SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-İ’TİSAM

<< 2380 >>

باب: ما يُذكر من ذمِّ الرأي وتكلُّف القياس.

7. RE'YİN KÖTÜLENMESİ VE KIYASTA ZORLAMAYA GİTME

 

{ولا تقف} لا تقل {ما ليس لك به علم} /الإسراء: 36/.

Yüce Allah "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme" yani onu söyleme buyurmuştur.(İsra 36)

 

حدثنا سعيد بن تليد: حدثني ابن وهب: حدثني عبد الرحمن بن شريح وغيره، عن أبي الأسود، عن عروة قال: حجَّ علينا عبد الله بن عمرو، فسمعته يقول:

 سمعت النبي صلى الله عليه وسلم يقول: (إن الله لا ينزع العلم بعد أن أعطاهموه انتزاعاً، ولكن ينتزعه منهم مع قبض العلماء بعلمهم، فيبقى ناس جهَّال، يُسْتَفْتَون فيفتون برأيهم، فيُضِلُّون ويَضِلُّون).

فحدثتُ به عائشة زوج النبي صلى الله عليه وسلم، ثم إن عبد الله بن عمرو حجَّ بعد، فقالت: يا ابن أختي، انطلق إلى عبد الله فاستثبت لي منه الذي حدَّثتني عنه، فجئته فسألته، فحدَّثني به كنحو ما حدَّثني، فأتيت عائشة فأخبرتها، فعجبت فقالت: والله لقد حفظ عبد الله بن عمرو.

 

[-7307-] Urve şöyle demiştir: Abdullah b. Amr hacca giderken bizim yanımıza uğradı ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu sözlerini nakletti:

 

"Şüphesiz Allah ilmi size verdikten sonra (hafızalarınızdan) zorla söküp almaz. Fakat bunu kendilerinden ilim adamlarını bilgileriyle birlikte (toplumun içinden) çekip alarak yapar. Artık geride çok cahil birtakım insanlar kalır. (O sırada halk tarafından bunlara) dinı şeyler sorulur. Onlar da şahsı görüşlerine göre cevap verirler. Böylece hem insanları saptırırlar, hem de kendileri sapar giderler. "

 

Urve şöyle dedi: Ben bu hadisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Aişe r. anha'ya rivayet ettim. Sonra Abdullah b. Amr daha sonra bir hac daha yaptı. Hz. Aişe r.a. bana

 

"Ey kız kardeşimin oğlu! Abdullah b. Amr'a git de senin bana ondan rivayet etmiş olduğun hadisi benim için bir tespit et1" dedi. Bunun üzerine ben ona gittim ve o hadisi kendisine sordum. Abdullah b. Amr, bana sözkonusu hadisi daha önce rivayet ettiği gibi aynen nakletti. Akabinde Aişe r.anha'ya geldim ve bunu kendisine haber verdim. Aişe r.anha hayret etti ve

 

"Valiahi Abdullah b. Amr bu hadisi sağlam ezberlemiş" dedi.

 

 

حدثنا عبدان: أخبرنا أبو حمزة: سمعت الأعمش قال: سألت أبا وائل: هل شهدت صفِّين؟ قال: نعم، فسمعت سهل بن حُنَيف يقول: (ح). وحدثنا موسى بن إسماعيل: حدثنا أبو عوانة، عن الأعمش، عن أبي وائل قال: قال سهل بن حُنَيف:

 يا أيها الناس اتَّهموا رأيكم على دينكم، لقد رأيتُني يوم أبي جندل، ولو أستطيع أن أرد أمر رسول الله صلى الله عليه وسلم لرددته، وما وضعنا سيوفنا على عواتقنا إلى أمر يُفظعنا إلا أسهلن بنا إلى أمر نعرفه غير هذا الأمر. قال: وقال أبو وائل: شهدت صفِّين وبِئْسَتْ صفِّين.

