DEVAM: 26-27. Lian
حَدَّثَنَا
الْحَسَنُ
بْنُ عَلِيٍّ
حَدَّثَنَا
يَزِيدُ بْنُ
هَارُونَ
حَدَّثَنَا عَبَّادُ
بْنُ
مَنْصُورٍ
عَنْ
عِكْرِمَةَ عَنْ
ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ جَاءَ
هِلَالُ بْنُ
أُمَيَّةَ وَهُوَ
أَحَدُ
الثَّلَاثَةِ
الَّذِينَ
تَابَ
اللَّهُ
عَلَيْهِمْ
فَجَاءَ مِنْ
أَرْضِهِ
عَشِيًّا
فَوَجَدَ
عِنْدَ
أَهْلِهِ رَجُلًا
فَرَأَى
بِعَيْنِهِ
وَسَمِعَ
بِأُذُنِهِ
فَلَمْ
يَهِجْهُ
حَتَّى
أَصْبَحَ ثُمَّ
غَدَا عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَقَالَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
إِنِّي
جِئْتُ
أَهْلِي
عِشَاءً
فَوَجَدْتُ
عِنْدَهُمْ
رَجُلًا
فَرَأَيْتُ
بِعَيْنَيَّ
وَسَمِعْتُ
بِأُذُنَيَّ
فَكَرِهَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَا جَاءَ
بِهِ
وَاشْتَدَّ
عَلَيْهِ فَنَزَلَتْ
وَالَّذِينَ
يَرْمُونَ
أَزْوَاجَهُمْ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُمْ
شُهَدَاءُ
إِلَّا
أَنْفُسُهُمْ
فَشَهَادَةُ
أَحَدِهِمْ
الْآيَتَيْنِ
كِلْتَيْهِمَا
فَسُرِّيَ
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ
أَبْشِرْ يَا
هِلَالُ قَدْ
جَعَلَ اللَّهُ
عَزَّ
وَجَلَّ لَكَ
فَرَجًا
وَمَخْرَجًا
قَالَ
هِلَالٌ قَدْ
كُنْتُ
أَرْجُو
ذَلِكَ مِنْ
رَبِّي فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَرْسِلُوا
إِلَيْهَا
فَجَاءَتْ
فَتَلَاهَا
عَلَيْهِمَا
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ وَذَكَّرَهُمَا
وَأَخْبَرَهُمَا
أَنَّ
عَذَابَ
الْآخِرَةِ أَشَدُّ
مِنْ عَذَابِ
الدُّنْيَا
فَقَالَ هِلَالٌ
وَاللَّهِ
لَقَدْ
صَدَقْتُ
عَلَيْهَا
فَقَالَتْ
قَدْ كَذَبَ
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لَاعِنُوا
بَيْنَهُمَا
فَقِيلَ لِهِلَالٍ
اشْهَدْ
فَشَهِدَ
أَرْبَعَ
شَهَادَاتٍ
بِاللَّهِ
إِنَّهُ
لَمِنْ
الصَّادِقِينَ
فَلَمَّا
كَانَتْ
الْخَامِسَةُ
قِيلَ لَهُ
يَا هِلَالُ
اتَّقِ
اللَّهَ
فَإِنَّ
عَذَابَ
الدُّنْيَا أَهْوَنُ
مِنْ عَذَابِ
الْآخِرَةِ
وَإِنَّ هَذِهِ
الْمُوجِبَةُ
الَّتِي
تُوجِبُ عَلَيْكَ
الْعَذَابَ فَقَالَ
وَاللَّهِ
لَا
يُعَذِّبُنِي
اللَّهُ
عَلَيْهَا
كَمَا لَمْ
يُجَلِّدْنِي
عَلَيْهَا
فَشَهِدَ
الْخَامِسَةَ
أَنَّ لَعْنَةَ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
إِنْ كَانَ
مِنْ الْكَاذِبِينَ
ثُمَّ قِيلَ
لَهَا
اشْهَدِي فَشَهِدَتْ
أَرْبَعَ
شَهَادَاتٍ
بِاللَّهِ إِنَّهُ
لَمِنْ الْكَاذِبِينَ
فَلَمَّا
كَانَتْ
الْخَامِسَةُ
قِيلَ لَهَا
اتَّقِي
اللَّهَ
فَإِنَّ عَذَابَ
الدُّنْيَا
أَهْوَنُ
مِنْ عَذَابِ
الْآخِرَةِ
وَإِنَّ
هَذِهِ
الْمُوجِبَةُ
الَّتِي
تُوجِبُ
عَلَيْكِ
الْعَذَابَ
فَتَلَكَّأَتْ
سَاعَةً
ثُمَّ
قَالَتْ
وَاللَّهِ
لَا أَفْضَحُ
قَوْمِي
