بَاب
فِي صُلْحِ
الْعَدُوِّ
156. Düşmanla Barış
Yapmak
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
عُبَيْدٍ
أَنَّ
مُحَمَّدَ
بْنَ ثَوْرٍ
حَدَّثَهُمْ
عَنْ مَعْمَرٍ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ عُرْوَةَ
بْنِ
الزُّبَيْرِ
عَنْ
الْمِسْوَرِ
بْنِ مَخْرَمَةَ
قَالَ خَرَجَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
زَمَنَ
الْحُدَيْبِيَةِ
فِي بِضْعَ
عَشْرَةَ
مِائَةً مِنْ
أَصْحَابِهِ
حَتَّى إِذَا
كَانُوا
بِذِي الْحُلَيْفَةِ
قَلَّدَ
الْهَدْيَ
وَأَشْعَرَهُ
وَأَحْرَمَ
بِالْعُمْرَةِ
وَسَاقَ الْحَدِيثَ
قَالَ وَسَارَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
حَتَّى إِذَا
كَانَ
بِالثَّنِيَّةِ
الَّتِي
يَهْبِطُ
عَلَيْهِمْ
مِنْهَا بَرَكَتْ
بِهِ
رَاحِلَتُهُ
فَقَالَ
النَّاسُ
حَلْ حَلْ
خَلَأَتْ
الْقَصْوَاءُ
مَرَّتَيْنِ
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَا خَلَأَتْ
وَمَا ذَلِكَ
لَهَا بِخُلُقٍ
وَلَكِنْ
حَبَسَهَا
حَابِسُ
الْفِيلِ ثُمَّ
قَالَ
وَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ لَا
يَسْأَلُونِي
الْيَوْمَ
خُطَّةً
يُعَظِّمُونَ
بِهَا
حُرُمَاتِ
اللَّهِ
إِلَّا أَعْطَيْتُهُمْ
إِيَّاهَا
ثُمَّ
زَجَرَهَا فَوَثَبَتْ
فَعَدَلَ
عَنْهُمْ
حَتَّى
نَزَلَ
بِأَقْصَى
الْحُدَيْبِيَةِ
عَلَى ثَمَدٍ
قَلِيلِ
الْمَاءِ
فَجَاءَهُ
بُدَيْلُ
بْنُ
وَرْقَاءَ
الْخُزَاعِيُّ
ثُمَّ
أَتَاهُ
يَعْنِي
عُرْوَةَ
بْنَ
مَسْعُودٍ
فَجَعَلَ
يُكَلِّمُ
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَكُلَّمَا
كَلَّمَهُ
أَخَذَ
بِلِحْيَتِهِ
والْمُغِيَرةُ
بْنُ
شُعْبَةَ
قَائِمٌ
عَلَى
النَّبِيِّ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَمَعَهُ
السَّيْفُ
وَعَلَيْهِ
الْمِغْفَرُ
فَضَرَبَ
يَدَهُ
بِنَعْلِ
السَّيْفِ
وَقَالَ أَخِّرْ
يَدَكَ عَنْ
لِحْيَتِهِ
فَرَفَعَ عُرْوَةُ
رَأْسَهُ فَقَالَ
مَنْ هَذَا
قَالُوا
الْمُغِيرَةُ
بْنُ
شُعْبَةَ
فَقَالَ أَيْ
غُدَرُ
أَوَلَسْتُ
أَسْعَى فِي
غَدْرَتِكَ
وَكَانَ
الْمُغِيرَةُ
صَحِبَ
قَوْمًا فِي
الْجَاهِلِيَّةِ
فَقَتَلَهُمْ
وَأَخَذَ
أَمْوَالَهُمْ
ثُمَّ جَاءَ
فَأَسْلَمَ
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَمَّا
الْإِسْلَامُ
فَقَدْ
قَبِلْنَا
وَأَمَّا
الْمَالُ
فَإِنَّهُ
مَالُ غَدْرٍ
لَا حَاجَةَ
لَنَا فِيهِ
فَذَكَرَ
الْحَدِيثَ
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
اكْتُبْ
هَذَا مَا
قَاضَى
عَلَيْهِ
مُحَمَّدٌ رَسُولُ
اللَّهِ وَقَصَّ
الْخَبَرَ
فَقَالَ
سُهَيْلٌ
وَعَلَى
أَنَّهُ لَا
يَأْتِيكَ
مِنَّا
رَجُلٌ وَإِنْ
كَانَ عَلَى
دِينِكَ
إِلَّا
رَدَدْتَهُ
إِلَيْنَا
فَلَمَّا
فَرَغَ مِنْ
قَضِيَّةِ
الْكِتَابِ
قَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لِأَصْحَابِهِ
قُومُوا
فَانْحَرُوا
ثُمَّ
احْلِقُوا
ثُمَّ جَاءَ
نِسْوَةٌ مُؤْمِنَاتٌ
مُهَاجِرَاتٌ
الْآيَةَ
فَنَهَاهُمْ
اللَّهُ أَنْ
يَرُدُّوهُنَّ
وَأَمَرَهُمْ
أَنْ
يَرُدُّوا
الصَّدَاقَ
ثُمَّ رَجَعَ
إِلَى
الْمَدِينَةِ
فَجَاءَهُ
أَبُو
بَصِيرٍ
رَجُلٌ مِنْ
قُرَيْشٍ
يَعْنِي فَأَرْسَلُوا
فِي طَلَبِهِ
فَدَفَعَهُ
إِلَى
الرَّجُلَيْنِ
فَخَرَجَا
بِهِ حَتَّى
إِذْ بَلَغَا
ذَا الْحُلَيْفَةِ
نَزَلُوا
يَأْكُلُونَ
مِنْ تَمْرٍ
لَهُمْ
فَقَالَ
أَبُو
بَصِيرٍ
لِأَحَدِ
الرَّجُلَيْنِ
وَاللَّهِ
إِنِّي لَأَرَى
سَيْفَكَ
هَذَا يَا
فُلَانُ
جَيِّدًا فَاسْتَلَّهُ
الْآخَرُ
فَقَالَ
أَجَلْ قَدْ
جَرَّبْتُ
بِهِ فَقَالَ
أَبُو
بَصِيرٍ
أَرِنِي
أَنْظُرْ
إِلَيْهِ
فَأَمْكَنَهُ
مِنْهُ
فَضَرَبَهُ
حَتَّى
بَرَدَ
وَفَرَّ
الْآخَرُ
حَتَّى أَتَى الْمَدِينَةَ
فَدَخَلَ
الْمَسجِدَ
يَعْدُو
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ لَقَدْ
رَأَى هَذَا
ذُعْرًا
فَقَالَ قَدْ
قُتِلَ
وَاللَّهِ
صَاحِبِي
وَإِنِّي
لَمَقْتُولٌ
فَجَاءَ
أَبُو
بَصِيرٍ
فَقَالَ قَدْ أَوْفَى
اللَّهُ
ذِمَّتَكَ
فَقَدْ
رَدَدْتَنِي
إِلَيْهِمْ
ثُمَّ
نَجَّانِي
اللَّهُ
مِنْهُمْ
فَقَالَ
النَّبِيُّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
وَيْلَ
أُمِّهِ
مِسْعَرَ
حَرْبٍ لَوْ
كَانَ لَهُ
أَحَدٌ
فَلَمَّا
سَمِعَ ذَلِكَ
عَرَفَ
أَنَّهُ
سَيَرُدُّهُ
إِلَيْهِمْ
فَخَرَجَ
حَتَّى أَتَى
سَيْفَ
الْبَحْرِ وَيَنْفَلِتُ
أَبُو
جَنْدَلٍ
فَلَحِقَ بِأَبِي
بَصِيرٍ
حَتَّى
اجْتَمَعَتْ
مِنْهُمْ
عِصَابَةٌ
Misver b. Mahreme'den
demiştir ki: Nebi (S.A.V.) Hudeybiye yılında ashabından bin küsur (kişi) ile
(birlikte Medine'den Mekke'ye doğru yola çıktı.) Nihayet Zü'l-huleyfe'ye
vardıkları zaman kurbanlığına gerdanlık taktı, onu işaretledi ve umre (yapmak
niyetiyle) ihram'a girdi,
(ravi)
Hadisi (ayrıntılarıyla) sevk(e devam) etti (ve daha sonra şunları söyledi):
Peygamber (S.A.V.) üzerinden Mekkeliler (karargahın)a inilen Seniyye mevkiine
gelmişti ki, burada (kasva isimli) devesi çöktü. Halk "Yürü, yürü"
dedi (ler ve) iki defa "kasva huysuzlaşıp yürümez oldu." diye
(bağırdılar). Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) (kasva) "Yürümemekte inatçılık etmez. Bu onun
adeti değildir. Fakat onu (yürümekten) alakoyan (kuvvet) (Ebrehe'nin) Fili (ni
yürümekten) alakoyan (kuvvet) tir-" buyurdu. Ve (sözlerine devam ederek)
"Varlığım elinde
olan Zat'a yemin olsun ki; Mekkeliler bugün Allah'ın (haram dahilinde) muhterem
kıldığı şeylere ta'zim kasdederek benden ne kadar müşkül talebde bulunurlarsa
ben onu (mutlaka) onlara vereceğim" buyurdu, sonra deveyi (yürümeye)
teşvik etti. Bunun üzerine (hayvan) sıçra (yıp kalk)dı ve Mekkeliler (in
bulunduğu yön) den (aksi istikamete) döndü. (Hudeybiye'ye doğru ilerlemeye
başladı) Nihayet (Peygamber Efendimiz) Hudeybiye'nin suyu az olan Semed kuyusu
üzerindeki son noktasında konakladı. Bu sırada yanına Büdeyl b. Verka el-Huzaî,
sonra da Urve b. Mes'ûd geldi. (Urve Arapların adeti üzere Peygamber
(S.A.V.)'in sakalından tutarak onunla konuşmaya başladı. Muğire b. Şu'be de
başında miğfer ve yanında kılıç olduğu halde Peygamber (S.A.V.)'in yanında
bulunuyordu. Kılıcın sapıyla Urve'nin eline vurdu ve (Urve'ye):
Elini onun sakalından
geri çek!" diye haykırdı. Bunun üzerine (Urve) başını kaldırıp: "Bu
(da) kim?" dedi. (Oradakiler de kardeşinin oğlu) "Muğire b.
