SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-AHKAM

<< 2338 >>

باب: متى يستوجب الرجل القضاء.

16. BİR KİMSENİN HAKİM OLMAYA NE ZAMAN HAK KAZANDlĞI

 

وقال الحسن: أخذ الله على الحكام أن لا يتبعوا الهوى، ولا يخشوا الناس، ولا يشتروا بآياته ثمناً قليلاً، ثم قرأ: {يا داود إنَّا جعلناك خليفة في الأرض فاحكم بين الناس بالحقِّ ولا تتَّبع الهوى فيُضلَّك عن سبيل الله إن الذين يضلُّون عن سبيل الله لهم عذاب شديد بما نسوا يوم الحساب} /ص: 26/. وقرأ: {إنَّا أنزلنا التوارة فيها هدى ونور يحكم بها النبيُّون الذين أسلموا للذين هادوا والرَّبَّانيُّون والأحبار بما استُحفظوا - استُودعوا - من كتاب الله وكانوا عليه شهداء فلا تخشوا الناس واخشون ولا تشتروا بآياتي ثمناً قليلاً ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون} /المائدة: 44/. وقرأ: {وداود وسليمان إذ يحكمان في الحرث إذ نفشت فيه غنم القوم وكنَّا لحكمهم شاهدين. ففهَّمناها سليمان وكلاً آتينا حكماً وعلماً} /الأنبياء: 78 - 79/. فحمد سليمان ولم يلم داود، ولولا ما ذكر الله من أمر هذين لرأيت أن القضاة هلكوا، فإنه أثنى على هذا بعلمه وعذر هذا باجتهاده.

Hasan-ı Basri, "Yüce Allah hakimlerden heva ve heveslerine uymamaları, insanlardan korkmamaları ve Allah'ın ayetlerini az bir değer karşılığında satmamaları hususlarında taahhüt almıştır" demiş ve sonra şu ayetleri okumuştur: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptınr. Doğrusu Allah 'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır. "(Sad 26) "Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) adamış Nebiler onunla Yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın kitabını korumalan kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zahidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (ey Yahudiler ve hakimler!) insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir. "(Maide 44) "Davud ve Süleyman'ı da (an). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp, ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekteydik. Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz onların her birine hüküm (hükümdarlık, Nebilik) ve ilim verdik. "(Enbiya 78, 79)

 

Hasan-ı Basri dedi ki: Yüce Allah Süleyman' i övdü. Davud'u ise kınamadı.

Yüce Allah bu iki Nebiin işlerinden söz etmemiş olsaydı, elbette ben hakimlerin helak olup, gideceklerini düşünürdüm. Çünkü Yüce Allah Süıeyman' i ilminden dolayı överken Davud'u içtihadı nedeniyle mazur gördü.

 

وقال مزاحم بن زفر: قال لنا عمر بن عبد العزيز: خمس إذا أخطأ القاضي منهنَّ خطَّة، كانت فيه وصمة: أن يكون فهماً، حليماً، عفيفاً، صليباً، عالماً سؤولاً عن العلم.

Muzahim b. Züfer şöyle demiştir: Ömer b. Abdulaziz bize dedi ki: Beş özellik vardır ki hakim bunlardan birini eksik bıraktığında kendisinde bir kusur meydana gelmiş olur: Hakim anlayışlı, Halım (ağırbaşlı), iffetli, tavizsiz, bilgili ve ilmi araştırıcı olmalıdır.

 

AÇIKLAMA: "Bir kimsenin hakim olmaya ne zaman hak kazandığı." Yani hakim ne zaman hakim olmaya hak kazanır.

