بَاب
تَفْرِيعِ
أَبْوَابِ
التَّطَوُّعِ
وَرَكَعَاتِ
السُّنَّةِ
1. (Günlük Nafileler)
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ عِيسَى
حَدَّثَنَا
ابْنُ
عُلَيَّةَ
حَدَّثَنَا
دَاوُدُ بْنُ
أَبِي هِنْدٍ
حَدَّثَنِي
النُّعْمَانُ
بْنُ سَالِمٍ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ أَوْسٍ
عَنْ
عَنْبَسَةَ
بْنِ أَبِي
سُفْيَانَ
عَنْ أُمِّ
حَبِيبَةَ
قَالَتْ
قَالَ
النَّبِيُّ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَنْ صَلَّى
فِي يَوْمٍ
ثِنْتَيْ
عَشْرَةَ
رَكْعَةً
تَطَوُّعًا بُنِيَ
لَهُ بِهِنَّ
بَيْتٌ فِي
الْجَنَّةِ
Ümmü Habîbe
(r.anhâ)'den; demiştir ki:Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim günde on iki
rekat nafile (namaz) kılarsa o namazlar sebebiyle kendisine cennette bir ev
yapılır."
İzah:
Müslim, müsâfirîn:
Tirmizî, salât; Nesaî, kıyâmu'I-leyl; Dârimî, salât; İbn Mâce, ikâme ; Ahmed b.
Hanbel, II, 498, VI, 327, 426, 443.
Başlığımızı teşkil eden
"nafile naınazlar'dan maksat beş vakit namazlara bağlı olarak kılınan
"revâtib" dediğimiz sünnetlerdir. AIiyyü'l-Kaarî'nin ifâdesine göre,
her ne kadar sünnetlerin bazısı, bazısına nisbetle daha kuvvetli ise de aslında
sünnet, nafile, tatavvu', mendûb, müstehab, murağğab kelimeleri eş anlamlıdır,
hepsi de aynı mânâya gelir. Sahih bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
"Kıyamet gününde kulun amelinden ilk hesaba çekileceği şey namazdır. Eğer
namazının hesabını tam verirse kurtulmuştur. Eğer tam veremezse iflâs etmiştir.
Eğer farz namazlarından bir eksiği varsa Allahu Teala: "Kulumun nafile
namazları olup olmadığım iyice araştırın" buyurur. (Eğer nafile namazları
varsa) farz namazlarındaki eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer
amelleri de bu şekilde muhasebe edilir."[Tirmizî, salât]
Şafiî ulemâsından
Nevevî de diyor ki: "Bu hadise göre farzlar noksan bile olsa, kılınan
nafileler kabul edilir. "Farz tamamlanmadıkça kılınan nafilelerinin
makbul olmayacağını" ifâde eden haber zayıftır. Şayet doğruluğu kabul
edilse bile bu, farzdan sonra kılınan son sünnetlerle ilgili olabilir ve
"farz kılınmadan son sünnet kılınamaz" Çünkü son sünnetin sahih
olması ondan önce kılınacak farz namazın sıhhatine bağlıdır" demektir.
Aslında bu sözün mânâsı "farzdan önce kılınan son sünnet sahih
değildir" demek değildir. Bu sünnet son Sünnet olarak caiz değildir"
demektir. Günümüzde "Farz borcu olan kimsenin sünnet kılamayacağı"
gerekçesiyle halkı sünnetleri terk etmeye ve sünnet yerine kaza namazı kılmaya
teşvik edenlerin Hanefî mezhebine göre bir mesnedleri olmadığı bütün
açıklığıyla meydanda olduğu gibi Şafiî ulemasından bile bu görüşün zayıf
olduğunu söyleyenler vardır. Kaldı ki bu kimseler Hanefî mezhebi adına fetva
verdiklerini iddia etmektedirler.
Bilindiği gibi bir
fıkıh terimi olarak sünnet: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin farz ve vâcib
olmayarak yapmış oldukları şeydir. Sünnet-i müekkede ve sünnet-i gayr-i
müekkede olarak iki kısma ayrılır.