Şu'be'dir" karşılığını verdiler. (Urve Muğire'ye hitaben):
"Ey gaddar! Ben
hala senin (cahiliyyetteki) hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil
miyim?" dedi. Muğire (müslüman olmadan önce) cahiliyyette (Malik
oğullarından) bazı kimselerle yol arkadaşlığı etmiş (ve yolda) bunları öldürüp
mallarını almış, sonra (Medine'ye) gelip müslüman olmuştu. (Bu malları getirip
Hz. Peygamber'e arz edince) Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Müslümanlığını kabul ediyoruz, fakat
mal'a gelince, o hıyanet malıdır. Bizim ona ihtiyacımız yoktur." buyurdu
(Ravi Misver bu) hadisi (tam olarak) rivayet etti (Fakat Musannif Ebu Davud onu
kısaltarak nakletti. Kureyş'in Hz. Peygamber ile sulh yapmak üzere gönderdiği
Süheyl, müslümanların yanına gelince Hz. Peygamber onunla on senelik bir sulh
akdi üzerinde anlaştı) Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) (Ali b. Ebi Talib
(r.a)'ı çağırıp o'na hitaben ey Ali "Şu, Muhammed'in üzerinde karar
kıldığı hükümdür, diye yaz!" buyurdu. Süheyl'in, Allah'ın peygamber'e
indirdiği kitapları inkar ettiğini, O'na anlattı (Hz. Ali Hz. Fahr-i Kainat'ın
kabul ettiği sulh akdinin metnini (yazarken) Süheyl
"Biz'den bir
kimsenin sana sığınamayacağına, (sana sığınmak için yanınıza gelen bu kimse)
Senin dininde bile olsa (derhal) onu bize iade edeceğine dair." (anlaşmaya
vardığımızı da yazılsın) dedi. Hz. Peygamber (bu metnin) yazılmasını
bitirdikten sonra sahabilerine
"Kalkınız
(hediyelik kurbanlarınızı) boğazlayınız, sonra da tıraş olunuz." buyurdu.
Sonra mü'min muhacir kadınlar geldi(ler. Nitekim Yüce Allah, ey iman edenler!
mü'min kadınlar göç ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin) [bk.
el-Mümtehine 10] ayet (-i kerimesinde bu olaya işaret buyurmuştur. Yüce Allah
mü'min kadınların muhacir olarak Medine'ye gelmeleri üzerine indirdiği bu
ayet-i kerimeyle) bu kadınların Kureyşlilere geri verilmesini yasakladı ve
kafir kocalarının bunlara sarfettikleri mehir kadarını onlara, müslümanların da
ver(ererek onlarla evlen) melerini emretti. Daha sonra (Rasûlullah (S.A.V.)
Medine'ye döndü. Bu sırada Kureyş'ten Ebû Basir (isimli) bir adam (müslüman
olarak) Hz. Peygamberin yanına geldi (Kureyşliler) onu istemek üzere iki elçi
gönderdiler (Rasûl-i-Zî-şan Efendimiz de sulh hükümlerine uyarak) Ebû Basir'i
(bu) iki adam'a geri verdi. (Onlar da) Ebû Basir ile birlikte (yol'a) çıktılar.
Nihayet Zü'l-huleyfe'ye vardıkları zaman (yanlarında bulunan) hurmadan birazını
yemek için oraya indiler. Ebû Basir (bu) iki kişiden birisine (yani Huneys'e):
"Ey falanca vallahi ben senin şu kılıcını çok güzel zannediyorum."
dedi (kılıcın sahibi olan) öbür kişi de kılıcı (kınından) çekerek:
"Evet (öyledir) Ben
de bu kılıcı (çok) denedim." diye karşılık verdi. Ebû Basir de "Onu
bana göster de (iyice bir) bakayım" dedi (karşıdaki) ona bu imkanı verdi.
(Ebû Basir, hemen) kılıcı o'na vurdu. Nihayet (adam kılıcın darbesiyle) can
verdi. (Ölünün yanında yol arkadaşı olarak bulunan) öbür adam kaçıp ta
Medine'ye vardı ve koşarak mescide girdi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)
"Gerçek'ten şu adam
bir korku görüp geçirmiştir." buyurdu, (o kimse Hz. Peygambere iyice
yaklaştıktan sonra) (Vallahi) "Arkadaşım (Ebû Basir tarafından) öldürüldü
(Ona engel olmazsanız) kesinlikle ben de öldürüleceğim" dedi. Bu sırada
Ebû Basir de çıka geldi:
(Ey Allah'ın Rasûlü
vallahi) "sana Allah ahdini yerine getirtti. Beni müşriklere geri
gönderdin, sonra da Allah beni onlardan kurtardı." dedi. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Harbi kızıştırması yönünden, Ebû Basir'e
hayret doğrusu. Eğer onun yanında bir kişi daha olsa" (Kureyş ile aramızda
olan sulhu bozup harbi yeniden başlatırdı) dedi. (Ebû Basir) Bu sözü işitince
(Hz. Peygamber'in kendisini Kureyşlilere göndereceğini anladı ve hemen (Hz.
Peygamber'in) huzurundan) çıktı. (Yollara düştü) Nihayet deniz sahiline geldi.
(Bu sırada) Ebû Cendel'de (müşriklerin elinden) kurtulup Ebû Basir'e iltihak
etti. Nihayet (Ebû Cendel'in yanında müşriklerin elinden kurtularak kaçıp
gelen) bir cemaat toplandı.
İzah:
Buharı, cihad, şurut;
Ahmed b. Hanbel, IV, 323, 329, 330.
Hudeybiye; Mekke yakınında
bulunan bir köyün adıdır, is-mini burada bulunan bir kuyudan almıştır. Siyer
ulemasının ihtilafsız beyanına göre, Hz. Peygamber Hudeybiye seferine hicretin
altıncı yılı zilkade ayının ikisine tesadüf eden pazartesi günü çıkmıştır.
