SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-AHKAM

<< 2341 >>

باب: الشهادة تكون عند الحاكم، في ولايته القضاء أو قبل ذلك، للخصم.

21. HAKİMİN GÖREVİ ESNASINDA VEYA DAHA ÖNCE ÇEKİŞME KONUSU OLAN OLAYA DAVACI VEYA DAVALI LEHİNE ŞAHİT OLMASI

 

وقال شريح القاضي، وسأله إنسان الشهادة، فقال: ائت الامير حتى أشهد لك.

Birisi Kadı Şureyh'ten şahitlik etmesini isteyince ona "Emıre (Hz. Ömer'e) git de ben senin için onun huzurunda şahitlik yapayım" dedi.

 

وقال عكرمة: قال عمر لعبد الرحمن بن عوف: لو رأيت رجلاً على حدٍّ، زناً أو سرقة، و أنت أمير؟ فقال: شهادتك شهادة رجل من المسلمين، قال: صدقت. قال عمر: لولا أن يقول الناس زاد عمر في كتاب الله، لكتبت آية الرجم بيدي.

İkrime'nin nakline göre Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf'a şöyle demiştir: Diyelim ki sen emırsin ve bir kişiyi zina veya hırsızlık yaparken gördün. (Bu kişiye kendi bilgine dayanarak had cezası uygular mısın?) (Abdurrahman hayır, nihayet benden başka biri de beraberimde şahitlik eder dedi.) Bunun üzerine Ömer ona "Senin şahitliğin, Müslümanlardan herhangi birinin şahitliğinden ibarettir" dedi. Abdurrahman "Evet, doğru söyledin" dedi. Ömer (recm ayetini sırf kendi bilgisine dayanarak mushafa almamasının sebebini açıklayarak) "Eğer insanlar 'ÖmerAllah'ın kitabında arttırma yaptı' demeselerdi, muhakkak recm ayetini kendi elimle mushafa yazardım" dedi. Ömer devamla şöyle dedi:

 

وأقرَّ ماعز عند النبي صلى الله عليه و سلم بالزنا أربعاً فأمر برجمه، ولم يذكر أن النبي صلى الله عليه وسلم أشهد من حضره.

Maiz, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda dört kere zina ettiğini itiraf etmesi üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun recm edilmesini emretti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onun yanında bulunan kimseleri şahit yaptığı zikredilmemiştir.

 

وقال حمَّاد: إذا أقرَّ مرَّة عند الحاكم رُجم. وقال الحكم: أربعاً.

Hammad şöyle der: Zina eden kimse, hakimin huzurunda bir kez itirafta bulunursa recm edilir. Hakem ise dört kez itiraf etmedikçe recmedilmez demiştir.

 

حدثنا قتيبة: حدثنا الليث بن سعد، عن يحيى، عن عمر بن كثير، عن أبي محمد مولى أبي قتادة: أن أبا قتادة قال:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يوم حنين: (من له بيِّنة على قتيل قتله فله سلبه). فقمت لألتمس بيِّنة على  قتيل، فلم أرَ أحداً يشهد لي، فجلست، ثم بدا لي فذكرت أمره إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقال رجل من جلسائه، سلاح هذا القتيل الذي يذكر عندي، قال: فأرضه منه، فقال أبو بكر: كلا، لا يعطه أصيبغ من قريش و يدع أسداً من أسد الله، يقاتل عن الله ورسوله، قال: فأمر رسول الله صلى الله عليه و سلم فأدَّاه إلي، فاشتريت منه خرافاً، فكان أول مال تأثَّلتُه.

قال لي عبد الله، عن الليث: فقام النبي صلى الله عليه و سلم فأدَّاه إلي.

 

[-7170-] Ebu Katade şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Huneyn günü

 

"Her kim bir düşman öldürür ve öldürdüğüne dair beyyinesi bulunursa öldürdüğü kimsenin salebi onundur!"

 

Bu söz üzerine öldürdüğüm kimse için bir delil aramaya kalktım. Fakat bana onu öldürdüğü me şahitlik edecek hiçbir kimse bulamadım. Bunun üzerine oturdum. Sonra aklıma şöyle bir fikir geldi: O maktulün durumunu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e açtım. Onunla birlikte bulunanlardan birisi, Ebu Katade'nin sözünü ettiği maktulün silahları benim yanımdadır dedi. Ravi şöyle der: O adam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ebu Katade'yi (o maktulün silahları yerine başka şeyler ile) razı et!" dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir "Hayır, bu olmaz! Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah ve Resulü yolunda çarpışan bir aslanı bırakıp da, onun payını Kureyş'ten küçük bir çakala vermez!" dedi. Ebu Katade şöyle devam etti:

 

"Bu söz üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem O kişiye emretti de o da maktulün selebini kendisine verdi. Ben onları sattım ve bir bahçe satın aldım. İşte bu bahçe benim biriktirmiş olduğum ilk maldır" dedi.