فَشَهِدَتْ
الْخَامِسَةَ
أَنَّ غَضَبَ
اللَّهِ
عَلَيْهَا
إِنْ كَانَ
مِنْ الصَّادِقِينَ
فَفَرَّقَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بَيْنَهُمَا
وَقَضَى أَنْ
لَا يُدْعَى
وَلَدُهَا
لِأَبٍ وَلَا
تُرْمَى
وَلَا
يُرْمَى
وَلَدُهَا
وَمَنْ
رَمَاهَا
أَوْ رَمَى
وَلَدَهَا
فَعَلَيْهِ
الْحَدُّ
وَقَضَى أَنْ
لَا بَيْتَ
لَهَا
عَلَيْهِ وَلَا
قُوتَ مِنْ
أَجْلِ
أَنَّهُمَا
يَتَفَرَّقَانِ
مِنْ غَيْرِ
طَلَاقٍ
وَلَا مُتَوَفَّى
عَنْهَا
وَقَالَ إِنْ
جَاءَتْ بِهِ
أُصَيْهِبَ
أُرَيْصِحَ
أُثُيْبِجَ
حَمْشَ السَّاقَيْنِ
فَهُوَ
لِهِلَالٍ
وَإِنْ
جَاءَتْ بِهِ
أَوْرَقَ
جَعْدًا
جُمَالِيًّا
خَدَلَّجَ
السَّاقَيْنِ
سَابِغَ
الْأَلْيَتَيْنِ
فَهُوَ
لِلَّذِي
رُمِيَتْ
بِهِ
فَجَاءَتْ
بِهِ أَوْرَقَ
جَعْدًا
جَمَالِيًّا
خَدَلَّجَ السَّاقَيْنِ
سَابِغَ
الْأَلْيَتَيْنِ
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لَوْلَا
الْأَيْمَانُ
لَكَانَ لِي
وَلَهَا شَأْنٌ
قَالَ
عِكْرِمَةُ
فَكَانَ
بَعْدَ ذَلِكَ
أَمِيرًا
عَلَى مُضَرَ
وَمَا
يُدْعَى لِأَبٍ
İbn Abbâs (r.a.)'dan;
demiştir ki: Allah'ın tevbelerini kabul ettiği üç (kişi)'den biri (olan) Hilâl
b. Umeyye geceleyin tarlasından geldi ve ailesinin yanında (yabancı) bir erkek
buldu. (O yabancı ile karısı arasında geçen hadiseyi bütün çıplaklığı ile)
gördü ve (konuşulanları) kulağıyla işitti. Fakat sabaha kadar o olaydan kimseye
birşey söylemedi. Nihayet ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.)'e giderek;
Ey Allah'ın Rasûlü! Ben
geceleyin ailemin yanına gelmiştim. Yanlarında (yabancı) bir erkek buldum
(olanları) gözümle gördüm, (konuşulanları da) kulağımla işittim, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) onun getirdiği bu haberi (çok) çirkin buldu ve Hilâl'e
(delîl getirmesi için) sertçe çıkıştı. Derken; "Karılarına zînâ isnadında
bulunup da kendilerinden başka şahidleri olmayanlardan her birinin
şehâdeti...."[Nûr 6-7] âyetleri ikisi birden nazil oldu. Rasûlullah (s.a.v.)'den
vahy hali gidince (Hz. Hilâl)'e; "Müjde yâ Hilâl, hakîkaten Allah sana bir
ferahlık ve kurtuluş yolu halk etti" dedi. Hilâl de;
Ben zâten Rabbimden bunu
bekliyordum diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.);
"Kadına haber gönderiniz." diye emir verdi. Kısa bir süre sonra
(kadın da) geldi. Rasûlullah (s.a.v.) (karı-kocanın) ikisine de (ilgili) âyeti
okudu ve onlara nasîhât edip âhiret azabının dünya azabından daha şiddetli
olduğunu haber verdi. Hilâl; Vallahi ben onun hakkında doğruyu söyledim, dedi.
