SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALAT BAHSİ

<< 832 >>

DEVAM: 134-135. Okuyup Yazma Bilmeyen Veya Dili Dönmeyen Kimselere Namazda Yeterli Olan Kıraat

 

حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ حَدَّثَنَا وَكِيعُ بْنُ الْجَرَّاحِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ عَنْ أَبِي خَالِدٍ الدَّالَانِيِّ عَنْ إِبْرَاهِيمَ السَّكْسَكِيِّ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي أَوْفَى قَالَ جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ إِنِّي لَا أَسْتَطِيعُ أَنْ آخُذَ مِنْ الْقُرْآنِ شَيْئًا فَعَلِّمْنِي مَا يُجْزِئُنِي مِنْهُ قَالَ قُلْ سُبْحَانَ اللَّهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ وَلَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاللَّهُ أَكْبَرُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ هَذَا لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَمَا لِي قَالَ قُلْ اللَّهُمَّ ارْحَمْنِي وَارْزُقْنِي وَعَافِنِي وَاهْدِنِي فَلَمَّا قَامَ قَالَ هَكَذَا بِيَدِهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَّا هَذَا فَقَدْ مَلَأَ يَدَهُ مِنْ الْخَيْرِ

 

Abdullah b. Ebî Evfa (r.a.)'dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek; Benim Kur'an'dan (kafama) bir şey almaya gücüm yetmiyor. Bana (namazda) yetecek kadar Kur'an'dan birşeyler öğret dedi. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem); "Sen; Allah'ı her türlü noksanlıktan tenzih ve o'na hamd ederim. Allah'dan başka ilah yoktur.  Allah çok büyüktür. Kuvvet ve kudret ancak [yüce ve büyük olan] Allah iledir.,  (duasını) oku" buyurdu. Adam: [Sübhanallah el-Hamdu lillah vela İlahe İllallahu Vallahu Ekber Ve La havle Ve la kuvvete illa Billah]

 

Ey Allah'ın Resulu, bu Allah içindir. Kendim için ne (okuyayım?) dedi, (Resul-i Ekrem'de:) Ey Allah'ım, bana acı, beni rızıklandır, bana afiyet ver ve hidayete erdir, diye dua et." buyurdu. (Adam) ayağa kalkınca (yumduğu) eliyle (işaret ederek:) İşte böyle, dedi. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Muhakkak ki onun eli hayırla doldu" buyurdu.

 

 

Diğer tahric: Nesaî, iftitah

 

AÇIKLAMA:    

 

Hadiste geçen; "Benim Kur an dan (kafama) bir şey almaya gucum yetmiyor   sozunu söyleyen adam bu sozu ya gerçekten hafızasının zayıflığı sebebiyle Kur'an'dan hiç bir ayet ezberlemeye gücü yetmediğini ifade için söylemiştir, yahutta ezberlemeye fırsat bulamadığı ve zaman darlığı sebebiyle söylemiştir. el-Mesabîh sarihine göre metinde geçen bu duayı öğrenen kimse Fatiha'yı da öğrenebilecek kabiliyette demektir. Bu bakımdan sözü geçen zatın "gücüm yetmiyor" sözünden maksadı "şu anda vaktim çok dar namaza kadar Kur'an'dan birşey öğrenmeye zamanım yok" demektir.

 

"Ey Allah'ın Resulü, bu Allah içindir" sözünün manası, "Ey Allah'ın Resulü, bana bu öğrettiğin duaların hepsi Allah'a hamd-ü sena ile ilgili. Be-nim Allah'dan isteyeceklerimi dile getirecek duaları da öğrenmek istiyorum. Bana onları da öğret" demektir. Belki de bu zat-i muhterem bu sözüyle Resul-i Ekrem'den Fatiha'yı öğrenmek istediğini söylemek istemiştir. Çünkü 821 no'lu hadisi şerifte geçtiği gibi Cenab-ı Hak; "Ben Fatiha'yı kulumla kendi aramda ikiye böldüm" buyuruyor.

