بَاب
صَلَاةِ
الْكُسُوفِ
3. Küsûf Namazı
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا إِسْمَعِيلُ
ابْنُ
عُلَيَّةَ
عَنْ ابْنِ جُرَيْجٍ
عَنْ عَطَاءٍ
عَنْ
عُبَيْدِ
بْنِ عُمَيْرٍ
أَخْبَرَنِي
مَنْ
أُصَدِّقُ
وَظَنَنْتُ
أَنَّهُ
يُرِيدُ
عَائِشَةَ
قَالَ كُسِفَتْ
الشَّمْسُ
عَلَى عَهْدِ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَامَ
النَّبِيُّ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قِيَامًا
شَدِيدًا
يَقُومُ
بِالنَّاسِ
ثُمَّ يَرْكَعُ
ثُمَّ
يَقُومُ
ثُمَّ
يَرْكَعُ
ثُمَّ يَقُومُ
ثُمَّ
يَرْكَعُ
فَرَكَعَ
رَكْعَتَيْنِ
فِي كُلِّ
رَكْعَةٍ
ثَلَاثُ
رَكَعَاتٍ
يَرْكَعُ
الثَّالِثَةَ
ثُمَّ
يَسْجُدُ
حَتَّى إِنَّ
رِجَالًا
يَوْمَئِذٍ
لَيُغْشَى
عَلَيْهِمْ
مِمَّا قَامَ
بِهِمْ
حَتَّى إِنَّ
سِجَالَ الْمَاءِ
لَتُصَبُّ
عَلَيْهِمْ
يَقُولُ إِذَا
رَكَعَ
اللَّهُ
أَكْبَرُ
وَإِذَا
رَفَعَ
سَمِعَ
اللَّهُ
لِمَنْ
حَمِدَهُ
حَتَّى تَجَلَّتْ
الشَّمْسُ
ثُمَّ قَالَ
إِنَّ
الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
لَا
يَنْكَسِفَانِ
لِمَوْتِ
أَحَدٍ وَلَا
لِحَيَاتِهِ
وَلَكِنَّهُمَا
آيَتَانِ مِنْ
آيَاتِ
اللَّهِ
عَزَّ
وَجَلَّ
يُخَوِّفُ
بِهِمَا
عِبَادَهُ
فَإِذَا
كُسِفَا فَافْزَعُوا
إِلَى
الصَّلَاةِ
Âişe (r.anha)'den;
demiştir ki: Resûlullah (S.A.V.) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine
Efendimiz uzun müddet kıyamda kaldı. (Namaz kıldı) insanlara da kıyam
yaptırıyor, sonra rükûa varıp doğruluyor, sonra tekrar rükû'a varıp yine
doğruluyor, sonunda tekrar rükû'a varıp -her rekatte üç rükû olmak ve üçüncü
rükûdan sonra secdeye varmak suretiyle- iki rekat namaz kıl(ıyor)dı. Hatta o
gün kıyamın uzunluğundan dolayı (bazı) insanlar bayılır da üzerlerine su
kovaları dökülürdü. Resûl-i Ekrem (bu namazda) rükû'a vardığı zaman
"Allahu Ekber", doğrulduğu zaman da "Semiallahü Iimen
hamideh" derdi. Hz. Peygamber'in bu namazı güneş açılıncaya kadar devam
etti. Sonunda Efendimiz şöyle buyururdu:
"Şüphesiz güneş ve
ay bir kimsenin ölümü ya da hayatı (doğumu) için tutulmazlar. Ama onlar Allah
azze ve celle'nin âyet (alametlerinden iki âyettirler. Allah onlarla kullarım
korkutur. O halde ay ve güneş tutulursa hemen namaza sığınınız."
İzah:
Müslim, kusûf; Nesâî,
kusûf
Bu rivayette beyan
edilen hâdise, Hicretin onuncu yılında Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim öldüğü
zaman vuku' bulmuştur. Aslında Hz. Peygamber'in hayatı boyunca güneş tutulması
bir defaya münhasır değildir. Çünkü bilindiği gibi her sene mutlak güneş
tutulur. Ancak bu dünyanın her tarafından fark edilemeyebilir.
Hadisten anladığımıza göre
hicri onuncu yılda güneş tutulduğu zaman Hz. Peygamber ashabı ile birlikte iki
rekat namaz kılmıştır. Ancak bu namazın diğer namazlardan oldukça farklı
olduğu göze çarpmaktadır. Efendimiz, bu namazın her rekatında üç kere rüku'
yapmış, bunların ilk ikisinden sonra doğrulup okumaya devam etmiş, ancak üçüncü
rükû'dan sonra secdeye varmıştır. Bu rivayetlerde secdenin uzunluğundan
bahsedilmemekte ise de, bütün mezheplerde secdenin de uzun tutulması
öngörülmüştür.
Bu namazdaki kıyamın
uzunluğundan dolayı ashabtan bazıları bayılmış veya bayılacak hale gelmiştir,
metindeki "Onların üzerine su kovaları dökülürdü" cümlesinin akla
getirdiği ilk mânâ bayılanları ayıltmak için üzerlerine kovalar dolusu su
dökülüşüdür. O zaman akla şöyle bir soru gelebilir: Peki cemaat tüm namazda
olduğuna göre onlara suyu kim dökmüştür? Bu soruyu, "Suyun namaz bittikten
sonra dökülmüş olması veya bayılınca ab-dest ve namazları bozulduğu için biraz
kendilerine gelince kendilerine su dökülmüş olması da muhtemeldir" diye
cevab verilmiştir.
