بَاب
مَا جَاءَ فِي
الصَّدَقَةِ
عَنْ الْمَيِّتِ
14. Ölen Bir Kimsenin
Yerine Sadaka Vermek
حَدَّثَنَا
الرَّبِيعُ
بْنُ
سُلَيْمَانَ الْمُؤَذِّنُ
حَدَّثَنَا
ابْنُ وَهْبٍ
عَنْ
سُلَيْمَانَ
يَعْنِي
ابْنَ
بِلَالٍ عَنْ
الْعَلاَءِ
بْنِ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
أُرَاهُ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
أَبِي هُرَيْرَةَ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ إِذَا
مَاتَ الْإِنْسَانُ
انْقَطَعَ
عَنْهُ
عَمَلُهُ إِلَّا
مِنْ
ثَلَاثَةِ
أَشْيَاءَ
مِنْ صَدَقَةٍ
جَارِيَةٍ
أَوْ عِلْمٍ
يُنْتَفَعُ
بِهِ أَوْ
وَلَدٍ صَالِحٍ
يَدْعُو لَهُ
Ebû Hureyre'den demiştir
ki: Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (şöyle) buyurmuştur: “İnsan Öldüğü
zaman (bütün) amel(ler)i kendisinden kesilir. Ancak üç şey müstesna; sadaka-i
cariye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden mu'min evlâd."
Diğer tahric: Müslim,
vasıyye; Tirmizi, ahkam; Meşâî, vesaya; Ahmed b. Hanbel 11-372; Darimî,
mukaddime
AÇIKLAMA:
Bu hadisi şerifte,
insanın dünyada işlemekte olduğu amellerinin sevabı, ölümüyle birlikte sona
erdiği ve artık bu amellerin sevabı, o kimsenin amel defterine bir daha
yazılmadığı fakat şu üç amelin sevabının insanın ölümünden sonra da yazılmaya
devam ettiği ifade edilmektedir.
1. Sadaka-i cariye: Bir
kimsenin ölümünden sonra da devam eden ve Allah rızası için insanların istifadesine
sunulmuş olan hayır müesseseleri, mektepler, camiler, çeşmeler ve vakıflardır.
Sözü geçen bu hayırların sevapları kesilmediği için onlara "sürekli
hayır" anlamına gelen "sadakay-ı cariye" ismi verilir.
2. Kendisinden (sürekli
olarak) faydalanılan ilim kişinin sağlığında öğrenip, neşretmiş olduğu
ilimdir. Neşir kitap yazıp yayımlama şeklinde olabileceği gibi, öğrenilen
bilgileri başkalarına öğretme yoluyla da olabilir.
3. Dua eden salih
evlât: İbn Hacer el-Mekki'ye göre, burada salih evlat sözüyle kasdedilen mümin
evlattır.
Bu mevzuda Münavi
(r.a.) şöyle diyor: "Aslında ölen bir kimsenin arkasından dua eden her
müslümamn duası ölüye ulaştığı halde, burada sadece salih evladın duasından
bahsedilmesinin hikmeti; çocukları, anne ve babalarının ardından'dua etmeye
teşviktir.
tmam Nevevî şöyle
diyor: Ölünün arkasından verilen sadaka ile edilen duanın sevabının ölüye
ulaştığında âlimler arasında ittifak olduğu gibi, onun ölümünden sonra mali
borçlarının ödenmesinin onu borçtan kurtaracağında da ittifak vardır.
İmam Şafiî ile
taraftarlarına göre, üzerinde hac borcu varken Ölen bir kimsenin arkasından
onun hesabına yapılacak hac, onu hac farizası borcundan kurtarır. Eğer bu kişi
ölümünden önce kendisi nafile bir hac yapılmasını vasiyyet etmişse, bu hac
vasiyyet hükmüne girer, dolayısıyle bir vasiyyet olarak o haccın yerine
getirilmesi gerekir. Şafiî mezhebi ve cumhur ulemaya göre; ölünün yerine namaz
kılmak caiz olmadığı gibi, ölü için okunan ve ona bağışlanan Kur'ân'ın sevabı
da ölüye ulaşmaz. Yine İmam Şafiî ile cumhur ulemaya göre; ölüye bağışlanan
namaz ile orucun sevabı da ölüye erişmez. Ancak ölünün velisinin yahutta bu
velinin izin verdiği bir kimsenin ölünün yerine tuttuğu farz oruç, Şâfiîlerin
müteahhirin âlimlerinin muhakkiklerine göre, makbul olur. İmam Şafiî'den bu
hususta iki görüş rivayet edilmiştir. Bu iki görüşten en meşhur olanına göre,
ölü hesabına tutulmuş olan bu oruç ödenmiş olmaz.
