SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-HUDUD

<< 2217 >>

باب: رجم الحبلى في الزنا إذا أحصنت.

31.MUHSAN OLUP ZİNA'DAN GEBE KALAN KADIN'IN RECM EDİLMESİ

 

حدثنا عبد العزيز بن عبد الله: حدثني إبراهيم بن سعد، عن صالح، عن ابن شهاب، عن عبيد الله بن عبد الله بن عتبة بن مسعود، عن ابن عباس قال:

 كنت أقرئ رجالاً من المهاجرين، منهم عبد الرحمن بن عوف، فبينما أنا في منزله بمنى، وهو عند عمر بن الخطاب في آخر حجة حجها، إذ رجع إلي عبد الرحمن فقال: لو رأيت رجلاً أتى أمير المؤمنين اليوم، فقال: يا أمير المؤمنين، هل لك في فلان؟ يقول: لو قد مات عمر لقد بايعت فلاناً، فوالله ما كانت بيعة أبي بكر إلا فلتة فتمَّت، فغضب عمر، ثم قال: إني إن شاء الله لقائم العشية في الناس، فمحذرهم هؤلاء الذين يريدون أن يغصبوهم أمورهم. قال عبد الرحمن: فقلت: يا أمير المؤمنين لا تفعل، فإن الموسم يجمع رعاع الناس وغوغاءهم، فإنهم هم الذين يغلبون على قربك حين تقوم في الناس، وأنا أخشى أن تقوم فتقول مقالة يطيِّرها عنك كلُّ مطيِّر، وأن لا يعوها، وأن لا يضعوها على مواضعها، فأمهل حتى تقدم المدينة، فإنها دار الهجرة والسنة، فتخلص بأهل الفقه وأشراف الناس، فتقول ما قلت متمكناً، فيعي أهل العلم مقالتك، ويضعونها على مواضعها. فقال عمر: والله - إن شاء الله - لأقومنَّ بذلك أو ل مقام أقومه بالمدينة. قال ابن عباس: فقدمنا المدينة في عقب ذي الحجة، فلما كان يوم الجمعة عجَّلت الرواح حين زاغت الشمس، حتى أجد سعيد بن زيد بن عمرو ابن نفيل جالساً إلى ركن المنبر، فجلست حوله تمس ركبتي ركبته، فلم أنشب أن خرج عمر بن الخطاب، فلما رأيته مقبلاً، قلت لسعيد بن زيد بن عمرو بن نفيل: ليقولنَّ العشية مقالة لم يقلها منذ استخلف، فأنكر عليَّ وقال: ما عسيت أن يقول ما لم يقل قبله، فجلس عمر على المنبر، فلما سكت المؤذنون قام، فأثنى على الله بما هو أهله، ثم قال: أما بعد، فإني قائل لكم مقالة قد قُدِّر لي أن أقولها، لا أدري لعلها بين يدي أجلي، فمن عقلها ووعاها فليحدِّث بها حيث انتهت به راحلته، ومن خشي أن لا يعقلها فلا أحلُّ لأحد أن يكذب عليَّ: إنَّ الله بعث محمداً صلى الله عليه وسلم بالحق، وأنزل عليه الكتاب، فكان مما أنزل الله آية الرجم، فقرأناها وعقلناها ووعيناها، رجم رسول الله صلى الله عليه وسلم ورجمنا بعده، فأخشى إن طال بالناس زمان أن يقول قائل: والله ما نجد آية الرجم في كتاب الله، فيضلُّوا بترك فريضة أنزلها الله، والرجم في كتاب الله حق على من زنى إذا أحصن من الرجال والنساء، إذا قامت البيِّنة، أو كان الحبل أو الاعتراف، ثم إنا كنا نقرأ فيما نقرأ من كتاب الله: أن لا ترغبوا عن آبائكم، فإنه كفر بكم أن ترغبوا عن آبائكم، أو إن كفراً بكم أن ترغبوا عن آبائكم. ألا ثم إن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: (لا تطروني كما أطريَ عيسى بن مريم، وقولوا: عبد الله ورسوله).