 

[-7308-] Ebu Vail'in nakline göre Sehl b. Huneyf şöyle demiştir:

 

Ey insanlar! Dininiz hakkında görüşlerinizi itham ediniz! Yemin olsun ki ben (Hudeybiye'deki) Ebu Cendel gününde kendi nefsimi şöyle gördüm:

 

Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in (Ebu Cendel'i sulh maddesine göre müşriklere) geri vermesi emrini reddetmeye gücüm yetseydi, muhakkak onu reddedecektim. Biz Allah yolunda kılıçlarımızı henüz omuzlarımızdan indirmemiştik. (Ebu Cendel'i geri vermeme teşebbüsümüz) bizleri korkunç bir duruma düşürecekti. Şu kadar var ki, kılıçlarımız bizi (şu harb) işinden başka hayırlı bilmekte olduğumuz kolay bir işe götürmüştür. A'meş şöyle dedi:

 

Ebu Vail "Ben Sıffın'da hazır bulundum. O ne kadar çirkin Sıffın idi" demiştir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Re'yin kötülenmesi." Yani düşünceye dayanan fetvanın kötülüğü. Nassa uygun olan görüşe rey denildiği gibi, muhalif olana da denir. Kınanmış olanı, nassın aksini gösterdiği görüştür. İmam Buhari yukarıdaki başlıkta "min" kelimesi ile reye dayanan bazı fetvaların kınanmayacağına işaret etmektedir. Bu, hakkında kitap veya sünnet ya da icmadan bir nas bulunmayan durumlardır. Buharl'nin başlığındaki "tekellüfü'l-kıyas" deyiminden maksat şudur:

 

Herhangi bir mesele hakkında kitap, sünnet ve icma hükmü bulunmayıp, kıyasa ihtiyaç duyulduğunda kişi kendini buna zorlamaz. Aksine kıyası kendi kalıpları içinde kullanır ve kıyasın rükünlerinden olan ortak illeti bulmada kendini zorlamaz. Aksine ortak illet açık ve net olmadığında beraet-i asliyye delilini esas alır. Bir kimsenin nas varken kendi formuna uygun olarak kıyası kullanması ve nas bulunduğu halde ona muhalefet edip, bunu da uzak bir şeyle tevil etmesi kıyasta tekellüfe girer. Bu konuda taklit ettiği kimsenin tarafını tutan kişiye yönelik olan kınama, şiddetlidir. Zira taklit edilen kişinin nastan haberdar olmama ihtimali vardır.

 

"Ardına düşme: Hakkında bilgin bulunmayan şeyi söyleme." İmam Buhari sözünü ettiği zorlamanın kınanmasına bu ayeti delilolarak göstermiştir. Ayette geçen "el-kafv" İbn Abbas tarafından "söz" şeklinde tefsir edilmiştir. İbn Abbas'ın bu tefsiri Taberi tarafından nakledilmiştir. Ayrıca İbn Ebi Hatim de Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla İbn Abbas'tan bu rivayeti nakletmiştir. Aynı şekilde Abdurrezzak'ın Ma'mer'den nakline göre Katade "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme" ayetini görsen de, görmesen de, işitsen de, işitmesen de söyleme şeklinde tefsir etmiştir. Bu kelimenin manası olarak bilinen, onun "birisine tabi olma, uyma" anlamına geldiğidir. Musa ve Hızır hadisinde "fentalaka yekfU eserehCı" şeklinde bir cümle geçmişti. Bunun manası Musa onun izini takip etmek üzere yola çıktı demektir.

 

İmam Şafii kıyası habere tercih edenlere karşı "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Resule götürün"(Nisa 59) ayet-i kerimesini delil olarak göstermiş ve bunun manası "-Allah daha iyi bilir ya- bu konuda Allah'ın ve Resulünlin dediğine tabi olunuz şeklindedir" demiştir.