 

Elini yumarak "işte böyle" demekten maksadı ise, "işte şu elimi nasıl sıkıca yumuyorsam, senden duyduklarımı da bir daha benden ayrılmayacak şekilde öylece sağlam öğrendim ve ezberledim" demektir. Nitekim Resul-i Ekrem de adamın bu halini görünce yanındakilere "şu gördüğünüz kimse elini hayırla doldurdu" buyurmuştur. Bu hadisin zahirî manasından anlaşı­lıyor ki, Resul-i Ekrem'in öğretmiş olduğu bu dua namazda Fatiha'nın yeri­ni tutmaktadır. Ancak bu meseleyi bütün ayrıntılarıyla ele alan mezheb imamları bu mevzuda farklı görüşler ortaya koymuşlardır:

 

1. Hanbelî ulemasına göre bir kimsenin namazda Fatiha okumaya gücü yetmezse o kimseye Fatiha'nın yerine ayet ve harf sayısı bakımından Fatiha kadar Kur'an okuması lazımdır. Eğer Kur'an'dan sadece Fatiha'nın bir ayetini veya Kur'an'dan sadece bir ayet okumaya gücü yetiyorsa bildiği bu ayeti Fa­tiha'nın ayetleri adedince tekrar eder. Eğer bir ayet Fatiha'dan, bir ayet de Fatiha'nın dışındaki bir sureden biliyorsa, Fatihadan olan ayeti tekrarlaya­rak okur, diğer ayeti okumaz. Eğer Kur'an-ı Kerim'den hiçbir ayeti okuma­ya gücü yetmezse, "Sübhanallahi vel hamdulillahi..." duasını sonuna kadar okur. Eğer bu duanın tümünü okuyamaz da ancak bir kısmını okuyabili-yorsa o zaman duanın bildiği kısmını, duanın tümüne harf ve cümle olarak denk oluncaya kadar tekrar eder. Eğer buna da gücü yetmiyorsa sanki bir dilsizmiş gibi Fatiha okuyacak kadar ayakta bekler, sonra rüku'a varır. Fa­tihayı bilmediği için, mutlaka okumasını bilen bir imamın arkasında namaz kılması gerekmez. Ancak imamın okuyuşu cemaat için de geçerli olduğun­dan ve "bu gibi kimselerin imama uyarak namaz kılmaları farzdır" diyenlerin ihtilafından kurtulacağından imamın arkasında kılması müstehabtır.

 

2. Şafiî uleması da bu mevzuda Hanbelîler gibi düşünmektedirler. An­cak Şafiiler Fatiha yerine okunacak dua mevzuunda farklı görüşlere sahip­tirler:

 

a. Ebu Ali et-Taberî'ye göre, bu kimse "Sübhanellahi..." duasını so­nuna-kadar okur ve buna bir ilave yapmaz.

 

b. Bazılarına göre de bu duanın cümlelerinin sayısı beş olduğundan ye­di ayetten meydana gelen Fatiha'ya eşit olması için iki cümle daha ilave edil­mesi gerekir. Ancak bu görüşün hadisin zahirine uymadığı açıktır. Çünkü hadis-i şerifte bu duanın yeterli olduğu açıkça ifade edilmektedir.

 

c. Fatiha'nın yerine namazda her çeşit dua veya zikir yapılabilir. Yeter ki bunların harflerinin sayısı Fatiha'da bulunan harf sayısından az olmasın. Nevevî'nin beyanına göre, Şafiî mezhebinde en sağlam görüş budur. Şafiî ulemasının çoğunluğu da bu görüştedir.

