DEVAM: 134-135. Okuyup
Yazma Bilmeyen Veya Dili Dönmeyen Kimselere Namazda Yeterli Olan Kıraat
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
وَكِيعُ بْنُ
الْجَرَّاحِ
حَدَّثَنَا
سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ
عَنْ أَبِي
خَالِدٍ
الدَّالَانِيِّ
عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
السَّكْسَكِيِّ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبِي
أَوْفَى قَالَ
جَاءَ رَجُلٌ
إِلَى
النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ إِنِّي
لَا
أَسْتَطِيعُ
أَنْ آخُذَ
مِنْ الْقُرْآنِ
شَيْئًا فَعَلِّمْنِي
مَا
يُجْزِئُنِي
مِنْهُ قَالَ
قُلْ
سُبْحَانَ
اللَّهِ
وَالْحَمْدُ
لِلَّهِ
وَلَا إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ
وَاللَّهُ أَكْبَرُ
وَلَا حَوْلَ
وَلَا
قُوَّةَ إِلَّا
بِاللَّهِ
الْعَلِيِّ
الْعَظِيمِ
قَالَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
هَذَا
لِلَّهِ
عَزَّ وَجَلَّ
فَمَا لِي
قَالَ قُلْ
اللَّهُمَّ
ارْحَمْنِي
وَارْزُقْنِي
وَعَافِنِي
وَاهْدِنِي
فَلَمَّا
قَامَ قَالَ
هَكَذَا
بِيَدِهِ
فَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
أَمَّا هَذَا
فَقَدْ
مَلَأَ يَدَهُ
مِنْ
الْخَيْرِ
Abdullah b. Ebî Evfa
(r.a.)'dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
gelerek; Benim Kur'an'dan (kafama) bir şey almaya gücüm yetmiyor. Bana
(namazda) yetecek kadar Kur'an'dan birşeyler öğret dedi. Bunun üzerine Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem); "Sen; Allah'ı her türlü noksanlıktan tenzih
ve o'na hamd ederim. Allah'dan başka ilah yoktur. Allah çok büyüktür. Kuvvet ve kudret ancak
[yüce ve büyük olan] Allah iledir.,
(duasını) oku" buyurdu. Adam: [Sübhanallah el-Hamdu lillah vela
İlahe İllallahu Vallahu Ekber Ve La havle Ve la kuvvete illa Billah]
Ey Allah'ın Resulu, bu
Allah içindir. Kendim için ne (okuyayım?) dedi, (Resul-i Ekrem'de:) Ey
Allah'ım, bana acı, beni rızıklandır, bana afiyet ver ve hidayete erdir, diye
dua et." buyurdu. (Adam) ayağa kalkınca (yumduğu) eliyle (işaret ederek:)
İşte böyle, dedi. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Muhakkak ki
onun eli hayırla doldu" buyurdu.
Diğer tahric: Nesaî,
iftitah
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen;
"Benim Kur an dan (kafama) bir şey almaya gucum yetmiyor sozunu söyleyen adam bu sozu ya gerçekten
hafızasının zayıflığı sebebiyle Kur'an'dan hiç bir ayet ezberlemeye gücü
yetmediğini ifade için söylemiştir, yahutta ezberlemeye fırsat bulamadığı ve
zaman darlığı sebebiyle söylemiştir. el-Mesabîh sarihine göre metinde geçen bu
duayı öğrenen kimse Fatiha'yı da öğrenebilecek kabiliyette demektir. Bu
bakımdan sözü geçen zatın "gücüm yetmiyor" sözünden maksadı "şu
anda vaktim çok dar namaza kadar Kur'an'dan birşey öğrenmeye zamanım yok"
demektir.