 

Üzerinde durduğumuz konuda Beyhaki, İbn Mesud'un şu hadisine yer vermiştir: "Kendisinden sonra ondan daha kötüsü olmayan hiçbir yıl yoktur. Ben "Bir yıl, diğerinden daha verimlidir. Bir emir diğerinden daha hayırlıdır" demiyorum. Fakat alimlerin gideq:ı

 

ğinden söz ediyorum. Sonra bir topluluk çıkar ve meseleleri kendi görüşlerine kıyas ederler ve böylece İslam yıkılır."

 

"Abdullah b. Amr hacca giderken bizim yanımıza uğradı ve Resulullah s.a.v.'in şu sözlerini nakletti:

 

Müslim'in rivayetine göre(Müslim, ilim) Urve şöyle demiştir: Aişe r.anha bana dedi ki:

 

'Ey kızkardeşimin oğlu! Abdullah b. Amr'ın bize uğrayarak hacca gideceğini duydum. Git, ona sor, çünkü kendisi Hz. Nebiden çok miktarda ilim almıştır. Ben de gittim, onunla karşılaştım ve kendisine birçok şey sordum. O bunları Hz. Nebiden rivayet etti. Zikrettiklerinden birisine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem" Şüphesiz Allah ilmi size verdikten sonra (hafızalarınızdan) zorla söküp almaz." Zannediyorum Abdullah b. Amr bu hadisi Ebu Ümame'nin rivayet ettiği hadisi soran kimseye cevap olarak nakletmiştir. Ebu Ümame'nin rivayeti şöyledir:

 

Veda haccı yapılınca Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem siyah bir devenin üzerinde ayağa kalktı ve "Ey insanlar! İlmi kabzedilmeden ve dünyadan kaldırılmadan önce alınız" buyurdu. Bu hadisin son kısmında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç kez "Dikkat ediniz! İlmin gitmesi onu taşıyanların (alim) gitmesidir" buyurdu. Hadisi Ahmed b. Hanbel, Taberani ve Darimi rivayet etmişlerdir. (Ahmed b. Hanbel, V, 266; Taberani, el-Mucemu'l-Kebir, VIII, 215)

 

Bu hadis zamanın müçtehitsiz olabileceğine delilolarak göstermiştir.

 

Hanbelilerin büyük bir kısmının ve oDların dışındaki bazı bilginlerin aksine çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Zira hadis alimlerin kabzedilmesi ile ilmin toplumdan alınacağı, cahillerin başa geçirileceği noktasında açıktır. Cahil kimselerin baş yapılmasının ayrılmaz parçası ise bilmeden hüküm vermektir. Toplumda ilim ve ilme göre hüküm veren yok olunca bundan içtihadın ve müçtehidin yok olacağı sonucu çıkar. Bu görüşe "Allah'ın emri kendilerine gelinceye kadar -bir rivayette- kıyamet kopuncaya kadar -veya- Allah'ın emri gelinceye kadar ümmetimden bir zümre hep (hak üzere) olmaya devam edecektir" hadisiyle itiraz edilmiştir.

 

Bu yaklaşıma ilkin hadisin kıyamete kadar ümmet içinden bir zümrenin hak üzere bulunmasının imkansızlığı noktasında değil, zamanın alimsiz kalmayacağı konusunda açık ve net olduğu şeklinde cevap verilmiştir. İkinci olarak birinci delil -ikincinin aksine- bazen ilmin alınacağı, bazen de yeryüzünden kaldırılacağı noktasında daha açıktır. Bu iki hadisi birbiriyle çelişir farzetsek bile belli bir zamanın alimsiz kalacağına mani olmadığı şeklindeki temel kural, geçerliliğini korur. Bilginler şöyle demişlerdir: içtihat, farz-ı kifayedir. içtihadın olmaması insanların batıl üzere ittifaklarını gerektirir. Buna şöyle cevap verilmiştir:

 

