SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TA’BİR

<< 2270 >>

باب: أول ما بدئ به رسول الله صلى الله عليه وسلم من الوحي الرؤيا الصالحة.

1. RESULULLAH'A İLK VAHYİN UYKUDA SALİH RÜYA GÖREREK BAŞLADIĞI

 

حدثنا يحيى بن بكير: حدثنا الليث، عن عقيل، عن ابن شهاب، وحدثني عبد الله بن محمد: حدثنا عبد الرزاق: حدثنا معمر: قال الزُهري: فأخبرني عروة، عن عائشة رضي الله عنها أنها قالت:

 أول ما بدئ به رسول الله صلى الله عليه وسلم من الوحي الرؤيا الصادقة في النوم، فكان لا يرى رؤيا إلا جاءت مثل فلق الصبح، فكان يأتي حراء فيتحنث فيه، وهو التعبد، الليالي ذوات العدد، ويتزود لذلك، ثم يرجع إلى خديجة فتزوده لمثلها، حتى فجئه الحق وهو في غار حراء، فجاءه الملك فيه، فقال: اقرأ، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (فقلت: ما أنا بقارئ، فأخذني فغطَّني حتى بلغ مني الجهد، ثم أرسلني فقال: اقرأ، فقلت: ما أنا بقارئ، فأخذني فغطَّني الثانية حتى بلغ مني الجهد، ثم أرسلني فقال: اقرأ، فقلت: ما أنا بقارئ، فأخذني فغطَّني الثالثة حتى بلغ مني الجهد، ثم أرسلني فقال: {اقرأ باسم ربك الذي خلق - حتى بلغ - علم الإنسان ما لم يعلم}). فرجع بها ترجف بوادره، حتى دخل على خديجة، فقال: (زمِّلوني زمِّلوني). فزمَّلوه حتى ذهب عنه الروع، فقال: (يا خديجة، ما لي). وأخبرها الخبر، وقال: (قد خشيت على نفسي). فقالت له: كلا، أبشر، فوالله لا يخزيك الله أبداً، إنك لتصل الرحم، وتصدق الحديث، وتحمل الكلَّ، وتقري الضيف، وتعين على نوائب الحق. ثم انطلقت به خديجة حتى أتت به ورقة بن نوفل بن أسد ابن عبد العزى بن قصي، وهو ابن عم خديجة أخي أبيها، وكان امرأ تنصَّر في الجاهلية، وكان يكتب الكتاب العربي، فيكتب بالعربية من الإنجيل ما شاء الله أن يكتب، وكان شيخاً كبيراً قد عمي، فقالت له خديجة: أي ابن عمِّ، اسمع من ابن أخيك، فقال ورقة: ابن أخي ماذا ترى؟ فأخبره النبي صلى الله عليه وسلم ما رأى، فقال ورقة: هذا الناموس الذي أنزل على موسى، ياليتني فيها جذعاً، أكون حياً حين يخرجك قومك. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (أو مخرجيَّ هم). فقال ورقة: نعم، لم يأت رجل قط بمثل ما جئت به إلا عودي، وإن يدركني يومك أنصرك نصراً مؤزَّراً. ثم لم ينشب ورقة أن توفي، وفتر الوحي فترة حتى حزن النبي صلى الله عليه وسلم، فيما بلغنا، حزناً غدا منه مراراً كي يتردى من رؤوس شواهق الجبال، فكلما أوفى بذروة جبل لكي يلقي منه نفسه تبدَّى له جبريل، فقال: يا محمد، إنك رسول الله حقا. فيسكن لذلك جأشه، وتقرُّ نفسه، فيرجع، فإذا طالت عليه فترة الوحي غدا لمثل ذلك، فإذا أوفى بذروة جبل تبدَّى له جبريل فقال له مثل ذلك.

 

[-6982-] Aişe r.anha şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ilk vahiy başlangıcı uykuda saliha rüya görmekle olmuştur.