"Ey Allah'ın Resulü,
bu Allah içindir" sözünün manası, "Ey Allah'ın Resulü, bana bu
öğrettiğin duaların hepsi Allah'a hamd-ü sena ile ilgili. Be-nim Allah'dan
isteyeceklerimi dile getirecek duaları da öğrenmek istiyorum. Bana onları da
öğret" demektir. Belki de bu zat-i muhterem bu sözüyle Resul-i Ekrem'den
Fatiha'yı öğrenmek istediğini söylemek istemiştir. Çünkü 821 no'lu hadisi
şerifte geçtiği gibi Cenab-ı Hak; "Ben Fatiha'yı kulumla kendi aramda
ikiye böldüm" buyuruyor.
Elini yumarak
"işte böyle" demekten maksadı ise, "işte şu elimi nasıl sıkıca
yumuyorsam, senden duyduklarımı da bir daha benden ayrılmayacak şekilde öylece
sağlam öğrendim ve ezberledim" demektir. Nitekim Resul-i Ekrem de adamın
bu halini görünce yanındakilere "şu gördüğünüz kimse elini hayırla
doldurdu" buyurmuştur. Bu hadisin zahirî manasından anlaşılıyor ki, Resul-i
Ekrem'in öğretmiş olduğu bu dua namazda Fatiha'nın yerini tutmaktadır. Ancak
bu meseleyi bütün ayrıntılarıyla ele alan mezheb imamları bu mevzuda farklı
görüşler ortaya koymuşlardır:
1. Hanbelî ulemasına
göre bir kimsenin namazda Fatiha okumaya gücü yetmezse o kimseye Fatiha'nın
yerine ayet ve harf sayısı bakımından Fatiha kadar Kur'an okuması lazımdır.
Eğer Kur'an'dan sadece Fatiha'nın bir ayetini veya Kur'an'dan sadece bir ayet
okumaya gücü yetiyorsa bildiği bu ayeti Fatiha'nın ayetleri adedince tekrar
eder. Eğer bir ayet Fatiha'dan, bir ayet de Fatiha'nın dışındaki bir sureden
biliyorsa, Fatihadan olan ayeti tekrarlayarak okur, diğer ayeti okumaz. Eğer
Kur'an-ı Kerim'den hiçbir ayeti okumaya gücü yetmezse, "Sübhanallahi vel
hamdulillahi..." duasını sonuna kadar okur. Eğer bu duanın tümünü okuyamaz
da ancak bir kısmını okuyabili-yorsa o zaman duanın bildiği kısmını, duanın
tümüne harf ve cümle olarak denk oluncaya kadar tekrar eder. Eğer buna da gücü
yetmiyorsa sanki bir dilsizmiş gibi Fatiha okuyacak kadar ayakta bekler, sonra
rüku'a varır. Fatihayı bilmediği için, mutlaka okumasını bilen bir imamın
arkasında namaz kılması gerekmez. Ancak imamın okuyuşu cemaat için de geçerli
olduğundan ve "bu gibi kimselerin imama uyarak namaz kılmaları
farzdır" diyenlerin ihtilafından kurtulacağından imamın arkasında kılması
müstehabtır.
2. Şafiî uleması da bu
mevzuda Hanbelîler gibi düşünmektedirler. Ancak Şafiiler Fatiha yerine
okunacak dua mevzuunda farklı görüşlere sahiptirler:
a. Ebu Ali et-Taberî'ye
göre, bu kimse "Sübhanellahi..." duasını sonuna-kadar okur ve buna
bir ilave yapmaz.
b. Bazılarına göre de
bu duanın cümlelerinin sayısı beş olduğundan yedi ayetten meydana gelen
Fatiha'ya eşit olması için iki cümle daha ilave edilmesi gerekir. Ancak bu
görüşün hadisin zahirine uymadığı açıktır. Çünkü hadis-i şerifte bu duanın
yeterli olduğu açıkça ifade edilmektedir.
c. Fatiha'nın yerine
namazda her çeşit dua veya zikir yapılabilir. Yeter ki bunların harflerinin
sayısı Fatiha'da bulunan harf sayısından az olmasın. Nevevî'nin beyanına göre,
Şafiî mezhebinde en sağlam görüş budur. Şafiî ulemasının çoğunluğu da bu
görüştedir.