 

3. Maliki mezhebinde de çeşitli görüşler ileri sürülmektedir:

 

a. Malikîlere göre Fatiha'yi okuyamayan kimsenin namazını bir imama uyarak kılması vacibtir. Şayet bir imam bulamazsa o zaman namazda Fati­ha yerine zikirde bulunması gerekir. Bu görüş Maliki ulemasından Muham-med b. Sahnun'a aittir.

 

b. el-Kadı Ebu Muhammed el-Vahhab'a göre ise, Fatiha okumasını bil­meyen ve arkasında namaz kılmak için bir imam da bulamayan kimseye zi­kirde bulunmak gerekmez. el-Lahmî de bu görüşü tercih etmiştir ve Maliki mezhebinde muteber olan da bu görüştür. Bu durumda o kişiye hiç bir şey okumadan kıyamda beklemek müstehabtır.

 

4. Ebu Hanife (r.a.)'ye göre ise, namazda Kur'an okumaktan aciz olan kimse kıyamda sessizce bekler ona zikir'de bulunmak gerekmez.

 

Namazda Arabça Kur'an okumaktan aciz kalan fakat Arabça'nın dı­şında bir dilde tercümesini okumaya gücü yeten kimsenin durumunda ise ih­tilaf vardır:

 

a. Ulemanın büyük ekseriyetine göre namazda veya namazın dışında oku­mak üzere Kur'an'ın başka bir dile çevrilmesi caiz değildir.

 

b. İmam Ebu Hanife'ye göre ise, Kur'an'ın herhangi bir dile tercüme edilmesi kayıtsız-şartsız caizdir ve namazda da okunabilir.

 

c. Ebu Yusuf'a göre ise, ancak Kur'an-ı Kerimi Arabca okumağa gücü yetmeyenler İçin namazda Kur'an-ı Kerim'in tercemesini okumak caizdir.

 

d. Nevevî'nin beyanına göre ise, Şafiî mezhebinde Kur'an-ı Kerimi ke­sinlikle Arabçanm dışında bir dille okumak caiz değildir. İsterse okuyan kimse Arapça okumaktan aciz olsun, ister namaz içinde okusun, isterse namaz dı­şında okusun. Hiçbir zaman ve hiçbir kimse için Kur'an-ı Arabçanın dışında bir dille okumak caiz değildir. Eğer namazda Fatiha yerine Kur'an tercemesi okunacak olursa o namaz batıl olur. İçlerinde İmam Malik ve Ah-med'in de bulunduğu cumhur-u ulemasının görüşü de böyledir.[es-Subkî, Menhel, V, 265-7.]

 

İmam A'zam Ebu Hanife'ye gelince, bir zamanlar terceme ile namaz kılınır diye fetva verdiği rivayet olunuyor. Hazret-i İmam kula kolaylık mü­lahazası île Kur'an-ı Kerim'i biri mana biri lafız olmak üzere iki rükne ayır­mış ve manayı aslî rükün, lafzı zaid rükün saymıştır. Aslî rükün hiçbir zaman düşmez. Yani terk edilemez. Zaid rükün baş sıkışınca sakıt olur. Mesela iman, kalb ile tasdik ye dil ile ikrardan meydana gelir. Tasdik imanın aslî rüknü olduğundan hiç bir surette sükut kabul etmezse de, dil ile ikrar, Zaid rükün olduğundan ölümle tehdit karşısında sükut eder ve tehdid edilen müslüma-nın kalbi imanla dolu olmak şartıyla küfür kelimesini söyleyebilir. İşte Hazret-i imam buna kıyasen Kur'an-ı Kerîmi biri aslî, biri zaid olmak şartıyla iki rükne ayırmış ve namaz bir münacaat hali olduğundan o halde zaid rükün olan lafzın sükutuna kail olmuştur. Ancak unutmamalıdır ki, bu fetva dahi umumî değil, yalnız namaza ve Farsçaya mahsustur. Bununla beraber mutlak da değil, "kılınan namaz mekruh olur" kaydı ile mukayyettir. Adet olmamak şartıy-le de meşruttur. Görülüyor ki, Bu kadar kayıt ve şartlarla sımsıkı bağlanmış bulunan bu fetva bir tecrübe mahiyetinden öteye geçememiş ve nihayet hazret-i imam hatasını anlayarak imameyn denilen Ebu Yusuf ile Muhammed'in kav­line dönmüştür. Mesele bütün fıkıh ve usul-ü fıkıh kitaplarında zikredilmiş­tir. İmameyn kavline gelince, onlar hiç Kur'an okumak bilmeyen yeni bir müslümana Kur'an öğreninceye kadar bir-iki gün terceme ile namaz kılmayı caiz görüyorlar. Fakat müteahhirîn ulemasının en büyüklerinden biri olan Kemal b. Hümam (788-861) bu meselede imameyn kavlini de hatalı bulmak­ta ve "Böylesi ümmî hükmündedir, yani hiç okumak bilmeyen gibidir. Şu halde ya hiç okumayıp susacak, yahut sadece teşbih ve tehlil ile namaz kıla­caktır. Tercemeyi okursa namazı bozulur" demektedir. Eimme-i selasenin kavli de budur. Hak olan da budur.[Davudoğlu, Ahmed, Selamet Yolları, I, 324 - 325.]

