باب: ما جاء
في دعاء النبي
صلى الله عليه
وسلم أمته إلى
توحيد الله
تبارك وتعالى.
1. NEBİ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN ÜMMETİNİ ALLAH'I TEVHİDE
ÇAĞIRMASI
حدثنا أبو
عاصم: حدثنا
زكرياء بن
إسحق، عن يحيى
بن عبد الله
بن صيفي، عن
أبي معبد، عن
ابن عباس رضي
الله عنهما:
أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم بعث
معاذاً إلى اليمن.
[-7371-] İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Muaz'ı Yemen'e (vali olarak) göndermiştir.
وحدثني عبد
الله بن أبي
الأسود: حدثنا
الفضل بن
العلاء: حدثنا
إسماعيل بن
أمية، عن يحيى
بن عبد الله
بن محمد بن
صيفي: أنه سمع
أبا معبد،
مولى ابن
عباس، يقول:
سمعت ابن عباس
يقول: لما بعث
النبي صلى
الله عليه
وسلم معاذ بن
جبل إلى نحو
أهل اليمن،
قال له: (إنك
تقدم على قوم
من أهل
الكتاب،
فليكن أول ما
تدعوهم إلى أن
يوحدوا الله
تعالى، فإذا
عرفوا ذلك، فأخبرهم
أن الله فرض
عليهم خمس
صلوات في
يومهم وليلتهم،
فإذا صلوا،
فأخبرهم أن
الله افترض عليهم
زكاة في
أموالهم،
تؤخذ من
غنيِّهم فتردُّ
على فقيرهم،
فإذا أقرُّوا
بذلك فخذ منهم،
وتوقَّ كرائم
أموال الناس).
[-7372-] İbn Abbas şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, Muaz'ı Yemen taraflarına vali olarak gönderince "(Ey Muazf)
Şimdi sen ehl-i kitap olan bir kavim üzerine (vali) gidiyorsun. (Oraya
vardığında) ilk vazifen Yemenlileri Yüce Allah'ı birleyip, tevhid etmeye
çağırmak olsun. Bunu öğrendiklerinde Allah'ın kendilerine gece ve gündüz beş
vakit namaz farz kılmış olduğunu haber ver. Namaz kılmaya başladıklarında
Allah'ın kendilerine mallarının zekatını farz kılmış olduğunu ve (bu
zekatların) zenginlerinden alınıp, fakirlere verileceğini haber ver.
(Yemenliler) bunu da ikrar ve kabul edince, onlardan (zekat) al fakat
insanların mallarının en iyilerini almaktan sakın!"
حدثنا محمد
بن بشار:
حدثنا غندر:
حدثنا شعبة، عن
أبي حصين
والأشعث بن
سليم: سمعا
الأسود بن هلال،
عن معاذ بن
جبل قال:
قال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (يا
معاذ، أتدري
ما حق الله
على العباد).
قال: الله
ورسوله أعلم،
قال: (أن
يعبدوه ولا
يشركوا به
شيئاً، أتدري
ما حقهم عليه).
قال: الله
ورسوله أعلم،
قال: (أن لا
يعذبهم).
[-7373-] Muaz b. Cebel şöyle demiştir: Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem "Ya Muaz!
Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" diye
sordu. Muaz "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedi. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem "(Kulların) Allah'a ibadet etmeleri ve Ona hiçbir şeyi
ortak koşmamalarıdır" buyurdu. Sonra da "Kulların Allah üzerindeki
hakları nedir bilir misin?" diye sordu. Muaz da "Allah ve Resulü en
iyi bilendir" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem" (Büyük
günahlardan çekinen ve emirleri yerine getiren) kullarına azap
etmemesidir" buyurdu.
حدثنا
إسماعيل:
حدثني مالك،
عن عبد الرحمن
بن عبد الله
بن عبد الرحمن
بن أبي صعصعة،
عن أبيه، عن
أبي سعيد
الخدري:
أن
رجلاً سمع
رجلاً يقرأ:
{قل هو الله
أحد}. يرددها،
فلما أصبح جاء
إلى النبي صلى
الله عليه وسلم
فذكر له ذلك،
وكأن الرجل
يتقالُّها،
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
(والذي نفسي
بيده، إنها
لتعدل ثلث
القرآن).
