بَاب
مَبْدَإِ
فَرْضِ
الصِّيَامِ
1. Orucun Farz Oluşu
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
مُحَمَّدِ
بْنِ شَبُّوَيْهِ
حَدَّثَنِي
عَلِيُّ بْنُ
حُسَيْنِ
بْنِ وَاقِدٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ يَزِيدَ
النَّحْوِيِّ
عَنْ
عِكْرِمَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
كُتِبَ عَلَيْكُمْ
الصِّيَامُ
كَمَا كُتِبَ
عَلَى الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
فَكَانَ
النَّاسُ
عَلَى عَهْدِ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
إِذَا
صَلَّوْا
الْعَتَمَةَ
حَرُمَ عَلَيْهِمْ
الطَّعَامُ
وَالشَّرَابُ
وَالنِّسَاءُ
وَصَامُوا
إِلَى
الْقَابِلَةِ
فَاخْتَانَ
رَجُلٌ
نَفْسَهُ
فَجَامَعَ
امْرَأَتَهُ
وَقَدْ
صَلَّى
الْعِشَاءَ
وَلَمْ
يُفْطِرْ
فَأَرَادَ
اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ
أَنْ
يَجْعَلَ
ذَلِكَ
يُسْرًا
لِمَنْ بَقِيَ
وَرُخْصَةً
وَمَنْفَعَةً
فَقَالَ
سُبْحَانَهُ
عَلِمَ اللَّهُ
أَنَّكُمْ
كُنْتُمْ
تَخْتَانُونَ
أَنْفُسَكُمْ
الْآيَةَ
وَكَانَ
هَذَا مِمَّا
نَفَعَ
اللَّهُ بِهِ
النَّاسَ
وَرَخَّصَ لَهُمْ
وَيَسَّرَ
îbn Abbâs (r.a.)'dan
rivayet edilmiştir: "Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı"[Bakara 183] (İslam'ın başlangıcında)
Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde insanlar yatsı namazını kıldıkları zaman,
kendilerine yemek, içmek ve kadınlar(a temas) haram edilmişti, Ertesi akşama
kadar oruç tutarlardı. Bir adam kendisine hıyanet edip yatsı namazını kıldığı
halde, karısıyla temasta bulundu ve orucu kesmedi. Allah Azze ve Celle bu olayı
diğer insanlar için bir kolaylık ruhsat ve menfaat kılmayı dileyip, "Allah
sizin nefislerinize güvenemeyeceğinizi biliyordu"[Bakara 187] buyurdu. Bu,
Allah (c.c.)'nun insanları faydalandırdığı onlara ruhsat verdiği ve
kolaylaştırdığı şeylerdendir.
İzah:
Sadece Ebû Dâvud
rivayet etmiştir.
Münzirî hadisin
senedinde, Ali b. Hüseyin b. Vakit olduğu için bu hadisin zayıf olduğunu
söyler.
Musannif bu hadîsi
şerif ile Müslümanlara farz olan ilk orucun, metnin başındaki âyetle farz
kılman ramazan orucu olduğuna işaret etmek istemiştir. Rasûlullah (s.a.v.)'a
farz olan orucu soran bir bedeviye efendimizin "Ramazan orucu" diye
cevap vermesi de bu görüş sahiplerine delil olmuştur. Ancak hadîsin metninden
önce verdiğimiz hadisler göz önüne alınınca, bu hadisin ramazandan önce farz
olan bir orucun olmadığına delil teşkil etmediği görülür. Çünkü o hadislerin
tümü, ramazan orucu farz kılınmadan önce aşure orucunun farz olduğuna, bu
farzın ramazan orucu ile neshedildiğine delâlet etmektedirler.
Hafız îbn Hacer
Fethül-Bârî'de bu delillere temas ederek şöyle der;
"Bu hadislerin
tümünde aşure orucunun farz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o günün orucu
sabittir. Ayrıca o günün orucunun emredilmesi, bu emrin herkese teşmili-, yemek
yemiş olanların günün geri kalanında oruç tutmakla emrolunması, annelerin
çocuklarını emzirmemeleri emrinin ilâvesi ve Sahih-i Müslim'deki İbn Mes'ud
(r.a.)'ın Ramazan (orucu) farz kılınınca, aşure terkedildi" şeklindeki
sözlerinin hepsi orucunun farz olduğunu gösterir."
Hadisin başındaki
âyet-i kerime orucun Hz. Adem'den bize kadar tüm ümmetlere farz olan bir ibâdet
olduğunu bildirmektedir. Aslında oruç zor bir ibâdettir. Özellikle yazın
sıcakların fazla, günlerin uzun olduğu .yerlerde orucun vereceği sıkıntı herkes
tarafından bilinir. Allah teâlâ bu sıkıntıyı iki yönden hafifletmektedir:
Bunlardan birincisi,
orucun sadece bir ümmete değil, tüm ümmetlere farz edilmesidir. Çünkü güçlük
genel olduğu zaman kolaylaşır "Herkesle gelen düğün bayramdır."