 

Resulullh'ın gördüğü her biri rüya mutlaka sabah aydınlığı gibi apaçık olurdu. Kendisi Hira dağına gider ve orada birçok geceler ibadete çekilirdi. Bunun için önceden azık hazırlardı. Sonra Hatice'ye döner ve bir o kadar zaman için yine azık hazırlardı. Nihayet bir gün kendisi Hira mağarasında iken hiç ummadığı bir anda hakla karşılaştı. Şöyle ki:

 

Mağarada iken melek ona geldi ve "İkra (oku)!" dedi. Nebi de ona "Ben okuma bilmem!" diye cevap verdi. Resulullah olayın devamını şöyle anlattı: "O zaman melek beni tuttu ve takatim kesilinceye kadar sıkıştırd!. Sonra bıraktı ve yine 'İkra (oku)!' dedi. Ben de ona 'Ben okuma bilmem' dedim. Yine beni aldı ve ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırd!. Sonra yine salıverdi ve 'İkra!' dedi. Ben 'Ben okuma bilmem!' dedim. Yine beni üçüncü defa takatim kesilinçeye kadar sıkıştırd!. Sonra bıraktı ve 'Yaratan Rabbinin adıyla oku! 0, insanı bir aşılanmış yumurtadan yaratt!. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir"(Alak 1-5) ayetine kadar okudu.

 

Bu olay üzerine Resulullah bu ayetlerle korkudan omuz başları (bir rivayette kalbi) titreyerek döndü. Nihayet Hatice'nin yanına girdi ve "Beni sarıp, örtünüz! Beni sarıp örtünüz" dedi. Korkusu gidinceye kadar kendisini sarıp örttüler. "Ya Hatice! Bana ne oluyor?" dedi. Ve ona olanları haber verdi. Sonra da "kendimden korktum" dedi. Hz. Hatice ona "Öyle deme! Müjdeler olsun! Allah'a yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabalarına bakarsın, sözü dosdoğru söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, zayıflam yemek yedirirsin, hak yolunda meydana gelen ha.diselerde insanlara yardım edersin" dedi.

 

Bundan sonra Hatice onu yanına alıp, babasının kardeşinin (amca) oğlu olan Varaka b. Nevfel İbn Esed b. AbduluzzEl b. Kusayy'a götürdü. Bu zat cahiliye döneminde Hıristiyanlığa girmiş bir kimse olup, İbranice yazı bilir ve İncil' den Allah'ın dilediği miktarda bazı şeyleri İbranice yazardı. Varaka, gözleri kör olmuş, yaşlı bir ihtiyardı. Hatice ona "Eyamcaoğlu! Dinle de bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor!" dedi. Varaka "Ey kardeşimin oğlu! Ne görüyorsun?" diye sorunca, Resulullah ona gördüğü şeyleri haber verdi. Bunun üzerine Varaka dedi ki:

 

"Bu gördüğün Musa üzerine indirilmiş olan namustur (Cebrail'dir). Keşke davet günlerinde genç olsaydım, kavmin seni çıkaracağı zaman keşke hayatta olsaydım!" Bunun üzerine Resulullah "On/ar beni çıkaracak/ar mı?" diye sordu. Varaka şöyle cevap verdi:

 

"Evet, senin getirdiğin bu davetin benzerini getirip de düşmanlığa uğramamış olan hiçbir kimse yoktur. Şayet davet günlerine yetişirsem, sana var gücümle yardım edeceğim."

 

Varaka bunun ardından çok geçmeden vefat etti. O esnada vahiy bir müddet için kesildi. Hatta bundan dolayı Hz. Nebi çok üzüldü ve bu yüzden birkaç defa kendini yüksek dağların başlarından aşağıya atmak için gitti. Kendini aşağı atmak için bir dağın zirvesine çıktığında Cebrail ona görünüp "Ya Muhammed! Şüphesiz sen gerçekten Allah'ın Resulüsün!" demişti. Bununla ızdırabı sükunete ermiş ve gönlü sevinç içinde geri dönmüştü. Vahyin kesilme süresi uzayınca yine böyle kendini dağdan aşağı atmak için gitmişti. Dağın zirvesine yükseldiğinde yine kendisine Cebrail görünmüş, ona yine aynı sözleri söylemişti. İbn Abbas "ci J.llt"(En'am 96) ifadesinin tefsirinde "Bu, gündüzün güneşin, geceleyin ayın ışığıdır" demiştir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"ResuluIlah'a "ilk vahyin salih rüya görerek başladığı." İsmalll'nin Kitabu'tTabir adında bir eseri vard1r. Tabir, rüya yorumlamaya mahsus bir kelimedir. Tabir, rüyanın zahirinden batınına geçmek demektir. Kurtubi, e/-Müfhim'de şöyle der:

 