 

İmam Şafii mezhebinden Ebu Ali Kerabısı, Kitabu Adabi'l-Kada isimli eserinde şöyle der: Müslümanlar arasında hüküm vermeye en layık olan kişinin fazileti, doğruluğu, ilmi, takvası ortaya çıkan, Allah'ın kitabını okuyan, O'nun ahkamının çoğunu bilen, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetlerini bilen ve çoğunu ezberlemiş olan kişi olduğu noktasında selef bilginleri arasında ihtilaf olduğunu ben bilmiyorum. Bu şartların yanında hakimin sahabilerin görüşlerini, ittifak ve ihtilaf noktalarını bilmesi, tabiun fıkıh bilginlerinin görüşlerini bilmesi, sahih görüşle sakat olan hakkında bilgi sahibi olması, olayları hükme bağlarken kitaba bakması gerekir. Aradığı hükmü kitapta bulamazsa sünnetlere bakar. Sünnetlerde de bulamazsa sahabilerin ittifaklarına göre amel eder. Sahabiler ihtilaf etmişlerse, Kur'an'a, sonra sünnete, ardından sahabilerin büyüklerinin fetva larına çok benzer bir hüküm bulursa ona göre amel eder. Hakim, ilim ehli kimselerle çok müzakere eder. Fazilet ve takvalı bir kişi olarak onlarla danışmada bulunur. Dilini, karnını ve iffetini korur. Tarafların ifadelerini anlayışlı olur. Öte yand;;m hakimin akıllı, heva ve heveslerine meyletmeyen bir kişi olması şarttır. Kerabısı bundan sonra şöyle der: Yeryüzünde bu niteliklerin tümünü kendinde toplamış bir kimse olduğunu bilmiyorsak da her zamanın insanının kendi içinden en mükemmel ve en faziletlisini aramaları gerekir.

 

Mühelleb şöyle der: Hakimlik görevinin müstehap olması için kişinin kendini bu göreve ehil görmesi yetmez. Tam tersine insanların onu bu göreve ehil görmesi gerekir.

 

İbn Habıb'in nakline göre İmam Malik şöyle demiştir: "Hakimin alim ve akıllı olması şarttır." İbn Habıb'in görüşü ise şöyledir: Hakim olacak kişide ilim yoksa akıl ve takva aranır. Zira kişi takva ile durur, akıl ile sorar. Böyle bir kişi ilim istediğinde bulur. Aklı talep ettiğinde bulamaz.

 

İbnü'l-Arabı şöyle demiştir: Bilginler hakimin zengin olmasının şart olmadığı noktasında ittifak etmişlerdir. Bu konudaki temel prensip, "Bunun üzerine 'biz, hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisinet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?' dediler. 'Allah sizin üzerinize onu (hükümdar olarak) seçti. İlimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden (rahmeti geniş) ve her şeyi bilendir' dedi" (Bakara 247) ayet-i kerimesidir.

 

İbnü'I-Arabl şöyle devam eder: Hakim şeriatın hükmünde ancak zengin olur. Çünkü onun zenginliği beytü'l-maldendir. Hakime beytü'l-malden verilmez ve muhtaç duruma düşerse zengin olan kimsenin bu göreve getirilmesi fakirin getirilmesinden daha iyi ve güzelolur. Zira fakir olan kişi, alınması caiz olmayan bir nesneyi almaya maruz kalmış kimse konumuna düşer.

 

Biz de şunu ekleyelim: İbnü'l-Arabi'nin sözünü ettiği, kendi yaşadığı zamana göredir. O, hakimlik talep eden ve talebinin sebebinin eğriliğini doğrultulacak şeye olan ihtiyacı olduğunu açıkça belirten kişilerin zamanına yetişmemiştir. Oysa bu kişi beytü'l-malden de herhangi bir şeyelde etmiş değildir. Bilginler hakimlik mesleği açısından onun -Hanefilerden nakledilen bir görüş hariç- erkek olmanın şart olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Bu hükümden şer'ı cezaları (hudOd) istisna etmişlerdir. İbn Cerır ise bu konuda herhangi bir kayıt getirmemiştir. Çoğunluğun delili, sahih olan "Yönetim işlerini bir kadına veren hiçbir kavim iflah olmamıştır" hadisidir. Bu hadis daha önce geçmişti. Çünkü hakim mükemmel bir görüşe muhtaçtır. Kadının görüşü ise eksiklik içerebilir. Özellikle erkeklerin bulunduğu yerlerde olursa. "Yüce Allah hakimlerden heva ve heveslerine uymamaları, insanlardan korkmamaları ve Allah'ın ayetlerini az bir bedel ile satmamaları hususlarında taahhüt almıştır." Buhari bundan sonra şu ayeti okur: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet, heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır."(Sad 26)

