SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALAT BAHSİ

<< 1068 >>

بَاب الْجُمُعَةِ فِي الْقُرَى

209-210. Köylerde Cuma

 

حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ وَمُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْمُخَرِّمِيُّ لَفْظُهُ قَالَا حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ إِبْرَاهِيمَ بْنِ طَهْمَانَ عَنْ أَبِي جَمْرَةَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ إِنَّ أَوَّلَ جُمُعَةٍ جُمِّعَتْ فِي الْإِسْلَامِ بَعْدَ جُمُعَةٍ جُمِّعَتْ فِي مَسْجِدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالْمَدِينَةِ لَجُمُعَةٌ جُمِّعَتْ بِجَوْثَاءَ قَرْيَةٌ مِنْ قُرَى الْبَحْرَيْنِ  قَالَ عُثْمَانُ قَرْيَةٌ مِنْ قُرَى عَبْدِ الْقَيْسِ

 

İbn Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:

 

İslâm'da, Medine'de Mescid-i Nebevi'de edâ edilen cum'a'dan sonra kılınan ilk cum'a namaz'ı, Bahreyn'in bir köyü olan Cüvâsâ'da kılınandır.

 

Osman (b. Ebi Şeybe); "Cüvasa Abdulkays kabilesi köylerinden biridir" dedi.

 

 

 

İzah:

Buhârî, cuma, meğâzî; Nesâî, cuma

 

Hadisin Muhammed b. Abdullah tarafından yapılan rivâyetinde Ctivâsâ adındaki köyün Bahreyn'e bağlı olduğu belirtildiği halde, Osman b. Ebî Şeybe, bu köyün Abdulkays kabilesi köylerin­den biri olduğunu söylemiştir. Muhammed'in rivayetinde köy bir memlekete, Osman'ın rivayetinde ise bir kabileye nisbet edilmiştir. Abdulkays'Uların Bah­reyn'de yaşadıkları gözönüne alınırsa, rivayetler arasında ihtilâf olmadığı or­taya çıkar. Nitekim Mü'cemu'l-Büldân'da Cüvâsâ için "Bahryen'de Abdül-Kays'ın bir kalesidir" denilmektedir.

 

Bu hadis-i şerif, cuma namazının şehirlere ait bir ibâdet olmayıp, köy­lerde de farz olduğuna delâlet etmektedir. 1055 numaralı hadisin açıklama­sında kısaca temas ettiğimiz bu konuyu burada biraz daha geniş olarak ele almakta fayda görmekteyiz.

 

Şafiî ve Hanbelîlere göre cuma namazı köylerde de farzdır. Ancak ora­da hür, âkil, baliğ ve mukîm kırk erkeğin bulunması şarttır. Bu köyün aha­lisi de yazı ve kışı ayrı ayrı yerlerde geçiren göçebe cinsinden olmamalıdır. Bu şartları hâiz bir köyün evlerinin taştan, kerpiçten tahta veya kamıştan olması arasında fark yoktur. Üzerinde durduğumuz hadisten başka Dârekutnî'nin Zührî vasıtasıyla Ümmü Abdullah ed-Devsiye'den rivayet ettiği "Re-sûlullah dördüncüleri İmamları da olsa. Üç kişinin bulunduğu her köyde cuma farzdır" [Dârekuînî, Sünen, II, 9.] buyurdu, hadisi de bunu desteklemektedir.

 

Ebu Bekir b. Ebî Şeybe'nin, Beyhakî ve İbn Hıbbân'ın Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri "onlar Ömer'e köylerde cumayı soran bir mektup yaz­dılar. O da, nerede olursanız olun, cumayı kılın, diye cevab verdi" şeklindeki rivayetler de Şafiî ve Hanbelîleri destekler görünmektedir.

 

Malikîlere göre hem şehirde hem de köyde cuma namazı kılınabilir. Yal­nız köyün evlerinin birbirine yakın ve yollarının köyün ortasında olması ge­rekir. Ayrıca köyde bir mescit ve çarşı da bulunmalıdır. Bir idarecinin bulunup bulunmaması arasında fark yoktur.