Ramazanda hareket edipŞevval ayında Hudeybiye'ye vardığına dair Urve'den gelen
bir haber varsa da sarih Aynî bu haberin garib olduğunu söylüyor. Metinde geçen
Kurbanlığa gerdanlık takmak tabirinden maksat hacda kesilecek develerin,
kurbanlık olduklarının bilinmesi için boyunlarına ip, nalın gibi birtakım
alametler takmaktır. Kurbanlığı işaretlemek ten maksat ise kurbanlık devenin
hörgücünün sağ ya da sol tarafını kanatmaktır. Bu işaret hayvanın-kurbanlık
olduğunun bilinmesine yarar. İbn İshak'ın rivayetine göre Hz. Peygamber bu
sefere Umre, yani ka'be-i muazzamayı ziyaret ve tavaf niyetiyle çıkmıştı,
katiyyen harp etmek istemiyordu. Yola bu maksatla çıktığına herkesi inandırmak
için sahabilerine harp malzemesi aldırmayıp sadece yolcu silahı olan birer
kılıç taktırmıştı. Medine civarında bulunan, Müzeyne, Cü-heyne, Gifar, Eşca,
Eşlem kabilelerini de birlikte hac etmek üzere davet etmişti. Fakat bu
kabileler, Kureyş'ten korkarak: "Rasulullah kendisini harp tehlikesine
atıyor. Herhalde Kureyş kendisini Ka'be'yi ziyaretten men edecektir."
diye çoğu bu sefere katılmaktan kaçındı. Hz. Peygamber muhacirler ile,
ensardan ve bunlara iltihak eden diğer araplardan teşekkül eden bir sahabi
topluluğuyla yola çıktı ve Medine'nin mikatı olan "Zülhuleyfe" mevkiinde
ihrama girdi, kurbanlık develerine gerdanlıklarım takıp şevketti.
Kureyş'in beyti ziyaret
ve ta'zim maksadıyla yola çıkıldığından emin olmalarını istiyordu. İbn îshak,
yetmiş tane kurbanlık deve sevkedildiğini ve yediyüz kişi sefere katılıp, her
on kişiye bir kurbanlık deve düştüğünü bildirmiş ise de İbn Ukbe'nin Hz.
Cabir'den gelen rivayetinde her yedi kişiye bir deve alındığı ve bu sefere bin
dörtyüz kişinin iştirak ettiği haber verilmiştir.
Bu kurbanlık develeri
Huzaa'dan Naciye isminde biri sevketmiştir, Kureyş'in Hal ve harekatını
anlayıp bildirmek üzere de Büsr b. Süfyan maiyetine yeteri kadar kuvvet
vererek gözcü gönderdi. Asfan mevkiine varınca Büsr b. Süfyan kendilerine
yetişerek:
Ya Rasûlullah! Kureyş
sizin hareketinizi işitmiş ve Mekke'den çıkıp Zîtuvâ mevkiine gelerek
konaklamışlardır. Halid b. Velid de bir süvari müfrezesiyle, Gamım mevkiinde
bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem beraberindekilere yolun sağ
tarafını tutmalarım emretti.
Musannif Ebû Davûd,
"Ravi hadisi şevketti." sözüyle, ravi Misver'in aslında tam olarak
rivayet ettiği bu hadisi kendisinin kısaltarak naklettiğini ifade etmek
istemiştir. Gerçekten musannif, hadisi kısaltarak rivayet etmiştir.
Kısaltırken mevzuya ışık tutan bazı kısımlarını atlamıştır.
Mevzunun tam olarak
anlaşılması ve hadis-i şeriften tam olarak istifade edilebilmesi için atlanan
kısımların zikredilmesinde fayda görüyoruz. Bu-hârî'nin sahihinde Hudeybiye
seferi, şu manaya gelen lafızlarla rivayet edilmiştir: Rasûlullah (S.A.V.)
Hudeybiye seferinde (Medine'den hareket ederek yola) çıkmıştı. Yolun bir
kısmına vardıklarında (yanındakilere): -"Halid b. Velid birtakım Kureyş
süvarileriyle gözcü olarak Gamım mevkiinde bulunmaktadır. Şimdi siz yolun sağ
tarafını tutunuz!" buyurdu. Vallahi Halid (b. Velid) Peygamber (S.A.V.)
ile maiyyetinin hareketini anlamadı. Nihayet Halid, ordumuzun kaldırdığı kara
tozu gördü de hayvanına ayağıyla vurup koşturarak (Rasul-ü Ekremin geldiğini)
Kureyş'e bildirmek üzere (süratle) gitti. Peygamber (fi,a) de orduyla yürüdü.
Nihayet Seniyye tepesine gelmişti ki oradan Kureyş üzerine inilirdi. Burada
Rasûlullah (S.A.V.) in bindiği (Kasva) isimli deve çöktü. Halk "Kasva
huysuzlaşıp yürümez oldu. Kasva huysuzlaşıp yürümez oldu." demeğe
başladı. Hayvan (ı sevk ettilerse de) çökmekte İsrar etti. Yİne halk
"Kasva huysuzlaşıp yürümez oldu, kasva huysuzlaşıp yürümez oldu."
demişti. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.):
"Kasva huysuzlaşıp
da yürümezlik etmez. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat (vaktiyle Mekke'ye
girmekten) Fili meneden (kuvvet şimdi de) Kasva'yi men'etti." buyurdu.
Bundan sonra
Rasûlullah:
"Varlığım kudret
elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki Kureyş, Allah'ın (Harem dahilinde)
muhterem kıldığı şeylere ia'zinı kasdederek benden ne kadar müşkil talepte
bulunursa ben onu muhakkak onlara vereceğim" buyurdu. Sonra kasva'yı
sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı.
Ravi demiştir ki: Bu
defa, Rasûlullah Kureyş tarafından dönerek nihayet suyu az olan
"Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye (mevkii) nin son bulduğu
yere indi. (Daha önce oradan gelip geçen) halk bu az sudan birer parça almış
orada kalmaya yetecek kadar su bırakmayıp, kuyunun suyunu tamamen çekmişlerdi.
Şimdi Rasûlullah (S.A.V.) e susuzluktan şikayet olundu. Bunun üzerine
Rasûlullah ok torbasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna
koymalarım emretti.
Vallahi o anda kuyunun
suyu coşmaya başladı. Suyun bu feveranı Hz. Peygamberin sahabileri oradan
dönünceye kadar onları suya kandırmak için devam etti. (Orada bulunanlar
kuyunun kenarında oturarak su kaplarını doldururlardı) Rasûlullah ile
beraberindeki sahabiler bu halde iken Huzaa kabilesinden olan Büdeyl b. Verka
kendi kabilesinden birkaç kişi ile çıkageldi (Mekke ve havalisindeki) Tihane
kabileleri arasında Huzâiler, ötedenberi, Rasûlullah (S.A.V.) in sırdaşı idi.
(Müslim olsun, müşrik olsun bütün Huzâîler Mekke'de olup biten herşeyi Rasul-ü
Ekrem'den saklamazlar, gizlice bildirirlerdi.)
Büdeyl gelince Hz.
Peygambere:
-(Haberiniz olsun,
Kureyş'in) Ka'b b. Süheyl ile Amr b. Lüey kabileleri Hudeybiye sularının en
zengin menbalarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve
çocukları) da yanlarında bulunuyor. (Maişetleri yolundadır) Şimdi ben onları
bu halde bıraktım, geldim. Bunlar muhakkak size karşı harbedecekler ve sizi
beyt-i şerife girmekten men edeceklerdir" dedi. Rasûlullah da şöyle
buyurdu:
"Fakat biz, hiçbir
kimse ile harbetmek için gelmedik. Biz yalnız umre etmek niyetiyle geldik.