 

"Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. .. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir."(Maide 44) O, "Ey Davud" ayetinden "heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır"(Sad 26) ayetini kastederken, Maide suresindeki ayetten zikredilenIerin kalan kısmını kastetmiştir. Bu yasaklara "emir" isminin verilmesi, bir şeye yasak getirmenin onun zıttının emir olduğuna işaret etmektedir. Heva ve hevese uyma yasaklığı hakka uyma emri demektir. İnsanlardan korkma yasaklığı Allah'tan korkmaya emir anlamına gelir. Allah'tan korkmak ise hakka göre hüküm vermeyi doğurur. Allah'ın ayetlerini az bir bedele satma yasaklı ğı onların delalet ettiği şeylere uymaya emir demektir. Fiyatın "az" kelimesiyle nitelenmesi, bunun bedel açısından ayrılmaz bir nitelik olduğuna işaret etmektedir. Zira ayet dünyadaki her şeyden daha değerlidir.

 

"Yüce Allah Süleyman'ı övdü. Davud'u ise kınamadı. Yüce Allah bu iki Nebiin işlerinden söz etmemiş olsaydı," yani Davud ve Süleyman Nebilerin işlerinden söz etmemiş olsaydı, "elbette ben hakimlerin helak olup, gideceklerini düşünürdüm." Çünkü geçen iki ayet, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen kimsenin kafir olduğunu ifade etmektedir. Bu ayetin genelliğine bunu kasten yapanlarla, yanlışlıkla yapanlar girmektedir. "Allahım yolundan sapanlara hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır"(Sad 26) ayet-i kerimesi de böyledir. Ayet Allah'ın yolundan kasten sapanlarla, yanlışlıkla sapanları içermektedir. Hasan-ı Basri el-Haris olayı hakkındaki diğer ayeti sözkonusu tehdidin kasten yapana mahsus olduğuna delil göstermiş ve "Yüce Allah şunu ilmi sebebiyle övdü" diyerek buna işaret etmiştir. Bu, şu demektir: Allah onu ilmi yani marifeti, hangi yönde ve ne hüküm vereceğini anlaması dolayısıyla övmüş, diğerini içtihadı nedeniyle mazur görmüştür.

 

"Hallm" yani kendisine rahatsızlık verene göz yuman, hemen intikam almaya kalkışmayan demektir. Bundan sonraki "sallb=tavizsiz, katı" niteliği bununla çelişmez. Zira birincisi kendi nefsi açısından, ikincisi başkalarının hakkı sözkonusu olduğunda devreye girer. "İftetli" yani harama bakmayan demektir. Zira hakim adayı alim olup, iftetli olmazsa vereceği zarar cahilinkinden daha beter olur. "Sallb=tavizsiz, katı" Bu kelime "salabet" kökünden türemedir. Yani hakim tavizsiz, katı olup, hak nerdeyse onun yanında yer alacak, heva ve hevesine meyletmeyecektir. Haklı olanın hakkını haksızdan alacak ve onu kayırmayacaktır.

 

"Hakim bilgili ve ilmi araştırıcı olmalıdır." Yani bu ikisi bir özelliktir. Bir başka ifadeyle hakim ilim ehli olmakla birlikte onu başkasıyla müzakere edecektir. Zira kendi yanında bulunandan daha güçlüsünü görme ihtimali vardır.