DEVAM: 86.
El-Muhassab'da Konaklamak
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
حَنْبَلٍ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الرَّزَّاقِ
أَخْبَرَنَا
مَعْمَرٌ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ عَلِيِّ
بْنِ
حُسَيْنٍ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ
عُثْمَانَ عَنْ
أُسَامَةَ
بْنِ زَيْدٍ
قَالَ قُلْتُ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
أَيْنَ
تَنْزِلُ
غَدًا فِي
حَجَّتِهِ
قَالَ هَلْ
تَرَكَ لَنَا
عَقِيْلٌ
مَنْزِلًا
ثُمَّ قَالَ
نَحْنُ
نَازِلُونَ
بِخَيْفِ
بَنِي
كِنَانَةَ
حَيْثُ
قَاسَمَتْ
قُرَيْشٌ
عَلَى
الْكُفْرِ
يَعْنِي
الْمُحَصَّبَ
وَذَلِكَ أَنْ
بَنِي
كِنَانَةَ
حَالَفَتْ
قُرَيْشًا عَلَى
بَنِي
هَاشِمٍ أَنْ
لَا
يُنَاكِحُوهُمْ
وَلَا
يُبَايِعُوهُمْ
وَلَا
يُؤْوُوهُمْ
قَالَ
الزُّهْرِيُّ
وَالْخَيْفُ
الْوَادِي
Usâme b. Zeyd
(r.a.)'den; demiştir ki: (Veda) Haccında; Ya Resûlullah yarın nerede konaklayacaksın?
diye sordum da; "Akîl bize (Mekke'de içinde barınabileceğimiz) bir ev mi
bıraktı?" cevabını verdi. Sonra; "(Yarın) Beni Kinane Hayf'ina (yani)
Kureyş'in küfür üzerinde (kalmak üzere) antlaştığı yere yâni Muhassab'a
ineceğiz" buyurdu. Bu (antlaşma) Kinâne oğullarının Haşîm oğulları ile
evlenmemek, onları (aralarında) barındırmamak ve onlarla alış veriş yapmamak
üzere Kureyşle yaptığı antlaşmadır. (Bu hadisin râvilerinden) Zührî dedi ki:
(Beni Kinâne) Hayf(ından maksat, Muhassab denilen) vadidir.
İzah:
Buhârî, hac; cihâd;
tevhîd; menâkıb, meğâzî; İbn Mâce, menâsik, Ahmed b. Hanbel, II, 238; Müslim,
hac 439.
Hafız İbn Hacer bu,
hadisle ilgili görüşlerini açıklarken şunları söylüyor: "Bu hadis-i şerîfte söz konusu edilen
evden maksat, Hâşim b. Abd-i Menafin evidir. Hâşim öldükten sonra bu ev oğlu
Abdülmuttalib'e kaldı. Abdulnıuttalib de çocukları arasında taksim etti.
Resûl-i Ekrem de babası Abdullah'ın mirasım aldı ve burada dünyaya
geldi."[îbn Hacer, Fethü'l-Bârî, IV, 197.] Buhârî'nin bir rivayetinde de
bu hâdise şu anlama gelen cümlelerle rivayet edilmiştir: "Peygamber
(s.a.v.) kurban bayramının birinci gününün ertesi günü, "yarın Kinâne
oğullan yurdunda konaklayacağız" buyurdu."[Buhârî, hac] Buhârî'nin bu
rivayeti, söz konusu hâdisenin Veda Haccında olduğunu gösterir. Fakat
Buhârî'nin diğer bir rivayetinde ise, Resûl-i Ekrem'in, bu sözü Mekke'nin
Fethi sırasında söylediği[Buhari, Megâzî] yine Buhârî'nin diğer bir rivayetinde
de Resûl-i Ekrem'in bu sözü Huneyn gazvesine çıkarken söylediği [Buhari,
Megâzî] ifâde ediliyor. Bütün bu rivayetlerde hadisenin tarihine ait verilen
bilgilerin farklı oluşu bu rivayetler arasında bir çelişki bulunduğunu değil,
bu hadisenin ayrı ayrı zamanlarda tekerrür ettiğini gösterir.
Metinde geçen
"Akîl bize bir ev mi bıraktı?" cümlesi Resûl-i Ekrem Medine'ye göç
edince babasından kalan evinin amcası Ebû Tâlib'in oğlu Akîl'e intikal ettiğine
delâlet eder. Çünkü Resûl-i Ekrem Medine'ye göç ettiği zaman bu evin mülkiyeti
Ebû Tâlib'in henüz İslâm'a girmemiş bulunan iki oğlu Tâlib ile AkîTın .elinde
idi. Çünkü Ebû Tâlib vefat edince Hz. Alî ile Cafer Müslüman oldukları için Ebû
Tâlib'in malına vâris olamadılar. Böylece bu evin mülkiyeti Ebû Talib'in diğer
iki oğlu Tâlib ile Akîl'in eline geçmişti.[Buhari, Megâzî] Fakat daha sonra
Tâlib Bedir Muharebesinde ölünce bu evin tek mâliki Akîl oldu. Resûl-i Ekrem
Akîl'in gönlünü kazanmak için evin mülkiyetini tamamen O'na bıraktı, o da bunu
başkalarına sattı. Resûl-i Ekrem câhiliyye döneminde yapılan bazı
tasarrufların geçerli olduğunu göstermek maksadıyla Akîl'in bu satışını
geçerli kıldı.[İbn Hacer, Fethü'l-Bârî, IV, 197.]