Bununla beraber (Bedr ve Hendek)harbi,Kureyş'in maddi ve manevi bütün
kuvvetlerini za'fa ve onları hayli zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse
ben onlarla aramızda bir (sulh) müddeti tayin edeyim (şu
şartla ki bu müddet
zarfında ben onlarla harbetmeyeyim); onlar da benimle diğer müşriklerin arasını
serbest bıraksınlar, (karışmasınlar) Eğer ben, Araplara galip gelirsem, Kureyş
müşrikleri de halkın girdiği bu (Hakka) itaat yoluna girmek isterlerse (kendi
arzularıyla) girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Araplara
galip g elemezse m, bu ihtimale göre de müşrikler (benimle harbetmek
zahmetinden kurtulup) rahata ererler.
Eğer Mekke'liler böyle
bir sulhu kabul etmez, ve diğer Araplarla beni kendi halimize bırakmayıp
müdahale etmek isterlerse, hayatım kudret elinde olan Allah'a yeni in ederim
ki; müdafaa ettiğim bu müslümanlık uğrunda, başım vücudumdan ayrılıncaya
kadar, Mekkelilere karşı cihad edeceğim, bu muhakkaktır. Şu da kesindir ki; (o
zaman) Allah (Kur'an-ı Mübin'deki) yardım va'dini yerine getirecektir."
Bunun üzerine Büdeyl
İbn Verka, Rasûlullah'a
Şimdi bu sözlerinizi
ben herhalde Kureyş'e tebliğ ederim, dedi ve ravi-nin beyanına göre gidip
Kureyş'(m karargahın)a vardı ve:
Şimdi ben yanınıza şu
adamın (Nebî Sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geliyorum. Şöyle bir söz
söylediğini işittim; isterseniz anlatayım, dedi, (tkrime b. Ebî Cehl ve Hakem
b. Ebî'l-Âs gibi) Kureyş'in sefihleri:
Senin bize ondan birşey
haber vermene ihtiyacımız yoktur, diye karşılık verdiler. Fakat içlerinden rey
sahibi olan birisi:
“Haydi işittiğin söz ne
ise söyle bakalım, dedi. Budeyl: Onun (Rasû-lullah (S.A.V.) in) şöyle dediğini
işittim:" diyerek Peygamber (S.A.V.)'in söylediklerini onlara birer birer
anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd kalkıp Kureyş'e (karşı bir hutbe irad
ederek):
"Ey kavm! Siz
benim babam yerinde değil inisiniz?" diye sordu, Ku-reyşliler de:
"Evet!" diye
tasdik ettiler.-Bunun üzerine:
"Ben de sizin
oğlunuz mesabesinde değil miyim?" dedi. Onlar da:
"Evet!" diye
tasdik ettiler. Sonra Urve:
"Beni bir şüphe
ile itham eder misiniz?" diye sordu. Buna da:
“Hayır!" diye
cevap verdiler. Bu defa Urve:
Ukaz halkını tam bir
seferberlik halinde size yardıma çağırdığımı ve onların imtina etmeleri üzerine
kendim ehl-ü iyalimi çağırdığımı ve bana itaat eden etbaımla size yardıma
koştuğumu pekala bilirsiniz değil mi? dedi. Onlar da (hep bir ağızdan:
Evet, biliriz diye
tasdik ettiler. (Bu teminatı aldıktan sonra) Urve:
Bu adam (Nebi
sallallahü aleyhi ve sellem) size hayrı, salah yolu gösteriyor. O yola
yöneliniz! Ve beni bırakınız. Ona gideyim, dedi. Mekkeliler:
Haydi git, diye izin
verdiler. Urve geldi. Durumu Peygamber (S.A.V.)'e arz etti. Hz. Peygamber de
Urve'ye, BüdeyPe söylediği sözlere benzer şekilde bir fikir beyan etti. (Bu
arada Hz. Peygamber'in Bir sulh antlaşmasını kabul etmezlerse Kureyş ile
ölünceye kadar harbedeceğim- buyurması üzerine) Urve:
"Ey Muhammed! Sen
kaviminin kökünü kazırsan bana söyler misin, senden önce Arapdan kendi kavmini
(toptan) helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele öbür türlü neticelenirse
(Kureyşk'in size ne fena bir muamelede bulunacakları belli değil midir?)
Vallahi ben, (aranızda) eşraf ve ayandan bazı kimseler görüyorum.(Bu muhakkak
olmakla beraber) yine ben bir takım kabilelerden toplanmış devşirme kimseler
görüyorum ki; bunlar harp sırasında kaçıp seni yalnız bırakabilecek
kabiliyettedirler." dedi.
Ebû Bekir (r.a)
(Urve'nin, sahabileri Hz. Peygamberi harpte yalnız bırakıp kaçmakla itham
etmesine dayanamayarak) Urve'ye:
"Haydi sen lât in
kıçını yala!... Biz mi Rasûlullah'ı yalnız bırakıp kaçacağız? (Hâşâ) diye
çıkışarak onun(n bu sözlerini) reddetti Urve:
"Bu da
kimdir?" diye sordu. Sahabiler
"Ebû
Bekir'dir." dediler. Urve:
"Ah Ebû Bekir!
Hayatım kudret elinde olan zata yemin ederim ki, eğer üzerinde -henüz
ödeyemediğim- bir iyiliğin olmasaydı elbette ben de sana cevap verirdim."
diye karşılık verdi.
Ravi diyor ki: Urve
Peygamber (S.A.V.)'e söz söylemeye devam etti ve (arapların adeti üzere) her
söz söyledikçe eliyle Rasûlullah'ın sakalını okşa(yarak iltifatta bulunu)yordu
ve Urve ne zaman Hz. Peygamberin sakalını okşamaya başlasa derhal Muğire
kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:
"Rasûlullah
(S.A.V.)'ın sakalından elini çek!" ihtarında bulunuyordu. Mu-ğire'nin bu
ihtarları üzerine Urve başını kaldırarak:
"Bu da kimdir?"
diye sordu. Sahabiler:
"Muğire b.
Şu'be'dir." dediler. Bunun üzerine Urve:
"Ey gaddar! Ben
hala senin (cahaliyyetteki) gadr-ü hıyanetini tazmine çalışmakla meşgul
değilmiyim?" dedi. Muğire (müslüman olmadan önce) cahiliyyette (Malik
oğullarından) bazı kimselerle yol arkadaşlığı etmiş ve yolda bunları öldürüp
mallarını almış, sonra (Medine'ye) gelip müslüman olmuştu. (Rasul-û Ekrem'e bu
malları arz ettiğinde) Nebi Sallallahü aleyhi ve sellem:
"Müslümanlığın
bize kabule layıktır. Fakat bu mallar, (hıyanet mahsulüdür) biz bunlardan
hiçbirini kabul etmeyiz." buyurmuştu.
Sonra Urve Nebi
(S.A.V.)'ın sahabilerini gözleriyle tetkike başladı ve
“(Bu ne tazimdir?)
Vallahi Rasûlullah (S.A.V.) birşey emredince sahabileri derhal emrini yerine
getirmeye koşuyorlardı. Abdest aldığı zaman da abdest suyu(nun fazlası)nı almak
için biribirleriyle yarışıyorlardı, peygamber söz söylerken huzurundaki bütün
sahabiler, seslerini alçalt(arak cevap ver)iyorlar ona saygılarından, yüzüne de
dikkatle bakmıyorlar." dedi. Daha sonra Urve Kureyş'in yanına geldi de
gördüklerini şöyle anlattı:
"Ey ahali! Vallahi
ben vaktiyle birçok padişahların huzuruna sefir olarak çıktım. (Netice olarak
Rum meliki) Kayserin, (Fars Meliki) Kisra'nın, (Habeşe Meliki) Necaşi'nin
divanlarına sefaretle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir padişahın tebaasını,
MuhammedMn sahabilerinin Muhammed'e tazim ettikleri derecede padişahlarına asla
tazim eder görmedim. Muhammed'in sahabileri onun tükrüğü ile bile teberrük ediyorlar.
O birşey emredince onun ashabı derhal, emrini yerine getirmeye koşuyorlar. O
abdest aldığı zaman da abdest suyu (nun fazlası) m aşırı bir istekle
paylaşıyorlar. O söz söylerken sahabileri saygılarından yüzüne dikkatle
bakmıyorlar.