Farz-ı kifayenin varlığını koruması, alimlerin bakası şartına bağlıdır. Alimlerin yeryüzünden silindiklerine delil bulunduğunda farz-ı kifaye de geçerliliğini kaybeder. Çünkü alimlerin yok olmasıyla içtihat gücü ve fırsatı da ortadan kalkar. içtihadın imkan dahilinde olması yok olunca böyle bir mükellefiyet de varlığını yitirir. Bir grup alim bu konuyu bu şekilde kısıtlamıştır. Fiten Bölümünün sonlarında yer alan

 

Zamanın Değişmesi ve Nihayet Putlara Tapılması başlığı altında bunun İsa'nın aleyhisselam yeryüzüne inmesinden sonra esecek bir rüzgarla müslümanların yeryüzünden silinme anı olacağına işaret edilmişti. Dolayısıyla bu rüzgardan sonra kalbinde zerre ağırlığında iman olup da ruhu kabzedilmemiş kimse kalmayacak, geriye sadece kötü insanlar kalacak ve kıyamet de onların başına kopacaktır.

 

 

HadistenÇıkan Sonuçlar

 

1- Fesada yol açacağı için cahil bir kimse başkan olarak başa geçirilemez.

Cahil bir kimseyi -akıllı ve iffetli bile olsa- yönetime getirmenin caiz olmadığını söyleyenler bu hadise dayanmışlardır. Fakat iş fasık alimle, iffetli cahil arasında bir tercih noktasına varmışsa iffetli cahil daha iyidir. Çünkü onun takvası, kendisinin bilmeden hüküm vermesine engelolur ve onu araştırmaya, sormaya sevkeder.

 

2- Alimlerin ve öğrencilerin birbirinden ilim alması gerekir.

 

3- Alimler ve öğrencileri birbirlerinin hıfzına ve faziletine şehadette bulunmalıdır.

 

4- Alim öğrencisini kendisinde olmayan şeyden istifade etmesi için başkasından ilim almaya teşvik etmelidir.

 

5- Bir muhaddisin yanıldığına dair bir karine bulunduğu takdirde yaptığı rivayeti araştırmak ve faziletli olanı gözetmek gerekir. Çünkü Aişe r.anha Urve'ye "Ona git ve bu konuyu aç" ki ona hadisi sorasın demiş, bunun yerine Abdullah b. Amr'ın kendisinden uzak duracağı korkusuyla ilk baştan "bunu ona sor" dememiştir. İbn Battal şöyle der:

 

Reye dayanarak amel etmeyi kınayan ayet ve hadisle, selefin hüküm istinbat etme şeklindeki uygulamasını birbiriyle şu şekilde uzlaştırmak mümkündür:

 

Ayet bilmeden yere konuşmayı kınamaktadır. Dolayısıyla ayet in sözkonusu ettiği kişi herhangi bir asla dayanmaksızın sırf görüşüne göre konuşan kimsedir. Hadis ise bilmediği halde fetva veren kimseyi kınamaktadır. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu tip kişileri yolunu sapıtmış ve başkalarını saptıran olarak nitelemektedir. Bir asla dayanarak hüküm çıkaran kimse ise "Onların arasından işin iç yüzünü anlayanlar onun ne olduğunu bilirlerdi"(Nisa 83) ayet-i kerimesi gereğince övülmüştür. Rey kitap veya sünnet ya da icma gibi bir asla dayandığında övülmüştür. Bunlardan herhangi birine dayanmadığında ise kınanmıştır. Sehl b. Huneyf ve Ömer hadisi reyi kınamaya delalet etmekle birlikte bu, nassa aykırı olan reye mahsustur. Sanki o şöyle demiştir:

 

Sünnete muhalif olduğunda reyi itham ediniz. Nitekim bizim başımızdan böyle bir şey geçmiştir. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize ihramdan çıkmamızı emretti. Biz ihramlı olarak kalmak istedik. Hac ibadetimizi tamamlamak ve düşmanımızı yenmek için savaşa devam etmek istedik. O anda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gördüğü ve akıbeti güzelolan şeyi biz göremedik. Ömer ise Kadı Şureyh'a şu satırları yazan kişidir:

 

"Allah'ın kitabından senin için açık olana bak. Onu kimseye sarma. Allah'ın kitabından sana bir şeyaçık olmazsa bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine uy. Onun sünnetinden açık bir şey bulamazsan bu konuda kendi reyinle içtihat et."

