بَاب
الْجُمُعَةِ
فِي الْقُرَى
209-210. Köylerde Cuma
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
وَمُحَمَّدُ
بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ
الْمُخَرِّمِيُّ
لَفْظُهُ
قَالَا
حَدَّثَنَا
وَكِيعٌ عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
بْنِ
طَهْمَانَ عَنْ
أَبِي جَمْرَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ إِنَّ
أَوَّلَ
جُمُعَةٍ
جُمِّعَتْ
فِي
الْإِسْلَامِ
بَعْدَ
جُمُعَةٍ
جُمِّعَتْ
فِي مَسْجِدِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بِالْمَدِينَةِ
لَجُمُعَةٌ جُمِّعَتْ
بِجَوْثَاءَ
قَرْيَةٌ
مِنْ قُرَى
الْبَحْرَيْنِ
قَالَ
عُثْمَانُ
قَرْيَةٌ
مِنْ قُرَى
عَبْدِ
الْقَيْسِ
İbn Abbâs (r.a.)'dan;
demiştir ki:
İslâm'da, Medine'de
Mescid-i Nebevi'de edâ edilen cum'a'dan sonra kılınan ilk cum'a namaz'ı,
Bahreyn'in bir köyü olan Cüvâsâ'da kılınandır.
Osman (b. Ebi Şeybe);
"Cüvasa Abdulkays kabilesi köylerinden biridir" dedi.
İzah:
Buhârî, cuma, meğâzî;
Nesâî, cuma
Hadisin Muhammed b.
Abdullah tarafından yapılan rivâyetinde Ctivâsâ adındaki köyün Bahreyn'e bağlı
olduğu belirtildiği halde, Osman b. Ebî Şeybe, bu köyün Abdulkays kabilesi
köylerinden biri olduğunu söylemiştir. Muhammed'in rivayetinde köy bir
memlekete, Osman'ın rivayetinde ise bir kabileye nisbet edilmiştir.
Abdulkays'Uların Bahreyn'de yaşadıkları gözönüne alınırsa, rivayetler arasında
ihtilâf olmadığı ortaya çıkar. Nitekim Mü'cemu'l-Büldân'da Cüvâsâ için
"Bahryen'de Abdül-Kays'ın bir kalesidir" denilmektedir.
Bu hadis-i şerif, cuma
namazının şehirlere ait bir ibâdet olmayıp, köylerde de farz olduğuna delâlet
etmektedir. 1055 numaralı hadisin açıklamasında kısaca temas ettiğimiz bu
konuyu burada biraz daha geniş olarak ele almakta fayda görmekteyiz.
Şafiî ve Hanbelîlere
göre cuma namazı köylerde de farzdır. Ancak orada hür, âkil, baliğ ve mukîm
kırk erkeğin bulunması şarttır. Bu köyün ahalisi de yazı ve kışı ayrı ayrı
yerlerde geçiren göçebe cinsinden olmamalıdır. Bu şartları hâiz bir köyün
evlerinin taştan, kerpiçten tahta veya kamıştan olması arasında fark yoktur.
Üzerinde durduğumuz hadisten başka Dârekutnî'nin Zührî vasıtasıyla Ümmü
Abdullah ed-Devsiye'den rivayet ettiği "Re-sûlullah dördüncüleri İmamları
da olsa. Üç kişinin bulunduğu her köyde cuma farzdır" [Dârekuînî, Sünen,
II, 9.] buyurdu, hadisi de bunu desteklemektedir.
Ebu Bekir b. Ebî
Şeybe'nin, Beyhakî ve İbn Hıbbân'ın Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri
"onlar Ömer'e köylerde cumayı soran bir mektup yazdılar. O da, nerede
olursanız olun, cumayı kılın, diye cevab verdi" şeklindeki rivayetler de
Şafiî ve Hanbelîleri destekler görünmektedir.
Malikîlere göre hem şehirde
hem de köyde cuma namazı kılınabilir. Yalnız köyün evlerinin birbirine yakın
ve yollarının köyün ortasında olması gerekir. Ayrıca köyde bir mescit ve çarşı
da bulunmalıdır. Bir idarecinin bulunup bulunmaması arasında fark yoktur.