Fâkihî'nin beyânına
göre ise, bu ev Akîl'in, vefatından sonra çocukları tarafından yüzbin dinar
karşılığında Haccâc-ı Zâlim'in kardeşi Muhammed b. Yûsuf'a satılmıştır.[İbn
Hacer, Fethu'1-Bârî, IV, 197.]
Metinde geçen Kinâne
oğullarıyla Kureyş müşrikleri arasında müslümanlar aleyhine yapılan andlaşma,
başta Ebû Tâlib olmak, üzere Haşimî-lerin ve Muttalib oğullarının Beni Hâşim
mahallesinde Resûl-i Kibrîyânın hatırı için toptan mahsur kaldıkları zamana
rastlar. Beni Hâşim mahallesindeki bu muhasara meselesi İslâm Tarihinin en
acıklı bir faslını teşkil eder. Yapılan bu kâfirâne ve zalimane muahede
mucibince hiç bir satıcı Benî Hâşim mahallesine bırakılmıyordu. Mahsurlar
yiyecek, içecekten ve her nevi hayatî ihtiyaçlardan mahrum bir halde
bırakılmıştı. Aradan aylar, seneler geçtiği halde mahsurlara merhamet sahibi
bir ferd uğramamıştı. Çocukların, kadınların açlıktan feryad ve figanı Mekke
şehrini sarsıyordu. Fakat bu merhametsiz Kureyşîler bir türlü insafa
geliniyorlardı. İslâm tarihi bu acıklı günlerin pek çok facialarım kayd eder.
İşte Resûl-i Zişân
Efendimizin Minâ'dan hareket etmezden evvel "inşallah yarın, yani öbür gün
Beni Kinane yurdu olan Muhassab'a ineceğiz" buyurmaları ve muhteşem bir
hac kafilesi ile oraya varmaları aziz ve muh-tekim'olan Allah'ın yüce
kudretinin Habib-i Ekrem'i hakkındaki yeni bir tecellisi idi.
Buhârî şârihi Aynî,
Kureyş ile Beni Kinâne arasında yazılan bu vesika-i zalimane hakkında şu
tafsilâtı verir.
Bu uğursuz sahifeyi
yazan Mansur b. İkrime idi. En sonunda eli çolak olmuştu. Zübeyr b. Ebî
Bekr'in Ensab'ında Bağız b. Âmir olmak üzere kaydedilmiştir. Kelbî de Mansûr
b. Âmir'dir demiş, Siyer kitablarında bu sahifeyi Kabe'nin içine astıkları ve
İlân-i Nübüvvetin yedinci senesi Muharrem ihtidasında Ebû Tâlib mahallesinden
Hâşimîlerin ve Muttalibî-lerin muhasara edildiği bu dilsûz muhasaranın üç sene
devam ettiği bildiriliyor. Sonra Cenab-ı Hak Habibi Edibini o sahifenin sön
hâline muttali kılmıştır. Şöyle ki; Kabe duvarında asılı bulunan bu sahifeye
Cenab-ı Hak bir kurt musallat kılmış, onda yazılı ne kadar mekruh fıkralar ve
kelimeler varsa onları sildirmiştir. Yalnız onda lâfzatullah gibi mukaddes
kelimeler kalmıştır. Bu vak'ayı Resûl-i Ekrem amcaları Ebû Talibe söylemiş ve
Ebû Talib de Kureyş'e tevcih-i hitab ederek demiştir ki; "Benim'kardeşimin
oğlu bana karşı iltizam ettiği doğru bir lisan ile demiştir ki; Allah sizin
Kabe'deki sahifenize bir kurt musallat etmiştir. Ondaki zâlim kelimeleri o
kurt silmiştir. Yalnız ismullah kalmıştır. Kabe'ye gidiniz, bakınız eğer
kardeşim oğlu doğru ise, bu zulmünüzü, kötü düşüncelerinizi bırakınız; eğer
kardeşim oğlu yalan çıkarsa, ben onu size takdim edeyim, ister öldürünüz ister
diri bırakınız." Gittiler, baktılar Resûl-i EKrem'in ihbarı bir hakikat
olarak tecelli etti. Ellerindeki o sahife yere düştü, kendileri de başlarım
yere eğdiler. Hâdise yıldırım sür'atiyle Mekke içine yayılmıştı. Bu defa da
Kureyş Reisleri Beni Hâşim hakkında yaptıkları bu cevr-ü zulümden dolayı bir
birlerini muahezeye başlamışlardı. Bunlardan Mutim b. Adiyy b. Kays, Zem'a b.
Esved, Ebü'l-Buhturî, İbn Hâşim, Zuheyr b. Ebî Ümeyye silahlanıp Benî Haşim ve
Beni Abdulmüttalibe vardılar. Herkesin serbest evlerine dağılmalarını
emrettiler. Şı'b-ı Ebû Tâlib'den mahsurların halâs ve hurucu nübüvvet-i
Ahmediye'nin onuncu yılına tesadüf etmişti ve muhasara üç sene devam
etmişti.[Miras, Kâmil, Tecrîd Tereemesi, VI, 183-184. (birinci baskı).]
Bu hadisle ilgili
görüşler 1208 numaralı hadiste geçmiştir.