Bazıları Arapçada "ru'yet" "rü'ya" manasına gelir. Nitekim ".......... ve ma cealne'r-rü'ya=sana gösterdiğimiz o rüyayı ve Kur'an'da /anetlenen ağacı ancak insan/an sınamak için meydana getirdik"(İsra 60) ayeti buna örnektir demiş ve ayette geçen "rü'ya" kelimesinden maksat, ResuluIlah'ın İsra gecesinde görmüş olduğu birtakım acayip şeyler olduğunu iddia etmiştir. Oysa İsra olayında ResuluIlah baştan sonra uyanık haldeydi. Biz de şunu ekleyelim:

 

Bazıları ise bunun tam aksini söylemiş ve ayetin İsra'nın uykuda gerçekleştiğini söyleyenlere delil olduğunu ileri sürmüştür. Ancak itimat edilmesi gereken, birinci görüştür. İsra'nın tefsiri yapılırken İbn Abbas'ın sözkonusu rüyanın gözün rüyası (gördüğü şey) olduğu yolundaki ifadesi geçmişti. Buna "rüya" denilmesinin hikmeti, gaybı şeylerin şehade tarzındaki görmeden farklı olmasından kaynaklanabilir. Böylece gaybı meselelerin görülmesi, rüyada görülen rüyaya benzemiş olabilir. Kadı Ebu Bekir b. el-Arabı şöyle demiştir:

 

Rüya, Allahu Teala'ın bir melek veya şeytanın eliyle kulun kalbine bağlamış olduğu birtakım idraklardır. Bu da onların isimleriyle yani hakikatleriyle veya künyeleriyle yani ibareleriyle ya da karıştırmak şeklinde olur. Rüyanın uyanık haldeki benzeri, hatırdan geçen şeylerdir. Çünkü bunlar bir kıssa tarzında gelebildiği gibi, bölük pörçük bir şekilde düzenlenmemiş bir biçimde de gelebilir. Üstad Ebu İshak'ın görüşünün özeti budur. Mazerl şöyle der:

 

Rüyanın hakikati konusunda bilginler çok söz söylemişlerdir. Sahih olanı, ehl-i sünnetin görüşüdür. Ehl-i sünnete göre Allahu Teala uyuyan kimsenin kalbinde tıpkı uyanık kişinin kalbinde yarattığı gibi birtakım inançlar yaratır. Bunları yarattığı vakit, sanki onları ilerde yaratacağı başka şeylere bir sembol kılmış olur. Bunlardan söz konusu inancın aksine gerçekleşen şeyler, uyanık kimsenin karşısında gerçekleşenler gibidir. Bunu bir buluta benzetebiliriz. Allahu Teala bulutu yağmurun alameti olarak yaratmıştır. Ancak bazen bulut olduğu halde yağmur yağmaz. Sözünü ettiğimiz inançlar, bazen bir meleğin huzurunda gerçekleşir ve bundan sonra insanı sevindiren şeyler meydana gelir. Bazen de şeytanın bulunduğu yerde gerçekleşir ve bundan sonra zarar veren şeyler meydana gelir. Bunun bilgisi Allahu Teala'ın katındadır.

 

İbn Meymun'un Hamza b. ez-ZUbeyr vasıtasıyla Ubade'den nakline göre el-Hakim şöyle demiştir: Bazı müfessirler "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder"(Şura 51) ayetinin tefsirini yaparken "perde arkasından" ifadesini "rüyada" şeklinde tefsir etmişlerdir. Nebilerin rüyalarının vahiy olduğu noktasında başka bilginlerin ihtilafı yoktur. Vahye dışarıdan herhangi bir şey karışmaz. Çünkü o korunmuştur. Nebilerin dışındakilerin rüyaları ise böyle değildir. Çünkü onların rüyalarına şeytan girebilir. Hakim bir de şunu söylemiştir:

 

Allahu Teala, rüyada bir melek gönderir. Bu melek Adem oğlunun levh-i mahfuz' daki ahvaline bakar ve bundan bir kopya yapar ve herkes için kendi kıssasına göre bir misal getirir. Kul uyuduğunda bu şeyler ona hikmet yoluyla canlandırılır. Böylece onun kendisine bir müjde veya uyarı ya da azarlama olması hedeflenir. Adem oğluna aralarındaki düşmanlığın şiddetinden dolayı bazen şeytan musallat olur ve onu her yönden tuzağa düşürür, işlerini her yola başvurarak ifsad etmek ister. Rüyasını karıştırır, bunu ya rüyasında karışıklığa yol açarak ya da ondan gafil düşürerek yapar. Öte yandan görülen bütün rüyalar, iki kısma ayrılır.

