DEVAM: 164-165. Namazda Namazla İlgisi Olmayan Bir Harekette
Bulunmak
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
يَعْنِي
ابْنَ سَعِيدٍ
حَدَّثَنَا
اللَّيْثُ
عَنْ سَعِيدِ
بْنِ أَبِي
سَعِيدٍ عَنْ
عَمْرِو بْنِ
سُلَيْمٍ الزُّرَقِيِّ
أَنَّهُ
سَمِعَ أَبَا
قَتَادَةَ
يَقُولُ
بَيْنَا
نَحْنُ فِي
الْمَسْجِدِ
جُلُوسٌ
خَرَجَ
عَلَيْنَا
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ يَحْمِلُ
أُمَامَةَ
بِنْتَ أَبِي
الْعَاصِ بْنِ
الرَّبِيعِ
وَأُمُّهَا
زَيْنَبُ
بِنْتُ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَهِيَ
صَبِيَّةٌ
يَحْمِلُهَا
عَلَى
عَاتِقِهِ فَصَلَّى
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَهِيَ عَلَى
عَاتِقِهِ
يَضَعُهَا
إِذَا رَكَعَ
وَيُعِيدُهَا
إِذَا قَامَ
حَتَّى قَضَى
صَلَاتَهُ
يَفْعَلُ
ذَلِكَ بِهَا
Ebu Katâde (r.a.)
(şöyle) demiştir: Bizler Mescidde oturmakta iken Resûlullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), kendi kızı Zeyneb ile Ebu'l-Âs b. er-Rebî'den.olma
kızı (yani torunu) Ümâme'yi omuzunda taşıyarak çıkageldi. Resûlullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Ümâme omuzunda olduğu halele namaz'ı kıldı. Rükû'a varacağı
zaman onu indiriyor, kalkacağı zaman da onu tekrar omuzuna bindiriyordu.
Namazını bitirinceye kadar böyle yaptı.
Diğer tahric: Nesâî,
imame
AÇIKLAMA:
Hz. Ümâme Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in en büyük kızı Zeyneb (r.anha)nın kızı idi.
Resûlullah (s.a.v.)
Efendimizin Hz. İbrahim'den başka bütün çocukları ilk zevcesi Hadicetü'I-Kübrâ
(r.anhâ)'dan dünyaya gelmişlerdir. İbrahim ise,
Mâriye-i Kıbtîye'den doğmuştur. Evlendiği zaman Nebi (s.a.v.)'in yirmi bir
yaşında olduğunu, bir takımları yirmi beş daha başkaları da otuz yaşlarında
olduğunu söylerler. Hz. Hadice'nin de evlendiği zaman kırk ve kırkbeş
yaşlarında olduğunu söyleyenler vardır. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimizin
Hadice'den Zeyneb, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma isminde dört kızı ile Kasım ve
Tâhir isimlerinde iki oğlu dünyaya gelmiştir. Bu
sebeple Peygamber (s.a.v.)'in künyesi Ebu'l-Kâsım'dır.
İşte hadis-i şerifte
ismi geçen Ümâme, Resûlullah (s.a.v.)'in en büyük kerimesi Zeyneb'in kızıdır.
Ümâme'nin babası Ebu'l-Âs b. er-Rebî'dir. Bu zatın
ismi ihtilaflıdır. Bazıları Yâsir, bazıları Lakît, bir takımları da Kaasım
olduğunu söylerler. Hadîcetü'I-Kübrâj (r.anhâ)'jnın
kızkardeşinin oğludur. Ebu'l-Âs mal, emânet ve ticâret hususunda Mekke'nin
sayılı eşrafın-dandır. Kızını onunla evlendirmek
isteyen Hz. Hadice olmuş, Nebi (s.a.v.) de bu işe rıza göstermiştir. Hz.