زاد إسماعيل
بن جعفر، عن
مالك، عن عبد
الرحمن، عن
أبيه، عن أبي
سعيد: أخبرني
أخي قتادة بن
النعمان، عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم.
[-7374-] Ebu Said el-Hudrı şöyle demiştir: Sahabilerden
birisi geceleyin birinin "Kul huvallahu ahad=Oe ki o Allah birdir"
suresini okumakta ve hiç durmadan tekrarlamakta olduğunu işitti. O kişi sabah
olunca Nebie geldi ve bunu kendisine zikretti. -Sureyi duyanın İhlas suresini
azımsar gibi bir hali vardı.- Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu sure muhakkak
Kur'an'ın üçte birine denktir" buyurdu.
حدثنا محمد:
حدثنا أحمد بن
صالح: حدثنا
ابن وهب:
حدثنا عمرو،
عن ابن أبي
هلال: أن أبا
الرجال محمد
بن عبد الرحمن
حدثه، عن أمه
عمرة بنت عبد
الرحمن، وكانت
في حجر عائشة
زوج النبي صلى
الله عليه وسلم،
عن عائشة:
أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم بعث
رجلاً على سريَّة،
وكان يقرأ
لأصحابه في
صلاته فيختم
ب: {قل هو الله
أحد}. فلما
رجعوا ذكروا
ذلك للنبي صلى
الله عليه
وسلم فقال:
(سلوه لأي شيء
يصنع ذلك).
فسألوه فقال:
لأنها صفة
الرحمن، وأنا
أحب أن أقرأ
بها، فقال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (أخبروه
أن الله يحبه).
[-7375-] Aişe r.anha şöyle demiştir: Nebi sallallahu
aleyhi ve seııem birisini bir müfrezenin başında kumandan yapıp göndermişti. Bu
zat arkadaşlarına kıldırdığı namazıarda Kur'an okur ve kıraatini her zaman
"Kul huvallahu ahad" suresiyle bitirirdi. Müfrezeye katılanlar
gazadan döndüklerinde (kumandanın bu adetini) Nebie zikrettiler. Resulullah
saııallahu aleyhi ve sellem onlara "Niçin böyle yapmakta olduğunu
kendisine sorunuz" buyurdu. Onlar da gidip bunu kendisine sordular.
Kumandan "Çünkü bu sure, Rahmanın sıfatıdır. Bu yüzden bu sureyi okumayı
severim" diye cevap verdi. (Gelip bu cevabı haber verdiklerinde) Nebi
sallallahu aleyhi ve seııem
"Siz de ona Allah'ın kendisini sevmekte olduğunu haber
veriniz" buyurdu.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Allah'ı tevhid"den maksat, onun bir ilah olduğuna
şehadet ederek kendisini birlemektir.
"Şimdi sen ehl-i kitap olan bir kavim üzerine (vali)
gidiyorsun." Söz konusu ehl-i kitap, Yahudilerdir. Yahudiliğin Yemen'e ilk
girişi, Es'ad 21 Kerib zamanında olmuştur ki bu zat, İbn İshak'ın Sıret'incie
uzun uzun anlattığı üzere Tübba' elAsgar'dır. İslam doğduğunda Yemen halkı
Yahudilik inancı üzereydi. Hıristiyanlık dini Yemen' e daha sonra Habeşliler
buraya galip olduklarında girdi. Bunlardan birisi de Mekke'yi fethetmeye
kalkıp, Kabe'yi yıkmak isteyen fil sahibi Ebrehe idi. İbn İshak'ın geniş bir
şekilde anlattığı üzere Seyf b. Zı Yezen onları buradan süpürüp atmıştır.
Bundan sonra Yemen' de Necran hariç hiç Hıristiyan kalmamıştır. Necran, Mekke
ile Yemen arasında bulunur. Yemen'in bazı beldelerinde ise Yahudilerden çok az
bir nüfus kalmıştır.
"Şimdi sen ehl-i kitap olan bir kavim üzerine (vali)
gidiyorsun ... " Zekat Bölümünün ortalarında İsmail b. Ümeyye'nin Yahya b.
Abdullah'tan naklettiği rivayete göre Resulullah sal1allahu aleyhi ve sellem;
"Oraya vardığında ilk vazifen onları Allah'ı ibadete davet etmek olsun.
