DEVAM: 27. Namazda
Aşırılıktan Sakınmak, Orta Yolu Tutmak
حَدَّثَنَا
عُبَيْدُ
اللَّهِ بْنُ
سَعْدٍ حَدَّثَنَا
عَمِّي
حَدَّثَنَا
أَبِي عَنْ ابْنِ
إِسْحَقَ
عَنْ هِشَامِ
بْنِ عُرْوَةَ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ
عَائِشَةَ
أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
بَعَثَ إِلَى
عُثْمَانَ
بْنِ مَظْعُونٍ
فَجَاءَهُ
فَقَالَ يَا
عُثْمَانُ أَرَغِبْتَ
عَنْ
سُنَّتِي
قَالَ لَا
وَاللَّهِ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ
وَلَكِنْ
سُنَّتَكَ
أَطْلُبُ
قَالَ
فَإِنِّي
أَنَامُ
وَأُصَلِّي
وَأَصُومُ وَأُفْطِرُ
وَأَنْكِحُ
النِّسَاءَ
فَاتَّقِ
اللَّهَ يَا
عُثْمَانُ
فَإِنَّ
لِأَهْلِكَ
عَلَيْكَ
حَقًّا
وَإِنَّ
لِضَيْفِكَ عَلَيْكَ
حَقًّا
وَإِنَّ
لِنَفْسِكَ
عَلَيْكَ
حَقًّا
فَصُمْ
وَأَفْطِرْ
وَصَلِّ وَنَمْ
Âişe (r.anha)'den
rivayet edildiğine göre, Nebi (s.a.v.) Osman b. Maz'ûn'u çağırmış ve yanına
gelince: "Ey Osman, sen benim sünnetimden yüz mü çeviriyorsun?"
buyurmuştur. Osman da; "Vallahi,
hayır ya Resûlallah! Bilâkis ben senin sünnetini istiyorum" diye cevab
vermişti. (Bunun üzerine Hz. Nebi): "Gerçekten ben uykuda uyurum, namaz da
kılarım; oruç da tutarım, iftar da ederim. Kadınlarla da evlenirim. Ey Osman,
Allah'dan kork, çünkü senin üzerinde ehlinin de hakkı vardır. Senin üzerinde
misâfirin hakkı vardır ve senin üzerinde nefsinin hakkı vardır. Oruç tut, iftar
da et; namaz kıl, uyku da uyu!" buyurmuştur.
İzah:
Dârimî, nikâh; savm
Resûl-i Ekrem (s.a.v.)
"Ey Osman, sen benim sünelimden yüz mü çeviriyorsun?" buyurmakla,
"sen genişlik ve müsamaha dini olan ve ifrat ile tefritten uzak İslâm
dinini mi terk ediyorsun?" demek istemiştir. Gerçekten İslâm oruç tutmayı
emretmekle beraber iftar etmeyi de emreder. Çünkü iftar oruç tutmak için
insana güç ve kuvvet kazandırır. İslâm gece namaz kılmak için uykudan kalkmayı
tavsiye etmekle birlikte, geceleyin istirahat için yatıp uyumayı da emreder.
Çünkü uyku insana daha rahat ve daha huşulu namaz kılma gücü kazandırır.
İslâm insanı arzu ve
fıtrî meyilleriyle birlikte, olduğu gibi, kabul eder. Hıristiyanlıkta olduğu
gibi bu arzu ve meyillerin tamamen sökülüp atılmasını istemez. Lâkin bu arzu
ve meyilleri yaratılış hikmeti doğrultusunda terbiye ederek ferdin ve toplumun
maslahatını gerçekleştirir. Farz olarak öyle bir dereceyi ister ki, onun
altında artık insanî bir yaşayış mümkün değildir. Bu seviyenin üzerine
yükselmeyi ise, farz olarak değil, nafile olarak ister. Hiç bir zaman nefislere
baskı yapmaz ve hayattaki cinsî duyguları hakîr görmez. Yahudilik enâniyet,
hırs ve şehevî hislere gem vuramamasıyla beşeriyetin çocukluk devrini,
Hıristiyanlık hayal ve rüya âleminde dolaşmasıyla beşeriyetin gençlik çağını
temsil eder. Müslümanlık ise, bu devreden sonra gelen olgunluk devrini temsil
eder ki, o her şeyi kendi aslîyetine uygun kılar. Ne tamamıyla dünyaya bağlanır
ne de tamanıen dünyadan kopup âhirete yönelir. Bilâkis bir ölçü ve ahenk
içerisinde dünyadan da âhiretten de nasibini ahr. Böylece hıristiyanhk hakiki
vazifesini yerine getirmeye çalışan fakat devamlı olması mümkün olmayan bir
nizamdır.
Metinde geçen
"senin üzerinde ehlinin hakkı vardır" cümlesindeki "ehl"
kelimesiyle insanın nafakasını te'min etmekle mükellef olduğu aile efradı, usûl
ve furûu ve yakın akrabası kasd edilmiştir. İmamtti ehline karşı yerine
getirmekle mükellef olduğu vazifesi ise, onların zarurî olan dünyevî ve uhrevî
ihtiyaçlarını te'min etmektir. Ev sahibinin misafire karşı görevi ise, güler
yüzle karşılayıp güzel güzel sohbet etmek ve izzet-ü ikramda bulunmaktır.
Nefsin insan üzerindeki
hakkı ise helâl yollardan olmak şartıyla vücudun yemek içmek, uyumak, evlenmek
gibi kaçınılmaz ihtiyaçlarım temin etmektir. Vücudun bu ihtiyaçları
karşılanmazsa, nihayet birgün kendisinde ibâdet edebilme gücü de kalmaz.