ثم إنه بلغني قائل منكم يقول: والله لو قد مات عمر بايعت فلاناً، فلا يغترَّنَّ امرؤ أن يقول: إنما كانت بيعة أبي بكر فلتة وتمَّت، ألا وإنها قد كانت كذلك، ولكن الله وقى شرَّها، وليس فيكم من تقطع الأعناق إليه مثل أبي بكر، من بايع رجلاً من غير مشورة من المسلمين فلا يتابع هو ولا الذي تابعه، تغرَّة أن يقتلا، وإنه قد كان من خبرنا حين توفى الله نبيه صلى الله عليه وسلم أن الأنصار خالفونا، واجتمعوا بأسرهم في سقيفة بني ساعدة، وخالف عنا علي والزبير ومن معهما، واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر، فقلت لأبي بكر: يا أبا بكر انطلق بنا إلى إخواننا هؤلاء من الأنصار، فانطلقنا نريدهم، فلما دنونا منهم، لقينا منهم رجلان صالحان، فذكرا ما تمالأ عليه القوم، فقالا: أين تريدون يا معشر المهاجرين؟ فقلنا: نريد إخواننا هؤلاء من الأنصار، فقالا: لا عليكم أن لا تقربوهم، اقضوا أمركم، فقلت: والله لنأتينَّهم، فانطلقنا حتى أتيناهم في سقيفة بني ساعدة، فإذا رجل مزمَّل بين ظهرانيهم، فقلت: من هذا؟ فقالوا: هذا سعد بن عبادة، فقلت: ما له؟ قالوا: يوعك، فلما جلسنا قليلاً تشهَّد خطيبهم، فأثنى على الله بما هو أهله، ثم قال: أما بعد، فنحن أنصار الله وكتيبة الإسلام، وأنتم معشر المهاجرين رهط، وقد دفَّت دافَّة من قومكم، فإذا هم يريدون أن يختزلونا من أصلنا، وأن يحضنونا من الأمر. فلما سكت أردت أن أتكلم، وكنت قد زوَّرت مقالة أعجبتني أردت أن أقدمها بين يدي أبي بكر، وكنت أداري منه بعض الحد، فلما أردت أن أتكلم، قال أبو بكر: على رسلك، فكرهت أن أغضبه، فتكلم أبو بكر فكان هو أحلم مني وأوقر، والله ما ترك من كلمة أعجبتني في تزويري، إلا قال في بديهته مثلها أو أفضل منها حتى سكت، فقال: ما ذكرتم فيكم من خير فأنتم له أهل، ولن يعرف هذا الأمر إلا لهذا الحي من قريش، هم أوسط العرب نسباً وداراً، وقد رضيت لكم أحد هذين الرجلين، فبايعوا أيهما شئتم، فأخذ بيدي وبيد أبي عبيدة بن الجراح، وهو جالس بيننا، فلم أكره مما قال غيرها، كان والله أن أقَدَّم فتضرب عنقي، لا يقرِّبني ذلك من إثم، أحب إلي من أن أتأمَّر على قوم فيهم أبو بكر، اللهم إلا أن تسوِّل لي نفسي عند الموت شيئاً لا أجده الآن. فقال قائل من الأنصار: أنا جُذيلها المحكَّك، وعُذيقها المرجَّب، منَّا أمير، ومنكم أمير، يا معشر قريش. فكثر اللغط، وارتفعت الأصوات، حتى فرقت من الاختلاف، فقلت: ابسط يدك يا أبا بكر، فبسط يده فبايعته، وبايعه المهاجرون ثم بايعته الأنصار. ونزونا على سعد بن عبادة، فقال قائل منهم: قتلتم سعد بن عبادة، فقلت: قتل الله سعد بن عبادة، قال عمر: وإنا والله ما وجدنا فيما حضرنا من أمر أقوى من مبايعة أبي بكر، خشينا إن فارقنا القوم ولم تكن بيعة: أن يبايعوا رجلاً منهم بعدنا، فإما بايعناهم على ما لا نرضى، وإما نخالفهم فيكون فساد، فمن بايع رجلاً على غير مشورة من المسلمين، فلا يتابع هو ولا الذي بايعه، تغرَّة أن يقتلا.

 

[-6830-] İbn Abbas r.a. şöyle anlatmıştır: Muhacirlerden birtakım kimselere Kur'an okutuyordum. Bunlardan biri Abdurrahman b. Avf idi. Hz. Ömer'in yaptığı son haccında Mina'da Abdurrahman b. Avf'ın evinde bulunduğum sırada Abdurrahman, Ömer'in yanında imiş. Oradan evine benim yanıma döndü ve şöyle dedi:

 

Bugün mu'minlerin emirinin yanına gelen adamı keşke görseydin! Adam şöyle dedi: Ey mu'minlerin emiri! Filan şahıs hakkında ne düşünürsün? Adam

 

"Eğer Ömer ölürse ben muhakkak filan kimseye bey'at ederim. Vallahi Ebu Bekir'e yapılan bey'at, ansızın birden bire yapılıp tamam oldu!" dedi. Ömer bu söze çok öfkelendi, sonra şöyle dedi:

 

"İnşallah akşamüstü cemaate bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyenlere karşı onları sakındıracağım."

 

Abdurrahman şöyle devam etti: Ben "Ey mu'minlerin emiri! Böyle yapma! Çünkü hac mevsimi şerde hızlı ve ayak takımı kimseleri bir araya toplar. Cemaate konuşma yapmak üzere ayağa kalktığında bu kimseler sana yakın bir yerde çoğunluğu ele geçirirler. Ben senin kalkıp bu konuda bir konuşma yapmandan ve bunu laf taşıyanların senden alıp, etrafa uçurmasından, duyanların da onu belleyememeleri ve manasını anlamamalarından ve o konuşmayı yakışmayacak birtakım manalara çekmelerinden endişe ederim. Onun için acele etme, Medine'ye dönünceye kadar sabret. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada fakihlerle ve insanların ileri gelenleriyle bir araya gelip söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olaraksöylersin, ilim ehli olanlar senin konuşmanı iyi belleyip kavrarlar ve onu gerektiği şekilde anlarlar. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:

 

Valiahi inşallah Medine'ye varıp, yapacağım ilk konuşmada bu meseleyi mutlaka ele alacağım! dedi.

 

İbn Abbas şöyle devam etti: Bizler zilhicce ayının sonunda Medine'ye geldik. Cuma günü olunca güneş tam tepe noktasından kaydığı zaman mescide gitmek için acele davrandım. Nihayet Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl'i minberin köşesinin yanında oturmuşken ben de yanına varıp oturdum. Dizim onun dizine dokunuyordu. Çok geçmeden Hz. Ömer çıkageldi. Onun gelmekte olduğunu görünce Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl'e

 

"Ömer bugün öğleden sonra öyle bir konuşma yapacak ki halifeliğe getirildiği günden beri böyle bir konuşma yapmamıştı!" dedim. Said b. Zeyd benim bu dediklerimi bir anda doğrulamadı ve "Ömer'in şimdiye kadar bundan önce söylemediği bir konuşma yapacağını nereden çıkarıyorsun!" dedi. Ömer minber üzerine oturup, müezzinler de ezanları okuyup sükut ettikleri zaman ayağa kalktı. Allah'a hamd edip onu layık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra "Sadede gelince ... " deyip şunları söyledi:

 

"Sizlere Allah'ın takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum belki de bu konuşmam benim ecelimden hemen öncedir! Bu konuşmam i kavrayıp, anlayan ve iyi belleyen kimse binitinin ulaştığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Akledip, kavramayamayacağından endişe eden kimseye gelince, hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesini helal etmiyorum. Şüphesiz ki Allah Muhammed'i hak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olarak gönderdi ve ona kitabı indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde recm ayeti de vardı. Bizler o ayeti okuduk, akledip anladık ve iyice belledik. Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zina edenlere recm uyguladı, ondan sonra biz de zina edenleri recm ettik. Ben aradan uzun zaman geçtikten sonra birisinin çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recm ayetini bulmuyoruz" demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmek suretiyle insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recm, Allah'ın kitabında sabit bir haktır. Bu, erkeklerden ve kadınlardan meşru bir evlilik yapıp (muhsan), zina eden, zinası da beyyine ile veya gebelikle ya da itiraf sebebiyle sabit olan kimselere uygulanır. Sonra bizler Allah'ın kitabından okumakta olduğumuz şeyler için de "Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz! Çünkü sizin onlardan yüz çevirmeniz nankörlüktür -veya sizin babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Dikkat edin! Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şunu da buyurmuştur:

