باب: الأمراء
من قريش.
2. EMİRLERİN KUREYŞ'TEN OLDUĞU
حدثنا أبو
اليمان:
أخبرنا شعيب،
عن الزُهري قال:
كان محمد بن
جبير ابن مطعم
يحدث: أنه بلغ
معاوية، وهم
عنده في وفد
من قريش: أن
عبد الله بن عمرو
يحدِّث:
أنه
سيكون ملك من
قحطان، فغضب،
فقام فأثنى
على الله بما
هو أهله، ثم
قال: أمَّا
بعد فإنه
بلغني أن
رجالاً منكم
يحدِّثون
أحاديث ليست
في كتاب الله،
ولا تؤثر عن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم، وأولئك جهَّالكم،
فإياكم
والأماني
التي تضل
أهلها، فإني
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم يقول:
(إن هذا الأمر
في قريش، لا
يعاديهم أحد إلا
كبَّه الله في
النار على
وجهه، ما
أقاموا الدين).
تابعه نعيم،
عن ابن
المبارك، عن
معمر، عن الزُهري،
عن محمد بن
جبير.
[-7139-] Muhammed b. CUbeyr b. Mut'im, Kureyş tarafından
elçilikle gönderilen bir heyet arasında bulunduğu sırada Muaviye'nin
huzurundayken geçen bir vakayı ve ondan işittiklerini şöyle nakletmiştir
Muaviye Abdullah b. Amr b. elAs'ın 'Kahtanilerden birisi ileride
me lik olacaktır' diye bir rivayette bulunduğunu duymuştu. Buna sinirlenen
Muaviye (heyet karşısında) ayağa kalkıp, Allah'ı şanına layık sıfatlarla övdü.
Sonra 'emma ba'du=sadede gelince' dedikten sonra şöyle konuştu:
"Ey Kureyş heyeti! Bana bildirildiğine göre sizden bazı
kimseler Allah' ın kitabında olmayan, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'
den nakledilmeyen birtakım hadisler naklediyorlarmış. Emin olun uz ki onlar
sizin cahillerinizdir. İnsanı sapıklığa sürükleyecek bu tip batıl sözlerden
sakınınız. Çünkü ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim. Şöyle
buyuruyordu:
"Şu hilafet işi Kureyş'te bulunacaktır. Onlar dini
vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe kim kendilerine düşmanlık ederse
Allah onu yüzüstü ateşe atar."
حدثنا أحمد
بن يونس:
حدثنا عاصم بن
محمد: سمعت أبي
يقول: قال ابن
عمر:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (لا يزال
هذا الأمر في
قريش ما بقي
منهم اثنان).
[-7140-] İbn Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem
"Kureyş'ten iki kişi var olduğu sürece şu hilafet işi onlann
elinde kalacaktır" buyurmuştur.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
. "Kureyş tarafından elçilikle gönderilen bir heyet"
İbnü't-Tın bu ifadede geçen "vefd" kelimesini "vefede fulanun
ale'l-emıri" kökünden türediğini, bunun anlamının filanca kişi, idareciye
(Emırel elçi olarak geldi demek olduğunu belirtmiştir.
İbn Battal şu açıklamayı yapar: Muaviye'nin tepki göstermesinin
sebebi, Abdullah b. Amr hadisini zahirine göre yorumlamasındandır. Hadisin
manası Kahtan'lı birinin herhangi bir bölgede çıkacağı şeklinde olabilir. Bu
durumda hadis Muaviye'nin hadisiyle çelişmez. Muaviye'nin rivayet ettiği
hadiste yer alan "el-e mr" kelimesi, hilafet anlamınadır.
Mühelleb'ten nakledilen bir görüşe göre bunun halife olmaksızıninsanlara galebe
çalan bir hükümdar olması da mümkündür. Muaviye'nin tepki göstermesi birisinin
çıkıp halifeliğin Kureyş dışında başka bir kavimden olmasının mümkün olacağı
zannına kapılması korkusudur. Muaviye bu konuşmayı yapınca hükmün orada
bulunanlar nezdinde bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Zira Muaviye'nin
konuşmasına muhatap olanlardan hiçbirinin buna tepki gösterdiği
nakledilmemiştir.
Biz de şunu ekleyelim: Orada bulunanların tepki göstermemiş
olmaları
Muaviye'nin Abdullah b. Amr'ın naklettiği habere göstermiş
olduğu -tepkinin isabetli olmasını gerektirmez. İbnü't-Tin şöyle demiştir:
Muaviye'nin tepki koyduğu görüşü rivayet ettiği hadiste destekleyen cümle
vardır. Bu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "dini vecibelerini yerine
getirdikleri müddetçe" cümlesidir. Belki de onların içerisinde bu
vecibeleri doğru biçimde ifa etmeyenler çıkar ve Kahtan'lı o görevi ele
geçirir. Bu da isabetli bir açıklamadır.