 

Buhari'nin el-Leys'ten nakline göre Ebu Katade "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayağa kalktı ve maktulün selebini bana verdi" demiştir.

 

 

وقال أهل الحجاز: الحاكم لا يقضي بعلمه، شهد بذلك في ولايته أو قبلها، ولو أقر خصم عنده لآخر بحق في مجلس القضاء، فإنه لا يقضي عليه في قول بعضهم حتى يدعوا بشاهدين فيحضرهما إقراره.

وقال بعض أهل العراق: ما سمع أو رآه في مجلس القضاء قضى به، وما كان في غيره لم يقض إلا بشاهدَين.

وقال آخرون منهم: بل يقضي به، لأنه مؤتمن، وإنما يراد من الشهادة معرفة الحق، فعلمه أكثر من الشهادة.

و قال بعضهم: يقضي بعلمه في الأموال، ولا يقضي في غيرها.

وقال القاسم: لا ينبغي للحاكم أن يقضي قضاء بعلمه دون علم غيره، مع أن علمه أكثر من شهادة غيره، ولكن فيه تعرُّضاً لتهمة نفسه عند المسلمين، وإيقاعاً لهم في الظنون، وقد كره النبي صلى الله عليه وسلم  الظن فقال: (إنما هذه صفيَّة).

 

Hicaz bilginlerinin kanaati şöyledir: Hakim olaya ister görevdeyken şahit olsun, isterse daha önce kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Taraflardan biri hakimin huzurunda diğeri lehine yargı meclisinde bir hak itirafında bulunacak olursa, bazı bilginlere göre iki şahit çağırıp, onun ikrarına şahit tutmadıkça hüküm vermez. Bazı Irak alimleri şöyle demişlerdir: Hakim yargı meclisinde bir şeyi duyar veya görürse buna göre hüküm verebilir. Yargı meclisi dışında ise iki kişiyi sözkonusu ikrara şahit tutmadıkça hüküm vermez. Iraklı alimlerden başkaları ise şöyle demişlerdir:

 

Tam tersine buna dayanarak hükmünü verir. Çünkü o güvenilirdir. Zira şahitlikten maksat hakkı öğrenmektir. Hakimin bu durumdaki bilgisi şahitlerden alacağı bilgiden daha fazladır. Bazı Iraklı bilginler ise şöyle demişlerdir: Hakim dava konusu malolduğunda kendi bilgisine dayanarak hüküm verirken, bunun dışındaki davalarda veremez. el-Kasım'ın görüşü şöyledir:

 

Hakimin başkasının bilgisini bir yana bırakarak kendi bilgisi ile hüküm vermesi uygun değildir. Oysa kendi bilgisi başkasının şahit1iğinden çok daha fazla bilgi ifade etmektedir. Fakat hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi, kendisini Müslümanların nazarında töhmete maruz bırakmak ve onları zanna düşürmek demek olur. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zannı hoş görmemiş ve "Bu kadın, eşim Safiye'dir" buyurmuştur.

 

 

حدثنا عبد العزيز بن عبد الله الأويسي: حدثنا إبراهيم بن سعد، عن ابن شهاب، عن علي بن حسين:

 أن النبي صلى الله عليه وسلم أتته صفية بنت حيي، فلما رجعت  انطلق معها، فمر به رجلان من الأنصار، فدعاهما فقال: (إنما هي صفية) . قالا: سبحان الله، قال: (إنَّ الشيطان يجري من ابن آدم مجرى الدم).

رواه شعيب، وابن مسافر، وابن أبي عتيق، و اسحق بن يحيى، عن الزُهري، عن علي، يعني ابن حسين، عن صفية، عن النبي صلى الله عليه وسلم.