 

"Sizler beni, Meryem oğlu İsa'nın övüldüğü gibi övmeyiniz. Benim için 'Allah'ın kulu ve Resulü' deyiniz." Sonra içinizden birisi çıkıp, "Valiahi Ömer ölürse ben muhakkak filan kimseye bey'at ederim" demiştir. Sakın hiçbir kimse onun "Ebu Bekir'e yapılan bey' at ancak istişaresiz birden bire yapılıp tamam oldu" demesine aldanmasın. Dikkat ediniz! Gerçekten o iş böyle çabuk olmuştur. Fakat Allah o işin kötülüğünden ümmeti korumuştur. İçinizden hiçbir kimse, kendisine hızla gidilmek amacıyla develerin telef edilmesine Ebu Bekir' den daha layık değildir. Bundan sonra kim millete danışmadan Müslümanlardan bir adama bey'at ederse onun bey'ati kabul edilmez. O bey' at eden de, bey'at edilen de kendilerini öldürülme tehlikesine atmış olurlar!

 

Şu da bir gerçektir ki Allah, Nebiini vefat ettirdiği zaman bizler Ensarın bize muhalefet ettiği ve tümünün Saide oğulları gölgeliğinde toplandıklarını haber almıştık Ali'yle ZUbeyr ve onların beraberinde bulunanlar da bize muhalefet ettiler. Muhacirler, Ebu Bekir'in yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e "Ey Ebu Bekir! Haydi şu Ensar kardeşlerimizin yanına gidelim!" dedim. Bundan sonra onlara ulaşmak maksadıyla yola koyuldukOniara yaklaştığımızda bizleri aralarından iki salih kişi karşıladı ve toplananların benimseyip, üzerinde ittifak ettikleri görüşü bize bildirdiler ve "Ey Muhacirler topluluğu! Nereye gitmek istiyorsunuz?" dediler. Biz de onlara "Şu Ensar kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz" dedik. Bize "Ensar topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü kendiniz veriniz!" dediler. Ben de onlara "Valiahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz!" dedim ve yola Çıktık, nihayet Saide oğullarının danışmalarda bulundukları gölgelikte Ensar topluluğunun yanına vardık Bir de ne görelim onların arasında bir örtüye bürünmüş bir adam var! Ben "Bu kimdir?" dedim. Onlar "Bu Sa'd b. Ubade'dir" dediler. Ben "Onun nesi var?" dedim. Bana "Sıtma nöbeti var!" dediler. Birazcık oturduktan sonra onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allahu Teala'ılayık olduğu yüce sıfatlarla övdü.

 

Bundan sonra "İmdi, sadede gelince ... " dedikten sonra şöyle devam etti:

 

"Bizler Allah'ın Ensarın ve İslamın büyük ordusuyuz. Sizler -ey Muhacirler topluluğu!- Mekke'deki kavminizden bize gelmiş olan az bir topluluksunuz. Hal böyle iken şimdi bu azınlık, bizi aslımızdan koparmak ve bu görevi üstlenmemize mani olmak istiyorlar.

 

Ömer şöyle devam etti: Ensarın hatibi susunca, ben söz almak istedim.

 

Daha önce beğendiğim ve Ebu Bekir'in önünde yapmayı istediğim bir konuşma hazırlamıştım. Ebu Bekir' e gelen öfkenin bir kısmını yatıştırmaya uğraşıyordum. Ben konuşmak istediğim zaman Ebu Bekir bana "Yavaş ol" dedi.

 

Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir kendisi konuşmaya başladı. O öfke sırasında benden daha ağır başlı, daha sakin ve daha vakarlı idi. Vallahi Ebu Bekir benim hazırlamış olduğum konuşmada hoşuma giden her şeyi söyledi. Marifeti sayesinde hazırladığım konuşmanın benzeri veya ondan daha üstün olan bir konuşmayı yaptı ve sonra sustu. Bu konuşmasında şunları söyledi:

 

Kendinizde bulunduğunu ifade ettiğiniz hayra sizler ehilsiniz. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasına asla tanınmayacaktır. Onlar nesep ve yurt bakımıarından Arapların en ortasıdır. Ben sizler için şu iki kişiden birisine razıyım, bunlardan dilediğiniz birisine bey'at edebilirsiniz. Ömer şöyle devam etti:

 

Bundan sonra Ebu Bekir kendisi aramızda oturmakta bulunduğu halde benim elimi ve Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın elini tuttu. Ben onun bu söylediklerinden rahatsız olduğum kadar başka bir sözden utanmamıştı. Vallahi öne geçirilip, boynumun -herhangi bir günahtan dolayı değil- vurulması bana aralarında Ebu Bekir'in bulunduğu bir kavme emirlik yapmaktan daha sevimlidir. Ancak ölümüm esnasında şeytan ın telkini ile nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hali müstesnadır ki ben şu saatte onu vicdanımda hissetmiyar ve bulmuyorum!

