بَاب
الْعَمَلِ
فِي
الصَّلَاةِ
164-165. Namazda
Namazla İlgisi Olmayan Bir Harekette Bulunmak
حَدَّثَنَا
الْقَعْنَبِيُّ
حَدَّثَنَا مَالِكٌ
عَنْ عَامِرِ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
الزُّبَيْرِ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ
سُلَيْمٍ
عَنْ أَبِي
قَتَادَةَ أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
كَانَ
يُصَلِّي
وَهُوَ حَامِلٌ
أُمَامَةَ
بِنْتَ
زَيْنَبَ
بِنْتِ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَإِذَا
سَجَدَ
وَضَعَهَا
وَإِذَا
قَامَ
حَمَلَهَا
Ebû Katâde'den rivayet
olunmuştur: Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızı Zeyneb'in kızı
Ümâme'yi (omuzunda) taşır olduğu halde namaz kılardı. Secdeye varacağı zaman
indirir, (kıyama) kalkacağında da (omuzuna) bindirirdi.
Diğer tahric: Nesâî,
İmame
AÇIKLAMA:
Bu hadis-i şerif namaz
kılarken namazla ilgisi olmayan az bir harekette bulunmanın namazı
bozmayacağına delâlet etmektedir. Fıkıh kitaplarında ayrıntılı bir şekilde
açıklandığı gibi namaz esnasında yapılan ve namazla ilgisi olmayan hareketler
ikiye ayrılır: 1. Amel-i kesîr (çok iş) 2. Amel-i kalîl (az iş). Amel-i kesîr
namazı bozar, amel-i kalîl ise bozmaz.
1. Amel-i kesîr: Namaz
kılan bir şahsa dışardan bakan bir kimse o şahsın namazda olup olmadığı
hususunda şüphe etmezse, yani namaz kılan şahıs karşısındakine namazda
olmadığı kanaatini verecek derecede namazla ilgisi bulunmayan işlerle meşgul
olursa söz konusudur.
2. Amel-i kalîl: Bu
dereceye varmayan fiil ve davranışlardır. Bedâyiü's-sanâyi'de ifâde edildiği
üzere, iki ele ihtiyaç duyulan işler amel-i
kesîrdir. İki ele
ihtiyaç duyulmadan yapılan işlerse amel-i kailidir. Bu mevzuda fıkıh
kitaplarında zikredilen örneklerden bazıları şunlardır: Namaz kılarken düşen
takkeyi başa koymak amel-i kalîlçür. Peşpeşe yapılan üç hareket amel-i kesîr,
bundan daha az hareket amel-i kalîldir. Özür yokken peşpeşe uç adım yürünmesi
namaz kılan emzikli bir kadının bir çocuk tarafında emilmesi ve kadından süt
gelmesi amel-i kesîrdir. Namaz kılanın kasten yaptığı iş, amel-i kesîr,
mecburen yaptığı iş .amel-i kalîldir.
Hattâbî'nin beyânına
göre Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi ve Sellem) torunu Ümâme'yi omuzuna
istiyerek almamıştır. Ümâme (r.a.) namaz dışında her zaman Resûl-i Ekrem
(s.a.v.)'in kucağına oturmaya ve omuzuna çıkmaya alışkın olduğu için namaz
içinde de eski alışkanlıkla yine dedesinini omuzuna binmek istemiş Resûl-i
Ekrem (s.a.v.) de ona engel olmamıştır. Ancak secdeye varmak istediği zaman
amel-i kesîr olmayacak şekilde uygun bir hareketle çocuğu omuzundan indirmiş ve
kıyama kalkmak istediği zaman da çocuk omuzuna yine binmek arzusu gösterince
engel olmamıştır. Şayet Resûl-i Ekrem (s.a.v.) çocuğu kasten omuzuna almış
olsaydı o zaman bu hareketi amel-i^kesîre dönüşür ve namazı bozulurdu. Esasen
çizgili bir elbisenin kendisini meşgul edeceğinden endişe ettiği gözönünde bulundurulursa
Hz. Ümâme'yi kasten omuzuna bindirmiş olduğuna ihtimal verilemez.
Mezheb âlimlerinin bu
hadisle ilgili görüşleri ayrıntılı olarak bundan sonra gelecek olan hadis-i
şerifte zikredilecektir. İsteyen oraya bakabilir.
Metinde geçen Zeyneb,
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin en büyük kızıdır. Hz. Fatıma (r.anha) ondan
küçüktür. Zeyneb, hicretin 8. yılında vefat etti. Kızı Ümâme'yi Hz. Fatma'nın
vefatından sonra ve Hz. Fâtıma'nın vasiyeti üzerine Hazret-i Ali nikahladı. Hz.
Ümâme'nin annesine nisbet edilerek Ümâme bint Zeyneb diye künyelenmesinin ve
babasına nisbet edilmeyişinin sebebi, kimisine göre babasının kâfir
oluşundandır. Çünkü insan ebeveyninin en şereflisine nisbet edilir. Bir numara
sonra gelecek olan hadiste babasının ismiyle anılması babasının kim olduğunu
açıklamak gayesiyle olmuştur. Yoksa babasına nisbet etmek gayesiyle değildir.
Ancak bir sonraki hadisin açıklamasında geleceği gibi, Mekke'nin Fethinden önce
Ebu'I-Âs İslâm'a girmiştir. O halde bu talil kabule şayan görülemez. Burada
gaye Ümâme'nin Allah Resulünün torunu olduğuna dikkat çekmekten ibaret olmalıdır.