 

[-7171-] Ali b. Hüseyin'in nakline göre Safiye bnt. Huyey (Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem itikaf yerinde iken onun yanına ziyarete) gelir. Safiye geri döneceği sırada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onunla birlikte kapıya kadar yürür, tam bu sırada ensardan iki kişi oradan geçmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları çağırır ve "Bu kadın Safiye bnt. Huyey'dir" buyurur. Bu iki ensarlı "Sübhanallah" derler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz ki şeytan Ademoğlunun vücudunda kanın dolaşması gibi dolaşmaktadırı" buyurur.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:  AÇIKLAMA’DAN SONRA BAB VE HADİS VAR

 

"Hakimin görevi esnasında veya daha önce çekişme konusu olan olaya davacı veya davalı lehine şahit olması." Yani Hakim, kendi bilgisine dayanarak o kimsenin lehine ve hasmının aleyhine hüküm verebilir mi ya da bir başka hakimin huzurunda o kişinin lehine şahitlikte bulunabilir mi? İmam Buharl'nin ifadesi her ne kadar hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm veremeyeceği görüşünü tercih ettiğini gerektiriyor ise de bu meseledeki ihtilafın kuvvetli olmasından dolayı başlığını kesin bir ifade kullanmaksızın soru cümlesi şeklinde atmıştır.

 

"Hicaz bilginlerinin kanaati şöyledir: Hakim olaya ister görevdeyken şahit olsun, isterse daha önce kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez." İmam Malik'in görüşü bu doğrultudadır. Ebu Ali Kerabısı şöyle demiştir: Hakim töhmete uğrama tehlikesinden dolayı kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Zira takva ehli bir kimsenin töhmete uğramayacağından emin olunamaz. Kerabısı şöyle devam eder: Zannediyorum İmam Malik, İbn Şihab'ın Zeyd b. Salt'ın naklettiği şu habere meyletmiştir: "Hz. Ebu Bekir bir kimseyi had uygulamak gerektiren bir suçu işlerken görürsem yanımda bir başkası daha olmadıkça ona ceza uygulamam demiştir." Kerabısı bundan sonra sahih bir isnadla İbn Şihab'ın şu sözünü nakletmiştir: İmam Malik'in o hadisi unutmuş olduğunu zannetmiyorum. Böyle olduğu için ümmetin fazilet ve ilimce onu taklit etmiştir.

 

Hakimin kendi bilgisine dayanarak mutlak olarak hüküm vermesinin caiz olduğu görüşü şöyle bir sakınca doğurabilir: Hakim asla zina ettiği bilinmeyen, durumu kapalı (mestur) bir kimseyi zina ederken gördüğünü iddia edip, recm edebilir ya da bir erkeği karısını boşarken duyduğunu iddia edip, onları birbirinden ayırabilir veya bir efendinin cariyesini azat ettiğini duyduğunu ileri sürerek onları ayırabilir. Bu kapı bir açıldı mı her hakim, düşmanını cezalandırmaya, onun fasık olduğunu ileri sürmeye, kişiyle sevdiği arasını ayırmaya yol bulabilir. Buradan hareketle İmam Şafiı şöyle demiştir: Kötü hakimler olmasaydı, hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm verebileceğini söylerdim.

 

O zamanlar böyle bir sakınca gündeme geldiğine göre acaba zamanımızda neler olur bir düşünmek gerekir. Sonuç olarak bu son zamanlarda hakimlik mesleğine güvenilmez kimselerin çok gelmesi nedeniyle hakimlerin kendi bilgilerine dayanarak hüküm vermelerinin caizliğini kökünden ortadan kaldırmak tek çıkar yol haline gelmiştir. Doğruyu ancak Yüce Allah bilir.

 

"Taraflardan biri hakimin huzurunda diğeri lehine yargı meclisinde bir hak itirafında bulunacak olursa, bazı bilginlere göre iki şahit çağırıp, onun ikrarına şahit tutmadıkça hüküm vermez." İbnü't-Tin şöyle demiştir: Hz. Ömer ve Abdurrahman'dan nakledilen görüş İmam Malik ve mezhebindeki çoğu bilginlerin görüşüdür.

 

Maliki mezhebinden bazıları, yargı meclisinde taraflardan birinin huzurunda ikrarda bulunması durumunda hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm verebileceğini söylemişlerdir. İbnü'l-Kasım ve Eşheb şöyle demişlerdir: Hakim yargı meclisinde kendi huzurunda meydana gelen olay hakkında huzurunda şahit tutmadıkça hüküm veremez. İbnü'I-Müneyyir şöyle demiştir: İmam Malik'in görüşüne göre kendi bilgisine dayanarak hüküm veren hakim mezhepte meşhur olan yaklaşıma göre bunu yapabilir. Ancak bilgisi yargılamaya başladıktan sonra oluşmuşsa bu konuda iki görüş sözkonusudur. Yargı meclisinde huzurunda yapılan ikrara gelince karşı taraf bu ikrardan sonra ve aleyhine hüküm verilmeden önce bunu inkar etmediği sürece ona dayanarak hüküm verebilir. İbnü'l-Kasım'ın yaklaşımı ise şöyledir: Hakim karşı tarafın inkarından sonra onun aleyhine hüküm veremez. Artık şahit konumuna düşmüştür.