Bu sırada Ensardan birisi şöyle dedi:

 

Bizler emirlik ağacının faydanılacak olan aslıyız, köküyüz. Yine bizler meyveleri düşmesin diye yapraklarla, dallarla bağlanmış yüklü hurma salkımlarıyız. Bir emir bizden, bir emir sizden olsun ey Kureyş topluluğu! dedi. Bunun üzerine karışık sözler çoğaldı ve sesler yükseldi. Hatta ben bir ihtilaf çıkmasından korktum ve hemen "Uzat elini ey Ebu Bekir" dedim. O da elini uzattı. Ben de ona bey' at ettim. Benden sonra Muhacirler ve Ensar Ebu Bekir'e bey' at ettiler. Biz böylece Sa'd b. Ubade'ye karşı çabuk davranıp, galebe sağlamış olduk. Onlardan birisi sizler Sa'd b. Ubade'yi öldürdünüz dedi. Hz. Ömer şöyle devam etti:

 

Bu kişiye karşı ben "Sa'd b. Ubade'yi Allah öldürdü" dedim. Bundan sonra Hz. Ömer o Cuma konuşmasının sonunda şunları söyledi:

 

Bizler o zaman Allah'a yemin ederim ki karşı karşıya olduğumuz sorunlar içinde Ebu Bekir'e bey' at etmeden daha güçlü başka bir iş bulmadık. Ensar topluluğundan ayrıldığımızda bir bey'at yapılmadığı için onların bizden sonra kendilerinden bir kişiye bey'at etmelerinden korktuk. Bu takdirde ya bizler razı olmamamıza rağmen onlara bey' at edecek ya da onlara muhalefet edecektik. Bu durumda büyük bir fesat meydana gelecekti. Artık bundan böyle Müslümanlarla istişare olmaksızın kim bir kişiye bey' at edecek olursa, öldürülecekleri korkusundan ne ona ve ne de bey' at ettiği kişiye tabi olunmayacaktır.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Başlıktaki "muhsan olup ... " ifadesi evli ise demektir. İsmam şöyle demiştir:

 

İmam Buhari attığı bu başlıkla kadının evli iken zinadan gebe kalıp, sonra çocuğunu doğurmasını kastetmektedir. Buna karşılık kadın hamile ise çocuğunu dünyaya getirinceye kadar recm edilmez. İbn Battal şöyle demiştir:

 

Atılan başlığın manası zinadan gebe kalmış bir kadına recin cezası uygulamak gerekli midir yoksa değil midir demektir. Bilginler arasında hamile kadının çocuğunu dünyaya getirinceye kadar recm edilemeyeceği noktasında icma oluşmuştur. Nevevi şöyle demiştir:

 

Hamile kadının cezası sopa ise de hüküm böyledir, çocuğunu dünyaya getirinceye kadar bu ceza uygulanmaz. Kısas edilmesi gerekli olan hamile bir kadının durumu da böyledir. Yani o da çocuğunu dünyaya getirinceye kadar kısas edilemez. Bütün bunlarda bilginlerin icmaı vardır. Hz. Ömer hamile olan kadını recm etmek isteyince, Muaz ona "Karnındakini dünyc;ya getirinceye kadar ona ilişemezsin" demiştir. Hadisi İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir, ravileri sikadır.(İbn Ebi Şeybe, Musannef, V, 543)

 

Kadının çocuğunu doğurmasından sonra ne yapılacağı konusunda bilginler arasında ihtilaf vardır. İmam Malik, çocuğunu doğurduğunda recm edilir, çocuğunu büyütüneeye kadar beklenmez demiştir. KOfe fıkıh bilginleri ise "çocuğunu dünyaya getirdiğinde ona bakacak birini buluncaya kadar recm edilmez" kanaatini benimsemişlerdir. İmam Şafil'nin görüşü de bu doğrultudadır. İmam Malik'ten de buna benzer bir görüş naklediimiştir. İmam Şafiı şu hükmü de eklemiştir:

 

Kadın doğumun ardından gelen ilk sütü vermedikçe recm edilemez. Müslim'in nakline göre Büreyde şöyle anlatmıştır:

 

Gamid kabilesinden kadının biri gelerek Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! Beni temizle!" dedi. (Kadın zinadan hamile olduğunu söylemişti.) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Doğumunu yapıncaya kadar bekle" buyurdu. Kadın doğumunu yapınca, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onu recm edip de çocuğunu küçük yaşta emzirecek birisi bulunmaz halde bzrakamayzz" dedi. Bunun üzerine adamın biri ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Onun emzirilmesi bana ait olsun" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadını recm ettirdi.(Müslim, Hudud) Büreyde'nin bir başka rivayetine göre bu olay şöyle cereyan etmiştir:

 

"Kadın çocuğunu sütten kesilinceye kadar emzirdi. Sonra onu Müslümanlardan birisine teslim etti ve Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisini recm ettirdi." Büreyde'nin bu iki rivayetini şu şekilde cem ve telif etmek mümkündür:

 

İkinci rivayette birincide olmayan bir fazlalık vardır. Dolayısıyla birinci rivayette yer alan "ileyye irdauhu=onun emzirilmesi bana ait olsun" cümlesini, onun bakımı bana ait olsun şeklinde yorumlamak mümkündür.

 

"İbn Abbas'ın nakline göre" İbnü't-Tın'in nakline göre Davudı şöyle demiştir: İbn Abbas'ın "......... küntü ukriu ricalen" cümlesinin manası ben bazı kimselerden Kur'an öğreniyordum demektir. Çünkü İbn Abbas, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat ettiğinde Muhacir ve Ensardan sadece mufassal grubu sureleri ezberlemişti. İbnü't-Tin şöyle der:

 

Davudl'nin bu ifadesi, İbn Abbas'ın cümlesinin zahirinin dışına çıkmak hatta ifadeden uzaklaşmaktır. Çünkü "ukriu" öğretiyorum manasınadır. İbn İshak'ın, Abdullah b. Ebu Bekir vasıtasıyla Zührl' den yaptığı şu rivayet de bu tenkidi teyit etmektedir: "Mina' da Hz. Ömer'le birlikte bulunduğumuz sırada zaman zaman Abdurrahman b. Avf'ın yanına gelip, ona Kur'an öğretiyordum." Bu haberi İbn Ebi Şeybe nakletmiştir.(İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 431) İbn Abbas zeki ve hızlı ezber yapabilme yeteneğine sahip birisi idi. Birçok sahabe cihadla meşguloldukları için Kur'an'ı ezberleyememişlerdi. Nasibi olanlar, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra Medine'de yerleşmelerinin ardından bu eksikliklerini giderdiler. Sahabe asil çocuklara güveniyorIardı. Buçocuklar kendilerine ezberleme telkin i yapmak için Kur'an okutuyordu.