Bunu öğrendiklerinde ... " buyurmuştur. İmamu'l-Harameyn örneğinde olduğu
gibi insana yönelik olan ilk vacip bilmektir diyenler bu rivayeti esas
almışlardır. Onların bakış açısına göre emri ve yasaklığı getireni tanımadan
emredilen şeylerden herhangi birisini ona sarılmak kastıyla yerine getirmek ve
yasak edilen şeylerden herhangi birini ondan vazgeçmek amacıyla kaçınmak mümkün
değildir. Ancak bu görüşü savunaniara marifet ancak düşünme ve akıl yürütme ile
mümkün olur diye itiraz edilmiştir.
İman Bölümünde bu görüşten vazgeçip, Yüce Allah'ın "Sen
yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona
çevir"(Rum 30) ayeti ile "Her dünyaya gelen fıtrat üzere doğar"
hadisini esas alan kimselerden söz etmiştik. Çünkü ayet ve hadisin zahiri ne göre
marifet, fıtratın aslı olarak insanda mevcuttur. Bundan dışarı çıkmak, kişiye
daha sonra arız olan bir durumdur. Zira Hz. Nebi sal1allahu aleyhi vesellem
'J!\nne ve babası onu Yahudi ve Hıristiyan yapar" demektedir.
Hocamızın hocası Hafız Selahuddin el-Alal'nin açıklamasından bir
kısmını okuduğumda özetle şunları görmüştüm:
Bu mesele mezheplerin birbiriyle çeliştiği ve farklı görüşler
benimsediği, ifrata tefrite düşenlerle, orta yolu benimseyenlerin bulunduğu bir
konudur. Bir tarafta Allah'ın varlığını ispat ve ortağının bulunmadığını
belirtme noktasında sırf taklitte bulunmak yeterli diyenler vardır. Ubeydullah
b. el-Hasen el-Anberı, Hanbelllerden bir grup ve zahiriler bu görüşü
benimsemişlerdir. Bunların içinde daha ileri gidip, deliller üzerinde düşünmeyi
haram görenler olmuştur. Bunlar -ileride açıklanacağı üzere- büyük imamların
kelam ilmini kınayıcı ifadelerine dayanmışlardır. İkinci görüş, herkesin
imanının kelam ilmindeki delilleri bilmeye bağlı olduğunu savunan görüştür. Bu
yaklaşım Ebu İshak el-İsferayınl'ye nispet edilir. İmam Gazzal1 şöyle demiştir:
Bir grup ileri gitmiş ve sade müslümanların küfre girdiklerini
ifade ederek şer'ı inançları kendi yazdıkları delillerle bilmeyen kimselerin
kafir olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunlar Allah'ın geniş rahmetini daraltmışlar,
cenneti kelamcılardan çok az sayıdaki bir zümreye mahsus kılmışlardır.
Kurtubı el-Müfhim isimli eserinde açıklaması Ahkam Bölümünde
geçen "Allah katında erkeklerin en sevimsizi, husumeti şiddetli olan
kimsedir" hadisini açıklarken -bu hadis Müslim'in Sahih'inde ilim
bölümünün baş taraflarında da yer alır (Müslim, İlim) şöyle der:
Yüce Allah'ın buğzettiği bu kişi, husumetiyle hakkı kendisinden
uzak kılmayı, fasit yaklaşımlar, zanna düşürücü şüpheler vasıtasıyla onu
reddetmeyi hedefleyen kimsedir. Bunun en beteri kelamcıların çoğunluğunun
yaptığı gibi usulü'd-din konusundaki husumettir. Zira onların büyük bir kısmı,
Allah'ın kitabı, Nebiinin sünneti ve ümmetinin selefinin gösterdiği yollardan
yüz çevirip, bid'at olan yollara, uydurulmuş terimlere, cedel kurallarına ve
yapay birtakım şeylere sapmış olan kimselerdir. Dayandıkları görüşün büyük bir
kısmı felsefi görüşlere veya laM tenakuzlara dayanmaktadır ki bunları esas alan
kimseler bu yüzden baş edemeyecekleri birtakım şüphelere veya imanlarını
götürecek birtakım kuşkulara düşmektedirler. Bunlardan içinde söz konusu
şüphelerden en iyi uzaklaşa!1lar, en bilgili olanları değil, en cedelci
olanlarıdır. Şüphenin fasit bir şeyolduğunu bilen nice alim vardır ki onu çözme
gücüne sahip değildir. Şüpheden kopmuş nice nice kimseler vardır ki o şüphenin
bilgisinin hakikatini kavramamıştır. Öte yandan bunlar öyle olmayacak şeyler
işlemişlerdir ki bunlara ne aptallar razı olur ne de çoeuklar!