 

Bundan sonra İbn Müneyyir şöyle der: "Yargı meclisinde iki şahidin mutlaka yapılan ikrara şahitlikte bulunması gerekir" görüşü, sonunda ikrara dayanarak hüküm verme şekline döner. Zira şahitler,

 

a) ya şahitlik ederler ya da etmezler. Şahitlik ettikleri takdirde hakimin (o kişiyi cezalandırmakta) mazur olması gerekir. Mazur olunca ikrara yapılan şahitliğin de başka şahitlerle ispatına ihtiyaç gerektirir. Bu durumda mesele zincirleme uzayıp gider. Şahitliğe ihtiyaç yok denirse hüküm, ikrara dayanılarak hüküm vermeye dönüşür.

 

b) Şahitler, şahitlik etmezlerse o zaman dava yok hükmünde olur. Bir başkası buna şöyle cevap vermiştir: İkrara şahit tutmanın faydası, davalıyı inkar etmekten caydırmaktır. Zira davalı, ikrarına şahitlik edecek birisi bulunduğunu bildiği takdirde -tazir edilmekten emin olma durumunun aksine- bu cezanın korkusuyla inkardan kaçınır.

 

"Iraklı alimlerin dışındakiler ise şöyle demişlerdir: Tam tersine buna dayanarak hükmünü verir. Çünkü o güvenilirdir." Burada "şahitlik" kelimesi ile gerçeğin bilinmesi kastedilmektedir. Hakimin gerçek şeye dair bilgisi şahitlikten çok daha güçlüdür. İmam Ebu Yusuf ve ona uyanların görüşü bu doğrultudadır. İmam Şafii de bu konuda onlar gibi düşünmektedir.

 

Ebu Ali Kerabisi şöyle demiştir: Bana nakledildiğine göre İmam Şafii Mısır' da şu görüşü savunmuştur: Hakim ahlaklı (adil) ise şer' i ceza ve kısas konusunda -huzurunda itiraf edilmemişse- kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Her türlü hak davalarında ise verir. Bu konudaki bilgiyi ister göreve gelmeden önce elde etmiş olsun, isterse daha sonra elde etsin farketmez. Şafii'nin hakimi ahlaklı (adil) şeklinde kayıtlaması yargı görevine kuwet zoruyla ahlaklı olmayan kimselerin gelebileceklerine işarettir.

 

"Bazı Iraklı bilginler ise şöyle demişlerdir: Hakim dava konusu mal olduğunda kendi bilgisine dayanarak hüküm verirken, bunun dışındaki davalarda veremez." İmam Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'un görüşü bu doğrultudadır. KerabısI'nin Ebu Yusuf'tan nakline göre hakim bir kimseyi -mesela zina ederken- görse huzurunda buna şahadet eden bir beyyine olmadığı sürece kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Ahmed b. Hanbel'den de böyle bir rivayet naklediimiştir. Ebu Hanıfe şöyle demiştir: Dindeki genel kural (kıyas), hakimin bütün bu davalarda kendi bilgisine göre hüküm vermesi doğrultusundadır. Fakat ben genel kuralı bırakıp, istihsan yaparak bu hususta kendi bilgisine göre hüküm vermez diyorum.

 

باب: أمر الموالي إذا وجَّه أميرين إلى موضع: أن يتطاوعا ولا يتعاصيا.

22. VALİ BİR YERE İKİ KİŞİ GÖNDERDİĞİNDE ONLARA "BİRBİRLERİNE İTAAT ETMELERİNİ VE İSYAN ETMEMELERİNİ EMRETMESİ"

 

حدثنا محمد بن بشار: حدثنا العقدي: حدثنا شعبة، عن سعيد بن أبي بردة قال: سمعت أبي قال:

 بعث النبي صلى الله عليه وسلم أبي ومعاذ بن جبل إلى اليمن، فقال: (يسِّرا ولا تعسِّرا، وبشِّرا ولا تنفِّرا، وتطاوعا). فقال له أبو موسى: إنه يُصنع بأرضنا البتع؟ فقال: (كل مسكر حرام).

وقال أبو النضر، وأبو داود، ويزيد بن هارون، ووكيع، عن شعبة، عن

سعيد بن أبي بردة، عن أبيه، عن جده، عن النبي صلى الله عليه وسلم.