Hattâbî'de, konumuzla
alakalı hadis-i şerifin "namaz ile orucun ve bunlara benzeyen diğer ibadetlerin
vekillik kabul etmediğine ve dolayısıyle ölen bir kimsenin üzerinde borç olarak
bulunan bedeni ibadetlerin başkası tarafından ödenemeyeceğine delalet
ettiğini" ifade etmiştir. Hanefi âlimlerinden İbn Abidin bu mevzuda şöyle
diyor:
Âlimlerimizin, hac
babında, açıkladıklarına göre; insan, namaz, oruç, sadaka ve benzeri
amellerinin sevabını başkasına bağışlayabilir. Hidaye'de böyle denilmiştir.
Hatta Tatarhaniye'de Muhit'ten naklen nafile sadaka veren kimsenin, bütün
mü'min ve mü'minata niyet etmesinin efdal olduğu bildirilmiştir. Çünkü bu
onlara erişir ve sevabından hiç bir şey eksilmez. Ehl-i sünnet ve'1-cemaat'ın
mezhebi budur. Yalnız İmam Mâlik ile Şafiî, sırf bedeni olan namaz ve Kur'ân
okumak gibi ibadetleri istisna etmişlerdir. Onlara göre, bunların sevabı ölüye
ulaşmaz. Mutezile taifesi Ehl-i sünnet'e muhalefet etmişlerdir. Tamamı
Fethul-Kadir'dedir.
Ben derim ki: Şafiî'den
meşhur olan kavil yukarıda geçmiştir. Şâfiîle-rin müteehhirin âlimlerinin
beyanına göre, meyyit huzurunda okunan Kur'ân ona ulaşır. Keza hemen Kur'ân'ın
arkasından dua ulaşır. Çünkü Kur'ân okunan yere rahmet ve bereket iner. Onun
arkasından yapılan duanın kabulü daha yakındır. Bunun muktezası şudur: Murad,
meyyitin Kur'ân'dan is-tifadesidir. Sevabın hasıl olması değildir. Onun için de
dua ederken, "Ya-rabbi okuduğumun sevabı kadar sevabı filana
ulaştır!" demeyi tercih etmişlerdir.
Bize gelince, meyyite
ulaşan bizzat sevaptır.Bahır'da şöyle denilmiştir: "Bir kimse oruç tutar,
namaz kılar veya sadaka verir de sevabını başka bir ölüye veya diriye
bağışlarsa caiz olur. Bu sevab Ehl-i sünnet ve'1-cemaat'a göre onlara
ulaşır."
Bedayi'de böyle
denilmiş, sonra şöyle devam edilmiştir: "Bundan anlaşılır ki, bağışlanan
kimsenin ölü veya diri olmasının farkı yoktur. Zahire göre, sevabı, o fiili
yaparken bağışlamasıyla, evvela kendisi için yapıp sonra başkasına bağışlaması
arasında fark yoktur." Fetava'da, "Farzlarda caiz değildir diyenler
olmuştur." ibaresi vardır.[Davudoğlu, A. İbn Abidin, Terceme ve Şerhi,
III-5O3, 504.]
"İnsana,
kazandığından başka bir şey yoktur."[Necm 32] âyetine gelince: O te'vil
edilmiştir. Yani ancak bağışlarsa caiz olur denilmiştir.
Nitekim Kemal tahkikini
yapmış kısaca şöyle demiştir: "Âyet-i kerime, Mutezile taifesinin
söylediği manâda zahir ise de nesih veya takyid edilmiş olması ihtimali vardır.
Bu neticeyi tesbit eden hadis sabit olmuştur ki, o da Peygamber (S.A.V.)'in iki
ala koç kurban etmesidir. Bunların birini kendi namına diğerini ümmeti namına
kesmiştir. Bu hadisi sahabeden bir çok kimseler rivayet etmiş; hadis yaygın
bir hal almıştır. Binaenaleyh meşhur olması ihtimalden uzak değildir. Meşhur
hadisle ise, mutlak olan âyet takyid edilebilir. Dârekutnî'nin rivayetine
göre, biri Peygamber (S.A.V.)'e sormuş;
"Annem babam
vardı. Hayatlarında kendilerine itaat ederdim ölümlerinden sonra onlara ne
iyilik edeyim?" demiş. Rasûlullah (S.A.V.):
"Öldükten sonra
hayır namına kendi namazınla birlikte onlar için de namaz; orucunla birlikte
onlar için de oruç tutmalısın" buyurmuştur. Hz. Ali'den dahi Rasûlullah
(S.A.V.)'den naklen şu hadis rivayet olunmuştur.