Bunların imamlarından birçokları gittikleri yoldan dönmüşlerdir.
Hatta İmamu'l-Harameyn'in şöyle dediği nakledilir:
"Büyük bir okyanusa girmiştim. Hakkı araştırma uğruna
taklitten kaçmak için ilim ehli kimselerin yasak ettikleri her şeye dalıp
çıktım. Şu anda geri döndüm ve artık selefin yaklaşımını benimsemekteyim."
İmamu'l-Harameyn'in ifadesi budurveya mealen budur. İmamu'lHarameyn'in vefat
ederken şöyle dediği nakledilir:
"Eyarkadaşlarım! Kelam ilmiyle meşgulolmayın! Kelam ilminin
beni götürdü gü noktayı baştan bilecek olsaydım, bu ilimle
meşgulolmazdım." Kurtubı de şöyle demiştir:
Kelamcıların bir kimse akıl yürütmeden (istidlal) önce iki
şeyden hangisinin hidayet olduğunu bilmez şeklindeki delilleri bizce kabul
edilemez. Tam aksine öyle kimseler vardır ki daha ilk anda İslama gönülleri
yatışır ve içleri açılır. Bunların içersinde akıl yürütme noktasında durup
bekleyen kimseler vardır. Onun sözünü ettiği kimseler, bu ikinci şıkta yer
alanlardır. Böyle bir kimsenin kendisini ateşten korumak için düşünmesi
gerekir. Zira Yüce Allah "Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar
olan ateşten koruyun"(Tahrim 6) buyurmuştur. Bu kişinin kendisinden irşat
isteyen herkese bu yolu göstermesi ve hakkın varlığına burhanlar getirmesi
gerekir. Nebi s.a.v.'in dönemi ile ondan sonraki zamanlarda yaşayan selef-i
salih in böyle hareket etmiştir.
Nebi s.a.v.'i tasdik noktasında gönlünde şüphe olmayan ve nefsi
Yüce Allah'ın bir lutfu ve kolay kılması sayesinde kendisinden delil istemeyen
kimselere gelince, bunlar hakkında Yüce Allah "Fakat Allah size imanı
seudirmiş ve onu gönüllerinize seudirmiştir"(Hucurat 7) "Allah kimi
doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslama açar"(En'am 125)
demektedir. Burada sözü edilenler babalarını ve reisierini taklit eden kimseler
değildir. Çünkü onların babaları veya başlarındaki reisieri küfre girse bunlar
onların ardından gitmezler. Tam tersine şeriata muhalif bir söz işittikleri
herkesten içlerinde nefret duyarlar. Ayetlere ve hadislere gelince, bunlar
uymaları yasak edilen kimselere tabi olan ve tabi olmaları emredilenlere tabi
olmaktan kaçınan kimseler hakkındadır.
Yüce Allah, onlara iddialarına delil getirmeleri yükümlülüğünü
koymuştur.
mu'minler ise böyle değildir. Onlar bir delil getirmedikçe tabi
olmalarını geçersiz kılan herhangi bir ifade gelmiş değildir. Allah'a ve
Nebiine muhalif olan herkesin esasen dayanacağı hiçbir delil yoktur. Yüce
Allah'ın onlara delil getirme yükümlülüğünü koyması kendilerini susturma ve
aciz duruma düşürmek içindir. Getirdiği hususlarda Nebie tabi olan kimseye
gelince, o kendisine emredilen hakka uymuştur. Onun gittiği yolun gerçek
olduğuna delil vardır. O kişi sözkonusu burhanı açıklamayı ister bilsin,
isterse bilmesin farketmez.