Şimdi Muhammed güzel
bir sulh teklifinde bulundu, bunu kabul ediniz." dedi.
Bunun üzerine Kinane
oğullarından birisi Kureyş'e hitaben "Beni bırakınız bir defa da
Muhammed'in yanına ben gideyim" dedi. Onlar da:
"Pekala git"
dediler. Kinane oğullarından olan bu zat Peygamber (S.A.V.) ve ashabına doğru
gelirken, Rasûlullah (S.A.V.)
"Bu gelen, filan
kimsedir. Öbür kabiledendir ki, onlar hac ve saygı kurbanlarına ta'zim ederler.
Gerdanlıktı kurban develerini bu zatın gözü önüne salıveriniz!" buyurdu.
Ashab bütün kurbanlık develeri (yayılmaları için) onun yolu üzerine
salıverdiler ve yüksek sesle (Lebbeyk, Allahümme lebbeyk) diyerek Kinaneliyi
karşıladılar. Kinaneli zat kurban develerini ve halkın telbi-ye ile (kendisini)
karşıladığını görünce hayret ederek:
"Sübhanallah! Bu
zatı beyt-i şerifi ziyaretten men etmek bunlara karşı layık olmayan bir
muameledir." dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de:
"Ben bunları um i
için kesecekleri kurban develerini (boyunlarına) gerdanlık takılmış ve
işartilenmiş bir halde gördüm. Doğrusu bunları beyti ziyaretten men eımeyi
uygun görmüyorum" dedi. Sonra Kureyşli-
ler arasından Mikrez
İbn Hafs denilen birisi kalkıp izin veriniz de Muhammed'e bir de ben
gideyim" dedi. Onlar da:
"Haydi git"
dediler. Mikrez Hz. Peygamberle ashabına doğru gelirken, Peygamber (S.A.V.):
"Şu gelen
Mikrez'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu.
Mikrez, peygamber
(S.A.V.) ile görüşmeye başladı ve Rasulü ekreme (Kureyş'in) durumu (nu) arz
etmek üzere iken Süheyl b. Amr çıkageldi (Süheyl gelince) Peygamber (S.A.V.) (bu
ismi hayra yorarak) sahabilerine karşı:
"Artık işimiz bir
dereceye kadar kolaylaştı" buyurdu. Süheyl b. Amr gelince Rasûl-ü Ekrem'e:
"Haydi (hokka,
kalem, kağıt) getir; sizinle aramızda (yazılması gereken) bir barış metni
yaz!" dedi.
Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) katibi (ki Ali b. Ebi Talİb'dir) çağırdı ve:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
diye yaz buyurdu. Bunun üzerine Süheyl (cahiliyyet kavmiyyetçüiği tesiriyle)
Rasulü Ekrem'e:
"İyi ama ben
Rahman kelimesinin mahiyeti nedir, bilmiyorum; fakat vaktiyle senin de
yazdırdığın gibi (bismikellahümme = Allah'ım senin isminle yazmaya başlarım)
diye yaz!" dedi.
----------------------
Gerçekten Hz. Peygamber
islamiyetin ilk günlerinde Arapların cahiliyyet devrinde yazdıkları gibi
yazıların başlıklarında "Bismikellahümme" kelimesini kullanırdı. Daha
sonra innehu min süleymane ve înnehu bismiIlahirrahmanirrahim" ayet-i
kerimesi nazil olduktan sonra yazıların başında Bismillahirrahmanirrahim"
kelimesini kullanmaya başlamıştır.
----------------------
Müslümanlar da hep bir
ağızdan:
"Vallahi biz onu
yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahim yazılmasını isteriz." demişlerdi.
Peygamber (S.A.V.) (Hz. Ali'ye hitaben):
"Haydi
"Bismikellahümme yaz!" buyurdu. Sonra da: "Bu metin Allah'ın
Rasulü Mutıammed'in muhtevasına hüküm ve imza ettiği sulh-namedir" diye
yazmasını emretti. Şimdi Süheyl (Buna da itiraz ederek):
"Vallahi biz senin
Rasûlullah olduğunu bilmiş ve tasdik etmiş olsak seni beyt (i ziyaret) ten men
etmez ve sana karşı savaşa kalkışmazdık. (Buraya) sadece Muhammed b. Abdullah
yaz!" dedi. Bu teklif üzerine Rasulü Ekrem
“Vallahi siz
yalanlasanız da ben Allah'ın Rasulüyüm." buyurdu ve Ali b. Ebî Talib'e,
"Haydi (Rasûlullah
kelimesini sil de) Muhammed b. Abdullah yaz." diye emretti (Ali b. Ebi
Talib):
"(Vallahi ben
senin peygamberlik unvanını) katiyyen silemem!" dedi. Bunun üzerine
Rasul-ü Ekrem yazıyı eline alıp Muhammed b. Abdullah yazdırdı.
--------------------
Bu hadisin ravilerinden
Zühri'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamberin, gerek besmele'nin, gerekse
sulh-namenin yazılış şekli hakkında Süheyl b. Amr'ın tekliflerine uyması, daha
önce "Kureyş Allah'ın haremi içerisinde muhterem kıldığı şeylere saygı
kasdederek benden ne kadar müşkil talebde bulunursa bulunsun ben onu mutlaka
onlara vereceğim." şeklindeki verdiği kararının bir tecellisidir.
--------------------
Sulhnamenin başlığı
"Ya Rabb senin isminle başlarım. Bu yazı Muhammed b. Abdullah'ın
muhtevasına hüküm ve imza ettiği bir sulh-namedir." şeklinde
kararlaştırılıp yazıldıktan sonra Rasul-ü Ekrem antlaşma metninin şartlarım
teklif ederek Süheyl b. Amr'e:
"Siz bizimle
beytin arasını boş bırakın da biz beyti tavaf edelim" buyurdu. Süheyl, bu
teklife de itiraz ederek,
"Vallahi sizinle
beytin arasını boş bırakmayız. Çünkü Arap (milleti) Zorla ve kahren istila
olunduk" diye hakkımda dedikodu eder; şu kadar ki bu beyt ile sizin
aranızı boş bırakma meselesi gelecek seneden itibaren başlasın" dedi (ve
anlaşma bu şekilde kabul olundu). Hz. Ali de (anlaşmayı böylece) yazdı. Şimdi
de Süheyl b. Amr "Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse senin
dininde olsa bile, onu bize geri vereceksin." diye yeni bir madde teklif
etti. Bu teklife müslümanlar hayret ederek:
"Sübhanallah İslam
camiasına sığman bir müslüman, müşriklere nasıl geri verilir? dedi (ler) Onlar
bu halde iken Süheyl b. Amr'in oğlu Ebu Cen-del, ayaklan bukağılı seke seke
geldi. (Ebu Cendel müslüman olmuştu ve bu cihetle habs olunmuştu. Bu sırada)
Mekke'deki haps edildiği yerden kaçmış (ve türlü müşkülat ile gelip) nihayet
kendisini müslümanlar arasına atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:
"İşte ey Muhammedi
Sana karşı imza edeceğim anlaşma metninin (protokolün) birinci maddesine
uyarak bunu bana geri vermelisin" dedi. Peygamber (S.A.V.) de
"Biz bu anlaşma
metnini henüz imza etmedik bile." buyurdu. Süheyl: "Şu halde vallahi
ben de seninle hiçbir madde üzerinde sulh olmam."dedi. Peygamber (S.A.V.)
ise:
"Haydi bunu bana
bağışlayıp imza et" diye karşılık verdi. Süheyl de: "Ben bunu sana
bırakmayı asla uygun göremem" diye reddetti. Rasul-ü Ekrem:
"Hayır bu işi
(hatırım için) yap," buyurdu. Süheyl (ısrar edip): "Asla
yapamam" dedi. Mikraz (İbn Hafs ki bu da Kureyş elçisi idi. O da) Rasul-ü
Ekrem'e hitaben:
"Haydi bunu senin
için kabul ettik." dedi (fakat imza yetkisi kendisinde olan Süheyl buna
razı olmadı) Şimdi Ebu Cendel (babası Süheyl'in inadından ümitsizliğe düşerek):
--Süheyl b.