Kadın da;
Yalan söyledi diye
karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.); "Bunların aralarında
liân yapın." diye emir verdi. Arkasından Hilâl'e (haydi doğruyu
söylediğine dâir) şehâdette bulun denmiş, Hilâl de, "Kendisinin doğru söyleyenlerden
olduğuna" dört (defa) şehâdet etmiş, sıra beşinciye gelince kendisine,
"Ey Hilâl!
Allah'dan kork çünkü dünya azabı âhiret azabından ehvendir ve bu (beşinci
şehâdet) sana (Allah'ın) azâbı(nı) celbeder," denildi. Hilâl de: Vallahi
Allah onun yüzünden (bana) dayak vurdurmadığı gibi azâb da etmez diyerek;
Eğer bu kadına yaptığını
zînâ isnadında yalancılardan isem, Allah'ın la'neti üzerime olsun,,
şeklindeıbeşinci (defa) şehâdette bulundu. Sonra kadına "Sen (de)
şehâdette bulun" denildi. O da dört defa; Billâhî bu adam yalancılardandır
diye şehâdet etti. Sıra beşinciye gelince ona: "Allah'dan kork! çünkü
dünya azabı ahîret azabından daha ehvendir ve bu (beşinci yemîn) sana
(Allah'ın) azâbı(nı) celbeden (bir yemîn)dir" denildi. (O zaman kadın) biraz
durakladı (fakat) sonra (kendini toparlayarak);
Vallahi ben kavmimi
kepaze etmem diyerek beşinci (defa) şehâdet etti ve; Eğer bu adam bana isnâd
ettiği meselede doğru söyleyenlerdense, Allah'ın gazabı benim üzerime
olsun" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) onları ayırdı ve bu kadının
doğuracağı çocuğun baba adı ile çağırılmamasına, kadına (zînâ suçu) ve çocuğuna
da (veled-i zînâ karası) atılmamasına, kadına veya çocuğuna (böyle bir) isnâdda
bulunan kimseye hadd lâzım geleceğine hükmetmiş, boşama ve ölüm gibi bir sebep
olmadan ayrıldıkları için erkeğin kadına ev ve nafaka (te'nıîn etmesi)
gerekmediğini söylemiş (doğacak çocuk hakkında da):
"Eğer kadın çocuğu,
kumral, dar kalçalı, kambur, ince incikli doğurursa (çocuk) Hilalindir, yok
eğer esmer, kıvırcık saçlı, deve gibi iri yapılı, iri bacaklı ve iri kalçalı
bir çocuk doğurursa, o çocuk kendisine .(zînâ suçu) atılan kimsenindir,” dedi.
(Neticede kadın) esmer, kıvırcık saçlı, deve gibi iri yapılı, iri bacaklı ve
iri kalçalı bir çocuk dünyaya getirdi. Rasûlullah (s.a.v.); "Eğer (şu
denilen) yeminler olmasaydı benimle bu kadın için (başka) bir durum vardı,
(yâni ben o kadına zînâ haddi uygulardım) buyurdu.