Bunların içerisinde "Yüce Allah akıl yürütmekten söz etmiş
ve bunu emretmiştir" diyenlerin görüşlerini kabul ediyoruz. Fakat bu, gücü
yeten herkes için mendub ve güzel bir şeydir. Daha önce açıklandığı üzere gönlü
tasdike yatışmayan kimse için de bir yükümlülüktür. Başarı Yüce Allah'tandır.
Bir başkası şöyle demiştir: Selefin yolu daha salim, halefin
yolu daha sağlamdır görüşü isabetli değildir. Çünkü bunu söyleyen kişi, selefin
yolunun Kur'an'ın ve hadislerin lafızlarına bu konuda herhangi bir fıkıh ve
anlayış sahibi olmaksızın sırf iman etmek olduğunu, halefin yolunun ise çeşitli
mecazlarla hakiki manalarından çevrilmiş olan nasıarın manalarını bulup
çıkarmak olduğunu zanneder. Bu görüşü savunan kimse böylece selefin yolunu
bilmeme, halefin yolu konusunda iddiada bulunma sakıncasını kendisinde
birleştirmiş olur. Oysa mesele onun zannettiği gibi değildir. Tam tersine
selef, Yüce Allah'ı layıkı olduğu şekilde bilmekte ve ona son derece tazimde
bulunup, emrine boyun eğmekte, iradesine teslim olmaktadır. Halefin yolunu
tutan hiçbir kimse,- tevil ettiği şeyin Allah'ın iradesi olduğuna güven içinde
değildir. Onun yaptığı tevilin sıhhatine kesin karar vermesi mümkün değildir.
Kurtubi şöyle demiştir: Fetva imamlarıyla, onlardan önce geçen
selef imamlarının benimsedikleri görüş budur. Bazıları fıtratın aslı hakkında
söylenenlerle önce Hz. Nebiden, sonra sahabilerden mütevatir olarak nakledilen
uygulamaları delil olarak göstermektedirler. Buna göre Hz. Nebi sallallii.hu
aleyhi ve selle m ve sahabiler puta tapmakta olan kaba ve sert Arapların İslama
girenlerinin Müslüman olduklarına hükmetmişler, onların kelime-i şehadeti ikrar
etmelerini, delilleri öğrenmeyi zorunlu kılmaksızın İslamın ahkamını
benimsemelerini kabul etmişlerdir. Gerçi onların birçoğu, herhangi bir delilin
bulunması ve o delilin kendisine açık bulunması sebebiyle Müslüman olmuşlardır.
Bunların birçoğu daha önce herhangi bir delil olmaksızın gönüllerinden Müslüman
olmuşlardır. Hatta sırf ehl-i kitabın ileride bir Nebi gönderileceği ve
kendisine muhalif olanlara galip geleceği yolundaki haberlerine dayanarak
Müslüman olmuşlardır. Hz. Muhammed hakkındaki alametleri gördüklerinde Müslüman
olmaya koyulmuşlar, onun söylediği her sözde, namaz, zekat ve başkaca davet
ettiği şeyler konusunda kendisini tasdik edip, doğrulamışlardır.
Ebü'l-Muzaffer b. es-Sem'anı de bu konuda kısaca şöyle der: Akıl
hiçbir şeyi ne vacip kılar, ne de haram kılar. Aklın bu gibi şeylerde hiçbir
fonksiyonu yoktur. Şeriat herhangi bir hükmü getirmek istemezse hiç kimseye
hiçbir şey vacip olmaz. Zira Yüce Allah "Biz bir Nebi göndermedikçe
(kimseye) azap edecek değiliz. "(İsra 15) "İnsanların Nebilerden
sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın"(Nisa 165) demektedir. Bu
konuda daha birçok ayet sıralamak mümkündür. Nebilerin davetinin detay (fürli')
hükümleri beyan etmek için olduğunu iddia eden kimsenin Allah'a çağrıda
bulunanın Nebi değil, akılolduğunu söylemesi gerekir ve yine böyle bir iddia
sahibinin Allah'a davet açısından Nebilerin varlığıyla yokluğunun bir olduğunu
ifade etmesi gerekir. Bu ise sapıklık olarak insana yeter. Biz aklın insanı
tevhide götürdüğünü inkar etmiyoruz. Bizim kabul etmediğimiz nokta, aklın tek
başına bu fonksiyonu yerine getirdiği ve akılolmaksızın Müslümanlığın geçerli
olmadığı iddiasıdır.
