SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALATU’T-TATAVVU BAHSİ

<< 1250 >>

بَاب تَفْرِيعِ أَبْوَابِ التَّطَوُّعِ وَرَكَعَاتِ السُّنَّةِ

1. (Günlük Nafileler)

 

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عِيسَى حَدَّثَنَا ابْنُ عُلَيَّةَ حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ أَبِي هِنْدٍ حَدَّثَنِي النُّعْمَانُ بْنُ سَالِمٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ أَوْسٍ عَنْ عَنْبَسَةَ بْنِ أَبِي سُفْيَانَ عَنْ أُمِّ حَبِيبَةَ قَالَتْ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ صَلَّى فِي يَوْمٍ ثِنْتَيْ عَشْرَةَ رَكْعَةً تَطَوُّعًا بُنِيَ لَهُ بِهِنَّ بَيْتٌ فِي الْجَنَّةِ

 

Ümmü Habîbe (r.anhâ)'den; demiştir ki:Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim günde on iki rekat nafile (namaz) kılarsa o namazlar sebebiyle kendisine cennette bir ev yapılır."

 

 

İzah:

Müslim, müsâfirîn: Tirmizî, salât; Nesaî, kıyâmu'I-leyl; Dârimî, salât; İbn Mâce, ikâme ; Ahmed b. Hanbel, II, 498, VI, 327, 426, 443.

 

Başlığımızı teşkil eden "nafile naınazlar'dan maksat beş vakit namazlara bağlı olarak kılınan "revâtib" dediğimiz sünnetlerdir. AIiyyü'l-Kaarî'nin ifâdesine göre, her ne kadar sünnetlerin bazısı, bazısına nisbetle daha kuvvetli ise de aslında sünnet, nafile, tatavvu', mendûb, müstehab, murağğab kelimeleri eş anlamlıdır, hepsi de aynı mânâya gelir. Sahih bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: "Kıyamet gününde kulun amelin­den ilk hesaba çekileceği şey namazdır. Eğer namazının hesabını tam verirse kurtulmuştur. Eğer tam veremezse iflâs etmiştir. Eğer farz namazlarından bir eksiği varsa Allahu Teala: "Kulumun nafile namazları olup olmadığım iyice araştırın" buyurur. (Eğer nafile namazları varsa) farz namazlarındaki eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amelleri de bu şekilde muhase­be edilir."[Tirmizî, salât]

 

Şafiî ulemâsından Nevevî de diyor ki: "Bu hadise göre farzlar noksan bile olsa, kılınan nafileler kabul edilir. "Farz tamamlanmadıkça kılınan na­filelerinin makbul olmayacağını" ifâde eden haber zayıftır. Şayet doğruluğu kabul edilse bile bu, farzdan sonra kılınan son sünnetlerle ilgili olabilir ve "farz kılınmadan son sünnet kılınamaz" Çünkü son sünnetin sahih olması ondan önce kılınacak farz namazın sıhhatine bağlıdır" demektir. Aslında bu sözün mânâsı "farzdan önce kılınan son sünnet sahih değildir" demek değildir. Bu sünnet son Sünnet olarak caiz değildir" demektir. Günümüz­de "Farz borcu olan kimsenin sünnet kılamayacağı" gerekçesiyle halkı sün­netleri terk etmeye ve sünnet yerine kaza namazı kılmaya teşvik edenlerin Hanefî mezhebine göre bir mesnedleri olmadığı bütün açıklığıyla meydanda olduğu gibi Şafiî ulemasından bile bu görüşün zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Kaldı ki bu kimseler Hanefî mezhebi adına fetva verdiklerini iddia etmektedirler.

 

Bilindiği gibi bir fıkıh terimi olarak sünnet: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efen­dimizin farz ve vâcib olmayarak yapmış oldukları şeydir. Sünnet-i müekkede ve sünnet-i gayr-i müekkede olarak iki kısma ayrılır.