İkrime dedi ki; Bu
hadiseden sonra (çocuk büyüdü ve) Mudar kabilesine emîr oldu (fakat hiçbir zaman)
babasının adıyla anılmadı.
İzah:
Ahmed b. Hanbel, I,
239; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, VII, 409; Tayalisi, Müsned, s. 347; Hakim,
el-Müstedrek, II, 202.
"Allah'ın
tevbelerini kabul ettiği üç kişiden maksat, Hilâl b. Ümeyye ile Mirâre b.
er-Rabî ve Ka'b b. Mâlik el-Ensârî'dir. Sözü geçen bu üç sahâbî, Tebûk
Savaşı'na katılmamışlardı.
Daha sonra Rasûl-i
Ekrem'e varıp savaşa katılmayışlarının sebebini olduğu gibi anlatmışlar ve
mazeretlerini beyân etmişlerdi. Fakat işin içyüzünü sâdece Allah bildiği ve
halka gizli olduğu için, Rasûl-i Ekrem Efendimiz halka bir vahy gelinceye kadar
bu üç kişiyle konuşmamalarını emretti. Bu meseleye açıklık getirmesi beklenen
vahyin gelmesi ise, elli gün sürdü. Bu süre içerisinde kimse bunlarla
konuşmadı. Nihayet elli gün geçince şu âyet-i kerîme nazil oldu; "Ve
(savaştan) geri bırakılan o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Bütün
ğenişliğiyle beraber, arz başlarına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça
sıkmış ve Allah'dan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını
anlamışlardı. Allah onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler. Çünkü
Allah tevbeyi çok kabul eden çok esirgeyendir."[Tevbe 118.] Söz konusu bu
üç sahâbinin başlarından geçen bu hadîse 2273 numaralı hadîs-i şerîfin
şerhinde inşallah tekrar ele alınacaktır.
Hz. Hilâl'in gece
yarısı evine geldiği zaman karısının yanında gördüğü erkek Şerîk b. Sehmâ idi.
Hâkim'in rivayetine göre Şerîk denilen adam, Hz. Hilâl'in evine sığınmıştı. Hz.
Hilâl onu kendi himayesine almış, yanında barınmasına izin vermişti. Fakat bu
iyiliğine karşılık kemlik bulmuştu.
Hz. Nebi'in, Hz.
Hilâl'e çıkışmasından maksat, ondan sözünün doğruluğunu isbâta da'vet etmesi,
söylediklerini dört şahidle isbât edemediği takdirde kendisine had
vurulacağını haber vermesidir. Çünkü o günlerde henüz liân âyeti nazil
olmadığından uygulama öyle idi. Metinde de ifâde edildiği üzere bu hadiseden
kısa bir süre sonra liân âyeti nazil oldu ve dâvâlı olan bu iki karı-koca
arasında liân yapılarak birbirlerinden ayrıldılar. Aslında Hz. Hilâl ile karısı
hakkında inen liân âyetleri, Nûr Sûresinin altıncı yedinci, sekizinci ve
dokuzuncu âyetleri olmak üzere dört âyettir. Fakat râvî erkekle ilgili iki
âyeti bir âyetmiş gibi kadınla ilgili iki âyeti de yine bir âyetmiş gibi kabul
ettiği için liânla ilgili mezkûr dört âyetten "iki âyet" diye
bahsetmiştir.
Mevzûmuzu teşkîl eden
bu hadîste hândan sonra doğan çocuğun uzun süre yaşadığından bahsedilirken, İbn
Sa'd'm Tabakât'mda mulâaneden sonra doğan çocuğun iki sene yaşadığından
bahsedilmesi, bu iki hadîs arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü
liân hadîsesi defalarca tekerrür etmiştir. Binâenaleyh mevzûmuzu teşkîl eden
hadîs-i şerîfte söz konusu edilen çocuk ile İbn Sa'd'ın Tabâkat'ında bahsedilen
çocuk iki ayrı çocuktur.[bk. İbn Hacer, Fethü'l-Bâri, XI, 378.]