DEVAM: 2. Hakim
Verdiği Hükümde Yanılabilir
حَدَّثَنَا
عُبَيْدُ
اللَّهِ بْنُ
عُمَرَ بْنِ
مَيْسَرَةَ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ الْعَزِيزِ
يَعْنِي
ابْنَ
مُحَمَّدٍ
أَخْبَرَنِي
يَزِيدُ بْنُ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الْهَادِ
عَنْ مُحَمَّدِ
بْنِ
إِبْرَاهِيمَ
عَنْ بُسْرِ
بْنِ سَعِيدٍ
عَنْ أَبِي
قَيْسٍ
مَوْلَى عَمْرِو
بْنِ
الْعَاصِ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ الْعَاصِ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
إِذَا حَكَمَ
الْحَاكِمُ
فَاجْتَهَدَ
فَأَصَابَ
فَلَهُ أَجْرَانِ
وَإِذَا
حَكَمَ
فَاجْتَهَدَ
فَأَخْطَأَ
فَلَهُ أَجْرٌ
فَحَدَّثْتُ
بِهِ أَبَا
بَكْرِ بْنِ
حَزْمٍ
فَقَالَ
هَكَذَا
حَدَّثَنِي
أَبُو
سَلَمَةَ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
Amr b. Âs; Rasûlullah
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Hâkim hüküm verir(ken)
ictihad eder de (içtihadında) isabet ederse, kendisine (bu içtihadından dolayı)
iki sevap vardır. Eğer hâkim hüküm verir(ken) ictihad eder de (içtihadında)
yanılırsa kendisine (bu içtihadından dolayı) bir sevap vardır."
(Ravi Yezid b. Abdülah
b. el-Hâd dedi ki:) Ben bu hadisi Ebû Bekir b. Hazm'e haber verdim de;
"(Bunu bana) Ebû Seleme de Ebû Hureyre'den aynen böyle nakletmişti"
cevabını verdi.
İzah:
Buhari, i'tisâm;
Müslim, akdiye, Nesâî, ahkâm, kudât; ibn Mâce, ahkâm; Ahmed b. Hanbel, IV, 198,
204, 205.
İctihad ehliyetine
sahip bir hâkim hüküm verirken yaptığı ic-tihadden dolayı iki sevap kazanır.
Birisi ictihad sevabı, diğeri de ictihadmdaki isabet sevabı. Fakat bu
içtihadında Allah'ın hükmüne isabet edememişse isabet sevabından mahrum olarak
sadece bir sevapla kalır.
Hattâbî bu hususta
şöyle diyor:
"içtihadında hata
eden bir müctehidin bir sevap alması yaptığı hatadan dolayı değil, ancak hakkı
bulmak uğrunda olanca gücünü sarf etmesin-dendir. Çünkü ehliyetli bir
müctehidin hakkı bulmak için yaptığı bir ictihad ve bu uğurda gösterdiği çaba
bir ibadettir. Binaenaleyh hatalı bir içtihadına karşılık bir sevap alan bir
müctehidin, hatasının karşılığında bir sevap aldığı söylenemez. Ancak onun
içtihadına karşılık bir sevap aldığı, hatasından dolayı üzerine terettüp eden
günahın ise bağışlandığı söylenebilir. Doğrusu da budur.
19. Bilindiği gibi bu hüküm ictihad ehliyetine
sahip olan müctehidler ve onların ictihadlanyla ilgilidir.
İctihad ehliyetine
sahip olmadığı halde kendini zorlayarak ictihad yapan kimselere gelince;
onların yapacakları yanlışlıklar asla mazur görülmez; bilâkis onların yaptığı
yanlışlıklar en büyük günahlardan sayılır. Nitekim "hâkimler üç
sınıftır" mealindeki (no. 3573) hadis-i şerif buna delâlet eder.
Yine bu hadis-i şerif her
müctehidin, her içtihadında isabet edemeyeceğine ve ictihad ehliyetine sahip
müctehidlerin hatalarından dolayı mazur sayılacaklarına da delâlet etmektedir.
Şurasını da unutmamak
icab eder ki, bütün bu hükümler, dinin çeşitli yönlere ihtimali olan teferruatında
yapılan ictihadlarla ilgilidir. Dinin sadece bir manaya olan yönlerinde ise
ictihad yapılamayacağından, bu sahada yapılacak ictihadler merduttur. Sahipleri
ise mazur değillerdir."