 

Bunlardan birincisi, sadık rüyadır ki Nebilerin ve onların ardından giden salih kimselerin rüyaları böyledir. Başkaları böyle rüyaları nadiren görür. Bunlar rüyada görülene uygun olarak uyanıkken gerçekleşen rüyalardır.

 

Diğeri ise karışık rüyalardır (adğas). Bunlar herhangi bir uyarı niteliği olmayan rüyalardır. Karışık rüyalar da çeşit çeşittir:

 

Birincisi, rüyayı gören kimseyi üzmek için şeytan ın oyunundan ibarettir.

Mesela kişi rüyasında kendi başını kestiğini görür ve kendisi kesik başının ardından gitmektedir ya da korkunç bir duruma düşer ve imdadına koşacak hiç kimseyi bulamaz ya da buna benzer başka şeyler görür.

 

İkincisi, kişi rüyasında meleklerden birisinin kendisine mesela haram bir şeyi veya aklen imkansız olan bir fiili yapmasını emrettiğini görür.

 

Üçüncüsüne gelince, kişi rüyasında uyanıkken aklından geçen veya temenni ettiği bir şeyi görür. Aynı şekilde uyanıkken adeti olan bir şeyi rüyada görmek veya mizacına baskın olan bir şeyi görmek de böyledir. Bunlar galibiyetle geleceğe, çoğunlukla şu ana ve çok az olarak da geçmişe dair şeylerdir.

 

Müellif bundan sonra vahyin başlangıcı hakkındaki Hz. Aişe hadisine yer vermiştir. Buhari, bu hadisi Sahih'in başında zikretmiş biz de orada açıklamıştık. Sonra açıklamasından eksik bıraktığımız noktaları "......." ayetinin tefsirinde tamamlamıştık. Burada her iki yerde daha önce büyük bir ihtimaııe geçmeyen ve açıklamasından yarar olacak şeylerden söz edeceğiz.

 

"Resuliıllah'ın gördüğü her bir rüya mutlaka sabah aydınlığı gibi apaçık meydana çıkardı." İbn Ebi Hamza şöyle demiştir:

 

Bunun başka bir şey değil de sabah aydınlığına benzetilmesi şundan kaynaklanmaktadır. Nebilik güneşi doğarken "rüya", onun ilk ışıklarını görmek şeklinde olmuştur. Bu aydınlık, genişleye genişleye sonunda güneş doğmuştur. Kimin batını nuranı olursa, o kimse tasdikte Ebu Bekir gibi Bekri olur. Kimin batını karanlıkolursa yalanlamada Ebu Cehil gibi yarasa olur. Diğer insanlar bu iki nokta arasında yer alırlar. Her bir kişi kendisine verilen nur oranında tasdik eder.

 

"Orada birçok geceler ibadete çekilirdi." Kirmani şöyle demiştir: Hz. Nebi'in neye göre ibadet ettiği noktasında ihtilaf edilmiştir. Bu ihtilaf, o daha önceki bir şeriata göre ibadet ederdi veya etmezdi şeklindeki yaklaşıma dayanmaktadır. Çoğunluk ikinci görüşü benimsemiştir. Onların dayanağı, böyle bir şey olsaydı, Resulullah naklederdi şeklindeki akıl yürütmedir. Bazıları, Resulullah'ın o andaki ibadetinin tefekkür tarzında olduğunu söylerken, bazıları kavminin yaptıklarını görmekten kaçınma şeklindeydi demişlerdir. Amidı ve bir grup bilgin, bu ihtimaııerden birincisini tercih etmişlerdir.