 

"Sehl b. Huneyf dedi ki: Ey insanlar!" Sehl'in bu konuşmasının sebebi, Fetih suresinin tefsirinde geçmişti. Ebu Cendel'in geri iade edileceği gün Sehl'in konuşmasından maksadın ne olduğu orada açıklanmıştı. Ebu Cendel'i geri vermeme teşebbüsümüz bizleri muhakkak korkunç bir işin içine düşürecekti." Yani feci ve son derece çirkin bir işin içine düşürecekti.

"İlla eshelne=kolay bir işe götürmüştür." Bunun manası şudur:

 

Kılıçlarımız bizi avaya indirmiştir yani bizi araya götürmüştür. Bu ifade şiddetten kolaylığa geçişin kinayeli anlatımıdır.

 

Sehl'in demek istediği şudur: Onlar sıkıntıya düştüklerinde ömür boyu savaş, buna sebat ve fetih uğrunda çarpışmaya ihtiyaç duydular. Bundan dolayı kılıçlarına yöneldiler ve onları omuzlarına aldılar. Bu, savaşta ciddiyetin kinayeli bir anlatımıdır. Böyle davranınca galip geldiler. "Avaya inmek" deyiminden maksat budur. Sonra Ebu Vail Sıffın savaşını bundan istisna etti. Çünkü bu savaşta iki tarafın ileri sürdüğü delilden dolayı savaş gecikti ve direniş şiddetli oldu. Zira Ali ve taraftarlarının delili hakka dönünceye kadar bağllerle savaşmanın kendilerine meşru olduğu görüşü idi. Muaviye ve taraftarlarının delili ise, Osman'ın haksız yere öldürülmesi ve katillerinin Irak askerlerinin içinde bulunması idi. Böylece her iki tarafın saflarında şüphe büyüdü, çarpışma şiddetlendi ve çok kişi öldürüldü. Sonunda hakeme gidildi, arda da olanlar oldu.

 

Sehl'in ifadesine benzer bir görüş. Hz. Ömer'den de şöyle nakledilmiştir:

 

"Dininiz konusunda reyden sakınınız." Bu ifadeyi Beyhaki eserinin baş tarafında bu şekilde kısaca rivayet etmiştir. Aynı haberi, Taberi ve Taberani uzun haliyle şu şekilde rivayet etmiştir:

 

Din hakkında reyinize göre hareket etmeyin. Ben içtihat ederek kendi görüşüme dayanıp, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emrini geri çevirdiği mi görmüşümdür. Allah'a yemin olsun ki haktan geri dönmem. Bu olay Ebu CendeJ'in (geri iade edildiği) gün olmuştu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana 'Benim razı olduğumu görüyorsun ve bundan yüz çeviriyorsun' dedi. "(Taberami, el-Mucemu'l-Kebir, I, 72) Kısacası reye nassın bulunmadığı zaman başvurulur. İmam Şafil'nin ifadesi de buna işaret etmektedir. Beyhakl'nin sahih bir isnadla Ahmed b. Hanbel'den nakline göre İmam Şam zaruret durumunda kıyası kabul ederdi. Bununla birlikte reyine göre ameJ eden kişi, aslında o hükümden hedeflenen hümü yakalamış olduğuna güvenmemelidir. Ona düşen, yanlışlıkla bile olsa ecir ve sevap kazanabilmek için içtihadında olanca gücünü harcamaktır. Başarı yalnız Allah'tandır.