"Bir kimse kabristana uğrar da on bir
defa ihlâs sûresini okur ve sevabını ölülere bağışlarsa» kendisine ölülerin
sayısınca sevap verilir." Enes'den de rivayet olunmuştur ki:
"Ya Rasûlullah!
Biz ölülerimiz namına sadaka veriyoruz. Onlar namına haccediyor duada
bulunuyoruz. Acaba bu onlara vasıl oluyor mu?" diye sormuş. Rasûlullah
(S.A.V.),
"Evet, onlara
vasıl olur ve onlar bundan, sizden birine bir tabak hediye geldiği zaman nasıl
sevinirse öyle sevinirler” buyurmuştur.
Bu hadisi, Ebû Hafs
Ükberî rivayet etmiştir. Bir rivayete göre Peygamber (S.A.V.):
"Ölülerinize Yasin
okuyun!” buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Bütün bunlar ve
sözü uzatırız korkusuyla bıraktıklarımız arasındaki kadr-i müşterek tevatür
derecesini bulmaktadır. Bu kadr-i müşterekten murad, başkasının amelinden
faydalanmaktır. Keza Kur'ân-ı Kerim'de, anneye babaya dua edilmesi emr
buyurulmuştur. Meleklerin mü'minlere istiğfarda bulundukları haber verilmiştir.
Bunlar fayda hasıl olduğunu göstermekte kesindir. Ve bunlar Mutezile'nin
istidlal ettikleri âyetin zahirine muhaliftir. Çünkü o âyetin zahiri, bir
kimsenin biri için istiğfarda bulunması hiçbir vecihle fayda vermeyeceğini
gösterir. Çünkü bu kendi emeği değildir. Biz, "Âyetin zahiri murad
değildir" diyerek, onu kişi hibe etmezse diye kayıtladık. Bu, mensuhtur
demekten evlâdır. Zira daha kolaydır. İrade ettikten sonra batıl olma yoktur.
Bir de bu âyet haber kabilindendir. Haberlerde nesih yoktur.
Yahut âyetteki
"lâm', ala" manasınadır. Bu ikinci bir cevabtır. Ama Kemal onu
reddetmiştir. Çünkü âyetin zahirinden ve gelişinden uzaktır. Âyet, yüz çeviren
ve cimrilik eden kimseye va'z ve nasihattir. Şu da var ki bu âyet, "Hiç kimse
başkasının günahını yüklenmez" âyetiyle tekerrür etmektedir. Daha başka
cevaplar da verilmiştir. Onları Zeylâî ve başkaları sıralamıştır. Bazıları
şunlardır:
1. Bu âyet
neshedilmiştir.
2. Bu âyet Musa ve
İbrahim (a.s.)'ın kavimlerine mahsustur. Çünkü onların sahifelerindekini
hikaye etmektedir.
3. Bu âyetteki insandan
murad kafirdir.
4. Bu adalet yoluyla
değil, fakat fazl ve ihsan yoluyla olur demektir.
5. İnsana ancak
emeğinin karşılığı vardır. Lakin bazan çalışması esbaba tevessüle olur. İhvanını
çoğaltır. İmanı tahsil eder. Peygamber (s.a)'in "Ademoğlu ölünce ameli
kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez..." hadisine gelinçe: Bu hadis,
başkasının ameli kesildiğine delalet etmez. Bizim sözümüz ise, başkasının ameli
hakkındadır. (Zeylâî)
"Kimse kimse
namına oruç tutamaz ve kimse kimse namına namaz kılamaz." hadisi ise
borçtan kurtulmak hususundadır. Sevap hakkında değildir. Nitekim Bamr'da beyan
edilmiştir.[Davudoğlu, A. İbn Abidin Terceme ve Şerhi V-177, 178.]
Celadeddin Suyutî,
sevabı kesilmeyen hayırların sayısını bir şiirinde ona çıkarmıştır ki sırasıyla
şunlardır.
1. Neşredilmiş ilim 2.
Evladın duası, 3. Ağaç dikmek 4. Sadaka-ı cariye 5. Miras olarak bırakılan
Kur'ân-ı Kerim 6. Sınırda nöbet tutmak 7. Kuyu kazmak 8. Bir nehrin suyunu bir
yere akıtıp insanların istifadesine sunmak 9. Gariplerin barınması için hanlar
ve imaretler inşa etmek 10. İçerisinde zikir yapılması yahut ta Kur'ân-ı Kerim
okunması için bina inşa etmek.