Sünnet-i Müekkede: Nebi
Efendimizin devam edip pek az terk buyurmuş oldukları sünnettir. Sabah, öğle ve
akşam namazlarının sünnetleri gibi.
Sünnet-i gayr-i
müekkede: Fahr-i âlem Efendimizin ibâdet maksadıyla ara-sıra yapmış oldukları
şeylerdir. Yatsı ve ikindi namazlarının ilk sünneti gibi.
İslâm dininde çok mühim
bir yeri olan ezan, ikâmet, cemaate devam gibi sünnetlere "Sünnet-i
Hüdâ" denir ki, bunlar da birer sünnet-i müekkededir. Resül-i Ekrem (s.a.v.)'in
yiyip içmeleri giyip kuşanmaları, oturup kalkmaları gibi siret-i
nebeviyyelerine ait şeyere de "Sünen-i Zevâid" adı verilmiştir ki,
bunlar da birer sünnet-i gayr-ı müekkededir. Hanefî uleması sahâbe-i kiramın
takib ettikleri zühd ve takva yolunu da "sünnet" saymışlardır.
Sünnetin hükmü:
Sünnet-i müekkede ve sünen-i hüdâ denilen sünnetlerin yapılmasında sevab; bile
bile terk edilmesinde itab (azarlama) vardır. Gayr-i müekkede ve
"zevâid" denilen sünnetlerin yapılması ise, pek güzeldir. Sevgili,
muazzez Nebiimize uymanın bir alameti olduğundan sevaba, ve Nebiimizin
şefaatine vesilesi olacağı umulur. Fakat terk edilmesi, kınanması gerekmeyen
bir hâdisedir.
Müstehab: Bir fıkıh
terimi olarak Resûl-i Zrşan Efendimizin bazan yapıp bazan terk buyurmuş
oldukları şeylerdir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi sünnet-i gayr-i müekkede
demektir. Müstehablara, mendub fazilet, nafile, tatavvu, edeb adı da verilir.
Şöyle ki: Müstehab olan bir şeye sevabı çok olup işlenmesi arzu edildiğinden
mendub, fazilet denir. Farz ile vâcib üzerine ilâve olarak yapıldığı için de
nâfiEe denilir. Kat'î bir emre dayanmaksızın sadece teberru suretiyle
yapıldığı için de tatavvu' ismi verilir. Güzel ve beğenilen bir haslet olması
dolayısıyla de edeb denilmiştir. Müstehabın yapılmasında sevab vardır.
Yapılmamasında ise, tenzihen olsun, kerahet yoktur.
Şafiî ve Hanbelî
fukahasına göre, sünnetler ile mendublar biridir. Herhangi bir sünnete
müstehab ve mendub da denir. Bilmen, Ö.Nasuhî, Büyük İslâm İlmihali, s. 63-64
(İstanbul 1958 baskısı).
Konumuzu teşkil eden
hadis-i şirefi Tirmizî ve Nesâî'nin rivayetlerinde "öğlenin farzından önce
dört rekat ve sonra iki rekat, akşamın farzından sonra iki rekat, yatsının
farzından sonra iki rekat ve sabahın farzından önce iki rekat” şeklinde
geçmektedir.[Tirmizî, salât] Nesâî'nin bir rivayetinde de, "yatsıdan sonra
iki rekat" yerine bir hata eseri olarak "ikindiden önce iki
rekat" şeklinde geçmektedir.[Nesaî, kıyâmu'l-leyl]
Fıkıh âlimleri her ne
kadar bu hadisi, beş vakit namazlara bağlı olarak kılman sünnet-i müekkedelerin
toplam 12 rekat olduğuna delil olarak naklederlerse de Hanefî ulemasından İbn
Humam'a göre bu hadis mendub ve müstehaba delalet eder. Bu bakımdan bu hadisin
beş vakit namaza bağlı olarak kılınan, müekked sünnetlerin on iki rekat
olduğuna delâlet ettiği söylenemez. Çünkü müekked sünnetin sübutu için,
Resûl-i Ekrem'in o fiile devam ettiğinin sabit olması gerekir. Bu hadis-i
şerifte ise, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in bu sünnetlere devam ettiğine dâir bir
işaret yoktur. Ancak hadis-i şerifte sözü geçen namazların müekked sünnet
olduğu îbn Ömer ve Âişe (r.anhuma) hadislerinin beraber delâleti ile anlaşılır.