 

[-7172-] Said b. Ebi Bürde şöyle demiştir: Babamın anlattığına göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisini ve Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndermiş ve

 

"Kolaylaştınn, zorlaştırmayın, müjdeleyip sevindirin, nefret ettirmeyin ve birbirinize hükümde uygunluk gösterin" diye emretmiştir. Ebu Musa Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Bizim Yemen topraklarında biti' denilen bir içki yapılır. Bize ne emredersiniz?" diye sormuş, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Sarhoşluk verici her içki haramdır!" buyurmuştur.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"........" yani hükümde uygunluk gösterin, birbirinizle anlaşmazlığa düşmeyin! Zira bu, sizin yönettiğiniz halkın da görüş ayrılığına düşmesine yol açar. Bu da düşmanlığa, sonra da savaşa sebep olur. İhtilaf durumunda başvurulacak ilke, kitap ve sünnette yer alan ifadelerdir. Yüce Allah "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resulüne götürün {onların talimatına göre halledin)"(Nisa 59) buyurmaktadır. Bu konunun daha fazla açıklaması, inşallah İ'tisam bölümünde gelecektir.

 

İbn Battal ve başkaları şöyle demiştir: Hadis ittifaka teşvik etmektedir. Zira ittifakta sevgi, kaynaşma, hak üzere işbirliği vardır. Hadise göre bir beldeye iki tane hakim tayin etmek caizdir. Bunlardan her biri beldenin belli bir köşesinde oturur. İbnü'I-Arabi şöyle der: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem O iki hakimi, göreve getirdiği konularda ortak etti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu uygulaması, iki kişiyi yetkide ortak olarak hakim tayin etmede bir ilke koymuş oldu. İbnü'l-Arabi böyle diyorsa da İbn Battal'a göre bu görüş tartışılır. Çünkü bunun yeri, her iki hakimin verdiği hükmün geçerli olduğu alanlardır. Ancak İbnü'I-Müneyyir şöyle der: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in O iki kişiyi her olaydaki hükümde ortak hareket etmek amacıyla tayin etmiş olma ihtimali olduğu gibi, her birinin verdiği hükümde bağımsız olma ve her birinin kendine özel bir yargı alanı bulunma ihtimali de vardır. Bunun nasılolduğunu ancak Yüce Allah bilir. İbnü't-Tin'in yaklaşımı şöyledir: Doğru olanı iki hakimin ortak olduklarıdır. Ancak bir başka rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlardan her birini bir eyalete tayin etmiştir. Yemen iki büyük eyalete ayrılmıştl. Bizce itibar edilen budur.

 

باب: إجابة الحاكم الدعوة.

23. HAKİM'İN DAVETE İCABET ETMESİ

 

وقد أجاب عثمان بن عفان عبداً للمغيرة بن شعبة.

Hz. Osman, Muğire b. Şu'be'nin kölesinin davetine icabet etmiştir.

 

حدثنا مسدد: حدثنا يحيى بن سعيد، عن سفيان: حدثني منصور، عن أبي وائل، عن أبي موسى،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (فكُّوا العاني وأجيبوا الداعي).

 

[-7173-] Ebu Musa'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem

 

"Esirleri kurtarın ve davet edenin davetine icabet edin" buyurmuştur.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Hakimin davete icabet etmesi." Bu konudaki temel prensip, haberin genel anlamda olduğu ve davete gitmemek konusunda bir tehdit bulunduğudur. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Davete icabet etmeyen Allah'a ve Resu/üne isyan etmiştir" buyurmuştur. Bu hadisin açıklaması Nikah Bölümünün sonlarında geçmişti.

 

Alimler şöyle derler: Hakim halktan bazı kimselerin davetlerine icabet ederken bazılarınınkine gitmemezlik edemez. Zira bu, davetine gidilmeyen kimsenin kalbinin kırılmasına yol açar. Ancak bir münker görmek örneğinde olduğu gibi hakimin davete icabeti terk etmekte mazereti bulunduğunda hüküm değişir.

 

"İbn Battal şöyle demiştir: İmam Malik'in hakimin özellikle düğün daveti hariç, davete icabet etmesi uygun değildir. Düğün yemeğine gittiğinde dilerse yer, dilerse terk eder. Düğün yemeğini yememesi de bize daha sevimli gelir. Zira bu hakimlik makanı için daha nezih ve daha doğru bir davranıştır. Ancak davet sahibi, dinkardeşi veya akraba ya da sevdiği bir kimse ise gidebilir. İmam Malik fazilet ehli kimselerin her davete icabet etmelerini mekruh görmüştür. Davete icabet ah karnı velıme ve başka bölümlerde burada tekrarına ihtiyaç bırakmayacak şekilde açıklanmıştı.