 

"Filan kimseye" yani Talha b. UbeyduIlah'a "bey' at ettim."

 

"ValIahi Ebu Bekir'e yapılan bey'at" "felteten" yani ansızın birden bire yapılıp tamam oldu!

 

Hadiste geçen "er-rua" ayak takımı kimseler demektir. Kötülük işlerinde eli çabuk, ayak takımı kimselere Arapçada "rua" denilmektedir.

 

"Yağlibune ala kurbike" yani onlar sana yakın bir yerde çoğunluğu ele geçirirler. "Fetahlusu" yani orada fakihlerle ve insanların ileri gelenleriyle bir araya gelirsin.

 

"Allah'ın kulu deyiniz." İmam Malik'in rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben ancakAllah'ın kuluyum. Benim için Allah'ın kulu ve Resulü deyiniz" buyurmuştur. İbnü'I-Cevzl şöyle der:

 

Bir şeyin yasaklanmasından onun vuku bulmuş olduğu sonucu çıkmaz. Çünkü biz Nebiimiz hakkında Hıristiyanların Hz. İsa hakkındaki iddiaları gibi iddiada bulunan olduğunu bilmiyoruz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in getirdiği yasaklık öyle anlaşılıyor ki Muaz b. Cebel hadisinde belirtilen olaydan dolayıdır. Çünkü o secde etmek için izin isteyince, 'Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan kaçınmış ve ona yasak getirmiştir.

 

Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta başkasının onun da ötesinde abartıya gideceği endişesine kapılmış ve emri teyid etmek için derhal yasaklama getirmiştir. İbnü'tTın şöyle demiştir:

 

"La tutTuni" yani beni Meryem oğlu İsa'nın cvülmesi gibi övmeyiniz. Çünkü onların bir kısmı onun hakkında ileri gidip, kendisini Allah'ın yanında bir ilah kabul ettiler. Bazıları ise onun Allah olduğunu iddia ederken, bir kısmı Allah'ın oğludur dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiği yasaklama ardından "Ben Allah'ın kuluyum" dedi. İbnü't-Tin şöyledevam eder:

 

Hz. Ömer'in bu olayı burada zikretmesinin ardında yatan incelik, kendisinin Müslümanlar hakkında aşırılığa kaçma endişesi duymasındandır. Yani Hz. Ömer anlama yeteneği olmayan bir kimsenin yanlış bir zanna kapılacağından ve herhangi bir kişinin halifeliğe layık olduğunu ve layık olmadığı halde bu görevi üst1enmeye kalkacağı düşüneceğinden korkmuştur. Yanlış zanna kapılan kişi ise onda olmayan şeylerle kendisini övüp, hadiste getirilen yasaklık kapsamına düşebilir. Hz. Ömer'in bu olayı nakletmesinin sebebi şu da olabilir:

 

Ebu Bekir'i metheden kişinin ağzından çıkanlar yasaklanmış övgü türünden değildir. Bundan dolayı Hz. Ömer "İçinizden hiçbir kimse ... Ebu Bekir' den daha layık değildir" demiştir. Hz. Ömer'in recm olayıyla anne ve babalardan yüz çevirmeyi yasaklaması, konuşma yapmasına sebep olan olaydan dolayıdır. Bu olayaradan birisinin "Eğer Ömer ölürse ben muhakkak filan kimseye bey' at ederim" şeklindeki ifadesidir. Hz. Ömer recm olayıyla "Şer'ı ahkam konusunda ancak Kur'an'da bulduğu m şeylerle amel ederim. Kur'an'da ise halife öldüğünde danışmalarda bulunma şartı açıkça getirilmemiştir. Tam tersine bu hüküm sünnetten alınmıştır. Nitekim recm de okunan Kur'an'da mevcut değildir. Bu hüküm sünnetten alınmıştır" diyen kimsenin bundan vazgeçirilmesi gerektiğine işaret etmiştir.

 

Anne ve babalardan yüz çevirmenin yasaklığına gelince; Hz. Ömer sanki halifenin toplum açısından baba mesabesinde olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla toplumun halifeyi bırakıp, başka birisini isteme hakları yoktur. Tam tersine babaya itaat etmek nasıl gerekli ise, halifeye de itaat -şartlarını taşıması şartıylaöyle gereklidir. Hz. Ömer'in değindiği konuların birbiriyle ilgisi bizim anladığımız kadarıyla bundan ibarettir. Gerçek ilim Allahu Teala'ın katındadır.

 

"Dikkat ediniz! Gerçekten o iş" yani Ebu Bekir'e yapılan bey'at"

 

"Fakat Allah o işin kötülüğünden ümmeti korumuştur." Yani Allahu Teala genellikle acelede olan kötülükten onları korumuştur. Çünkü aniden yaptığı işteki hikmeti bilmeyen bir kimsenin genellikle ondan hoşnut olmaması normal bir durumdur. Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'e bey'atta acele edilmesinin sebebini Ensarın Sa'd b. Ubade'ye bey' at etmelerinden korkması şeklinde açıklamıştır. Ebu Ubeyd "Ebu Bekir'e bey'atta acele ettiler. Çünkü bu mesele yayılır ve layık olmayan kimseler bu işe kafalarını takar ve kötülük meydana gelir diye korktular" demiştir. Davudl'nin bu konudaki görüşü şöyledir:

 

Hz. Ömer'in "Ebu Bekir'e yapılan bey'at birdenbire olmuş ve tamamlanmıştır" sözünün manası, bu bey'at görüşünü almak gereken herkes mevcut olduğu halde hiç kimseye danışılmaksızın yapılmıştır demektir. İmam Şafil'nin talebesi Kerabısı bu açıklamaya tepki göstermiş ve şöyle demiştir:

 