"Onlar sizin cahillerinizdir." Yani gayba dair
şeylerden rivayette bulunanlar bu konuda kitap ve sünnete dayanmamaktadırlar.
"İnsanı sapıklığa sürükleyecek bu tip batıl sözler."
Bunun zikredilmesi, Kahtan'lılardan bu rivayeti duyanları sözkonusu habere
sarılma konusunda uyarma amacına yöneliktir. Çünkü kişinin aklına o rivayette
geçen Kahtan'lının kendisi olduğu gelebilir. Bazen böyle bir kişinin kuweti ve
aşireti bulunur ve melik olmaya heves eder. Bu konuda sözkonusu hadise dayanır,
idarecilerin Kureyş'ten olacağı yolundaki şer'i hükme muhalefet ederek
sapıtabilir.
"Ben işittim." Muaviye tepki gösterip, uyarıda
bulunduktan sonra bu konudaki dayanağını açıklamak istemiştir. "Kim
kendilerine düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü ateşe atar." Yani halifelik
konusunda kim onlarla çekişmeye düşerse dünyada yenilmiş, ahirette azaba
uğramış olacaktır.
"Dini vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe." Yani
din işlerini yerine getirdikleri sürece. Bazıları, "Bu ifadenin mefhumunun
kastedilmiş olması muhtemeldir" demişlerdir. Buna göre o kimseler, dini
vecibelerini ifa etmediklerinde kendilerine kulak verilmez. Bazıları "Bu
tip kimselerin o görevde tutulmaları caiz olmamakla birlikte kendilerine isyan
edilmez" anlamı da muhtemeldir demişlerdir. Bu iki görüşü İbnü't-Tin
nakletmiştir. O sonra şöyle demiştir:
Bilginler, halife küfre veya bid'ate davet ettiği takdirde
kendisine itaat edilmemesi gerektiği noktasında icma etmişlerdir. Halife
insanların mallarını gasb ettiğinde, kan döktüğünde ve kanunları çiğnediğinde
kendisine isyan edilip edilmeyeceği noktasında ihtilaf etmişlerdir.
İbnü't-Tin'in halife bid'ata davet ettiğinde kendisine isyan
edileceği yolunda var olduğunu iddia ettiği icma kabul edilemez. Ancak sözkonusu
bid'at açıkça küfre yol açan bir bid'at şeklinde yorumlanırsa bu kabul
edilebilir. Aksi takdirde Me'mun, Mutasım ve el-Vasık kendi dönemlerinde
Kur'an'ın yaratıldığını söyleme bid'atine davet etmişler ve alimleri bundan
dolayı öldürerek, döverek, hapse atarak ve çeşit çeşit aşağılamalarla
cezalandırmışlardır. Ve bundan dolayı hiçbir kimse onlara isyan etmek
gerektiğini söylememiştir. Bu durum el-Mütevekkil hilafet makamına gelip,
çekilen sıkıntıları ortadan kaldırıp, sünneti yaşamayı emredinceye kadar on
küsur sene devam etmiştir. "Dini vecibelerini yerine getirdikleri
müddetçe" ifadesi hakkında onun nakletmiş olduğu ihtimal, bu hususta varid
olan ve mefhumuna göre amel etmek gerektiğini gösteren haberlerin anlamına
terstir ya da onlar dini vecibelerini yerine getirmediklerinde görevlerini
kaybederler. Ebu Bekir hadisinde Muaviye hadisinde yer alan ifadelerin benzeri
geçmektedir. Hadisi Muhammed b. İshak, el-Kitabu'I-Kebir isimli eserde
zikretmektedir. Orada Saide oğulları saklfesinde (gölgeliğinde) geçen olayla
Ebu Bekir'e bey'atten söz edilmektedir. Söz konusu bey' at alayında Ebu Bekir
"Bu idarecilik görevi Allah'a itaat edip, O'nun emri üzere dosdoğru
oldukları sürece Kureyş'tedir" demektedir. İşaret ettiğim hadisler üç
şekilde gelmiştir.
1 - Kendilerine emredilene uymadıkları sürece lanete uğramakla
tehdit edilmişlerdir. Nitekim bu husus daha önceki bölümde zikrettiğim
hadislerde yer almaktadır. Orada şöyle denilmektedir:
"Emirler üç şeyi yaptıkları sürece Kureyş'tendir: Hükmedip
adil davrandıkları sürece ... " Aynı hadiste şöyle bir ifade yer
almaktadır: "Onlardan kim bunu yapmazsa Allah'ın laneti onun üzerine
olsun." Bu hadiste yetkilerinin ellerinden çıkmasını gerektirecek bir
ifade yoktur.