Amr----------------
İslam tarihinin mühim
bir dönüm noktası olan Hudeybiye, antlaşmasını, Kureyş adına imzalayan Süheyl
b. Amr'ın tarihî simasını da burada açıklamakta fayda görüyoruz: Süheyl b. Amr
Kureyş kabilesindendir ve Kureyş'in en beliğ ve hakim hatiplerinden sayılır.
Mekke'nin fethi sırasında müslüman olmuş ve Rasûlü Ekrem tarafından kendisine Huneyn
ganimet malından bir hisse verilmiştir. Hz. Süheyl Mekke'de kafir İken Rasûl-ü
Zişan Efendimiz aleyhine hutbe irad ederdi. Bedir muharebesinde de Kureyş ile
birlikte gelerek esir düşmüştü. Hz. Ömer bu fırsattan istifade ederek Rasûl-ü
Ekrem'e:
"Ey Allah'ın
Rasûlü! İzin veriniz de aleyhinizde söylediği sözlerin cezası olarak Süheyl'in
iki ön dişlerini sökeyim. Aleyhinizde bir daha hutbe söyleyenlesin." dedi.
Rasûlü Ekrem:- "Ey Ömer, Süheyl'i bırak! Belki o bir gün gelir bir hutbe
irad eder de senin takdir ve şükranını kazanır." buyurdu. Hakikaten Rasûlü
Ekremin bu sözleri vefatından sonra ortaya çıkan arapların dinden dönmeleri
sırasında gerçekleşti. Bu dinden dönme olaylarının ortaya çıkardığı karışıklık
sırasında,Kureyş'in iman ve iradesi de Mekke'de sarsılmaya başlamıştı. Hatta
Mekke valisi Utabe b. Useyd kaçıp gizlenmeye mecbur olmuştu. Halkın iradesinin
sarsıldığı böyle karışık bir zamanda iman ve kanaatine tamamıyla bağlı kalan
Süheyl (r.a) mühim bir halk kitlesi karşısında beliğ bir hutbe irad ederek
kısaca:
Ey Kureyş topluluğu,
sakın siz iman edenlerin sonu dinden dönenlerin de ilki olmayınız! Vallahi bu
İslam dini, güneşle ayın doğuşundan batışına kadar dünyayı aydınlattıkları gibi
insanlığı aydınlatmaya devam edecektir." dedi.
Mekke'nin fethi
sırasında müslüman olan Kureyşliler arasında Süheyl b. Amr (r.a) derecesinde
metanet gösteren hiçbir kimse bulunmamıştır. Aynı zamanda Süheyl hazretleri
Kur'an-ı Kerim karşısında son derece hassas bir kalbe sahipti. Kur'an-ı Kerim
okunurken rengi sararır ve kendinden geçerek gözyaşı dökerdi.
Hz. Ömer'in halifeliği
sırasında bütün akrabasıyla Şam'ın fethine katılmış, hepsi de bu gazada şehid
olmuşlardır. Kendisi de Yermuk harbinde şehid düşmüştür. Bir rivayete göre de
Taun'dan vefat etmiştir. Vefatından sonra kızı Hİnd ile oğlu Utbe'nin kızı
Fahte berhayat olup Fahte, Hz. Ömer tarafından Haris b. Hişam'ın oğlu
Abdurrahman'a nikahlanmıştır.
-----------------------------
"Ey müslüman
topluluğu! müslüman olarak geldiğim halde şimdi ben müşriklere geri mi
veriliyorum? Benim uğradığım şu felaketi görmüyor musunuz?" diye
haykırdı. Hakikaten zavallı Ebu Cendel Allah yolunda Kureyş'in en şiddetli
işkencesiyle azab olunmuştu.
(İbn İshak şu rivayeti
ziyade etmiştir: Rasûlullah (S.A.V.):
"Ey Ebu Cendel!
Sabret, Allah'dan ümidini kesme. Biz müslümanlar mağdur ve mağlub olmayız, Yüce
Allah yakında sana da bir kurtuluş yolu nasibedecektir." buyurdu.)
Bu müşkül durumdan
müteessir olan Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber
(S.A.V.)'e varıp:
" Sen Allah'ın hak
peygamberi değil misin?" dedim. Rasûlullah:
"Evet, hak
peygamberiyim." buyurdu. Ben:
"Biz müslümanlar
Hak, düşmanlarımız batıl üzere bulunmuyorlar mı?" dedim. Rasul-ü Ekrem:
"Evet
öyledir" buyurdu. Ben:
"O halde dinimiz
uğrunda bu alçaklığı niçin kabul edelim?" dedim. Rasul-ü Ekrem:
"Gerçekten ben
Allah'ın peygamberiyim ve ben (bu maddeyi kabul etmekle Allah'a isyan etmiş
değilim. Allah benim yardımcımdır." buyurdu. Ben yine:
"Vaktiyle sen
bize; yakında Beyt(-i Şerif)'e varıp Beyt'i tavaf edeceğiz diye haber vermez mi
idin?" dedim. Rasûlullah:
"Yok ben sana
(vakit tayin ederek): Bu sene varıp tavaf edeceğiz diye haber verdim mi?"
buyurdu. Ben de:
"Hayır"
dedim. Rasul-ü Ekrem:
"Herhalde sen
(yakın bir zamanda) Beyte' varıp tavaf edeceksin" buyurdu.
Ömer b. Hattab demiştir
ki: Sonra ben Ebu Bekir'e vardım ve "Ey Ebu Bekir, bu adam Allah'ın hak
Peygamberi değil midir?" dedim o da:
"Evet
öyledir" diye cevap verdi. Tekrar ben:
"Öyle ise niçin
dinimizi küçük düşürüyoruz?*' dedim. O da:
"Be hey adam!
Muhammed Allah'ın Peygamberidir. O rabbine asi değildir. Allah O'nun
yardımcısıdır. Sen hemen onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir."
dedi. Ben tekrar
"O bize Medine'de:
Beyt-i şerife varacağız, tavaf edeceğiz." demedim mi?" diye sordum.
Ebû Bekir:
"Evet öyledir.
Fakat sana bu sene varıp tavaf edersin diye mi haber verdi?" dedi ben de:
“Hayır" dedim. Ebû
Bekir:
"Dur bakalım,
yakın bir zamanda sen beyte varıp onu tavaf edeceksin! dedi. Ömer (r.a) bu
itirazlarımdan dolayı keffaret olarak ileride bir çok salih ameller
işledim." demiştir.
Ravi diyor ki:
Rasûlullah (S.A.V.) barış metninin yazılıp imza edilmesi sona erince sahabilere
hitaben:
"Haydi artık
kalkınız, kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz." buyurdu.
Vallahi sahabilerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasûlullah bu emrini üç
defa tekrarladı. Ashab-ı kiramdan hiçbirisi kalkmayınca (ezvac-tahirattan)
Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve (şu halkı görüyor musun? Onlara emrediyorum da
icabet etmiyorlar diye) halktan gördüğü kayıtsızlığı ona anlattı. Ümmü Seleme:
"Ey Allah'ın
peygamberi! emrini yerine getirmek istiyor musun? O halde şimdi dışarı çık.
Sonra kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş
edinceye kadar, ashabdan hiçbirisine bir kelime bile söyleme" dedi. (İbn
İshak'ın rivayetine göre Ümmü Seleme (r.a) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasulü
sahabilerin emrinizi yerine getirmekte yavaş davranmalarından dolayı onları
azarlamayınız. Çünkü nefsinize ağır gelen şartlarla bir sulh akdi yapılması ve
Mekke fethedilmeden Medine'ye geri dönülmesi onlara çok güç gelmiştir. Onları
mazur görünüz ve siz çıkın, kurbanınızı kesin tıraş olarak onlara örnek olunuz.
