باب: من قتل
له قتيل فهو
بخير النظرين.
8. YAKINI ÖLDÜRÜLEN BİRİSİNİN İKİ SEÇENEKTEN BİRİNİ TERCİH
EDEBİLECEĞİ
حدثنا أبو
نعيم: حدثنا
شيبان، عن
يحيى، عن أبي
سلمة، عن أبي
هريرة: أن
خزاعة قتلوا
رجلاً.
وقال عبد
الله بن رجاء:
حدثنا حرب، عن
يحيى: حدثنا
أبو سلمة:
حدثنا أبو
هريرة:
أنه
عام فتح مكة،
قتلت خزاعة
رجلاً من بني
ليث، بقتيل
لهم في
الجاهلية،
فقام رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
فقال: (إن الله
حبس عن مكة
الفيل،
وسلَّط عليهم
رسوله
والمؤمنين،
ألا وإنها لم
تحل لأحد
قبلي، ولا تحل
لأحد بعدي،
ألا وإنما
أحلت لي ساعة
من نهار، ألا
وإنها ساعتي
هذه حرام، لا
يختلى شوكها،
ولا يعضد شجرها،
ولا يلتقط
ساقطتها إلا
منشد. ومن قتل
له قتيل فهو
بخير النظرين:
إما يودى وإما
يقاد).
فقام رجل من
أهل اليمن،
يقال له أبو
شاه، فقال:
اكتب لي يا
رسول الله.
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
(اكتبوا لأبي شاه).
ثم قام رجل من
قريش، فقال:
يا رسول الله،
إلا الإذخر،
فإنما نجعله
في بيوتنا
وقبورنا. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (إلا
الإذخر).
وتابعه عبيد
الله، عن
شيبان في
الفيل .وقال
بعضهم: عن أبي
نعيم: (القتل).
وقال عبيد
الله: (إما أن
يقاد أهل
القتيل).
[-6880-] Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Mekke'nin fethi
yılı Huzaa kabilesi Leys oğullarından birini öldürdü. Bu kişi cahiliye
döneminde Huzaa kabilesine mensup birisini öldürmüştü. Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
"Allahu Teala filin Mekke'ye girmesine mani oldu, onlara
Nebiini ve mu'minleri musallat kıldı. Dikkat ediniz Mekke benden önce hiç
kimseye helal olmadt. Benden sonra da hiç kimseye helal olmayacaktır! Dikkat
ediniz Mekke bana bir günün belli saatlerinde helal kılındı. Dikkat ediniz
Mekke şu içinde bulunduğum saatte haramdır. Buranın dikeni koparılamaz, ağacı
kesilemez, yere düşürülmüş bir eşya sahibini aramak maksadı hariç alınamaz. Bir
yakını öldürülen kimse iki seçenekten birisi ile muhayyerdir. Ya kendisine
fidye verilir ya da katil kısas edilir." Bunun üzerine Yemenlilerden Ebu
Şah adında bir kişi ayağa kalktı ve "Bana yaz ey Allah'ın Resulu!"
dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bunları EbQ Şah için
yazınız" buyurdu. Sonra Kureyş'ten bir kişi ayağa kalktı ve "Ya
Resulallah! İzhir otu hariç olsun. Çünkü biz bu otu evlerimizde ve
kabirlerimizde kullanıyoruz" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem "İzhir otu hariç" buyurdu.
حدثنا قتيبة
بن سعيد:
حدثنا سفيان،
عن عمرو، عن
مجاهد، عن ابن
عباس رضي الله
عنهما قال:
كانت
في بني
إسرائيل قصاص
ولن تكن فيهم
الدية، فقال
الله لهذه
الأمة: {كتب
عليكم القصاص
في القتلى -
إلى هذه الآية
- فمن عفي له من
أخيه شئ}. قال
ابن عباس:
فالعفو أن
يقبل الدية في
العمد، قال: {فاتباع
بالمعروف}. أن
يطلب بمعروف
ويؤدي بإحسان.
[-6881-] İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: İsrailoğulları
arasında kısas uygulanıyordu.