2- Başlarına kendilerine eziyet etmekte hiç de merhametli
davranmayacak kimselerin musallat edileceği tehdidi. Ahmed b. Hanbel ve Ebu
Ya'la'da İbn Mesud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur:
"Ey Kureyş topluluğu! Sizler (dinde) yeni bir şey
uydurmadığınız sürece bu göreve sizler layıksınız. Bir değişiklik yaptığınızda
Yüce Allah başınıza sizi çubuğu sayar gibi soyup atacak kimseler musallat eder.
"(Ahmed b. Hanbel, 1,458) Hadisin ravileri sikadır.
"İki kişi var olduğu sürece ... " İbn Hubeyre şöyle
demiştir: Bu ifadenin, zahiri manasında olma ihtimali vardır. Buna göre zamanın
ahirinde onlardan sadece iki kişi kalacaktır. Bunlardan birisi idareci (emır),
ikincisi ona tabi (idare edilen) dir. İnsanlar ise bu ikisine tabi olacaktır.
Biz de şunu vurgulayalım: Müslim'in Buharl'nin hocasından bu
hadis konusundaki rivayeti "İnsanlardan iki kişi kaldığı sürece"
şeklindedir. el-İsmam'nin rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem "İnsanların içinde iki kişi kaldığı sürece" buyurmuş ve
şehadet parmağı ile orta parmağını birleştirerek işaret etmiştir. Burada
maksat, gerçek manada sayı değildir. Asıl vurgulanmak istenen idareciliğin
Kureyş'ten başkasının elinegeçmeyeceğidir. Mutlak ifadenin birinci hadisteki
mukayyede göre yorumlanma ihtimali de vardır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle
olur:
Bu iş ancak Kureyş'ten birisinin olabilir. Bir başka ifade ile
ancak Kureyş'ten birisi "halife" adını alabilir. Kureyş dışından
birisinin bu ismi alması ancak zorbalıkla ve güçle olacaktır. Bu ifade ile -her
ne kadar haber kipi ise de- emir de kastedilmiş olabilir. İdarecilik görevinin
dünyanın her tarafında değil de bazı beldelerde Kureyş'te olması da
muhtemeldir. Zira Yemen beldesi dağlık ve yüksek yerler olarak burada el-Hasen
b. Ali nesiinden bir zümre bulunmaktadır. O memleketin idaresi üçüncü yüzyılın
sonlarından itibaren o ailenin elindedir. Hicaz ise el-Hasen b. AIi'nin nesli
tarafından yönetilmektedir. Onlar Mekke, Yenbu' emlridirler. el-Hüseyin b.
AIi'nin nesli ise Medine emırleridir. Onlar her ne kadar öz Kureyşli iseler de
Mısır diyarı hükümdarlarından başkalarının idaresi altındadırlar. Netice olarak
Kureyş'te emırlik görevi genel itibariyle bazı diyarlardadır. Yemenlilerin
büyüklerine "imam" denilmektedir. Onların içinde imamete ancak alim
ve adaletin peşinde olan kimseler gelebilmektedir.
Kurtubı şöyle demiştir: Bu hadis meşruiyete dair bir haberdir.
Yani büyük devlet başkanlığı kendilerinden kim bulunursa bulunsun ancak
Kureyşlilerindir. Kurtubı bu ifadesiyle hadisin kip olarak haber, anlam olarak
emir olduğu görüşüne meyletmektedir. CUbeyr b. Mut'im'in naklettiği bir hadiste
bu konuda emir kipinde bir emir şu şekilde yer almaktadır:
"Kureyş'i öne geçiriniz. Onların önüne geçmeyiniz."
Hadisi Beyhaki rivayet etmiştir. (Beyhaki, es-Sünen, III, 121)
İbnü'l-Müneyyir şöyle der: Hadisin manaya delaleti özelolarak
Kureyş'in zikredilmesi açısından değildir. Zira bu, mefhum-ı lakab olur ki
araştırmacı ve titiz alimlere göre bunun delil değeri yoktur. Asıl delil,
müptedanın başına geldiği cinsin tamamını kuşatan "el" takısıyla
marife olmasındadır. Çünkü burada aslında mübteda "haza" kelimesinin
sıfatı olarak gelen "el-emır" kelimesidir. "Haza" kelimesi
ancak bir cinsle nitelenebilir. Bunun gereği "idarecilik" cinsinin
Kureyş' e ait olmasıdır. Buna göre ifade adeta şöyle olmuş olur:
İdarecilik ancak Kureyş'tedir. Bu, "Şuf'a ancak taksim
edilmeyen malda geçerlidir" hadisinde olduğu gibidir.(Muvatta, Şuf'a)
Hadis her ne kadar haber kipinde ise de anlam olarak emirdir. Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta şöyle demiş olmaktadır:
"Özellikle Kureyş'i idareci olarak seçiniz." Hadisin
diğer rivayet yolları bu anlamı teyid etmektedir. Bu hadisten sahabilerin
muhalif olanların aksine mefhumun hasr ifade ettiği noktasında ittifak
ettikleri anlaşılmaktadır. İlim ehli çoğunluk bu kanaati benimsemiş ve
"devlet başkanı olmanın şartı, kişinin Kureyş'e mensup bulunmasıdır"
demişlerdir. Bazı bilginler bunu Kureyş'ten biri olarak kayıtlarken, bazıları
"Hz.