İkincisi de orucun
zamanının değişmeyen güneş takvimine göre değil, her yıl 10 gün önce gelen kameri
takvime göre farz kılınmış olmasıdır. İslâmın oruç ayım tesbit için kamerî
takvimi seçmesi, eski geleneği sürdürmek için değil, sadece adaleti temin
etmek içindir. Bir kamerî ay 29 gün 12 saat 44 dakika ve 3 saniyedir. Buna göre
bir kamerî yıl 354, 367068 gün olmaktadır. Bir güneş yılı ise, 365 gün 5 saat
46 dakika ve 49 saniyedir. Bu durumda iki sene arasında 10 günden daha fazla
bir fark ortaya çıkmakta, bu fark da 33 sene bir ramazan ayının ayrı bir zamana
rastlamasına sebeb olmaktadır. Bu ise, ilâhî bir lütuf ve büyük bir adalettir.
Çünkü bu sayede 33 yıl oruç tutan bir müslüman, senenin kısa, uzun ve orta her
gününde oruç tutmuş olmaktadır. Dünyanın bir bölgesinde yaşayanlar devamlı
surette kışın kısa, bir bölgesinde yaşayanlar da devamlı olarak yazın uzun
günlerinde oruç tutmak durumunda kalmamaktadırlar. Böyle olmayıp da faraza oruç
temmuz ayma mahsus olsa idi, kuzey küre-dekiler, devamlı yazın sıcak ve uzun
günlerinde güney küredekiler ise, kışın kısa ve serin günlerinde oruç
tutacaklardı.
İşte bu iki hâle
cenab-ı Hakkın bahşettiği sabırda eklenince orucun güçlüğü ortadan kalkmakta,
bazılarının zannettiği gibi dayanılmaz bir ibâdet olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Mevzûmuzu teşkil eden
hadisle ilgili geçen âyet-i kerîmede: orucun bizden öncekilere farz kılındığı
gibi bize de farz kılındığı ifâde edilmektedir. Buradaki benzetme orucun
vakti, miktarı ve keyfiyeti yönünden değil, farz oluşu itibariyledir. Nitekim
Hz .Adem'e farz olan oruç, "Eyyâm-ı Biyz" (her ayın 13, 14,
15.günlerin)da,Hz. Musa'nın orucu da aşure günü idi. Ancak bazı âlimler
benzetmenin aynı zamanda miktar ve vakit yönünden de oludğunu söylerler.
Nitekim ramazan orucu hiristiyanlara da farzdı. Bâzan ramazan sıcak günlere
rastlıyor ve bu bir takım zorluklara sebep oluyordu. Bunun üzerine hıristiyan
âlimleri toplandılar ve ramazanı devamlı olarak mutedil bir mevsim olan
ilkbahara aldılar. Bu yaptıklarına keffâret olarak da 20 gün daha ilâve edip 50
gün oruç tutmaya başladılar.
Hadîs-i Şerifte ifâde
edildiğine göre, islâmm ilk günlerinde oruç, yatsı namazı kılındıktan sonra
başlar, ertesi gün güneş batmcaya kadar devam ederdi. Bir kimse faraza akşam
herhangi bir sebeple bir şey yemeden yatıp uyuşa artık bir daha yiyip içemez,
ertesi günü akşama kadar aç kalırdı. Bundan sonra gelecek olan hadîs-i şerifte
anlatılan hâdise bu durumun güzel bir ifadesidir. Üzerinde durduğumuz hadîs-i
şerifteki hâdise, îbn Ce-rir ve İbn Ebî Hâtim'in rivayetlerinden anlaşıldığına
göre, Hz. Ömer (r.a.)'in başından geçmiştir. Adı geçen sahâbî bir ramazan gecesi
yatsıyı kıldıktan sonra evine dönmüş, hammıyla cinsel tamasta bulunmuştu. Bunun
üzerine pişman olup ağlamaya başladı. Aynı hal, Ka'b b. Malik'in başına da gelmişti.
Hz. Ömer vaziyeti Rasûl-i Ekrem'e haber verince efendimiz:
“Ömer! bu sana yakışmazdı"
buyurdu.
Bunun üzerine
müslümanlara bir ruhsat ve kolaylık olmak üzere: "Allah sizin
nefislerinize güvenmeyeceğinizi biliyordu", mealindeki âyet-i kerimeyi
indirdi.[Bakara 187] Bu âyetin sonunda Cenab-ı hak, fecrin beyazlığı siyahlığından
ayrılıncaya kadar yenilip içilebileceğini haber vermektedir. Böylece akşam
güneşin batması ile fecrin doğuşu arasındaki sürede yemek, içmek ve cinsî temas
gibi oruca aykırı hareketler müslümanlara helal kılındı. Böylece oruç, şimdiki
şeklini almış oldu.