Bazı âlimler de
"üzerlerine su kovaları dökülürdü" sözünün çok terlemekten kinaye
olduğunu/bir kısım sahâbilerin sanki üzerlerine kovalar dolusu su dökülmüş
gibi kan-ter içinde kaldıklarının ifâde edilmek istendiğini söylemişlerdir.
Yukarıda da işaret
edildiği üzere bu güneş tutulma hadisesi, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim'in
öldüğü seneye tesadüf etmiştir. Bu yüzden bazı kişiler güneşin, İbrahim'in
ölümünden dolayı tutulduğu inancına varmışlardı. Aslında bu zann onlara bazı
müneccimlerin "Güneş bazı büyüklerin ölümü veya bazı büyük işlere haberci
olmak üzere tutulur" sözlerinden intikal etmişti. Hattâbî'nin bildirdiğine
göre, Câhiliye devrinde insanlar bu kanaate sahiptiler. Hz. Peygamber bu
yanlış kanaati defetmek için ay ve güneşin bazı insanların ölümü veya hayatı
için tutulmadıklarını, bunun Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametine delâlet eden
hâdiselerden olduklarım söylemiştir. Resûlullah bu sözleriyle aynı zamanda ay
ve güneşin hiçbir güce sahib olmadıklarına, bütün kuvvetin Allah'ın elinde
olduğuna, onların Allah'ın emrine âmâde iki yaratık olduklarına işaret
etmiştir.
Müslim'deki rivayette
Hz. Peygamber'in bu sözleri söylemeden öne Allah'a hamd ve sena ettiği
kaydedilir. Ayrıca orada; "Güneş ve ay tutulunca" ifadesinin yerinde
"siz bir küsûf gördüğünüzde..." sözleri yer almıştır.
Fahr-i Kâinat, ay ve
güneş tutulmasının Allah'ın azametine delâlet eden hâdiselerden olduklarını
bildirdikten sonra, böyle bir hâdise ile karşılaşıldığı zaman, namaza
sığınılmasını emretmiştir.Bu,, korku ve felâket anlarında namaz duâ ve istiğfar
gibi yollarla Cenab-ı Allah'a sığınmaya teşviktir.
Bu ve buna benzer
hadislerdeki emri, ulemânın çoğunluğu sünnete hamletmişlerdir., Ebû Hanife'den
onun vâcib olduğuna dair bir görüş nakledilmişse de bu ondan nakledilen meşhur
rivayetlere zıttır.
Şevkânî, ulemânın bu
namazın sünnet oluşunda müttefik olmakla beraber kılınış biçiminde farklı
görüşlere sahib olduklarına işaret ettikten sonra, bu ihtilâfı Nevevî'nin
haberine istinaden özetle şu şekilde beyan eder:
"Mâlik, Şafiî,
Ahmed ve cumhura göre bu namaz iki rekattır ve her rekatte iki rükû vardır. Ebû
Hanife, Sevrî ve Nehaî ise, bu namazın da diğer nafileler gibi her rekatte tek
rükû olmak üzere iki rekat olduğu görüşündedirler. Bunlar Numdn ve Semure
hadisine dayanırlar. Huzeyfe de bu namazın her rekatında üç rükû' olduğunu
söyler. Delili, Câbir, İbn Abbâs ve Âişe hadisleridir."
Nevevî bu görüşlerin
her birinin sahâbîlerden bir grubun görüşü olduğum söyleyip İbn Abdilber'den şu
sözleri nakleder: "Bu babdakilerin en sahihi, iki rükû'lu olanıdır.
Diğerlerinin tümü illetli veya zayıftır. Beyhakî ve îbn Kayyım, Şafiî ve
Ahmed'den aynı şeyleri nakletmiş, Buhârî de onların üçüncü rüku'u
"galat" olarak nitelendirdiklerini söylemiştir." Ancak yine
Şevkânî'nin ifâdesine göre, bu sözleri red edecek tarzda bir çok hadis vârid
olmuştur.
İbn Hacer, Küsûf
hâdisesinin birden fazla tekrarlandığını söyleyerek her birinde Efendimizin
değişik bir uygulamada bulunmuş olabileceğini, dolayısıyla bu hadislerin
birbirlerine muhalif sayılamayacağını söyler.
Şâfiîlerden İbn
Huzeyme, Îbnu'l-Münzir ve Hattâbî, bu kavillerden herhangi biri ile amelin
caiz olduğu kanaatindedirler.
Hanefî ulemâsı kendi
aralarında küsûf namazının hükmünde ihtilâf etmişlerdir. İmam Muhammed ve
Hasan b. Ziyâd bu namazın nafile olmasını iş'ar ettirir tarzda rivayetlerde
bulunmuşlardır. Bazı âlimler ise bu konuda vârid olan hadislerdeki emr sigasına
bakarak namazın vücûbuna kail olmuşlardır.
Hanefîlere göre bu
namazın her rek'atinde de rükû' vardır. Kıraat uzun ve Ebû Hanife'ye göre
gizli, Sahibeyne göre açık (cehrî) olmalıdır. Namaz bitince imam ya kıbleye
karşı ayakta veya oturarak cemaate karşı durup güneş açılıncaya kadar dua
eder. Cemaat de "âmin" der. Bu namazı cumayı kıldıran imam kıldırır.
Şayet böyle bir imam yoksa, herkes evinde tek başına kalır.
Küsûf namazında îmam-ı
Azam, İmâm Malik ve İmam Ahmed'e göre hutbe yoktur. Çünkü Resûlullah (S.A.V.)
güneş tutulunca, namaz kılınmasını duâ edilmesini ve sadaka verilmesini tavsiye
etmiş, hutbeyi emretmemiştir. îmam Şafiî ve bazı muhaddislere göre ise, hutbe
okunması müstehabtır.