Onların arasında diyet diye bir uygulama mevcut değildi. Allahu
Teala bu ümmete
"Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı"
ayetinden başlayarak "her kimin cezası kardeşi (öldürülenin velisi)
tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı"
ayetine kadar olan ayetler indi. (Bakara 178) İbn Abbas şöyle dedi:
Af, teammüden öldürme de (mağdur yakınlarının kısastan vaz geçip)
diyeti kabul etmeleri demektir. İbn Abbas sonra ..........= hakkaniyete
uymalı" yani iyilikle talep etmeli ve güzellikle ödemelidir, dedi.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
İmam Buhari, başlığı haber formunda atmaktadır. Bu ifadenin
zahiri sözkonusu muhayyerlik, diyet almakla katili kısas etmek, maktulün
velilerine bırakılmıştır görüşünü benimseyen bilginlerin lehine delildir. Bu
konuda katilin rızası şart değildir. Yukarıdaki atılan başlıkta kastedilen bu
kadarıdır. Buradan hareketle İmam Buhari, Ebu Hureyre hadisi ile "her
kimin cezası kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar
bağışlanırsa" ayetinin tefsiri mahiyetinde olan İbn Abbas hadisine yer
vermiştir. Ayette söylenmek istenen şudur: Maktulün velisi, onun kanını talep
etmekten vazgeçip diyet vermesine razı olursa bu takdirde "......"
yani diyeti talep edebilir. İbn Abbas ayette geçen "af" kelimesini
teammüden öldürmelerde diyeti kabul etme şeklinde tefsir etmiştir. Diyeti kabul
etme, kısas talep etme hakkı olan maktul velilerine aittir. Öte yandan katil
kendi rızasına bakılmaksızın diyeti vermekle yükümlü tutulmuştur. Çünkü o
"Kendinizi öldürmeyiniz"(Nisa 29) ayet-i kerimesinin genelliği
dolayısıyla kendisini hayatta tutmakla emredilmiştir. Maktulün yakınları ondan
diyet almaya razı olduklarında katilin bunu kabul etmeme gibi bir yetkisi
yoktur. İbn Battal şöyle demiştir: "Bu söylenenler Rabbinizden bir
hafifletme ve rahmettir"(Bakara 178) ayetinin manası İsrailoğullarında
diyet uygulamasının olmadığına işaret etmektedir. İsrailoğullarında kısas,
başvurulan bir tek ceza metoduydu. Allahu Teala maktulün yakınları razı 0lduğu
takdirde diyet alma uygulaması getirerek bu ümmete hükmü hafifletmiştir.
"Allah fil'in Mekke'ye girmesine mani oldu." Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, filin Mekke'ye girmesinin engellenmesi ifadesi ile
Habeşlilerin yaşadığı olaya işaret etmektedir. Bu olay meşhur olup, İbn İshak
tarafından geniş geniş açıklanmıştır. Onun uzun açıklamalarını şöyle özetlemek mümkündür:
Hıristiyan olan Habeşistanlı Ebrehe Yemen'i ele geçirince bir kilise yaptı ve
insanları buraya hacca gelmeye zorladı. Araplardan birisi harekete geçerek
bekçilerin dalgınlığından yararlanıp, kilisenin içine dışkısını yaptı ve sonra
kaçtı. Ebrehe bunu duyunca öfkelendi ve Ka'be'yi yıkmaya karar verdi. Kalabalık
bir ordu hazırladı ve yanına büyük bir fil aldı. Mekke'ye yaklaşınca
Abdulmuttalib karşısına dikildi. Ebrehe ona hürmet etti. Çünkü Abdulmuttalib
güzel ve yakışıklı bir insandı. Abdulmuttalib ondan yağmaladığı develerini geri
istedi. Ebrehe, Abdulmuttalib'in ucuz hesapların adamı olduğunu düşündü ve
"Benden sadece yapmayı düşündüğüm şeyi yapmamamı rica edeceğini
zannetmiştim" dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib "Bu beytin kendisini
koruyacak Rabbi vardır" dedi. Bunun üzerine Ebrehe ona develerini iade
etti. Ebrehe ordularıyla ilerledi ve en öne o fili kattı. Ancak fil yere çöktü,
onu kaldırmayı başaramadılar. Allahu Teala onların üzerine ikisi ayaklarında,
birisi gagalarında olmak üzere üç taş bulunduran kuş sürüsü gönderdi. Kuşlar bu
taşları onların üzerine attı ve Ebrehe ordusundan bu taşların isabet etmediği
hiç kimse kalmadı.