Zeyneb'in evlenmesi İslâmiyetten öncedir. Ebu'l-Âs
Mekke'nin fethinden önce Müslüman olmuştur. Bedir gazasında henüz müşrikler
tarafında idi. Hatta onlarla beraber esir düşmüştü. Mekke müşrikleri esirlerini
kurtarmak için Resûlullah (s.a.v.) Efendimize onların fidyelerini
göndermişlerdi. Bu meyanda Zeyneb bint Resûlullah (s.a.v.) de zevci Ebu'1-Âs'ı malla kurtarmak için bir gerdanlık göndermişti. Bu
gerdanlığı kendisine annesi Hadîce (r.anhâ) izdivaç
hediyesi olmak üzere zifaf gecesi takmıştı. Resûlullah (s.a.v.) gelen fidyeler
arasında bu gerdanlığı görünce son derece rikkate gelmiş ve kendini tutamayarak
ağlamışdı. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimizin o anda neler hissettiğini ye ne
derece teessür ve heyecan içinde kaldığını bizim kalemimizle tasvire imkân
yoktur. Yalnız şunu arz edelim ki, o mübarek gözyaşları, bütün ashab-ı kiramı
teessüre gark etmiş, onlar da ağlamışlardı. Neticede Ashab-ı Kiramı ile bu
hususta istişare ederek münâsib görürlerse, damadını serbest bırakmalarım onun nâmına fidye olarak bir anne yadigârının da sahibine iade
edilmesini teklif etti.-Ashab-ı Kiram bir ağızdan razı olduklarını ifâde
ettiler ve Ebu'1-Âs'ı serbest bıraktılar. Gerdanlığı da iade ettiler. Yalnız
Hz. Zeyneb (r.anhâ) müslüman olduğu için Resûlullah
(s.a.v.) Efendimiz Medine'yehicretîne müsaade etmesini şart koşmuştu. Ebu'l-Âs bu şartı kabul ve îfâ etti. Ebu'l-Âs,
Hz. Zeyneb'i Medine'ye babasının yanma gönderdikten sonra bir sene kadar bir
müddet Mekke'de müşrik olarak yaşadı. Nihayet o da Müslüman olarak Medine-i
Münevvere'ye geldi. Fahr-ı Kâinat (s.a.v.) Efendimiz Zeyneb'i tekrar ona verdi.
Ulemâ bu hadisin hükmü hakkında bir hayli söz etmişlerdir.
Nevevî şöyle demektedir: "Bu hadis Şafiî'nin mezhebiyle ona muvafakat
edenlere delildir. Onlarca gerek erkek ve kız çocuklarını, gerekse
hayvanlardan bazılarım farz veya nafile namazlarda üzerinde bulundurmak
caizdir. Bu hususta imam, cemaat ve yalnız kılan müsavidir."
Hanefîlere gelince: "el-Bedayi"
sahibinin amel-i kesîr babında beyân ettiğine göre
amel-i kesîr, iki eli kullanmaya ihtiyaç bulunan iştir, iki eli kullanmaya
hacet olmayan işe amel-i kalîl derler. Amel-i kesîr
namazı bozar, amel-i kalîl ise bozmaz. "Bedâyi" sahibi bu hususta
misaller verdikten sonra şunları söyler: "Keza bir kadın çocuğunu
kucağına alsa da emzirse namaz bozulur. Çünkü bunda amel-i kesîr
vardır. Ama emzirmeden çocuğu kucağına almak namazın bozulmasını icab etmez.
"Bedâyi" sahibi ondan sonra buradaki hadis-i şerifi rivayet etmiş ve; "Resûlullah (s.a.v.)'in böyle yapması mekruh
değildir. Çünkü çocuğu muhafaza edecek başka kimse bulunmadığı İçin o böyle
hareket etmeye mecburdu. Yahut bunun meşru olduğunu, namazı bozmadığını fiilen
göstermek için öyle yapmıştır. Böyle bir hareket bizim zamanımızda da
ihtiyacdan dolayı yapılıyorsa mekruh değildir. Fakat hacet olmaksızın yapılırsa
mekruhtur" demiştir.
Eşheb'in İmam-ı
Mâlik'den rivayetine göre, Resûlullah (s.a.v.)'ın kıldığı bu namaz nafile idi.
Farz namazda böyle bir şey caiz olamaz.
Nevevî diyor ki:
"Bu te'vil fasittir. Çünkü "cemaata imamdı" sözü farz namaz
kıldırdığı hususunda sarih yahut sarih gibidir." Nevevî'nin bu sözü
Resûlullah (s.a.v.)'in ekseriyetle farz namazlarda imam olduğuna bakarak söylenmiştir.