İbn Ömer hadisinde şöyle buyuruluyor: "Ben Nebi (s.a.v.)'den öğleden önce
iki, öğleden önce iki, öğleden sonra iki akşamdan sonra evinde iki, yatsıdan
sonra iki, sabahtan önce iki rekat olmak üzere on rekat (nafile namaz)
öğrendim"[Buhârî, teheccüd] Hz. Âişe (r.an-hâ) hadisinde de şöyle
buyuruluyor: "Resul-î Ekrem (s.a.v.) öğleden evvel dört, sabahtan önce iki
rekat kılmayı asla terk etmezdi."[îbn Humam, Fethıi'l-kadir, I, 315;
Buhârî, teheccüd]
Hanefî ulemâsından
Buhârî şârihi Aynî'nin beyânına göre, hadisler arasındaki bu ihtilâf şu
şekilde uzlaştırılmıştır:
1. Abdullah b. Ömer
rekatın ikisini unutup iki rekat rivayet etmiş olabilir.
2. Resûl-i Ekrem
Efendimiz öğleden evvelki sünnetleri kâh dört, kâh iki kılmış, birinciyi Hz.
Âişe; ikinciyi de İbn Ömer rivayet etmiş olabilir.
3. Resûl-i Ekrem
mcsciddc iki, hane-i saadette dört (rekat namaz) kıldığı için bunlardan
birincisi Abdullah b. Ömer, ikincisi de Hz. Âişe tarafından rivayet edilmiş
olabilir.
Bütün bu ihtimalleri
göz önünde bulundurarak öğle namazının ilk sünnetini dört rekatlen aşağıya
düşürmemek lâzımdır. Çünkü dörl sayısına iki de dâhildir. "İbn Ömer
Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in yalnız mescidde kıldığı namazı biliyordu. Hz. Âişe
ise, hem mescid hem de evdeki hâline vakıf idi" diyenler de vardır. Gerek
İbn Ömer (r.a.) gerekse Hz. Âişe (r.anhâ) gördüklerini nakletmişlerdir.
Bununla beraber, bu konuda Hz. Âişe'nin müşahedesinin gerçeği daha çok
yansıtacağında şüphe yoktur. Belki de Hz. Âişe bu hadisi Hz. İbn Ömer'in
yanlışını düzeltmek için nakletmiştir.
İmam Taberî de bu
konuda şunları söylemiştir: "Resûl-i Ekrem (s.a.v.) öğle namazından evvel
ekseriyetle dört rekat kılardı. Bazan iki kıldığı da olurdu."[Aynî,
Ümdelü'l-Kaarî, VII, 244.]