"Ve men kutile lehu katflun" yani kimin hayatta olan
bir yakını öldürülür ve bu yüzden maktul haline gelirse ...
"Bu kişi iki seçenekten birini tercih edebilir."
Tirmizi'nin, Evzaı yoluyla yaptığı rivayette "Bu kişi ya affeder ya da
katili (kısasen) öldürür" denilmektedir.(Tirmizi, Diyat) Burada
"af"tan maksat, her iki rivayeti birbiriyle cem ve telif etmiş olmak
için kısastan vazgeçip, diyeti kabul etmek anlamındadır. Hadisten maktul
yakınının kısasla diyetten birini tercih etmede muhayyer olduğu
anlaşılmaktadır. Maktul l,.'akını diyeti tercih ettiğinde katilin bu isteğe
uyma zorunluluğu olup olmadığı noktasında bilginler ihtilaf etmişlerdir.
Bilginlerin çoğu katilin bu isteğe boyun eğmek zorunda olduğu kanaatine
varmıştır. İmam Malik'ten gelen bir rivayete göre diyet ancak katilin rızası
ile gerekli olur. O, görüşünü "kimin bir yakını öldürülürse"
ifadesine dayandırmaktadır. Bu ifadeden hakkın maktulün varislerine ait olduğu
anlaşılmaktadır. Maktul yakınlarından bazıları mevcut olmaz veya çocuk olursa
kalan velilerin çocuk olan ergenlik çağına ermedikçe ve gaib olan geri
dönmedikçe katili kısas ettirme hakları yoktur.
Ya katil veya yakınları maktul yakınlarına diyet öder ya da
katil bu suçundan dolayı (kısasen) katiedilir. Hadis-i şeriften Harem
bölgesinde kısas uygulamanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Mekke' de bu hitabı yapmış ve sözkonusu kısası Harem dışında
yapılması şeklinde kayıtIamamıştır.
"Sonra Kureyş'ten bir kişi ayağa kalktı ve 'Ya Resulallah!
İzhir otu hariç ol• sun' dedi." Ayağa kalkan kişinin Hz.Abbas b.
Abdulmuttalib olduğu daha önCE geçmişti. Hadisin Mekke'nin haramlığı ve izhir
otuyla ilgili kısmının açıklaması Hac bölümünde adı geçen başlıkların altında
daha önce yapılmıştı.
"Allahu Teala bu ümmete 'öldürülenler hakkında size kısas
farz kılındı' buyurdu." İsmail el-Kadı, Ahkamu'l-Kur'an'ında "cana
can"dan maksat, şer'ı cezalar (hadler) açısından birbirine denk olan
candır demiştir. Çünkü hür bir kişi, bir kölenin iffetine iftira attığında
bilginlerin ittifakıyla sopa cezasıyla cezalandırılmaz. Kısasen katiedilmek had
cezalarındandır. İsmail el-Kadı şöyle demiştir:
Bunu Allahu Teala "Yaralar da kısastır. Kim bunu (kısası)
başlarsa kendisi için kefaret 01ur"(Maide 45) ayetinde açıklamıştır.
Buradan hareketle köle ve kafir bu hükmün dışında olur. Zira kölenin kanını ve
yarasını tasadduk etme hakkı yoktur. Kafire gelince, ona "tasadduk
eden" ismi verilemeyeceği gibi, "kefaret veren" de denemez.
Bize göre İbn Abbas'ın açıklamasından anlaşılan, Allahu Teala'ın
"Onlara Tevrat'ta şöyle yazdık" (Maide 45) ayeti Tevrat'ta
İsrailoğullarına mutlak olarak "cana can" yazdık demektir. Bu hüküm,
kısas hakkı olan kişilere affettikleri katilin öldürülmesi yerine diyet isteme
yetkisi verilerek ve "cana can" ilkesi hüre karşı hür şeklinde
genelliği daraltılarak hafifletiimiştir. Bu durumda köleyi öldüren hürün,
kafiri öldüren Müslümanın kısasen katiedileceği hükmünü benimseyenleri Maide
ayetinden destekleyecek bir delil bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü bizden
önceki ümmetierin şeriatı, bizim şeriatımızda ona aykırı bir hüküm gelmediği
sürece esas alınır. Hz. İsa'nın şeriatında kısas yoktu. Sadece diyet vardı
denilmiştir. Eğer bu sabitse İslam şeriatı her iki uygulamaya da yer vermiş
olmakta ve böylece ifrata ve tefrite kaçmaksızın ortada bulunmaktadır.