Ali'nin çocuklarından başkasının devlet başkanı olması caiz
değildir" demişlerdir. Şianın görüşü bu doğrultudadır. Onlar daha sonra
Hz. Ali'nin çocuklarından birisini tayin konusunda çok şiddetli ihtilafa
düşmüşlerdir.
Bir başka alim grubu ise idarecilik Abbas'ın çocuklarına aittir
demişlerdir.
Ebu Müslim el-Horasani ve onu takip edenlerin görüşü bu
doğrultudadır.
İbn Hazm'ın nakline göre bir grup alim "İdarecilik sadece
Cafer b. Ebi Talib'in çocukları için caizdir derken, bir başka grup
Abdulmuttalib'in çocukları demişlerdir. Bazı bilginler ise sadece Ümeyye
oğullarının çocukları için caizdir derken, bazıları sadece Ömer'in çocukları
demişlerdir. İbn Hazm bu fırkalardan hiçbirinin kendilerini destekleyecek bir
delilleri yoktur demiştir.
Haricilerle ve Mutezile'den bir grubun görüşü şöyledir: Devlet
başkanının Kureyş'ten başka birisinden olması caizdir. İster Arap, ister Arap
olmayan olsun kitabı ve sünneti uygulayan bir kimse devlet başkanı olmaya
layıktır. Dırar b. Amr daha ileri giderek şöyle demiştir:
Kureyşli olmayanın devlet başkanlığına getirilmesi daha evladır.
Zira böyle bir kimsenin aşireti daha azdır. Allah'a isyan ettiğinde onu
görevden almak mümkündür.
Ebu Bekir b. et-Tayyib şöyle demiştir: "Devlet başkanları
Kureyş'ten olur" hadisi sabit olduktan sonra Müslümanlar bunun üzerine çıkmamışlardır
ve asırlar boyu buna göre amel etmişlerdir. Bu prensibin esas alınacağı
noktasında ihtilaflar baş göstermeden önce icma meydana gelmiştir.
Kadi iyad şöyle der: Devlet başkanının Kureyş'ten olması şartı
bütün alimlerin benimsediği bir görüştür. Onlar bunu icma ile sabit olan
meseleleri n arasında saymışlardır. Selef bilginlerinden hiç kimseden bu konuda
herhangi bir ihtilaf nakledilmemiştir. Onlardan sonraki nesilde bütün belli
başlı ilim beldelerinde de herhangi bir ihtilaf olduğu duyulmamıştır. Kadı [yaz
şöyle der:
Müslümanlara muhalefet olacağı için Haricilerle onlar gibi
düşünen Mutezile'nin görüşüne itibar edilmez.
Bizim bu konudaki düşüncemiz şudur: İcmayı nakletmek için Hz.
Ömer' den gelen şu rivayeti tevil etmeye ihtiyaç vardır. Ahmed b. Hanbel'in
ravileri sika olan bir isnadla nakline göre Hz. Ömer şöyle demiştir:
"Benim ecelim gelmiştir. Ebu Ubeyde'yi yerime halife olarak
bırakıyorum."(Ahmed b. Hanbel, I, 18) Bu hadiste şöyle bir ifade yer
almaktadır: "Ecelim geldiğinde Ebu Ubeyde vefat etmiş olursa yerime Muaz
b. Cebel'i geçiriyorum." Muaz b. Cebel ensardan olup, Kureyş'le herhangi
bir soy ilişkisi yoktur. Burada şöyle demek mümkündür:
Herhalde halifenin Kureyş'ten olacağı şartını taşıyan icma Hz.
Ömer'den sonra oluştu ya da Ömer'in bu konudaki içtihadı değişti. Doğruyu en
iyi Yüce Allah bilir. Halifenin Kureyş'ten olma zorunluluğu yoktur görüşünü
savunanların dayandıkları Abdullah b. Ravaha,
Zeyd b. Harise, Üsame ve başkalarının savaş sırasında emir tayin
edildikleri yolunda dayandıkları delilin halifelikle (imamet-i uzma) herhangi
bir ilişkisi yoktur. Tam tersine bu haberde halifenin hayatında yerine
Kureyş'ten olmayan birini ve kil olarak tayin etmesinin caizliği vardır.
Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir.