DEVAM: 114. Esir
Zincir Ve Bukağılarla Bağlanabilir
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
عَمْرِو بْنِ
أَبِي
الْحَجَّاجِ
أَبُو
مَعْمَرٍ حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الْوَارِثِ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
إِسْحَقَ عَنْ
يَعْقُوبَ
بْنِ
عُتْبَةَ
عَنْ مُسْلِمِ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ عَنْ
جُنْدُبِ
بْنِ مَكِيثٍ
قَالَ بَعَثَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
عَبْدَ اللَّهِ
بْنَ غَالِبٍ
اللَّيْثِيَّ
فِي سَرِيَّةٍ
وَكُنْتُ
فِيهِمْ
وَأَمَرَهُمْ
أَنْ يَشُنُّوا
الْغَارَةَ
عَلَى بَنِي
الْمُلَوِّحِ
بِالْكَدِيدِ
فَخَرَجْنَا
حَتَّى إِذَا
كُنَّا بِالْكَدِيدِ
لَقِينَا
الْحَارِثَ
بْنَ الْبَرْصَاءِ
اللَّيْثِيَّ
فَأَخَذْنَاهُ
فَقَالَ
إِنَّمَا
جِئْتُ
أُرِيدُ
الْإِسْلَامَ
وَإِنَّمَا
خَرَجْتُ
إِلَى
رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقُلْنَا
إِنْ تَكُنْ
مُسْلِمًا
لَمْ
يَضُرَّكَ
رِبَاطُنَا
يَوْمًا
وَلَيْلَةً
وَإِنْ
تَكُنْ
غَيْرَ ذَلِكَ
نَسْتَوْثِقُ
مِنْكَ
فَشَدَدْنَاهُ
وِثَاقًا
Cündûb b. Mekis'den
demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Gâlib el-Leysî'yi bir seriyye ile
(savaşa) göndermişti. Seriyye de ben de vardım. (Seriyyeyi oluşturan) askerlere
el-Kedîd (denilen yer) de bulunan el-Mülevveh oğullarına ayrı ayrı kollardan
baskın yapmalarını emretti. (Yola) çıktım. el-Kedîd (denilen yer)e varınca
el-Haris b. el-Bersa el-Leysi'yle karşılaştık ve onu yakaladık.
Ben (buraya) sadece
İslam'ı isteyerek geldim ve ancak Rasûlullah (s.a.v.)'e (varmak) için (yol'a)
çıktım, dedi. Biz de; Eğer sen (gerçekten) müslüman isen bizim seni bir gün ve
bir gece bağlamamız sana zarar vermez. Eğer bunun aksine ise biz de seni
bağlıyoruz, dedik ve o'nu sıkıca bağladık.
İzah:
Ahmed b. Hanbel III,
468.
Bezlu'l-mechûd yazan,
Eş-Şeyh Halil Ahmed es-Sehârenfûrî'nin ifadesine göre, Rasûl-i zîşân
efendimizin sözü geçen seriyyenin başına kumandan olarak tayin ettiği kişinin
adı metinde geçtiği gibi Abdullah b. Galib değil, Galib b. Abdillah'dır. Her
ne kadar, bazı kayıtlarda bu kişinin ismi mevzumuzu. teşkil eden hadiste olduğu
gibi Abdullah b. Gâlib şeklinde geçiyorsa da kayıtlara bir yanlışlık eseri
olarak böyle geçmiştir. Doğrusu Gâlib b. Abdillah'dır. Siyer ulemâsının
verdiği bilgilere göre mevzumuzu teşkîl eden hadîs-i şerifte anlatılan hadise
hicretin beşinci yılında vuku bulmuş ve seriyye onbeş kişiden ibaretmiş.
Hattâbi'nin de ifade
ettiği gibi bu hadis-i şerif, kâfir olan bir esîri, bukağı ve kelepçelerle
bağlamanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Serbest bırakıldığı takdirde
şerrinden emin olunamayan veya kaçmasından korkulan tüm esir, cani ve mahbuslar
da bu hükme girerler.