Bunun üzerine Peygamber (s!a) Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahabilerden
hiçbirisiyle görüşmeyerek menasiki ifa etti. Kurbanlık develerini kesti
(Kurbanlık develeri yetmiş tane idi. Bunların arasında Bedir'de Ebû Cehil'den
ganimet olarak alınan bir deve de bulunuyordu, fiu devenin boynunda
"Büre" denilen bir gerdanlık takılıydı. Develeri kestikten sonra
berberi (Huzaalı Hıraş b. Ümeyye'yi) çağırıp tıraş oldu.
Ashab, Hz. Peygamberi
bu halde görünce hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, biribirlerini tıraş
etmeye başladılar. Hatta (Hz. Peygambere uymak için gösterdikleri çaba ve
aceleden doğan izdihamdan dolayı) biribirlerini öldüreyazdılar. (îbn İshak'ın,
İbn Abbas'a ulaşan bir senetle rivayetine göre, Hudeybiye'de, halkın bir kısmı
tıraş olmuş, bir kısmı da saçlarını kestirmişti. Ve Rasûl-ü Ekrem -
"Allah tıraş olanlara rahmet etsin** diye dua etmiştir. Bunun üzerine
halk: Ya Rasûlullah, Allah saçını ki sal t anlara da rahmet etsin! demiş,
fakat Rasûl-ü Ekrem - "Allah tıraş olanlara rahmet etsin"-diye
duasını tekrarlamış. Ashab da ikinci defa saçlarını kısaltanlar hakkındaki
temennilerini tekrar edince, Rasûl-ü Ekrem de üçüncü defa - * 'Allah tıraş
olanlara rahmet etsin*'- buyurup ashabın üçüncü temennisi üzerine -"haydi
saçını kestirenlere de”- demiştir.)
Rasûl-ü Ekrem tıraş
olduktan sonra huzuruna müslüman kadınlar geldi.Bu hususta tutulacak yolu
öğretmek için de Cenab-ı Hak "Ey inananlar, mü'm in kadınlar göç ederek
size geldiği zaman onları imtihan edin..."[Mümtehine 10] âyet-i kerimesini
"... Kâfir kadınlar (a gelince onlar) in da ismetlerine yapışmayınız..."
(ve onları nikahınızda tutmayınız.[Mümtehine 10] Kavl-i kerimine kadar indirdi
(ki âyet-i kerimenin tam olarak) meali şöyledir: "Ey mü'minler size
mii'min kadınlar (müşrikler tarafından) hicret edip geldiklerinde imanlarını
sınayınız. -Allah onların imanı (nın mahiyeti)ni pek iyi bilir ya- denediğinizde
onları mü'mine sanırsanız artık o kadınları, kafir (zevç) lere geri çevirmeyin
(çünkü) ne müslüman kadınlar kafir (zevç) lere helaldir, ne de kafirler
müslüman kadınlara helal olur. Bununla beraber siz kafirlerin sarfettik-leri
mehri (muacceli) kendilerine veriniz..! Bir de (İslamiyetin kocalarından
ayırdığı) bu müslüman kadir lan nikahlamanız da size günah değildir. Kafir
kadınlar (a gelince onların) da ismetlerine yapışmayınız.”[Mümtehine 10] (ve
onları nikahınızda tutmayınız)
Bu ayetin inmesi
üzerine Hz. Ömer henüz müşrik olan iki karısını boşadı (Bunlardan birisi Ebû
Ümeyye kızı Kureybe idi. Öbürü de Huzaalı Cer-vel'in kızı Ümmü Gülsüm'dü)
Bunlardan birisini (Kureybe'yi) Muaviye b. Ebî Süfyan, öbürünü de Safvan b.
Ümeyye nikahladı. (Bir rivayete göre de Ümmü Gülsümü Ebû Cahm nikahlamıştır.)
Sonra Peygamber
(S.A.V.) Medine'ye döndü. Kureyş'in kendisiyle antlaşma yaptığı Ebû Basir
müslüman olarak (Medine'ye) geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi
gönderdi. (Bunlardan birisi Huneys b. Cabir öbürü de Ez-her b. Abdi Avf idi)
Bunlar Rasûl-ü Ekrem'e "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı
hatırlatırız." dediler. Rasûl-ü Ekrem de (anlaşma uyarınca) Ebû Ba-sir'i
bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basir'le (yola) çıktılar. Nihayet
Zul-huleyfe'ye eriştiler (Dağarcıklarmdaki) hurmadan bir mikdarını yemek için
oraya indiler. Ebû Basir bu iki kişiden birisine (Humeys'e):
"Ey falanca!
Vallahi şu kılıcını emin ol çok güzel zannediyorum." dedi (kılıcın sahibi
olan) kimse de kılıcı (kınından) çekerek:
"Evet vallahi bu
kılıç çok iyidir, onu ben defalarca denedim." dedi. Ebû Basir de:
"Müsaade et de
bakayım" dedi. Ve bir fırsatını bulup elinden aldı ve hemen Huneys'e
vurdu. Nihayet Huneys öldü. öbür arkadaşı (bir rivayete göre Huneys'in kölesi
Kevser) kaçarak Medine'ye vardı, koşarak Mescid-i Saadete girdi. Rasûlullah
(S.A.V.) onun telaşla koşup mescide girdiğini görünce:
"Muhakkak şu adam
bir korku görüp geçirmiştir." buyurdu. Kevser, peygamber (S.A.V.)
yaklaşınca:
"Vallahi efendim
öldürüldü (engel olamazsanız) muhakkak ben de öldürüleceğim" dedi. Bu
sırada Ebû Basir geldi ve:
"Ey Allah'ın
Rasûlü, vallahi sana Allah verdiğin sözü yerine getirtti. Beni müşriklere geri
verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı." Dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (S.A.V.) sahabilere hitaben:
"Ebû Basir'e
hayret doğrusu. Bu adam harbi kızıştırmaktadır. Eğer onun fikrine yardım eden
bulunsa" (o fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)
buyurdu. Ebû Basir Rasûl-ü Ekrem'in bu sözlerini işitince, kendisini müşriklere
hemen teslim edeceğini anladı ve deniz sahiline kadar, firar etti. "îs"
denilen yerde karar kıldı.[İs; Şam'a giden Mekkelilerin yolu üstünde bulunan
bir yerdir.]
Ravi der ki Süheyl'in
oğlu Ebû Cendel de (yetmiş süvari ile birlikte)[462] müşrikler arasından
kaçarak Ebû Basir'e katıldı. Şimdi artık müslüman olan herkes Kureyş arasından
ayrılarak Ebû Basir'e iltihak etmeye başladı. Nihayet Ebû Basir'in yanında
mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş'in Şam'a bir ticaret
kafilesinin gittiğini duyar duymaz hemen onları çevirirler, kendilerini
öldürüp mallarını alırlardı.
------------------------
Ebû'l-Esved'in Urve'den
gelen bir rivayet tarikinde, Ebû Cendel'in beraberinde kaçan müslümanların
yetmiş kişi olduğu ifade edilmektedir. Süheyli İse bunların üçyüz kişi olduğunu
iddia etmektedir. Kırk kişiden ibaret olduğunu söyleyenler de vardır. Yine
Zühri'nin açıklamasına göre, Hudeybiye'de, Ebû Cendel'in babasına teslim
edilmesine itiraz edenler tesliminden dolayı ortaya çıkan neticeyi gören
Kureyşlilerin, sulh metninin bu mesele ile ilgili maddesinin kaldırılması için
Rasûl-ü Zişan Efendimize geldiklerine şahid olunca Rasûl-ü Ekrem'e itaatin,
kendi reylerine uymaktan daha hayırlı olduğunu anlamış oldular.