3. Maliki mezhebinde de
çeşitli görüşler ileri sürülmektedir:
a. Malikîlere göre
Fatiha'yi okuyamayan kimsenin namazını bir imama uyarak kılması vacibtir. Şayet
bir imam bulamazsa o zaman namazda Fatiha yerine zikirde bulunması gerekir. Bu
görüş Maliki ulemasından Muham-med b. Sahnun'a aittir.
b. el-Kadı Ebu Muhammed
el-Vahhab'a göre ise, Fatiha okumasını bilmeyen ve arkasında namaz kılmak için
bir imam da bulamayan kimseye zikirde bulunmak gerekmez. el-Lahmî de bu görüşü
tercih etmiştir ve Maliki mezhebinde muteber olan da bu görüştür. Bu durumda o
kişiye hiç bir şey okumadan kıyamda beklemek müstehabtır.
4. Ebu Hanife (r.a.)'ye
göre ise, namazda Kur'an okumaktan aciz olan kimse kıyamda sessizce bekler ona
zikir'de bulunmak gerekmez.
Namazda Arabça Kur'an
okumaktan aciz kalan fakat Arabça'nın dışında bir dilde tercümesini okumaya
gücü yeten kimsenin durumunda ise ihtilaf vardır:
a. Ulemanın büyük
ekseriyetine göre namazda veya namazın dışında okumak üzere Kur'an'ın başka
bir dile çevrilmesi caiz değildir.
b. İmam Ebu Hanife'ye
göre ise, Kur'an'ın herhangi bir dile tercüme edilmesi kayıtsız-şartsız caizdir
ve namazda da okunabilir.
c. Ebu Yusuf'a göre
ise, ancak Kur'an-ı Kerimi Arabca okumağa gücü yetmeyenler İçin namazda
Kur'an-ı Kerim'in tercemesini okumak caizdir.
d. Nevevî'nin beyanına
göre ise, Şafiî mezhebinde Kur'an-ı Kerimi kesinlikle Arabçanm dışında bir
dille okumak caiz değildir. İsterse okuyan kimse Arapça okumaktan aciz olsun,
ister namaz içinde okusun, isterse namaz dışında okusun. Hiçbir zaman ve
hiçbir kimse için Kur'an-ı Arabçanın dışında bir dille okumak caiz değildir.
Eğer namazda Fatiha yerine Kur'an tercemesi okunacak olursa o namaz batıl olur.
İçlerinde İmam Malik ve Ah-med'in de bulunduğu cumhur-u ulemasının görüşü de
böyledir.[es-Subkî, Menhel, V, 265-7.]
İmam A'zam Ebu
Hanife'ye gelince, bir zamanlar terceme ile namaz kılınır diye fetva verdiği
rivayet olunuyor. Hazret-i İmam kula kolaylık mülahazası île Kur'an-ı Kerim'i
biri mana biri lafız olmak üzere iki rükne ayırmış ve manayı aslî rükün, lafzı
zaid rükün saymıştır. Aslî rükün hiçbir zaman düşmez. Yani terk edilemez. Zaid
rükün baş sıkışınca sakıt olur. Mesela iman, kalb ile tasdik ye dil ile
ikrardan meydana gelir. Tasdik imanın aslî rüknü olduğundan hiç bir surette sükut
kabul etmezse de, dil ile ikrar, Zaid rükün olduğundan ölümle tehdit karşısında
sükut eder ve tehdid edilen müslüma-nın kalbi imanla dolu olmak şartıyla küfür
kelimesini söyleyebilir. İşte Hazret-i imam buna kıyasen Kur'an-ı Kerîmi biri
aslî, biri zaid olmak şartıyla iki rükne ayırmış ve namaz bir münacaat hali olduğundan
o halde zaid rükün olan lafzın sükutuna kail olmuştur. Ancak unutmamalıdır ki,
bu fetva dahi umumî değil, yalnız namaza ve Farsçaya mahsustur. Bununla beraber
mutlak da değil, "kılınan namaz mekruh olur" kaydı ile mukayyettir.