 

"On/ar beni çıkaracak/ar mı?" Süheyli şöyle demiştir: Efendimizin bu ifadesinden insanın vatandan ayrılmasının ne kadar ağır olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Resulullah (s.a.v) Varaka'nın kavminin kendisine eziyet edip, onu yalanlayacağı şeklindeki sözlerini duyunca herhangi bir can sıkıntısı belirtisi görülmemişti. Memleketten çıkarılacağından söz edince vatan sevgisi ve alışkanlığı dolayısıyla ruhu harekete geçti ve "On/ar beni çıkaracak/ar mı?" dedi. Süheyli şöyle devam eder:

 

Bu yaklaşımı istifham elifinden sonra vav harfinin getirilmesi de teyit etmektedir. Halbuki çıkarma, o konuda bir soru üzerine idi. Bu da gösteriyor ki Nebi'in sorusu inkar veya acı duyma tarzında idi. Bunu teyit eden şeylerden birisi de işaret edilen vatanın, Allah'ın haremi, beytinin civarı ve Hz. İsmail'den aleyhisselfun bu yana babalarının beldesi olduğudur. Hz. Nebi'in canının sıkılması, umut ettiği şeyleri elden kaçırma korkusu da olabilir. Çünkü o kavminin Allah'a iman edeceğini ve onları şirkin pisliğinden, cahiliyenin kirlerinden ve ahiretin azabından kurtaracağını umuyordu. Böylece onlara gönderilmesindeki maksada erişmiş olacaktı. Resulullah'ın canının sıkılması her iki sebepten de kaynaklanmış olabilir.

 

"Ona yine aynı sözleri söylemişti." İsmam şöyle der: Muhaddislere dil uzatanıardan birisi gerçekleri çarpıtarak şöyle demiştir: Hz. Nebi nasılolur da Nebiliği hakkında şüpheye düşer ve Varaka'ya başvurur, Hatice'ye korktuğundan şikayet eder ve bu yüzden kendisini aşağı atmak için bir dağın zirvesine çıkar? O kişi sözlerine şöyle devam eder:

 

Hz. Nebi s.a.v.'in -Rabbinden kendisine ineni gördüğü halde- şüphe duyması caiz olursa o zaman -ona ineni gözüyle görmediği halde- kendisine gelen hususunda şüphe duyan kimseye nasıl tepki gösterecektir? İsmam şöyle der:

 

Bunun cevabı şudur: Allahu Teala'ın adeti, ağır bir görevi yarattıklarından birisine ulaştırmaya hükmettiğinde bundan önce bir adaylık ve hazırlama (tesis) dönemi geçirtmesi şeklinde tecelli etmiştir. Resulullah'ın görmüş olduğu sadık rüyalar, yalnız başına kalma sevgisi ve ibadete çekilmesi, işte bu hazırlama ve adaylıklardandır.

Melek, kendisine gelince ansızın karşısına çıktı. Bu, normal ve alışılmış duruma benzemeyen bir haldi. Bundan dolayı onun beşer tabiatı bundan kaçtı ve bu durum onu korkuttu. Dolayısıyla içinde bulunduğu hal üzerinde düşünme fırsatı bulamadı. Çünkü Nebilik, insanın beşer olma karakterini tamamen ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla onun alışmadığı bir şeyden kaygı duyması ve tabiatının ondan kaçınması, şaşılacak bir şey değildir. Nebi, karşılaştığı bu yeni duruma alişıp, ülfet ettiğinde yoluna devam etmiştir. Bundan dolayı Resulullah sıcaklığına alıştığı ailesine dönmüş, ona karşılaştığı durumu bildirmiş, eşi de onu üstün ahlakı ve güzel yaşantısından tanıdığı için korkusunun yersiz olduğunu belirtmiş, kendisini Varaka'ya götürerek onun desteğini almak istemiştir. Çünkü onun doğruluğunu, bilgisini ve eski kitapları okuduğunu bilmekte idi. Resulullah, Varaka'nın açıklamasını dinleyince, hakka kesin olarak inanmış ve bunu itiraf etmiştir. Öte yandan Nebiliğe hazırlama (tesis) öncesinde meydana gelen olaylardan birisi de Nebiin yavaş yavaş alışması ve ünsiyet peydah etmesi için vahye bir süreliğine ara vermektir. Vahyin kesilmesi ona ağır geldi. Çünkü kendisine Allah adına henüz "Sen Allah'ın Resulüsün ve kullarına gönderilmiş bir Nebisin" diye hitap edilmemişti. Bundan dolayı karşılaştığı şeyin ilk defa gerçekleşen bir olayolmasından ve Cebrail'.in sorduğu soruya cevap vermemiş olmaktan korku duydu ve qüntüye kapıldı. Nebilik yüklerini taşımaya alışıp, kendisine gelen görevin ağırlığına tahammül edince Allahu Teala ona verdiği görevi bilindiği şekliyle açıverdi.