 

Sünnet-i Müekkede: Nebi Efendimizin devam edip pek az terk buyurmuş oldukları sünnettir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetle­ri gibi.

 

Sünnet-i gayr-i müekkede: Fahr-i âlem Efendimizin ibâdet maksadıyla ara-sıra yapmış oldukları şeylerdir. Yatsı ve ikindi namazlarının ilk sünneti gibi.

 

İslâm dininde çok mühim bir yeri olan ezan, ikâmet, cemaate devam gibi sünnetlere "Sünnet-i Hüdâ" denir ki, bunlar da birer sünnet-i müekkededir. Resül-i Ekrem (s.a.v.)'in yiyip içmeleri giyip kuşanmaları, oturup kalk­maları gibi siret-i nebeviyyelerine ait şeyere de "Sünen-i Zevâid" adı verilmiştir ki, bunlar da birer sünnet-i gayr-ı müekkededir. Hanefî uleması sahâbe-i ki­ramın takib ettikleri zühd ve takva yolunu da "sünnet" saymışlardır.

 

Sünnetin hükmü: Sünnet-i müekkede ve sünen-i hüdâ denilen sünnetle­rin yapılmasında sevab; bile bile terk edilmesinde itab (azarlama) vardır. Gayr-i müekkede ve "zevâid" denilen sünnetlerin yapılması ise, pek güzeldir. Sev­gili, muazzez Nebiimize uymanın bir alameti olduğundan sevaba, ve Nebiimizin şefaatine vesilesi olacağı umulur. Fakat terk edilmesi, kı­nanması gerekmeyen bir hâdisedir.

 

Müstehab: Bir fıkıh terimi olarak Resûl-i Zrşan Efendimizin bazan ya­pıp bazan terk buyurmuş oldukları şeylerdir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir ne­vi sünnet-i gayr-i müekkede demektir. Müstehablara, mendub fazilet, nafile, tatavvu, edeb adı da verilir. Şöyle ki: Müstehab olan bir şeye sevabı çok olup işlenmesi arzu edildiğinden mendub, fazilet denir. Farz ile vâcib üzerine ilâ­ve olarak yapıldığı için de nâfiEe denilir. Kat'î bir emre dayanmaksızın sade­ce teberru suretiyle yapıldığı için de tatavvu' ismi verilir. Güzel ve beğenilen bir haslet olması dolayısıyla de edeb denilmiştir. Müstehabın yapılmasında sevab vardır. Yapılmamasında ise, tenzihen olsun, kerahet yoktur.

 

Şafiî ve Hanbelî fukahasına göre, sünnetler ile mendublar biridir. Her­hangi bir sünnete müstehab ve mendub da denir. Bilmen, Ö.Nasuhî, Büyük İslâm İlmihali, s. 63-64 (İstanbul 1958 baskısı).

 

Konumuzu teşkil eden hadis-i şirefi Tirmizî ve Nesâî'nin rivayetlerinde "öğlenin farzından önce dört rekat ve sonra iki rekat, akşamın farzından sonra iki rekat, yatsının farzından sonra iki rekat ve sabahın farzından önce iki rekat” şeklinde geçmektedir.[Tirmizî, salât] Nesâî'nin bir rivayetinde de, "yatsıdan son­ra iki rekat" yerine bir hata eseri olarak "ikindiden önce iki rekat" şeklinde geçmektedir.[Nesaî, kıyâmu'l-leyl]

 