 

Kur'an-ı Kerîm'in tercemesi meselesi dün olduğu gibi bugün de önemi­ni korumakta ve sık sık gündeme gelerek hareketli münakaşalara yol açmak­tadır. Bu mevzuda merhum M. Sofuoğlu görüşlerini şöyle ifade ediyor:

 

1. Aslî manalar, yani sadece cümlenin terkibinden çıkan ve mesela emir, nehy ahkam, kısas, ahlak ve adab ifade eden manalardır ki, bunların ifade edebileceği durumlarda olan her dile Kur'an çevrilebilir.

 

2. Tali manalar: Yani belagat ve icaz bakımından kelimelerin ihtiva et­tikleri saklı manalardır.

 

tşte Kur'an-ı Kerim'in aynı zamanda hem aslî hem tali manalarını hak­kıyla ve bütün belagatıyla ifade edilebilecek kuvvette yabancı bir dili ve bu iktidarı gösterecek bir mütercimi bulmak son derece müşkildir.[M. Sofuoğlu, Tefsir Dersleri, (VII. Sınıf), s.67.]

 

Hasan Basrî Çantay merhum de tercümeyi en mükemmel şekilde ger­çekleştirmenin güçlüğünü şu sözleriyle anlatıyor: "Kur'an-ı Mübîn hem laf­zı, hem manasıyla mu'ciz onu hakkıyle tercemeden beşer acizdir. Şimdiye kadar birçok yabancı diller buna yeltendi, fakat onun ilahî belagat ve i'cazı hepsini yere serdi. Ne okuyanlar, ne de bizzat ona yeltenenler bunları be­ğendi. Bizde de ya aslından ya o ecnebi kaynak ve taslaklardan terceme edil­miş eski ve yeni birçok özenişler gördük. Hakkın kelamına aklımızca çelenkler ördük, ancak anladık ki: Bunlar "O" değildir, aczin ta kendisi olan birer özeniş, bir taklid dildir."

 

"...Nihayet Allah kelamı ile beşer kelamı arasındaki fark, tıpkı yara­tanla yaratılan arasındaki farktır. Bu gerçektir, muhakkaktır. Bu farkı gi­dermeye insü cin şöyle dursun, melekler ve Nebiler bile muktedir değildir. Çünkü o "ezelî", bu "fani" bir dildir. İşte sözün özü.[Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, I, 5-6.]

 

Şuna da işaret edelim ki açıklamakta olduğumuz bu hadis zayıftır. Çünkü ravileri arasında Ebu Halid ed-Dalanî vardır. İbn Hacer'e göre bu zat çok hata eden birisidir.