SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-KADER

<< 2154 >>

باب: تحاج آدم وموسى عند الله.

11. ADEM VE MUSA A.S. ALLAH'IN HUZURUNDA MUNAZARA YAPTILAR

 

حدثنا علي بن عبد الله: حدثنا سفيان قال: حفظناه من عمرو، عن طاوس: سمعت أبا هريرة،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (احتجَّ آدم وموسى، فقال له موسى: يا آدم أنت أبونا خيَّبتنا وأخرجتنا من الجنة، قال له آدم: يا موسى اصطفاك الله بكلامه، وخطَّ لك بيده، أتلومني على أمر قدَّره الله عليَّ قبل أن يخلقني بأربعين سنة؟ فحجَّ آدم موسى، فحجَّ آدم موسى). ثلاثاً.

وقال سفيان: حدثنا أبو الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة، عن النبي صلى الله عليه وسلم مثله.

 

[-6614-] Ebu Hureyre r.a., Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den şöyle rivayet etmiştir:

 

Adem ve Musa aleyhisselam Allah'ın huzurunda münazara yaptılar. Musa şöyle dedi:

 

Ey Adem, sen bizim atamızsın. Bizi zarara uğrattın ve cennet'ten çıkarttın. Adem buna karşılık:

 

Ey Musa, Allah seni seçti, seninle konuştu, eliyle senin için kitap yazdı. Allah'ın beni yaratmadan kırk sene önce takdir ettiği bir şey için mi beni kınıyorsun?" diye cevap verdi. (Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Böylece Adem Musa'ya galip geldi. Böylece Adem Musa'ya galip geldi, (buyurdu) ve bunu üç kere tekrarladı.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Adem ve Musa Allah'ın Huzurunda Münazara Yaptılar: Burada Buhari'nin kullandığı Allah'ın huzurunda ifadesi net değildir. Bu münazara kıyamet gününde olacaktır. Huzurunda olmak özel bir durum ve üstünlük anlamındadır, aynı mekanda olmak anlamında değildir. Bu münazaranın dünyada da ahirette de olması mümkündür. Şu ayette kıyamette Allah'ın huzurunda olmaktan söz edilmiştir: "Sıdk Meclisinde, gayet muktedir bir Melrk'in yanındadırlar. "(Kamer, 55) Dünyada Allah'ın huzurunda olmakla ilgili de şu hadisten söz edilebilir: "Rabbimin yanında kalırım, o beni yedirir, içirir" Oruç Kitabında hadisin bu lafızia Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yer aldığını açıklamıştım.

 

Hadis Ebu Hureyre'den "Adem ve Musa Rablerinin huzurunda münazara yaptılar" lafzıyla da nakledilmiştir.

 

Adem ve Musa Münazara Yaptılar: Alimler bu lafzın zamanı hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bu olayın Musa aleyhisselam zamanında gerçekleşmiş olabileceği söylenmiştir. Bu durumda Allah bir mucize ile Adem'i aleyhisselam diriltmiş, Adem de Musa ile konuşmuştur. Ya da Allah Musa'ya Adem'in kabrini göstermiş o da yanına gelip konuşmuştur. Veya Allah miraç gecesi nasıl diğer Nebilerin ruhlarını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gösterdiyse Musa'ya da Adem'in ruhunu göstermişti. Allah Musa'ya rüyasında Adem'i göstermiş de olabilir. Nitekim Nebilerin rüyası da vahiydir. Kurban kıssasında olduğu gibi, rüyalarında vuku bulan hadisler tevil kabul etmez. Bu olay Musa'nın aleyhisselam vefatından sonrada gerçekleşmiş olabilir. İki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem berzah a.leminde karşılaşmışlardır. Musa ölür ölmez ruhları gökyüzünde buluşmuştur. ıbn Abdilberr ve el-Ka.bisi aynı kanaati paylaşırıar.

 

İbnu'l-Cevzi onların berzahta karşılaşmaları veya bu olayın bir darb-ı mesel olması ihtimallerinden söz etmiştir. Eğer karşılaşmış olsalar böyle konuşurlardı, anlamına geldiğini söylemiştir. Bu darb-ı meselde özellikle Musa'nın zikredilme nedeni onun ağır yükümlülüklerle gönderilen ilk Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olmasıdır. İbnu'l-Cevzı şöyle demiştir: Böyle bir yorum kabul edilebilir oırh0kla birlikte öncelikle ilk ihtimal kabul edilmelidir. Bu hadise sadık bir haber olarak nakledildiğinden dolayı, nasıl gerçekleştiğine muttali olamasak dahi buna iman etmek gereklidir. Ancak bu kıssa öncelikle iman edilmesi gereken meseleler (imanın şartları) arasında değildir. Kabir azabında ve nimetlerinde olduğu gibi manasına hakkıyla vakıf olamasak da müşkilleri açıklamak zorlaşınca teslimiyetten başka bir şey kalmamaktadır.