Netice olarak şunu
söyleyebiliriz: İbn Ömer hadisi ile Hz. Âişe hadisi bir arada mütalaa edildiği
zaman Resûl-i Ekrem Efendimizin hergün farz namazlara bağlı olarak ve farz
namazların dışında belli rekatte namaz kılmaya devam ettiği anlaşılır. Şöyle
ki: Hz. Âişe hadisi Resûl-i Ekrem'in bu namazlara devam ettiğini ifâde ederken,
İbn Ömer hadisi de bu namazların on, rekat olduğuna delâlet eder. Ancak İbn
Ömei (r.a.) Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in evde kıldığı dört rekat namazdan haberdar
olamadığı için Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in zevalden sonra kıldığı iki rekat
tahiyyetü’l -mescid namazını devamlı işlediği bir sünnet zannetmiş bu sebeple
"öğleden evvel iki rekat kılardı" şeklinde rivayet etmiştir. Öyleyse;
"İbn Ömer hadisi Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in farz namazlara bağlı olarak on
iki rekat müekked sünnet kıldığına delâlet etmektedir" denebilir. Bu
konuda öğle namazı ile cuma namazı arasında bir tefrik yapılmadığından hanefî
ulemâsı cuma ile öğle namazının ilk sünneti arasında bir faık görmemişlerdir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in öğleden evvel dört, öğleden sonra da iki rekat
kıldığına dair en açık hadis Müslim'in rivayet ettiği şu hadistir:
"ResuhıUah (s.a.v.) benim evimde öğleden evvel dört rekat (nafile namaz)
kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaate namaz kıldırır, sonra (tekrar benim
evime) girerek iki rekat (nafile) daha kılardı. Cemaate akşam namazını kıldırır
sonra (benim evime) gelerek iki rekat nafile kılardı. Cemaate yatsıyı kıldırır
ve (yine benim evime) girerek, iki rekat (nafile) kılardı. Geceleyin içlerinde
vitir de dâhil olmak üzere dokuz rekat namaz kılardı. Bazı geceler, namazı
ayakta, uzun kılar, bazı geceler de oturarak uzun kılardı. Ayakta kılarken
okursa, ayaktan rükû ve sücûda varırdı. Otururken okunursa, oturduğu yerden
rüku ve secde ederdi. Fecir doğunca, iki rekat (nafile namaz)
kılardı."[Müslim, musâfirîn; Ebû Dâvûd, hadis no: 1251.]
Ulemanın beyânına göre
nafile ibâdetlerin meşru olmasındaki hikmet:
a. Farzların
noksanlığım, onlarla tamamlamak,
b. Farzdan önce nafile
ibâdet yapmak sureti ile nefsi, ibâdete alıştırmak, kalbi tamamıyla farza
hazırlamak ve,
c. Şeytanının tamahını
kırmak gibi şeylerdir,
el-Hidâye şerhlerinden
"Fethu'l-Kadîr"in "Nevâfil" babında şu satırlar yer
almaktadır:
"en-Nekâzil"
nâm eserde deniliyor ki; beş vakit namazın sünnetlerini terk eden kimse,
bunların hak olduğuna itikad etmezse, kâfir olur. Hak olduklarına inanır da
kılmazsa sahih kavle göre, günahkâr olur. Çünkü onları terk edenler hakkında
tehdid vârid olmuştur. Şüphesiz ki günah vacibin terkinden dolayı lâzım gelir.
Evet sünnetleri terk etmek, Resûlullah (s.a.v.)'in sünnetlerini işlemeye bağlı
olan uhrevi kazanç ve derecelerin elden gitmesiyle sonuçlanır. Ama bu hüküm
sünnetler istihfaf edilmeksizin hatta son derece edeb ve tazim göstermekle
beraber bırakıldığına göredir. Böyle olmazsa, onları terk etmeye sebeb olan
şeyin hâline göre verilecek hüküm küfürle günah arasındadır..."[Davudoğlu,
Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IV, 202-203.]
Ker ne kadar konumuzu
teşkil eden hadisin "sünneti müekkedeleri kılan kimsenin Cennete
gireceği" ifâdesinden sünnetlere devam etmeyenin Cennete girmeyeceği gibi
bir mana da akla gelebilirse de bu hadisten böyle bir mana çıkarmak doğru
değildir. Çünkü her ne kadar şartın bulunması cezanın da bulunmasını
gerektirirse de şartın olmaması cezanın da olmamasını gerektirmez. Çünkü şart
sebeptir. Ceza ise, müsebbebtir. Sebebin bulunmamasından müsebbebin
(neticenin) de bulunmaması gerekmez. Zira müsebbebin bir çok sebebi
bulunabilir. Bir tanesinin bulunmaması müsebbebin de bulunmamasını
gerektirmez.[Birgivî, Şerhu'l-Ehâdîsi'l-Erbaîn, 138.]
"Cennette
kendilerine bir ev yapılır" sözünden maksat, "Cennete önce
girerler" demek de olabilir. Çünkü cennete kayıtsız-şartsız girmeyi icab
ettiren şey imandır.