Hanefîlere göre cuma
namazı ancak şehirlerde kılmabilir. Köylerde kılınamaz, şehirden maksadın ne
olduğu 1055. hadisin açıklamasında geçmiştir. Hanefilerin görüşleri şu hadis-i
şeriflere dayanır:
1. Hz. Ali'den merfu'an
rivayet edilmiştir: "Cuma ve teşrik, sadece şehirdedir"[Abdurrezzak
b. Hemmâm, el-Musannef, III, 167 – 168.]
2. Hz. Ali'den:''Büyük
ve küçük şehirlerin haricinde cuma, teşrik, kurban bayramı namazı ve Ramazan
bayramı namazı yoktur."
Hanefîler, Şafiî ve
Hanbelîlerin delil kabul ettikleri hadislerden bazılarındaki
"köyler" diye terceme ettiğimiz
kelimesinin "şehirSer" manasında kullanıldığını
söylerler.Gerçekten Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde bu kelimenin mufredi olan
"-el-karyetii" vetesniyesi olan "karyetâni, karyeteyn"
kelimeleri şehir mânâsına kullanılmıştır.Diğer bazılarım da ya delil olamayacak
derecede zayıf bulurlar ya da değişik şekilde tev'il ederler. Mesela köylerde
cumanın farz oluşuna delil olarak kaydettiğimiz hadislerden ilki için;
"bunu Zührî'den nakleden râvilerin hepsi metruktür, üstelik Zührî'nin
Devsiyye'den bir şey duymuş olması sahih değildir"; ikincisi hakkında da,
"onun senedinde Hakem b. Abdillah b. Sa'd vardır. Onun için Dârekutnî,
"Metruktür"; Buhârî de, "onu terk ettiler" demiştir"
derler.
Ebû Hureyre'den rivayet
edilen üçüncü hadis hakkında söyledikleri de şudur: "Bundan maksat,
"şehirlerden nerede olursanız olun" demektir. Şâfiîler bunu kırk
kişiden daha kalabalık köylere tahsis ediyorlar. Biz de şehirler için olduğuna
hamlediyoruz."
Çadırlarda göçebe
olarak yaşayanlar için ittifakla cuma farz değildir. Ama yaz-kış devamlı olarak
bir yerde eğleşip fakat çadırlarda oturanlar için cumanın sahih olup olmayacağı
konusunda iki görüş vardır. Esah olana göre sahih değildir. İmam-ı Azam da bu
görüştedir.
Burada ikinci bir
mesele karşımıza çıkmaktadır. O da şudur: Cumanın kılınabilmesi için cami şart
mıdır? Yoksa cami dışında herhangi bir yerde de kılınabilir mi?
Mâlikilere göre, cami
şarttır ve bu caminin içinde bulunduğu kasaba veya şehrin mûtad binalarına
benzemesi lâzımdır. Yine bunlara göre bir yerde birden fazla cami varsa, en
eski olanında kılınmalıdır. Ancak cemaati almaması gibi özürlerle sonradan
yapılanlardan birinde de kılınabilir.
İmam Şafiî, Ahmed b.
Hanbel ve İmam-i A'zam'a göre, cumanın sıhhati için, cami şart değildir.
Camide kılınabileceği gibi, boş bir alanda da kılınabilir. Bahrü'r-Râik'de;
"eğer Resulullah'm Batnü'l-Vadide namaz kıldığı sahihse, en kuvvetli görüş
budur" denilmekledir. Zaten cumanın camide kılınmasının şart olduğuna
dâir hiçbir rivayet yoktur.
İbn Rüşd,
Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyelu'I-Muktesid adındaki eserinde cuma konusunda bu
kadar çok ihtilafa düşülmesinin sebeplerini şöyle izah eder:
"Hz. Nebi bu
namazı, sadece şehirde, cemaatle ve bir camide kılmıştır. Bundan dolayı bazıları
bunların tümünü cumanın sıhhati için şart koşmuş, bazıları da bir kısmını
gerekli görmüş, bir kısmını hesaba katmamıştır. Mâlik'in mescidi şart koşup da
şehri veya sultanı şart koşmaması bunun misalidir..." İbn Rüşd daha sonra,
muhtemelen bütün bunlar bu konuda gereksiz tafsilattır. Biri çıkıp da
"Allah'ın dini kolay olduğu halde bunlar lüzumsuz tafsilattır. Şayet söz
konusu olan şeyler şart olsaydı, Resûlullah bunu söylerdi. Zira söylememesi
onun tebliğ sıfatına uygun düşmez, diyebilir" demektedir.