Tam tersine maksat, Hz. Ebu Bekir ve beraberinde olanların Ensara gitmekte muhalif davranmaları ve onların huzurunda Ebu Bekir' e bey' at etmeleridir. Oysa Ensarın arasında Ebu Bekir' e bey' at etmesi gerektiğini bilmeyen kimseler de vardı. Bunlar "Biz Ensar topluluğundan bir emir, sizlerden de bir emir olsun ey Kureyş topluluğu!" demiştir. Hadiste geçen "el-felte"den maksat Ensara ve onların Sa'd b. Ubade'ye bey'at etme isteklerine karşı muha1efettir. İbn Hibban şöyle der:

 

"hü ..:..jlS Kanet felteten" ifadesinin manası, bey'at ilk başlarda çok az kişi tarafından yapıldı demektir. Bir şey böyle olduğunda ona "U4.l1 el-felte" denilir. Böyle bir durumda genellikle muhalif olanların muhalefeti dolayısıyla bir kötülük meydana geleceği tahmin edilir. Allahu Teala ise Ebu Bekir'e ,bey'atta kötülük olduğundan değil, genellikle böyle bir durumda olabilecek kötülüğe karşı Müslümanları korumuştur.

 

"İçinizden hiçbir kimse, kendisine hızla gidilmek amacıyla develerin telef edilmesine EbU Bekir'den daha layık değildir." Hattabi'ye göre Hz. Ömer'in demek istediği şudur:

 

İçinizden fazilet açısından kendisine erişilemeyecek derecede yol almış bir kimse, Ebu Bekir'in derecesine erişemez. Hiç kimse Ebu Bekir'in eriştiği bey' ata erişeceğini ummasın. Ebu Bekir önce dar çerçevede bu bey'atı almış, sonra insanlar ona bey' at etmekte ittifak etmişler ve kendisi hakkında ihtilafa düşmemişlerdir. Zira onun halifeliğe layık olduğunu anlamışlar ve onun halifeliği konusunda düşünmeye, danışmalarda bulunmaya ihtiyaç duymamışlardır. Ondan başkası bu konumda değildir.

 

Hz. Ömer'in bu sözü, Ebu Bekir'in halifeliğinde yapıldığı gibi bir konuda acele davranmaktan kaçınmak gerektiğine işaret etmektedir. Zira ortada Ebu Bekir gibi bir aday yoktur. Çünkü Ebu Bekir birçok güzel nitelikleri kendisinde toplamış bir kişidir. O Allah'ın emrine uyan, Müslümanlara alçakgönüllü davranan, güzel ahlak sahibi, siyaseti bilen ve tam bir takvaya sahip olan kişidir. Başka hiç kimse ondaki bu nitelikleri taşımamaktadır. Dolayısıyla onun dışında bir kimseye danışmlarda bulunmaksızın bey'at edildiğinde kötülük kaynağı olan ihtilafın doğmayacağından hiç kimse emin olamaz.

 

"Tağirreten en yuktela" yani bey' at eden de, bey'at edilen de kendilerini öldürülme tehlikesine atmış olmamaları için.

 

"...... Yuakü" yani ona va'k gelir. ....... titremeyle birlikte yüksek ateştir.

Zaten bundan dolayı örtüye bürünmüştür.

 

"Onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi." Onların konuşmacılarının ismine vakıf olamadım. Sabit b. Kays b. Şemmas, Ensarın hatibi olarak çağrılıyordu. Öyle anlaşılıyor ki Ensarın hatibi Sabit'ti.

 

"......... Ketibetü'l-İslam= İslamın büyük ordusu" Hadiste geçen ketıbe'nin çoğulu ''....... ketaib"dir. Bu, bir araya toplanmış, büyük bir ordudur. Hz. Ömer'in onlara bu şekilde hitap etmesi, abartı içindir. Hz. Ömer onlara sanki sizler İslamın toplumusunuz, demiş olmaktadır.

...... Rehtun", az bir topluluk demektir. On veya daha az bir gruba reht denildiği daha önce geçmişti.

 

"Ve kad deffet daffetun min kavmikum" yani sizin topluluğunuzdan az bir grup geldi demektir. Kelimenin aslı "deff" kökünden türemedir. Bu kök, grup halinde yavaş yol alma ve yürüme anlamın'adır,

 

"Yahtezihlna" yani bu azınlık, bizi bu işten koparmak vedışlayıp tek başına kalmak istiyorlar.

"........ Ve en yahdununa" Ebu Ubeyd'in ifadesine göre bu kelime elMüstemll'de "yuhricuna" şeklindedir. "Hadanahu" ve "ihtedanehu ani'l-emri" demek onu bir kenara çıkardı, o konuda tek başına kaldı veya karşısındaki kişiye mani oldu demektir.

 

"...... kl; Felemma sekete" yani Ensarın hatibi susunca demektir. Onun ifadesinden anlaşılan şudur: Ensarın hatibi, Muhacirlerden bir grubun Ensara kendilerinin daha layık olduklarına inandıkları bir görev konusunda engelolmak istediklerini haber vermiştir. Ve böylece üstü kapalı olarak Ebu Bekir, Ömer ve onlarla gelenleri kastetmiştir.

 

"............ Ve küntu kad zewertu makaleten" yani bir konuşma hazırlamış ve onu güzel yapmıştım. ".............. Fe kale kailü'l-Ensari." Bu sırada Ensardan birisi şöyle dedi:

 

Süfyan, Bezzar'da yer alan rivayetinde bu hatibin ismini Hubab b. el-Münzir olarak vermektedir. İbn Şihab şöyle demiştir:

 

Said b. el-Müseyyeb bana "ene cüzeylüha'l-muhakkeku" diyen kişinin Hubab b. el-Münzir olduğunu haber verdi. Daha önce Hz. Aişe radıyal\ahu anha hadisinde mevsul olarak şöyle geçmişti:

 

Ebu Bekir "Bizler emiriz, sizler vezirsiniz" dedi. Bunun üzerine Hubab b. el-Münzir şöyle cevap verdi:

 

"Hayır, vallahi bunu yapamayız! Bir emir bizden, bir emir sizden olsun" dedi. "el-Murecceb" ve "el-muhakkek" kelimelerinin açıklaması o hadisin açıklaması yapılırken geçmişti. Ebu Bekir' e yapılan bu bey' at1a ilgili diğer hususlar da orada açıklanmıştı. İshak b. et-Tabba' burada şöyle bir ilave açıklamada bulunmuştur. İmam Malik' e bunun manasının ne olduğunu sordum. Bana şöyle dedi:

 

Sanki Hubab b. el-Münzir ben Ensarın dahisiyim demek istiyor. Bu, mana itibariyle bir tefsirdir. O buradaki rivayetine "iki kılıç" kelimesini eklemiştir. Söz konusu "ivayetin devamı şöyledir:

 

"Aksi takdirde bir hile olarak aramızda savaş hazırlarız." Bunun üzerine ben de "İki kılıç bir kına girmez" dedim. Ma'mer'in nakline göre bunu rivayet eden Katade'dir. Ma'mer şöyle demiştir:

 

Katade'nin nakline göre Hz. Ömr dedi ki: İki kılıç bir kına girmez. Fakat emirler bizden, vezirler sizden olsun." İbn Sa'd da sahih bir isnadla el-Kasım b. Muhammed'in mürseli şöyledir:

 

Ensar, Sa'd b. Ubade'nin etrafında toplandı. Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde onların yanına geldi. Hubab b. el-Münzir ayağa kalktı. Hubab Bedir'e katılmış sahabelerdendi. "Bir emir bizden, bir emir sizden olsun. Biz vallahi bu konuda sizi kıskanmıyoruz. Fakat babalarını ve kardeşlerini öldürdüğümüz birtakım kimselerin geleceğinden korkuyoruz" dedi. Hz. Ömer "Böyle bir şeyolduğunda gücün yeterse öl!" dedi. Hattabı "Bir emir bizden, bir emir sizden olsun" diyen kişiyi buna sevk eden Arapların anlayışıdır. Onlara göre bir topluluğun başına lider olacak kişi, ancak kendilerinden olur. Bu sözü söyleyen kişi, İslamın devlet başkanlığı konusundaki hükmünü ve bu görevin Kureyş'e ait olduğunu duymamış gibidir. Ancak bundan haberdar olunca konuşmasını kesmiş, kendisi ve kavmi Hz. Ebu Bekir'e bey'at etmiştir.

 

"Hatta feriktu mine'l-ihtilaf" Bu fiil "el-ferak" kökünden türemedir. Manası korkmaktır. İmam Malik'in rivayetinde bu kelimenin yerine "hatta hıftu" ifadesi geçerken, Cüveyriye'nin rivayetinde "hatta eşfakne'l-ihtilaf" ifadesi geçmektedir.

 

"Ve nezevna" sıçradık, galebe sağlamış olduk.

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1. İlmi verenin yaşı alandan daha küçük, toplum içindeki mertebesi ondan daha aşağı olsa bile yine de onu ehlinden almak gerekir.

 

2. İlim ehil olmayan kimselere verilmez ve onu kavramayacak kimseye açılmaz.

 

3.Anlayışı az olan bir kimseye tahammül edemeyeceği şey söylenmez.

 

4. Devlet başkanına toplumu fesada sürükleyecek bir faaliyet yapmasından endişe edilen bir kişinin konuştuğu şeyleri ihbar etmek caizdir ve bu, kınanmış olan söz taşımadan (nemıme) sayılmaz. Ancak iki maslahatı sağlamak ve ilgili kişiyi korumak için uyarının üstü kapalı yapılması gerekir. Her halde bu olayda gerçekleşen de böyle idi. Hz. Ömer bundan kaçındırmakla yetinmiş ve o görüşü dile getireni cezalandırmadığı gibi, söylediği iddia edilen kişiyi de cezalandırmamıştır. Mühelleb kendi iddiası üzerine maksadın Ensardan bir şahsa bey' at etmek olduğu sonucunu dayandırmış ve şöyle demiştir:

 

Bunda Ebu Bekir'in sözüne muhalefet vardır: Çünkü o "Fakat Araplar şu halifelik işini Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasına asla tanınmayacaktır" demiştir. Bilinen, aksine davranmanın caiz olmadığı şeydir. Bizim kanaatimiz ise şu yöndedir: Yukarıdaki olayın ifade akışından ortaya çıkan şudur: Hz. Ömer'in tepkisi Müslümanlara danışmaksızın herhangi bir şahsa bey' at etmek isteyen kimseyedir. O, ilgili şahsın Kureyşli veya başka bir kabileden olmasına değinmemiştir.

 

5. Bir toplumun önde gelen büyüğü hakkında mubah olan öyle şeylere tahammül edilir ki bunlara başkası hakkında asla katlanılamaz. Çünkü Hz. Ömer "İçinizden hiçbir kimse, kendisine boyunların uzatılmasına Ebu Bekir' den daha layık değildir" demiştir. Genel bir danışma olmaksızın Ebu Bekir' e beyate girişilmesine tahammül edilmiş olmasından onun sıfatını taşımayan herkes için bunun mubah olduğu sonucu çıkarılamaz. Mühelleb şöyle demiştir:

 

Hadisten halifeliğin sadece Kureyş içinden birine verileceği anlaşılmaktadır. Bunun delilleri çoktur. Budelillerden birisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Müslümanların emirliğini Ensara tavsiye etmiş olmasıdır. Bu tavsiye, onların halifeliğe haklarının olmadığına açık bir delildir. Ancak Mühelleb'in bu görüşü tartışılır. Bunun açıklaması ileride Ahkam bölümünde "Emirlerin Kureyş'ten olması" bölümünde gelecektir.

 

6. Bir kadın kocası ve efendisi olmadığı halde hamile olduğu takdirde kendisine had cezası uygulanır. Ancak hamileliğine bir delil getirir veya zorla tecavüze uğradığını ispat ederse cezadan kurtulur.