 

Hanefîlere göre cuma namazı ancak şehirlerde kılmabilir. Köylerde kı­lınamaz, şehirden maksadın ne olduğu 1055. hadisin açıklamasında geçmiş­tir. Hanefilerin görüşleri şu hadis-i şeriflere dayanır:

 

1. Hz. Ali'den merfu'an rivayet edilmiştir: "Cuma ve teşrik, sadece şehirdedir"[Abdurrezzak b. Hemmâm, el-Musannef, III, 167 – 168.]

 

2. Hz. Ali'den:''Büyük ve küçük şehirlerin haricinde cuma, teşrik, kur­ban bayramı namazı ve Ramazan bayramı namazı yoktur."

 

Hanefîler, Şafiî ve Hanbelîlerin delil kabul ettikleri hadislerden bazıla­rındaki "köyler" diye terceme ettiğimiz  kelimesinin "şehirSer" ma­nasında kullanıldığını söylerler.Gerçekten Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde bu kelimenin mufredi olan "-el-karyetii" vetesniyesi olan "karyetâni, karyeteyn" kelimeleri şehir mânâsına kullanılmıştır.Diğer bazılarım da ya delil olamayacak derecede zayıf bu­lurlar ya da değişik şekilde tev'il ederler. Mesela köylerde cumanın farz oluşuna delil olarak kaydettiğimiz hadislerden ilki için; "bunu Zührî'den nak­leden râvilerin hepsi metruktür, üstelik Zührî'nin Devsiyye'den bir şey duy­muş olması sahih değildir"; ikincisi hakkında da, "onun senedinde Hakem b. Abdillah b. Sa'd vardır. Onun için Dârekutnî, "Metruktür"; Buhârî de, "onu terk ettiler" demiştir" derler.

 

Ebû Hureyre'den rivayet edilen üçüncü hadis hakkında söyledikleri de şudur: "Bundan maksat, "şehirlerden nerede olursanız olun" demektir. Şâfiîler bunu kırk kişiden daha kalabalık köylere tahsis ediyorlar. Biz de şehir­ler için olduğuna hamlediyoruz."

 

Çadırlarda göçebe olarak yaşayanlar için ittifakla cuma farz değildir. Ama yaz-kış devamlı olarak bir yerde eğleşip fakat çadırlarda oturanlar için cumanın sahih olup olmayacağı konusunda iki görüş vardır. Esah olana gö­re sahih değildir. İmam-ı Azam da bu görüştedir.

 

Burada ikinci bir mesele karşımıza çıkmaktadır. O da şudur: Cumanın kılınabilmesi için cami şart mıdır? Yoksa cami dışında herhangi bir yerde de kılınabilir mi?

 

Mâlikilere göre, cami şarttır ve bu caminin içinde bulunduğu kasaba veya şehrin mûtad binalarına benzemesi lâzımdır. Yine bunlara göre bir yerde bir­den fazla cami varsa, en eski olanında kılınmalıdır. Ancak cemaati almama­sı gibi özürlerle sonradan yapılanlardan birinde de kılınabilir.

 

İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İmam-i A'zam'a göre, cumanın sıh­hati için, cami şart değildir. Camide kılınabileceği gibi, boş bir alanda da kılınabilir. Bahrü'r-Râik'de; "eğer Resulullah'm Batnü'l-Vadide namaz kıldığı sahihse, en kuvvetli görüş budur" denilmekledir. Zaten cumanın camide kı­lınmasının şart olduğuna dâir hiçbir rivayet yoktur.

 

İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyelu'I-Muktesid adındaki ese­rinde cuma konusunda bu kadar çok ihtilafa düşülmesinin sebeplerini şöyle izah eder:

 

"Hz. Nebi bu namazı, sadece şehirde, cemaatle ve bir camide kıl­mıştır. Bundan dolayı bazıları bunların tümünü cumanın sıhhati için şart koş­muş, bazıları da bir kısmını gerekli görmüş, bir kısmını hesaba katmamıştır. Mâlik'in mescidi şart koşup da şehri veya sultanı şart koşmaması bunun misalidir..." İbn Rüşd daha sonra, muhtemelen bütün bunlar bu konuda ge­reksiz tafsilattır. Biri çıkıp da "Allah'ın dini kolay olduğu halde bunlar lüzumsuz tafsilattır. Şayet söz konusu olan şeyler şart olsaydı, Resûlullah bunu söylerdi. Zira söylememesi onun tebliğ sıfatına uygun düşmez, diyebilir" de­mektedir.