بَاب
صَلَاةِ
الطَّالِبِ
20. Düşman Peşinde
Olan Bir Kimsenin Namazı
حَدَّثَنَا
أَبُو
مَعْمَرٍ
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
عَمْرٍو
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الْوَارِثِ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
إِسْحَقَ عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ جَعْفَرٍ
عَنْ ابْنِ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أُنَيْسٍ
عَنْ أَبِيهِ
قَالَ
بَعَثَنِي
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
إِلَى
خَالِدِ بْنِ
سُفْيَانَ
الْهُذَلِيِّ
وَكَانَ
نَحْوَ
عُرَنَةَ
وَعَرَفَاتٍ
فَقَالَ
اذْهَبْ
فَاقْتُلْهُ
قَالَ فَرَأَيْتُهُ
وَحَضَرَتْ
صَلَاةُ
الْعَصْرِ
فَقُلْتُ
إِنِّي أَخَافُ
أَنْ يَكُونَ
بَيْنِي
وَبَيْنَهُ
مَا إِنْ
أُؤَخِّرْ
الصَّلَاةَ
فَانْطَلَقْتُ
أَمْشِي
وَأَنَا
أُصَلِّي
أُومِئُ إِيمَاءً
نَحْوَهُ
فَلَمَّا
دَنَوْتُ
مِنْهُ قَالَ
لِي مَنْ
أَنْتَ
قُلْتُ
رَجُلٌ مِنْ
الْعَرَبِ
بَلَغَنِي
أَنَّكَ
تَجْمَعُ
لِهَذَا
الرَّجُلِ فَجِئْتُكَ
فِي ذَاكَ
قَالَ إِنِّي
لَفِي ذَاكَ
فَمَشَيْتُ
مَعَهُ
سَاعَةً
حَتَّى إِذَا
أَمْكَنَنِي
عَلَوْتُهُ
بِسَيْفِي
حَتَّى
بَرَدَ
Abdullah b. Üneys
(r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.) beni Ürene ve Arafat taraflarında
bulunan Halid b. Süfyan el-Hüzelî'ye gönderdi ve "git onu öldür"
buyurdu. Abdullah sözlerine devamla dedi ki: "Onu ikindi namazı (vakti)
girince gördüm ve (kendi kendime); "bununla benim aramda namazı (vaktin
dışına) ertelememi gerektiren bir şey olmasından korkarım" deyip imâ ile
namaz kılarak ona doğru yürüyüp gittim. Kendisine yaklaşınca bana; "Sen
kimsin? "dedi. Ben: Arablardan biriyim. Duyduğuma göre (Peygamberim diyen
şu) zât (aleyhine kuvvet) topluyor(muş)sun; dedim. O da: Evet bununla meşgulüm,
dedi. Onunla bir süre yürüdüm. Fırsatını bulunca kılıcımı çekip işini bitirdim.
İzah:
Nesâî, tahrîm; kasâme;
İbn Mâce, diyât; Darimî, siyer; Ahmed b. Hanbel, III, 15, IV, 8; Beyhakî,
es-Sünenu’l-kübra, IX, 38.
Bu hadis-i şerifi Ahmed
b. Hanbel Müsned'inde ve Beyhakî de es-Sünenü'l-Kübrâ'sında nakletmiştir.
Beyhakî'nin Sünen'inde geçen rivayet şu mealdedir: "Resûl-i Ekrem (s.a.v.)
beni çağırdı ve; "haber aldığıma göre İbn Nebîh el-Hüzelî benimle savaşmak
için kuvvet toplama faaliyetlerine girişmiş, git onu öldür, gel" buyurdu.
Ben de:
Ya Resûlallah, bana
onun vasıflarını bildir de onu tanıyayım dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(s.a.v.):
"Senin onu
tanıyabilmen için açık alâmet vardır. O da şudur: Onu buldun mu ondan dolayı
sen bir korku duyacaksın."Kılıcımı kuşanarak çıktım. Onu görünce Resûl-i
Ekrem (s.a.v.)'in dediği gibi bir korkunun kendimi sardığını gördüm. Kendisine
yöneldim ikindi vakti girmişti. Aramızda başlayacak bir mücâdelenin beni
namazdan alıkoyacağından korktuğum için imâ ile namaz kılarak ona doğru
ilerlemeye devam ettim.Yanına varınca, bana:
Sen kimsin, dedi. Ben
de:
Senin şu Peygambere
karşı kuvvet topladığını işiten ve bu sebeple buraya kadar gelen bir arabım
diye cevap verdim. Bunun üzerine:
Evet biz bu işle
uğraşıyoruz diye cevab verdi.
Kendisiyle biraz
yürüdük, fırsatını bulunca kılıcı çekip öldürdüm. Sonra onu bineğine yüzüstü
kapanmış bir halde terk ettim ve Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in huzuruna geldim.
Bana:
“Allah seni dünya ve
âhirette kurtuluşa erdirsin" diye duâ etti. Ben "Onu öldürdüm ya
Resûlallah" deyince "doğru söylüyorsun" dedi ve beni evine
götürüp bir baston verdi ve "Bunu yanından ayırma" buyurdu. Ben
halkın arasına bu bastonla çıkınca;
Ey Abdullah, bu yanındaki
nedir? diye sormaya başladılar. Ben de: "Bunu bana Resul-i Ekrem verdi ve
yanımdan ayırmamamı söyledi" deyince, onlar:
Dönsen de bunun ne
olduğunu kendisine sorsan olmaz mı? dediler. Ben de bunun üzerine kendisine
müracaat ettim ve:
Ya Resülellah, bu
bastonu bana niçin verdin? dedim. Resul-i Ekrem (s.a.v.);
"O baston kıyamet
gününde seni tanımam için bir alâmet olacaktır. Çünkü kıyamet gününde asasına
dayanarak rahaîça gezen kimse pek az olacaktır" buyurdu.
Abdullah bastonu
yanından hiç ayırmadı, kılıcıyla birlikte taşıdı. Hatta ölünce kefenine
konulmasını vasiyet etti. Vasiyeti yerine getirildi. Hafız İbn Hacer bu hadis
hakkında "Hasen" demiştir.[el-Menhel, VII, 131.]