Yukarıdaki hadis, katili kısas ettirmekle, diyet alma arasında muhayyer olan kişinin
maktulün velisi olduğunu göstermektedir. Çoğunluğu oluşturan fıkıh
bilginlerinin benimsediği görüş de budur. Hattabı ayette zikredilen
"aff'ın açıklamaya ihtiyacı olduğunu ifade etfuiştir. Çünkü kısasın
zahirine bakacak olursak katille maktul yakınları arasında herhangi bir ilişki
ve münasebet yoktur. Fakat ayetin manası ise şöyledir:
Maktulün yakınları her kimi kısas etmekten vazgeçip, diyete razı
olurlarsa diyeti hak edenlerin hakkaniyete uyması gerekir. Bu diyeti talep
etmede hakkaniyettir. Katilin ise ödeme zorunluluğu vardır ki bu da diyeti
güzellikle vermektir. imam Malik, Sevrı, Ebu Hanife kısasla diyet arasında
muhayyerliğin katile ait olduğu hükmünü benimsemişlerdir.
Bu ayetin nüzul sebebi konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazıları
ayet Araplardan iki mahalle hakkında indi. Bunlardan biri diğerinden daha
şerefli idi. Şerefli olanlar karşı tarafın kadınları ile mehirsiz olarak
evleniyarlardı. Aralarından bir köle öldürüldüğünde ona karşılık karşı taraftan
bir hür kimseyi veya bir kadın öldürüldüğünde ona karşılık bir erkeği
öldürüyorlardı. Bu haberi Taberi, Şa'bl'den rivayet etmiştir. Habere Ebu Davı1d
da yer vermiştir. ibn Abbas şöyle anlatmıştır:
Kureyza ve en-Nadır diye iki kabile vardı. en-Nadır, Kureyza'dan
daha şerefliydi. Kureyza'dan birisi Nadır'den bir kişiyi öldürdüğünde katil
kısasen öldürüıürdü. Nadır'den birisi Kureyza'dan birini öldürdüğünde yüz vesk
hurma fidye verirdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Nebi olarak
gönderildiğinde Nadır' den bir kişi Kureyza'dan birini öldürdü. Bunlar izin
verin katili kısasen öldürelim dediler. Karşı taraf ise aramızda Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakem olsun dediler ve Resulullaha geldiler. Bunun
üzerine "Ve eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hükmet"(Maide 42)
ayet-i kerimesi indi. Ayette geçen "kıst" kelimesi cana can demektir.
Sonra "Yoksa onlar cahiliye idaresini mi arıyorlar" ayeti indi.(Maide
50) Çoğunluğu oluşturan fıkıh bilginleri bu ayetten hile yoluyla olsa bile
teammüden öldürme de diyet almanın caizliği hükmünü çıkarmıştır. Hileden maksat
bir kimsenin maktulü aldatıp, kimsenin görmeyeceği bir yere götürerek orada
katletmesi demektir. Malikiler bu hükme muhalif kalmışlardır.
Bazı Maliki alimleri teammüden adam öldürdükten sonra Harem-i Şerif'e
sığınan kişinin katledilebileceğini bu ayetten çıkarmışlardır. Buna karşılık
bazıları, katil Harem' de katledilmez, tam tersine oradan çıkması beklenir
diyerek bu hükme muhalif kalmışlardır. Hadisin bu hükme nasıl delalet ettiğine
gelince; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu Harem bölgesinde
öldürülmüş Huzaalı maktul olayı üzerine söylemiştir. Tea.mmüden öldürülmüş
kimse hakkında kısas hükmü getirilmiştir. Harem-i Şerif'in dökunulmazlığı
hakkında zikredilen ifade bununla çelişmez. Çünkü Harem-i Şerif'in
dokunulmazlığından maksat, Allahu Teala'ın haram kıldığı şeyleri haram kılmak
suretiyle Harem'e ta'zimde bulunmaktır. Cinayet işleyen birisine had cezasını
orada uygulamak Allah'ın haramlarına ta'zim arasında yer alır.