Sem'anl'nin ifadesini Ebu Davud'un İbn Abbas'tan naklettiği şu
hadis teyit etmektedir: Adamın biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
"Allah aşkına soruyorum. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmemiz,
Lat ve Uzza'yı bırakmamız için seni Allah mı gönderdi?" Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem" evet" deyince, o kişi Müslüman oldu. Bu
haberin aslı, Dımam b. Salebe olayı bağlamında Buhari ve Müslim' dedir.
İbn Abbas hadisinde buraya kadar zikredilenlerden başka sonuçlar
da çıkmaktadır. Buna göre bir kMir kelime-i şehadetleri ikrar ettiği takdirde
onun Müslüman olduğuna hükmedilir. Çünkü Allah'a ve Nebiine imanın gereği,
onlardan gelen şeylerin tümünü tasdik edip, bunları üstlenmektir. Bunlar
kelime-i şehadetleri tasdik eden kimse için hasıl olur. Bir kafir, mesela namaz
gibi İslamın rükünlerinden herhangi bir şeyi tasdik ettiğinde bu hareketiyle
Müslüman olur.
"Allah'ın kullan üzerindeki hakkı nedir bilir misin?"
Bu ifadenin geniş bir açıklaması Rikak Bölümünde daha önce geçmişti. Bu
cümlenin bu bölümde yer alması "Ona hiçbir şeyi ortak koşmamalandır" ifadesidir.
Çünkü tevhitten maksat budur.
"Kıraatini her zaman 'Kul huvallahu ahad' suresiyle
bitirirdL" İbn Dakık el-Iyd şöyle der: Bu, o sahabinin başka sure
okuduğunu ve her rekatta ihlası okuduğunu göstermektedir. İfadenin zahirinden
anlaşılan budur. O sahabinin kıraatini İhlas suresiyle tamamlanmış olması da
muhtemeldir. Bu durumda İhlas suresi son rekata mahsus olur. Birinci ihtimale
göre bir rekatta iki sureyi birlikte okumanın caizliği hükmü anlaşılır.
Sözkonusu açıklama Salat Bölümünün zikredilen başlığı altında
burada yeniden ele almaya gerek bıraktırmayacak şekilde geçmişti. "Çünkü o
Rahman'ın sıfatıdır." İbnü't-Tın şöyle der: O kişinin "Çünkü bu sure,
Rahmanın sıfatıdır" demesi surenir. içinde Yüce Allah'ın isimlerinin ve
sıfatlarının bulunmasından dolayıdır. Onun isimleri, sıfatlarından türemiştir.
Bir başkası şöyle der:
Sözü edilen sahabinin bu cevabı vermesi Hz. Nebiden duyduğu bir
şeye bağlı olabilir. Bu, ya açıkça belirtilmiştir ya da o kişinin hüküm
çıkarması yoluyladır. Beyhakl'nin Kitabu'l-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde
hasen isnadla nakline göre İbn Abbas şöyle demiştir:
Yahudiler, Hz. Nebie geldiler ve ona "Bize ibadet ettiğin
Rabbini anlat" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah "Kulhuvallahu
ahad"le başlayan ihlas suresini sonuna kadar indirdi. Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Bunlar aziz ve celil olan Rabbimin
sıfatıdır" dedi. Ubey b. Ka'b ise şöyle demiştir:
Müşrikler Hz. Nebie "Rabbini bize anlat" deyince,
İhlas suresi inmiştir. Bu haber İbn Huzeyme'de Tevhid Bölümünde yer almaktadır.
Hakim haberin sahih olduğunu belirtmiştir. Bu bölümde yer verilen hadis, Yüce
Allah'ın sıfatı olduğunu söyleyen bilginlerin lehine bir delildir ki çoğunluğun
görüşü bu doğrultudadır.
"Siz de ona Allah 'ın kendisini sevmekte olduğunu haber
veriniz." İbn Dakık el-Iyd şöyle der: Yüce Allah'ın ona muhabbet sebebi, o
kişinin bu sureyi sevmesi olabilir. Bunun yanında söylediği sözün anlamı da
olabilir. Çünkü o kişinin Allah'ın sıfatlarının zikrini sevmesi, inancının
sahih olduğuna delildir.