İbn-i Hacer, "Ebu
Bâsır kıssasından ilmî birtakım hükümler çıkartılabilir" diyerek
"Mütecaviz bir müşriki hile ile öldürmenin caiz olduğunu" bildiriyor
ve Hz. Ebû Basır'm müşriki hile ile öldürmesinin asla bir hıyanet
sayılamayacağını iddia ederek, şöyle isbat ediyor: Ebu Basir, Rasûl-ü Ekremle
kureyş arasındaki antlaşmada bulunmamıştı. Çünkü Ebu Basir, o zaman Mekke'de
mahbus İdi. Sonra Mekke'ye götürülüp müşriklere teslim edilince kendisini
öldürecekleri kesindi. Bunlardan başka Rasû-lü Ekrem'e "Ey Allah'ın Rasûlü
siz ahdinize vefa ettiniz ve beni Kureyş'e geri verdiniz,,fakat Allah beni
Kureyş'in zulmünden kurtardı." dediğinde Rasûl-ü Ekrem, Ebû Bask'ın bu
düşüncesini red etmemişti.
İbn-i Hacer (r.a)'e
göre bu hadisten çıkarılacak hükümlerden biri de Ebû Basir'in kendisini
Mekke'ye götürmekte olan iki kureyşliyi öldürmesinden dolayı kendisine bir
kısas cezası lazım gelmediğidir. Nitekim Ibn îshak'ın rivayetine göre,
Amİrî'nin öldürüldüğü haberi Mekke'de duyulunca maktul, Süheyl b. Amr'ın
kabilesinden olduğu için Süheyl onun diyetini taleb etmek istemiş fakat Ebû
Süfyan: *'Bu diyeti kimden isteyeceksin?" Bunu Muhammed'den istemek doğru
değildir. Çünkü o, sözünü yerine getirmiş ve Ebû Basir'i adamımıza teslim
etmiştir ve Ebû Basir maktulü Muhammed'-in emriyle öldürmemiştir."
demiştir..
------------------------
Kureyş, kendisini
tehdid eden bu vaziyet üzerine Rasûlullah (S.A.V.)'e (Ebû Süfyan'ı hususi
salahiyetle) gönderdi. Şimdi Kureyş, Rasûl-ü Ekrem'den Allah rızası için. ve
aradaki akrabalık bağına hürmeten Ebû Basir (emrindeki) cemaatın yaptığı
soygunculuğa engel olunmasını ricaya başlamıştı. Artık bundan böyle Mekke'den
Medine'ye kim giderse emindir, (iade edilmeyecektir) diye haber göndermişlerdi.
Peygamber (S.A.V.) Ebû
Basir Cemaatine (mektup) gönderdi (Medine'ye gelmelerini bildirdi)[463] Bunun
üzerine yüce Allah "hüvvellezi keffe ey diye hûm an kûm, bibatni Mekkete min
ba'di ezferaküm aleyhim" âyeti kerimesini ta "el-hammiyete,
hamiyyetelcahiliyyeti" âyetine kadar indirdi. (Bu üç âyet-i kerimenin yüce
meali şöyledir: "Mekke'nin göbeğinde onlara karşı size zafer verdikten
sonra, onların ellerini sizden sizin ellerinizi de onlardan çeken odur. Allah
yaptıklarınızı görmektedir. Onlar öyle kimselerdir ki, inkar ettiler, sizi
mescid-i haram (ı ziyaret) den ve bekletilen kurbanları yerlerine varmaktan
alakoydular. Eğer (orada) kendilerini bilmediğiniz için tepeleyeceğiniz ve
bilmeyerek tepelemenizden ötürü kendileri yüzünden bir belaya uğrayacağınız
inanmış erkekler ve inanmış kadınlar olmasaydı (Allah, sizin savaşmanıza engel
olmazdı. Böyle yaptı) ki Allah, dilediğini rahmetine soksun. Şayet (inananlar
ve inanmayanlar) birbirinden ayrılmış olsalardı, elbette onlardan inkar
edenleri aci bir azaba çarptınrdık.
-----------------
Şarih İbn Hacer Musa b.
Ukbe'nin Zühri'den naklen şöyle bir açıklamada bulunduğunu bildiriyor: Rasûl-ü
Ekrem, Ebû Basir'e mektup yazdı. Fakat mektup kendisine eriştiği sırada bu
ateşli mücahid ölmek üzere idi. Okudu ve mektup elinde olduğu halde teslim-i
ruh etti. Ebû Cendel, bu kahraman reisini, öldüğü yere defnetti ve kabrinin
yanma bir mescid inşa etmek suretiyle son görevini yerine getirdi.
Zührî, sonra Ebû
Cendel'in masiyetiyle birlikte Medine'ye geldiğini ve mücahid olarak Şam'a
gidinceye kadar, Medine'den ayrılmadığını ve Hz. Ömer'in hilafeti zamanında
Şam'ın fethi esnasında şehid olduğunu rivayet etmektedir.
-----------------
O zaman inkar edenler,
kalblerine kızgınlık ve gayreti o cahiliyye (çağının) kızgınlık ve gayretini
koymuşlardı. Allah da elçisine ve müzminlere huzur ve güvenini indirdi; onları
takva kelimesine (sebata ve ahde vefaya) bağladı. Zaten onlar, buna layık ve
ehil idiler. Allah, her şeyi bilendir.[Feth, 24, 25,26 (Bu hadisin metni, tercümesi ve
açıklamaları için bk. Miras Kamil Sahih-i Buhar, VII. Hadis No. 1164 edenler.]
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifteki atlanan kısımları ve hadisin tamamını göstermek maksadıyla
yukarıda tercümesini sunduğumuz Buharı hadisi hakkında, merhum Kamil Mîras
Efendi şunları söylüyor: Hudeybiye hadisi ilmî rivayet bakımından hadisi
mürseldir. Yani tabii, ravinin sahabiyi atlayarak doğrudan Rasul-i Ekrem'den
rivayet etmesidir. Şöyle ki; Hudeybiye hadisinin iki ravisinden biri bulunan
Mervan sahabi değildir ve Hudeybiye seferinde bulunmamıştır. Çünkü Mervan
gayri mümeyyiz çocukluk çağında iken babası Hakem, Hz. Peygamber tarafından
taife sürüldüğünden o da babası ile Taife gitmiştir. Hazreti Osman'ın hilafet
zamanına kadar Taif'te kalmış, Hz. Osman Halife olunca affa mazhar olarak baba,
oğul Medine'ye gelmişlerdir. Binaenaleyh Mervan'ın Rasûl-i Ekrem'i ne görmesi
ne de sohbeti sabit değildir.
Misver İbn Mahreme'ye
gelince, gerçi Misver; sahabi oğlu şahabıdır. Rasûl-i Ekrem'den hadis işitmiş
olması sahihtir. Fakat Misver de babası Mahreme ile beraber Mekke'nin
Fethinden sonra çocukluk çağında Medine'ye gelmiştir. Hudeybiye vakası ise,
Mekke'nin fethinden iki sene evvel cereyan etmiştir. Binaenaleyh gerek
Mervanın, gerek Misver'in bila vasıta Rasûl-i Ekrem'den rivayette
selahiyetleri yoktur.
Usuli rivayete göre;
böyle olmakla beraber her iki ravi de Hudeybiye'-de hazır bulunmuş bir çok
ashabı kirama mülaki olmuşlardır ki Ömer, Osman, Ali, Muğire b. Şu'be, Sehl
İbn Hanîf, Ümmü Seleme ve emsalidir. Her halde bunlardan işitmişlerdir. Nasıl
ki Buharı Şurut bahsinin ihtidasında bu Hudeybiye hadisinin bir rivayet
tarikinde bu noktayı tesbit eder mahiyette: Misver ile Mervan, Nebi (S.A.V.)'in
ashabından rivayet ederek haber vermişlerdir, diye tahric etmiştir. Biz de
senede ait bu mühim noktayı tercememizde gösterdik.
Şimdi bir cihet kalıyor
ki şudur: Bu suretde Misverle Mervan, sahabe ismini açıklamayarak meçhulden
rivayet etmiş bulunuyorlar. Bu da bir sebebi kadh olmaz mı? denilirse buna da:
"Ashabı kiramın hepsi sahibi adalet bulunduklarından ravinin, sahabe
isimlerini bilmemesi hadis hakkında vesi-lei kadh olamaz." diye cevap
verilir.[bk. Sahih-iBuhari, Miras Kamil, VIII, 208, 1. Baskı, 1941.]