Fıkıh âlimleri her ne kadar bu hadisi, beş vakit namazlara bağlı olarak kılman sünnet-i müekkedelerin toplam 12 rekat olduğuna delil olarak nak­lederlerse de Hanefî ulemasından İbn Humam'a göre bu hadis mendub ve müstehaba delalet eder. Bu bakımdan bu hadisin beş vakit namaza bağlı olarak kılınan, müekked sünnetlerin on iki rekat olduğuna delâlet ettiği söylene­mez. Çünkü müekked sünnetin sübutu için, Resûl-i Ekrem'in o fiile devam ettiğinin sabit olması gerekir. Bu hadis-i şerifte ise, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in bu sünnetlere devam ettiğine dâir bir işaret yoktur. Ancak hadis-i şerifte sö­zü geçen namazların müekked sünnet olduğu îbn Ömer ve Âişe (r.anhuma) hadislerinin beraber delâleti ile anlaşılır. İbn Ömer hadisinde şöyle buyuruluyor: "Ben Nebi (s.a.v.)'den öğleden önce iki, öğleden önce iki, öğle­den sonra iki akşamdan sonra evinde iki, yatsıdan sonra iki, sabahtan önce iki rekat olmak üzere on rekat (nafile namaz) öğrendim"[Buhârî, teheccüd] Hz. Âişe (r.an-hâ) hadisinde de şöyle buyuruluyor: "Resul-î Ekrem (s.a.v.) öğleden evvel dört, sabahtan önce iki rekat kılmayı asla terk etmezdi."[îbn Humam, Fethıi'l-kadir, I, 315; Buhârî, teheccüd]

 

Hanefî ulemâsından Buhârî şârihi Aynî'nin beyânına göre, hadisler ara­sındaki bu ihtilâf şu şekilde uzlaştırılmıştır:

 

1. Abdullah b. Ömer rekatın ikisini unutup iki rekat rivayet etmiş olabilir.

 

2. Resûl-i Ekrem Efendimiz öğleden evvelki sünnetleri kâh dört, kâh iki kılmış, birinciyi Hz. Âişe; ikinciyi de İbn Ömer rivayet etmiş olabilir.

 

3. Resûl-i Ekrem mcsciddc iki, hane-i saadette dört (rekat namaz) kıldı­ğı için bunlardan birincisi Abdullah b. Ömer, ikincisi de Hz. Âişe tarafın­dan rivayet edilmiş olabilir.

 

Bütün bu ihtimalleri göz önünde bulundurarak öğle namazının ilk sün­netini dört rekatlen aşağıya düşürmemek lâzımdır. Çünkü dörl sayısına iki de dâhildir. "İbn Ömer Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in yalnız mescidde kıldığı na­mazı biliyordu. Hz. Âişe ise, hem mescid hem de evdeki hâline vakıf idi" diyenler de vardır. Gerek İbn Ömer (r.a.) gerekse Hz. Âişe (r.anhâ) gördük­lerini nakletmişlerdir. Bununla beraber, bu konuda Hz. Âişe'nin müşahede­sinin gerçeği daha çok yansıtacağında şüphe yoktur. Belki de Hz. Âişe bu hadisi Hz. İbn Ömer'in yanlışını düzeltmek için nakletmiştir.

 

İmam Taberî de bu konuda şunları söylemiştir: "Resûl-i Ekrem (s.a.v.) öğle namazından evvel ekseriyetle dört rekat kılardı. Bazan iki kıldığı da olurdu."[Aynî, Ümdelü'l-Kaarî, VII, 244.]

 