 

Beyhaki'nin Şa'bı vasıtasıyla Amr b. Hureys'ten nakline göre Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rey sahiplerinden kaçınınız! Çünkü onlar sünnetlerin düşmanıdır.

 

Bunlar hadislerini ezberlemekten aciz kalmışlar ve reyi kabul etmişlerdir. Böylece hem kendileri sapmış, hem de başkalarını saptırmışlardır. Hz. Ömer'in hadisten nas varken reyi kabul eden kimseyi kınamak istediği gayet açıktır. Çünkü böyle bir kimse, hadisi araştırmaktan gafildir. Bu tip bir kişi hiç kınanmaz mı?" Kınanmaya bundan daha layık olan ise nassı bildiği halde ona muhalif olan reye göre amel eden ve nassı reyi ile reddetmek için kendini zorlayan kişidir. İmam Buharl'nin attığı başlıkta "Kıyasta Zorlamaya Gitme" derken işaret etmek istediği budur. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir.

 

İbn Abdilberr, reyin kınanması hususunda birçok haberi naklettikten sonra ilmin açıklanması sadedinde özetle şöyle der:

 

Alimler gerekmerfu, gerek mevkuf, gerek maktu bu haberlerde yer alan kınama ile kastedilen reyin ne olduğu noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bu, sünnetlere muhalefete inanarak söz söylemektir demişlerdir. Çünkü bunlar, görüşlerini ve kıyaslarını hadisleri red alanında kullanmaktadırlar. Hatta şefaat hadisi örneğinde olduğu gibi tevatür derecesine ulaşmış meşhur hadislere bile dil uzatmışlar ve cehenneme girdikten sonra oradan herhangi bir kimsenin çıkacak olmasını inkar etmişlerdir. Bunlar ayrıca havzı, mizanı, kabir azabını inkar etmişlerdir. Bunun dışında Allah'ın sıfatları, ilim ve nazar konusundaki görüşleri de böyledir. İlim ehlinin çoğunluğunun görüşü şudur:

 

Üzerinde düşünmenin ve kendisiyle meşgulolmanın caiz olmadığı kınanmış olan rey, bu gibi durumlarda ileri sürülmüş çeşitli bid'atler şeklindeki görüşlerdir. İbn Abdilberr bundan sonra Ahmed b. Hanbel'in şu görüşüne yer verir:

 

Rey üzerine düşünüp de, kalbinde ayıp ve kusur olmayan hiç kimseyi hemen hemen göremezsin. İbn Abdilberr şöyle devam eder:

 

Bilginlerin çoğunluğu zikredilen haberlerdeki kınanmış olan rey ahkam konusunda istihsana göre hüküm vermek, yanıltıcışeylerle meşgulolmak, detay hükümleri (furu) sünnetlerin asıllarına havale edecek yerde birbirine kıyas etmektir.

 

İbn Abdilberr şöyle der: Ümmetin alimlerinden yanında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den herhangi bir şey konusunda hadis var olduğu sabit olup da onu reddeden hiç kimse yoktur. Ancak nesih bulunduğu iddiası, bir başka haberle çelişme veya icma ya da boyun eğmek gerekli olan bir uygulama ya da senediyle ilgili bir tenkit bulunması müstesnadır. Bunların dışında bir kimse böyle hareket edecek olursa imam olarak kabul edilmesi şöyle dursun, adaleti bile sakıt olup düşer. Allah onları böyle durumlara düşmekten korusun. O, bu konuyu meşhur zahid Sehl b. Abdullah et-Tusterl'den duyduğu şu sözle kapatmaktadır. Bir kimse ilim konusunda herhangi bir şey uydurursa kıyamet günü bu kendisine sorulur. Yaptığı sünnete uygunsa yakası nı kurtarır. Aksi takdirde kurtaramaz.