Nitekim Ebû Davud'un Hz. Ebû Katâde'den rivayet ettiği bir hadis de bunu
te'yit etmektedir. Mezkûr hadiste Ebû Katâde: "Bir defa biz öğlede veya
ikindide namaz için Resûlullah (s.a.v.)'i bekliyorduk. Bilâl
kendisini namaza davet etmişti. Aniden yanımıza çıktı. Ebu'l-Âs*ın kızı Ümâme, yani kızının kızı boynunda idi. O halde
Resûlullah (s.a.v.) mihraba geçti, biz de arkasında s,af
olduk..."denilmektedir. Ancak Nevevî'nin beyânına
göre, Mâlikîler'den bazıları bunun mensûh olduğunu söylemişlerse de neshe imkân
yoktur. İmam Mâlik'den bir rivayete göre Resûlullah (s.a.v.)'in namazda
üzerinde çocuk bulundurması zaruretten dolayı idi. Hatta Mâlikîler'den bazıları
onun Nebi (s.a.v.)'e mahsus olduğunu bile söylemişlerdir.
Nevevî: "Bu dâvaların hepsi bâtıl ve merduttur. Çünkü hiçbirinin delili
yoktur. Bunlara bir zaruret de bulunmamaktadır. Bilâkis
hadis sahihdir ve namazda çocuk taşımanın caiz olduğu da açıktır. Sonra şeriat
kaidelerine muhalif bir şey de yoktur. Çünkü insan temizdir. Karnındaki necaset
ise, madeninde yani yerinde bulunduğu için hükümsüzdür. Çocukların elbise ve
vücutları temizdir. Bu gibi fiiller az olursa yahut ara vererek yapılırsa namazı
bozmayacağına şeriatın delilleri çoktur. Resûlullah (s.a.v.)'de bunu caiz olduğunu
bildirmek için yapmıştır..." diyor.
Nevevî'nin bu izahatına
mukabil Aynî de şunları söylemiştir: "Ulemâdan
bazısı böyle bir şev yapanın namazı yeniden kılması icab etmeyeceğini söylemiş
ve bu hadisle istidlal etmiştir. Galiba, çocuk namaz haricinde Hz. Nebie
alıştığı için namazda, o omuzunda iken, secde etmek istemiş onu yere koymuş,
kalkmak istediği zaman yavru yine üzerine tırmanmış, Resûl-i
Ekrem (s.a.v.) de ona mâni olmamıştır. Bence hadisin açıklaması budur. Resûlullah
(s.a.v.)'in namazda çocuğu defalarca tutup kapması kucağına almış olması hemen
hemen ihtimal verilecek bir şey değildir. Zira bu husustaki amel çok olur ve
tekerrür eder. Sonra bu hal namaz kılanı namazından da alıkor. Fahr-i Kâinat
(s.a.v.) Efendimizi çizgili bir seccade namazında meşgul eder de değiştirirse,
böylesi bir iş onu nasıl meşgul etmez!..." diyor.
Nevevî, Hattâbî'nin bu
sözünü hulâsa ettikten sonra onun için dahî, "bâtıl
ve mücerred bir davadır..." demiştir. O seccade meselesi ile Ümâme'nin
kucağa alınması arasında fark görmekte ve seccadenin hiç bir faydası olmaksızın
kalbi meşgul ettiğini, çocuğu taşımanın ise, birçok fâideleri mutazammın
olduğunu bu suretle aralarında fark bulunduğunu söylemekte ve "doğrusu bu
hadis namazda çocuk yüklenmenin caiz olduğunu beyan için vârid olmuştur"
demektedir.
Mâlikilerden bazıları: "Resûlullah (s.a.v.) çocuğu yere bıraksa
ağlar ve bu suretle onu kucağına almaktan daha ziyâde meşgul ederdi"
demişlerdir. Bazıları bu hususta farz ile nafile namazlar arasında fark
görmüşlerdir. Ulemanın çoğunluğu ise bu işin tevali etmediğini çünkü namaz
erkânı arasında tuma'nine bulunduğunu söylemişlerdir.
Resûlullah (s.a.v.)'in
Ümâme'yi namazda kucağında bulundurmasının sırrı arapların kız çocuklarına
karşı gösterdikleri haşin muameleyi reddetmektedir. Onlara bu hususta son
derece muhalif olduğunu göstermek için namazda bile kız çocuğunu bağrına
basmıştır, görüşünü ileri sürenler de bulunmaktadır.