Adet olmamak şartıy-le de meşruttur. Görülüyor ki, Bu kadar kayıt ve şartlarla
sımsıkı bağlanmış bulunan bu fetva bir tecrübe mahiyetinden öteye geçememiş ve
nihayet hazret-i imam hatasını anlayarak imameyn denilen Ebu Yusuf ile
Muhammed'in kavline dönmüştür. Mesele bütün fıkıh ve usul-ü fıkıh kitaplarında
zikredilmiştir. İmameyn kavline gelince, onlar hiç Kur'an okumak bilmeyen yeni
bir müslümana Kur'an öğreninceye kadar bir-iki gün terceme ile namaz kılmayı
caiz görüyorlar. Fakat müteahhirîn ulemasının en büyüklerinden biri olan Kemal
b. Hümam (788-861) bu meselede imameyn kavlini de hatalı bulmakta ve
"Böylesi ümmî hükmündedir, yani hiç okumak bilmeyen gibidir. Şu halde ya
hiç okumayıp susacak, yahut sadece teşbih ve tehlil ile namaz kılacaktır.
Tercemeyi okursa namazı bozulur" demektedir. Eimme-i selasenin kavli de
budur. Hak olan da budur.[Davudoğlu, Ahmed, Selamet Yolları, I, 324 - 325.]
Kur'an-ı Kerîm'in
tercemesi meselesi dün olduğu gibi bugün de önemini korumakta ve sık sık
gündeme gelerek hareketli münakaşalara yol açmaktadır. Bu mevzuda merhum M.
Sofuoğlu görüşlerini şöyle ifade ediyor:
1. Aslî manalar, yani
sadece cümlenin terkibinden çıkan ve mesela emir, nehy ahkam, kısas, ahlak ve
adab ifade eden manalardır ki, bunların ifade edebileceği durumlarda olan her
dile Kur'an çevrilebilir.
2. Tali manalar: Yani
belagat ve icaz bakımından kelimelerin ihtiva ettikleri saklı manalardır.
tşte Kur'an-ı Kerim'in
aynı zamanda hem aslî hem tali manalarını hakkıyla ve bütün belagatıyla ifade edilebilecek
kuvvette yabancı bir dili ve bu iktidarı gösterecek bir mütercimi bulmak son
derece müşkildir.[M. Sofuoğlu, Tefsir Dersleri, (VII. Sınıf), s.67.]
Hasan Basrî Çantay
merhum de tercümeyi en mükemmel şekilde gerçekleştirmenin güçlüğünü şu sözleriyle
anlatıyor: "Kur'an-ı Mübîn hem lafzı, hem manasıyla mu'ciz onu hakkıyle
tercemeden beşer acizdir. Şimdiye kadar birçok yabancı diller buna yeltendi,
fakat onun ilahî belagat ve i'cazı hepsini yere serdi. Ne okuyanlar, ne de
bizzat ona yeltenenler bunları beğendi. Bizde de ya aslından ya o ecnebi
kaynak ve taslaklardan terceme edilmiş eski ve yeni birçok özenişler gördük.
Hakkın kelamına aklımızca çelenkler ördük, ancak anladık ki: Bunlar
"O" değildir, aczin ta kendisi olan birer özeniş, bir taklid dildir."
"...Nihayet Allah
kelamı ile beşer kelamı arasındaki fark, tıpkı yaratanla yaratılan arasındaki
farktır. Bu gerçektir, muhakkaktır. Bu farkı gidermeye insü cin şöyle dursun,
melekler ve Nebiler bile muktedir değildir. Çünkü o "ezelî", bu
"fani" bir dildir. İşte sözün özü.[Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meal-i
Kerim, I, 5-6.]
Şuna da işaret edelim
ki açıklamakta olduğumuz bu hadis zayıftır. Çünkü ravileri arasında Ebu Halid
ed-Dalanî vardır. İbn Hacer'e göre bu zat çok hata eden birisidir.