Avnii'l-Ma'bûd yazarı
bu hadisi açıklarken şu açıklamayı yapıyor:
"Müctehid olmayan
bir kimsenin hâkimlik görevini alması caiz olmadığı gibi, devlet başkanının
böyle bir kimseyi hâkimlik görevine getirmesi de asla caiz değildir.
Müctehid, şu beş ilmi
kendisinde toplayan kimsedir:
1- Allah'ın kitabını
bilmek.
2- Allah Resulünün
sünnetini bilmek.
3- Daha önceki
asırlarda yaşamış olan müctehidlerin icmâlarını ve ihtilâflarını bilmek.
4- Arapçayı yeteri
kadar bilmek.
5- Kitap, sünnet ve
icmâda açık hüküm bulunmadığı zaman, Kitap, ve sünnetten hüküm çıkarmak için başvurulan
kıyası bilmek.
Ayrıca bir müctehidin
Kur'an-ı Kerim'in nâsihini mansûhunu, mücmelini, müfesserini, hâssmı, âminini,
muhkemini, müteşâbihini; Kur'an-ı Kerim'in açıkladığı mekruh, haram, mubah ve
mendup gibi hükümleri bilmesi icap ettiği gibi, sünneti bu incelikleri ve
yönleri ile tanıması gerekir.
Bunun yanında sünnetin
sahihini, zayıfını, müsnedini, mürselini, sünnetin Kur'an-ı Kerim yanındaki
yerini ve Kur'an-ı Kerim'in, sünnet yanındaki mevkiini çok iyi tanıması
gerekir. Ta ki bu sayede Kur'an'la sünnet arasında zahirî bir tearuz gördüğü
zaman sünnetin Kur'an-ı Kerim'e asla aykırı olmayıp onu tefsir ettiğini
tanıyarak aralarını te'lif edebilsin.
Ayrıca ahkâm
hadislerini Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde gelen hükümleri anlamak
için gerekli olan arapça gramerini ve lügatini bilmesi icap eder. Arapçanm
bütün inceliklerini bilmesi gerekmez.
Bütün bunların yanında
sahabe ve tabiînin ahkâmla ilgili görüşlerini ve ümmetin büyük fakihlerinin
verdikleri fetvaların ekserisini de bilmesi icabe-der. Yoksa mukallid
sayılır."
Avnü'l-Ma'bûd yazarı bu
görüşleri Muhtasar-ı Şerhu's-Şünne isimli kitaptan naklettikten sonra,
"Bu ilimlerin bir kısmını bilmeyen bir kimse mu-kallid sayılır sözünün
üzerinde durulması icabeder" diyerek bu son cümleyi tasvib etmediğini
ifade ile mevzuya son vermiştir.
Her müctehid hakka
isabet eder mi, yoksa içlerinden yalnız biri mi isabet eder meselesi, ulema
arasında ihtilaflıdır. Hanefîlerle Şâfiîlere göre; bir mesele hakkında muhtelif
hükümler veren müctehidlerden yalnız biri hakka yani Allah indindeki hükme
isabet eder; diğerlerinin hükümleri hatalıdır. Fakat mazur oldukları için
günahkâr sayılmazlar; kendilerine birer ecir verilir.
Bir takım âlimlere göre
ise her müctehid hakka isabet eder.
Her iki tarafın
delilleride bu hadistir. "Müctehidlerden hakka isabet eden yalnız
biridir" diyenler; hadisteki "yanılırsa..:" ifadesi ile istidlal
ederler ve: "Hakka isabet etmiş olsa kendisine hata isnad edilemezdi"
derler. İsabet iddia edenler de her müctehide ecir yerilmesi ile istidlal
ederler ve; "İsabet etmemiş olsa kendisine ecir verilmezdi" derler.
Ancak bu ihtilâf fer'i meseleler-deki ictihad hakkındadır. Tevhid esaslarına
ait ictihadlarda hakka isabet eden yalaiz bir müctehiddir. Bu hususta güvenilir
âlimlerin icmâı vardır. Muhalefet eden yalnız Abdullah b. Hasan cl-Abterî ile
Dâvûd-u Zahirî olmuştur ki, onların muhalefetine de itibar yoktur.[Bk.
Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VI, 414.]