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: İbn Ömer hadisi ile Hz. Âişe hadisi bir arada mütalaa edildiği zaman Resûl-i Ekrem Efendimizin hergün farz namazlara bağlı olarak ve farz namazların dışında belli rekatte namaz kıl­maya devam ettiği anlaşılır. Şöyle ki: Hz. Âişe hadisi Resûl-i Ekrem'in bu namazlara devam ettiğini ifâde ederken, İbn Ömer hadisi de bu namazların on, rekat olduğuna delâlet eder. Ancak İbn Ömei (r.a.) Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in evde kıldığı dört rekat namazdan haberdar olamadığı için Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in zevalden sonra kıldığı iki rekat tahiyyetü’l -mescid namazını devam­lı işlediği bir sünnet zannetmiş bu sebeple "öğleden evvel iki rekat kılardı" şeklinde rivayet etmiştir. Öyleyse; "İbn Ömer hadisi Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in farz namazlara bağlı olarak on iki rekat müekked sünnet kıldığına delâlet etmektedir" denebilir. Bu konuda öğle namazı ile cuma namazı arasında bir tefrik yapılmadığından hanefî ulemâsı cuma ile öğle namazının ilk sünneti arasında bir faık görmemişlerdir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in öğleden evvel dört, öğleden sonra da iki rekat kıldığına dair en açık hadis Müslim'in rivayet et­tiği şu hadistir: "ResuhıUah (s.a.v.) benim evimde öğleden evvel dört rekat (nafile namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaate namaz kıldırır, sonra (tekrar benim evime) girerek iki rekat (nafile) daha kılardı. Cemaate akşam namazını kıldırır sonra (benim evime) gelerek iki rekat nafile kılardı. Cema­ate yatsıyı kıldırır ve (yine benim evime) girerek, iki rekat (nafile) kılardı. Geceleyin içlerinde vitir de dâhil olmak üzere dokuz rekat namaz kılardı. Bazı geceler, namazı ayakta, uzun kılar, bazı geceler de oturarak uzun kılar­dı. Ayakta kılarken okursa, ayaktan rükû ve sücûda varırdı. Otururken oku­nursa, oturduğu yerden rüku ve secde ederdi. Fecir doğunca, iki rekat (nafile namaz) kılardı."[Müslim, musâfirîn; Ebû Dâvûd, hadis no: 1251.]

 

Ulemanın beyânına göre nafile ibâdetlerin meşru olmasındaki hikmet:

 

a. Farzların noksanlığım, onlarla tamamlamak,

 

b. Farzdan önce nafile ibâdet yapmak sureti ile nefsi, ibâdete alıştır­mak, kalbi tamamıyla farza hazırlamak ve,

 

c. Şeytanının tamahını kırmak gibi şeylerdir,

 

el-Hidâye şerhlerinden "Fethu'l-Kadîr"in "Nevâfil" babında şu satır­lar yer almaktadır:

 

"en-Nekâzil" nâm eserde deniliyor ki; beş vakit namazın sünnetlerini terk eden kimse, bunların hak olduğuna itikad etmezse, kâfir olur. Hak ol­duklarına inanır da kılmazsa sahih kavle göre, günahkâr olur. Çünkü onları terk edenler hakkında tehdid vârid olmuştur. Şüphesiz ki günah vacibin ter­kinden dolayı lâzım gelir. Evet sünnetleri terk etmek, Resûlullah (s.a.v.)'in sün­netlerini işlemeye bağlı olan uhrevi kazanç ve derecelerin elden gitmesiyle sonuçlanır. Ama bu hüküm sünnetler istihfaf edilmeksizin hatta son derece edeb ve tazim göstermekle beraber bırakıldığına göredir. Böyle olmazsa, onları terk etmeye sebeb olan şeyin hâline göre verilecek hüküm küfürle günah ara­sındadır..."[Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IV, 202-203.]

 

Ker ne kadar konumuzu teşkil eden hadisin "sünneti müekkedeleri kı­lan kimsenin Cennete gireceği" ifâdesinden sünnetlere devam etmeyenin Cen­nete girmeyeceği gibi bir mana da akla gelebilirse de bu hadisten böyle bir mana çıkarmak doğru değildir. Çünkü her ne kadar şartın bulunması cezanın da bulunmasını gerektirirse de şartın olmaması cezanın da olmamasını gerektirmez. Çünkü şart sebeptir. Ceza ise, müsebbebtir. Sebebin bulunma­masından müsebbebin (neticenin) de bulunmaması gerekmez. Zira müsebbebin bir çok sebebi bulunabilir. Bir tanesinin bulunmaması müsebbebin de bulunmamasını gerektirmez.[Birgivî, Şerhu'l-Ehâdîsi'l-Erbaîn, 138.]

 

"Cennette kendilerine bir ev yapılır" sözünden maksat, "Cennete önce girerler" demek de olabilir. Çünkü cennete kayıtsız-şartsız girmeyi icab etti­ren şey imandır.