DEVAM: 16. Kader
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ كَثِيرٍ
أَخْبَرَنَا
سُفْيَانُ
عَنْ أَبِي
سِنَانٍ عَنْ وَهْبِ
بْنِ خَالِدٍ
الْحِمْصِيِّ
عَنْ ابْنِ
الدَّيْلَمِيِّ
قَالَ
أَتَيْتُ
أُبَيَّ بْنَ
كَعْبٍ
فَقُلْتُ
لَهُ وَقَعَ
فِي نَفْسِي
شَيْءٌ مِنْ
الْقَدَرِ
فَحَدِّثْنِي
بِشَيْءٍ لَعَلَّ
اللَّهَ أَنْ
يُذْهِبَهُ
مِنْ قَلْبِي
قَالَ لَوْ
أَنَّ
اللَّهَ
عَذَّبَ أَهْلَ
سَمَاوَاتِهِ
وَأَهْلَ
أَرْضِهِ
عَذَّبَهُمْ
وَهُوَ
غَيْرُ
ظَالِمٍ
لَهُمْ وَلَوْ
رَحِمَهُمْ كَانَتْ
رَحْمَتُهُ
خَيْرًا
لَهُمْ مِنْ أَعْمَالِهِمْ
وَلَوْ
أَنْفَقْتَ
مِثْلَ أُحُدٍ
ذَهَبًا فِي
سَبِيلِ
اللَّهِ مَا
قَبِلَهُ
اللَّهُ
مِنْكَ
حَتَّى
تُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ
وَتَعْلَمَ
أَنَّ مَا
أَصَابَكَ لَمْ
يَكُنْ
لِيُخْطِئَكَ
وَأَنَّ مَا
أَخْطَأَكَ
لَمْ يَكُنْ
لِيُصِيبَكَ
وَلَوْ مُتَّ
عَلَى غَيْرِ
هَذَا
لَدَخَلْتَ
النَّارَ
قَالَ ثُمَّ أَتَيْتُ
عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
مَسْعُودٍ فَقَالَ
مِثْلَ
ذَلِكَ قَالَ
ثُمَّ
أَتَيْتُ حُذَيْفَةَ
بْنَ
الْيَمَانِ
فَقَالَ مِثْلَ
ذَلِكَ قَالَ
ثُمَّ
أَتَيْتُ
زَيْدَ بْنَ
ثَابِتٍ فَحَدَّثَنِي
عَنْ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مِثْلَ
ذَلِكَ
İbn Deylemî'den (rivayet
edilmiştir): Ubeyy b. Ka'b'ın yanına varmıştım. Kendisine: "İçimde kaderle
igili bazı şüpheler belirdi. Bana (bu mevzuda) birşey (ler) anlat. Umulur ki
Allah (bu sayede) kalbimden bu şüpheyi giderir" dedim.
"Eğer Allah
göklerinde ve yerlerinde bulunan halka azab etseydi onlara zulmetmiş
sayılmazdı. Eğer onlara rahmetle muamele etseydi bu (onlar için) amellerin (in
karşılığın) dan daha hayırlı olurdu. Eğer sen Allah yolunda Uhud (dağı) kadar
altın harcasan, kadere iman etmedikçe (kaderde) sana isabet eden şeyin sana
(mutlaka) erişeceğini, (kaderde) sana isabet etmeyen şeyin de sana
erişemeyeceğini bilmedikçe, Allah bunu senden kabul etmez.
Eğer bundan başka bir
inanç üzerinde ölürsen cehenneme girersin" dedi.
Sonra Abdullah b.
Mes'ûd'un yanına vardım. O da (bana) buna benzer sözler söyledi. Sonra Huzeyfe
b. el-Yâman'ın yanına vardım. O da aynı şeyleri söyledi. Sonra Zeyd b. Sabit'e
vardım. O da bana Nebi (s.a.v.) den buna benzer sözler nakletti.
İzah:
İbn Mace, mukaddime;
Ahmed b. Hanbel, V,317. VI,442.
İnsanların, kendi
tecrübe ve gayretleriyle bilmeleri mümkün olmayan, ancak Allah'ın ve rasûlünün
bildirmesiyle bilinebilen ibadetler, âhiret ahvali, kaza ve kader gibi mevzularda
sahâbilerin verdikleri bilgiler asla kendi şahsi bilgileri değildir. Mutlaka bu
bilgileri Hz. Nebiden almışlardır. Binâenaleyh, metinde geçen Übeyy b.
Ka'b'la, Abdullah b. Mesûd ve Huzeyfe b. el-ye-mârTin kader mevzuundaki sözleri
asla kendi şahsî görüşlerini yansıtan sözler değildir. Nitekim Zeyd b. Sabit'in
aynı sözleri, Hz. Nebiden nakletmesi de bu sözlerin hepsinin kaynağının Hz.
Nebi olduğunu gösterir.
Bilindiği gibi zulüm,
bir insanın başka birinin hakkına tecavüz etmesidir.
Yerlerde ve göklerde ne
varsa hepsi de Allah'ın olduğundan, hiçbir kimsenin ne kendi varlığı üzerinde
ne de bu varlıklar üzerinde hak iddia etmesi söz konusu olamayacağından, Yüce
Allah'ın varlıklar üzerinde yaptığı tasarruflardan hiçbirisi zulüm olarak nitelendirilemez.
İsterse Öldürür, isterse güldürür, nârı da nuru da haktır, bize düşen O'nun
hükmüne teslim olmaktır. Rahmetle muamele etmeye hakkı olduğu gibi, ta'zib etmeye
de hakkı vardır, Binaenaleyh haksızlık ve zulüm, başkalarının mülkü ve hakkı üzerinde
yapılan tasarruflar için söz konusudur.
Nasıl ki başkasının
yaptığı bir resmi yırtan veya tahrib eden bir ressam, haksız sayıldığı halde,
kendi yaptığı resmi tahrib eden bir ressam haksız sayılmazsa Allah da kendi
eserleri üzerindeki tasarruflarından dolayı haksız ya da zalim sayılamaz.
İşte metinde geçen:
"Eğer Allah göklerinde ve yerlerinde bulunan halka azâb etseydi onlara
zulmetmiş sayılmazdı" cümlesinin anlamı budur.
Allah mahlukat üzerinde
istediği tasarrufta bulunmak hakkına sahip ve yaptıklarından hiç kimseye hesap
vermek zorunda değilken, kulların menfaatına olanı yapmaya mecbur olmadığı
halde, kimseye zulmetmez ve "kullarına olan rahmeti öfkesinden
fazladır."[Buhari, tevhid, bedu'l-halk; Müslim, tevbe; İbn Mâce, zühd;
Ahmed b. Hanbel. 11.242. 258. 260. 313, 358. 381. 397. 433. 466.]
Herşeyi daha olmadan
önce bilmiş, nasıl olacaksa öylece tesbit ve takdir etmiştir. Bu ilmi şaşmaz.
Aynı şekilde insanların da dünyaya gelince hür iradeleriyle nasıl hareket
edeceklerini bilip tesbit ve takdir etmiştir. Ancak bu ilim ve tesbit işi
insanların iradesine tâbidir. Yoksa insanlar, bu tesbite tâbi değillerdir. Bir
başka ifadeyle Allah'ın ezelde bilmiş olması insanların onları yapmasını icab
ettirmez. Kul hür iradesiyle yaptığı fiillerden mesul, izdırâri olarak
(mecburen ve iradesi dışında) yaptığı işlerden mes'ül değildir.