بَاب
فِي
الْأَسِيرِ
يُنَالُ
مِنْهُ وَيُضْرَبُ
وَيُقَرَّرُ
115. Esirlere Sözlü
Hakarette Bulunma, Onları Dövme Ve İtirafa Zorlama
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
إِسْمَعِيلَ
قَالَ
حَدَّثَنَا
حَمَّادٌ
عَنْ ثَابِتٍ
عَنْ أَنَسٍ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
نَدَبَ
أَصْحَابَهُ
فَانْطَلَقُوا
إِلَى بَدْرٍ
فَإِذَا هُمْ
بِرَوَايَا
قُرَيْشٍ
فِيهَا
عَبْدٌ
أَسْوَدُ
لِبَنِي
الْحَجَّاجِ
فَأَخَذَهُ
أَصْحَابُ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَجَعَلُوا
يَسْأَلُونَهُ
أَيْنَ أَبُو
سُفْيَانَ
فَيَقُولُ
وَاللَّهِ
مَالِي
بِشَيْءٍ مِنْ
أَمْرِهِ
عِلْمٌ
وَلَكِنْ
هَذِهِ قُرَيْشٌ
قَدْ جَاءَتْ
فِيهِمْ
أَبُو جَهْلٍ
وَعُتْبَةُ
وَشَيْبَةُ
ابْنَا
رَبِيعَةَ وَأُمَيَّةُ
بْنُ خَلَفٍ
فَإِذَا
قَالَ لَهُمْ
ذَلِكَ
ضَرَبُوهُ
فَيَقُولُ
دَعُونِي دَعُونِي
أُخْبِرْكُمْ
فَإِذَا
تَرَكُوهُ
قَالَ
وَاللَّهِ مَالِي
بِأَبِي
سُفْيَانَ
مِنْ عِلْمٍ
وَلَكِنْ
هَذِهِ
قُرَيْشٌ
قَدْ
أَقْبَلَتْ
فِيهِمْ
أَبُو جَهْلٍ
وَعُتْبَةُ
وَشَيْبَةُ
ابْنَا
رَبِيعَةَ
وَأُمَيَّةُ
بْنُ خَلَفٍ
قَدْ
أَقْبَلُوا
وَالنَّبِيُّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يُصَلِّي
وَهُوَ
يَسْمَعُ
ذَلِكَ
فَلَمَّا
انْصَرَفَ
قَالَ
وَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ
إِنَّكُمْ
لَتَضْرِبُونَهُ
إِذَا
صَدَقَكُمْ
وَتَدَعُونَهُ
إِذَا كَذَبَكُمْ
هَذِهِ
قُرَيْشٌ
قَدْ
أَقْبَلَتْ
لِتَمْنَعَ
أَبَا
سُفْيَانَ
قَالَ أَنَسٌ
قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ هَذَا
مَصْرَعُ
فُلَانٍ
غَدًا
وَوَضَعَ يَدَهُ
عَلَى
الْأَرْضِ
وَهَذَا
مَصْرَعُ فُلَانٍ
غَدًا
وَوَضَعَ
يَدَهُ عَلَى
الْأَرْضِ
وَهَذَا
مَصْرَعُ
فُلَانٍ
غَدًا وَوَضَعَ
يَدَهُ عَلَى
الْأَرْضِ
فَقَالَ
وَالَّذِي
نَفْسِي بِيَدِهِ
مَا جَاوَزَ
أَحَدٌ
مِنْهُمْ
عَنْ مَوْضِعِ
يَدِ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَأَمَرَ
بِهِمْ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَأُخِذَ
بِأَرْجُلِهِمْ
فَسُحِبُوا
فَأُلْقُوا
فِي قَلِيبِ
بَدْرٍ
Enes'den rivayet edildiğine
göre, Rasûlullah (s.a.v.) eshâbını (Bedr'e gitmeye) davet etmiş, onlarda Bedr'e
(doğru) yola çıkmışlar, (yolda) Kureyş'in su taşıyan develeriyle
karşılaşıvermişler, (develerin idarecisi olarak) başlarında da Haccac
oğullarına ait siyah bir köle varmış, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'in
ashabı onu yakalayıp "Ebû Süfyân nerededir? diye köleyi sorguya çekmişler.
O da; "Vallahi benim, onun işi hakkında hiçbir bilgim yoktur. Fakat işte
Kureyş geldi, içlerinde Ebû Cehîl, Râbiâ'nın iki oğlu Şeybe ile Utbe ve Umeyye
b. Halef de vardır, diyordu. O bunu söylüyor (sahabe-i kiram da) onu dövüyordu.
Bunun üzerine (köle korkusundan);
Beni (dövmeyi)
bırakınız, beni bırakınız, size (gerçeği) haber vereceğim." diyordu.
Bıraktıkları zaman da; Vallahi benim Ebû Süfyân hakkında hiçbir bilgim yok. Ama
işte Kureyş (size doğru) yola çıktı içlerinde Ebu Cehil, Râbiâ'nın iki oğlu
Utbe ile Şeybe ve Umeyye b.Halef de var. (Size doğru) yöneldiler."
diyordu. Peygamber (s.a.v.) de namaz kılıyor ve bu konuşmayı işitiyordu. Namazı
bitince; "Nefsim yed-i kudretinde olan Zât'a yemîn olsun ki, siz onu doğru
söylediği zaman dövüyürsunuz, yalan söylediği zaman da bırakıyorsunuz. İşte
Kureyş Ebu Süfyam (sizin saldırınızdan) korumak için (size) yönelmiş (üzerinize
gelmektedir." buyurdu.
(Daha sonra) Enes şöyle
devam etti; Rasûlullah (s.a.v.) (onlara bu ikazı yaptıktan sonra); "Şurası
yarın falanın düşeceği yerdir." deyip elini yere koydu "ve şurası da
yarın falanın düşeceği yerdir." deyip elini tekrar (bir başka) yere koydu.
"Şurası da yarın falanın düşeceği yerdir." deyip elini tekrar (bir
başka) yere koydu. Şurası da yarın falancanın değeceği yerdir." deyip
elini (bir başka) yere (daha) koydu. (Enes) dedi ki: Nefsim elinde olan Allah'a
yemin ederim ki ertesi gün müşriklerden hiçbiri Rasûlullah (s.a.v.)'in elini
koyduğu yerden öteye geçemedi. (Hepsi de işaret edilen yerlere düştüler). Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.) onlar hakkında emir verdi ayaklarından tutulup
çekilerek Bedr'in Kuleyb isimli kuyusuna atıldılar.
İzah:
Müslim, cihâd
Metinde geçen Ravâyâ
kelimesi, Râviye kelimesinin çoğuludur. Râviye ise, "Su taşıyan deve"
demektir. Bu hadis mürseldir. Fakat bilindiği gibi sahabinin mürsel haberi
merfu' hükmündedir.