيْكَ
وَأَنَا
فِدَاؤُكَ
فَقَالَ
أَسْرِجْ لِي
الْفَرَسَ
فَأَخْرَجَ
سَرْجًا
دَفَّتَاهُ
مِنْ لِيفٍ لَيْسَ
فِيهِ أَشَرٌ
وَلَا بَطَرٌ
فَرَكِبَ وَرَكِبْنَا
وَسَاقَ
الْحَدِيثَ
قَالَ
أَبُو دَاوُد
أَبُو عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
الْفِهْرِيُّ
لَيْسَ لَهُ
إِلَّا هَذَا
الْحَدِيثُ
وَهُوَ
حَدِيثٌ
نَبِيلٌ جَاءَ
بِهِ
حَمَّادُ
بْنُ
سَلَمَةَ
Ebû Hemmâm Abdillah b.
Yesar'den (rivayet edildiğine göre); Ebu Abdurrahman el-Fihrî şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.)'le birlikte Huneyn'de bulundum. Şiddetli sıcağın
iyice kızıştığı bir günde yolculuk ediyorduk. (Bir ara) bir ağacın gölgesi
altına indik. Güneş (batıya) kayınca harp aletlerimi kuşandım ve atıma bindim.
(Doğru) çadırında bulunan Rasûlullah (s.a.v.)'in yanına geldim: "Esselâmu
aleyküm ya Rasûlullah ve rahmetullahi ve berekâtühu, (savaş için) öğle sonu
yola çıkma vakti geldi dedim.Evet, dedi, sonra (Hz. Bilâl'e): Ey Bilal! haydi
kalk, buyurdu. Bunun üzerine (Hz. Bilal) hemen: "Lebbeyk ve sadeyk ve ene
fadâuk (:Buyur ben sana feda olayım)" diyerek ağacın altından (hızla)
sıçradı. Sanki gölgesi bir kuş gölgesi gibi (küçük ve ince) idi. (Hz. Nebi de:)
Bana atımı eğerle, buyurdu.
(Hz. Bilal) hemen iki tarafı lifden olan böbürlenme ve gösterişten uzak bir
eğer çıkardı (ve atı eğerledi). Hz. Peygamber de (ata) bindi. Biz de
(atlarımıza) bindik (ve yol'a koyulduk). Sonra Ebu Abdurrahman hadisi (sonuna
kadar) rivayet etti.
Ebû Davud dedi ki: Ebu
Abdurrahman el-Fihrî'nin bu hadisten başka (rivayet ettiği) bir hadis yoktur.
Bu hadis (kendi sahasında) çok mahir (bir kimse) olan (Yala b. Atâ)nındır. Onu
(kendisinden talebesi) Hammâd b. Seleme rivayet etti.
İzah:
Ahmed b. Hanbel. V,
286.
Olay, Mekke'nin
fethinden sonra vuku bulan Huneyn savaşında geçmiştir.
Huneyn, Taif ile Mekke
arasında Mekke'ye on mil kadar uzaklıkta olan bir yerdir. Bu savaş, İslam
tarihinde çok meşhurdur. Mevzumuzu teşkil eden bu hadisin devamı meâlen şöyledir:
"O gece onlarla
(düşmanlarla) karşılıklı saf hâlinde durduk. Atlar birbirine yaklaştı ve
Allah'ın "Sonra siz gerisin geri dönüp gitmiştiniz"[Tevbe 25]
buyurduğu gibi, müslümanlar gerisin geri dönüp gittiler. Allah'ın Resulü de:
Ey Allah'ın kulları!
Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim, dedi. Sonra atından indi ve bir avuç toprak
aldı. O'na benden daha yakın olan birinin bana haber verdiğine göre toprağı
(düşmanların) yüzlerine atmış ve: "Yüzleri çerkinleşsin" buyurmuştu.
Allah Teâlâ'da onları bozguna uğrattı.
Ya'lâ b. Atâ der ki:
Bana oğullarının babalarından rivayetine göre onlar şöyle demişler:
Bizden hiç kimse
kalmamacasına, gözleri ve ağızlan toprakla doldu, gökle yer arasında demirin
yeni bir tasa sürülmesi gibi bir gümbürtü (veya çınlama) işittik."[Ahmed
ibn Hanbel, V, 286.]