 

İbn Abdilberr şöyle der: Hz. Ömer'in birçok davada zorlama olduğu vb. iddialarla had cezasını düşürdüğüne dair haberler gelmektedir. İbn Abdilberr bundan sonra Şu'be, Abdulmelik b. Meysara isnadıyla en-Nezzal b. Sebre'nin şu ifadesini nakleder:

 

Mina'da Hz. Ömer'le birlikte bulunuyorduk. Birden karnı burnunda hamile bir kadın ağlayarak çıkageldi. Hz. Ömer kadına bunun sebebini sorunca, şöyle cevap verdi: Ben uykusu ağır bir kadınım. Bir gece namaza kalkmıştım. Sonra tekrar uyudum. Uyandığımda adamın birisi üstüme çıkmış bana tecavüz ediyordu. Sonra işini bitirince çekip gitti. Kim olduğunu bilmiyorum. Bu ifadenin ardından Hz. Ömer kadına had cezasını düşürdü. Bazı bilginler devlet başkanı (yetkili makam) kadının zorla tecavüze uğradığı iddiasında doğru söylediğine dair belirtiler görürse bunu kabul eder demişlerdir. Ancak memleketinde dindarlığıyla ve doğruluğuyla meşhur olmamış, zorla tecavüze uğradığına dair elinde bir karinesi bulunmayan kadının tecavüze uğradığı iddiası -özellikle de kadın şaibeli ise- kabul edilmez.

 

İbn Abdilberr Medine halkının Abdurrahman b. Avf ve Hz. Ömer'in bu konuda ittifakları nedeniyle ilim ve anlayış sahibi kimseler olduklarını bu haberden çıkarmıştır. İbn Battal'ın naklettiği ve kabul ettiği üzere Mühelleb de böyle söylemiştir. Bu hüküm o dönemin insanları hakkında isabetlidir. Bu konuda onlara benzeyenler de kendileri kategorisindedirler. Bundan sözkonusu durumun her asırda, hatta her kişide bu şekilde sürüp gideceği sonucu çıkarılamaz.

 

7. İlmi belleyip, anlama yeteneği olan kimseye onu tebliğ etmeli, anlamayana ise bildirmemelidir. Ancak kişi duyduğu haberi harfi harfine nakledebiliyor ve üzerinde herhangi bir değişiklik yapmıyorsa ona da ilmi tebliğ etmede herhangi bir sakınca yoktur. Mühelleb Hz. Ömer'in "Babalarından yüz çevirmeyiniz" hadisi ile recm hadisine yer vermesinin ilişkisine şöyle işaret etmektedir: Hz. Ömer, bununla hiç kimsenin elinde Kur'an veya hadisten nass bulunmayan bir konuda kesin konuşmasının isabetli olmayacağını ve hiç kimsenin kendi görüşüne başvurmak suretiyle nefsinin kendisine hoş gösterdiği şeyi söyleyip, yapmasının uygun ofmay.acağına işaret etmiştir. Nitekim "Ömer ölürse filan kimseye bey' at ederim" diyen kişi işte böyle kesin konuşmuştur. Çünkü o kişi halifeliğe elverişli olan kimsenin taşıması gereken şartın Kur'an'da yazılı olduğunu görmemiştir ve halife olmasını istediği kişiyi Ebu Bekir'in halife seçilmesi olayına kıyaslamış, arada fark olduğu için kıyasında yanlışlık yapmıştır. Oysa yapması gereken, ilim ehli kimselere Kitap ve sünnetin hükmünü sorması ve onların gösterdiği şeklinde hareket etmesi idi. Hz. Ömer recm olayıyla anne ve babalardan yüz çevirmenin yasaklığı hadisesine yer vermiştir. Oysa bu iki olay, -her ne kadar Allahu Teala'ın hakkında hüküm indirdiği, hükmünün devam ettiği ve okunmasının nesh edildiği şeylerden ise de- okuduğumuz Kur'an'da ayet olarak mevcut değildir. Ancak bu hükmü anlamak sözkonusu gerçeği anlayabilecek kapasitedeki ilim ehli kimselere mahsustur.

 

8. Bir topluluğun fitneye düşeceği ve gerçeği kabul etmeyeceği endişesini taşıyan bir kimsenin onlara gitmesi, kendileriyle tartışması ve onlara gereken delili sunması gerekir. NesaS'nin nakline göre Salim b. Ubeydullah şöyle demiştir: "Muhacirler halifelik konusunu görüşmek üzere biraraya geldiler ve sonra 'Buyrun Ensar kardeşlerimize gidelim!' dediler. Oraya varınca Ensara 'Bizden bir emir, sizden bir emir olsun' dediler. "(Nesai es-Sünenu'l-Kübra, ıV, 263) Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:

 

"Bir emir bizden, bir de sizden olursa bu, bir kında iki kılıç demektir. Bu da uygun olmaz." Sonra Hz. Ömer, Ebu Bekir'in elini tutarak "Arkadaşına "Üzülme! Çünkü Alla1-. bizimle beraberdir"(Tevbe 40) derken üçüncüleri Allah olan kimdi? Onlar mağarada iken kimdi onun arkadaşı? Kimdi o iki arkadaş? Hz. Ömer bundan sonra Ebu Bekir'e bey' at etti. Ardından insanlar da ona en güzel ve en şık bir biatla bey' at ettiler.

 

9. Mertebesi yüksek bir kişi edepli olmak ve kendi nefsini temize çıkarmaktan kaçınmak amacıyla kendi seviyesinden daha aşağıda olan birisine alçak gönüllü davranıp, onu kendine tercih edebilir. Nitekim Hz. Ömer'in uzat elini dediğinde Hz. Ebu Bekir'in bundan kaçınmaması bu gerçeği göstermektedir.

 

10. Müslümanların birden daha fazla devlet başkanları olması mümkün değildir.

 

11. Fitneye devam edeceği endişesi söz konusu olan kimseye beddua etmek caizdir.

 

12. Devlet başkanının huzurunda bir başka kişiye iftira atan kimseye mağdur talep etmedikçe devlet başkanının iftira cezası uygulaması gerekmez. Çünkü iftiraya uğrayan kişi bunu atanı affedebilir veya onun suçunun örtülmesini isteyebilir.

 

13. Devlet başkanı bir topluluğun yasak olan bir fiili işleme endişesi taşıyorsa onlara gitmesi, Öğüt vermesi ve o fiili işlemeden önce kendilerini uyarması gerekir.