 

İbn Abdilber şöyle demektedir: Bana göre bu haberi teslimiyetle kabul etmek gereklidir. Bu haberi hakkıyla anlamak mümkün değildir. Bize bu konularda çok az bilgi verilmiştir.

 

Beni yaratmadan kırk sene önce: İbnu'I-Cevzl şöyle demektedir: Mahlukatın hiçbiri yaratılmadan önce, tüm bilgiler Allah'ın ezeli ilminde vardır. Ancak bunların yazılması farklı zamanlarda olmuştur. Sahih-i Müslim'deşöyle bir rivayet vardır: "Allah gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce kaderleri belirlemiştir. " Adem kıssası da Adem yaratılmadan kırk sene önce yazılmış olabilir. Bu süre onun çamurdan yaratılıp ruhu üflenene değin geçen süre de olabilir. Nitekim Müslim'in Sahih'inde Adem'in çamurdan yaratılması ile ona ruh üflenmesi arasında geçen sürenin kırk sene olduğu sabit olmuştur. Bu durum kaderlerin genelolarak yer ve göklerin yaratılışından elli bin sene önce yazılması durumu ile çelişmemektedir.

 

EI-Mazerı şöyle demektedir: En doğrusu Allah'ın bunu Adem'i yaratmadan kırksene önce yazmış olmasıdır.

 

Nevevi şöyle demektedir: Bunun takdir edilmesi levh-i mahfuza, Tevrat'a veya levhalara yazılmış olmasıdır. Kader anlamında olması caiz değildir. Çünkü kader ezelidir. Allah'ın iradesi, kullarının başına gelecek olanlar istikametindedir.

 

Bazı alimlerimiz burada Adem'in çamur suretinde yaratılmasının kastedildiğini zannetmişlerdir. Adem kırk sene çamur suretinde kalmıştır. Oysa Adem'in yaratılması ile kastedilen, ona ruh üflenmesidir.

 

Ben buna cevaben şöyle derim: A'meş'in Ebu Salih'ten naklettiği şu rivayet bu durumu anlamayı zorlaştırmaktadır: "Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce benim için yazmıştır." Bu rivayette yer alan "benim için yazmıştır" ifadesi takdir etmiştir, anlamında yorumlanır. Ya da yazının birkaç defa olması gibi yazılanın da sayısı artmıştır. Doğrusunu Allah Bilir. Asıl bilgi onun ilmidir.

 

(Nebi s.a.v.), Böylece Adem Musa'ya galip geldi.

 

Böylece Adem Musa'ya galip geldi, (buyurdu) ve bunu üç kere tekrarladı:

 

İbn Abdilber şöyle demektedir: Kaderin ispatı konusunda bu hadis doğru yolda olanlar için önemli bir kaynaktır. Allah kulların amellerini takdir etmiştir. Her• biri Allah'ın ilminde daha önce var olmasından ötürü, kendisi için takdir edilene ulaşır.

 

Kurtubi şöyle demektedir: Adem Musa'yı bir delil ile yenmiştir. Bu delil Tevrat'ta yer alan bir bilgidir. Allah Adem'in Tevbesini kabul etmiştir. Buna rağmen Musa'nın onu kınaması bir nevi zulümdür. Sefadan sonra cefadan bahsetmek de cefadır, denilir. El sıkıştıktan sonra muhalefet tüm izleriyle silinir, yok olur. Artık bir kınama ile karşılaşılmaz.

 

el-Mazerı ve diğer muhakkiklerin verdikleri cevapların sonucu budur. Güvenilir olan da budur.

 

Kaderiye kaderi net bir şekilde ispat eden bu hadisi ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Adem'in aleyhisselam delilini kabul ederek onun Musa'ya galip geldiğine şahitlik etmesini inkar etmişler ve şöyle demişlerdir:

 

"Bu sahih değildir. Çünkü Musa Adem'i Tevbe ettiği bir şeyden dolayı kınamamaktadır. O da öldürülmesi emredilmeyen bir canı öldürmüş, ardından Allah'tan bağışlanma dilemiş, Allah da onu affetmişti. Nasılolur da Allah'ın affettiği bir işten dolayı Adem'i kınar? İkincisi kaderde yazılı olan bir günahı işleme kten ötürü kınanmak caiz olsaydı -ki bu doğru değildir, işlediği bir günahtan ötürü kınanan kimse kendisini kaderle savunurdu. Bu caiz olsaydı o takdirde kısas ve had uygulamak kapısı tamamen kapanırdı. Herkes işlediği günahı kadere yüklerdi. Bu da hadisin bir aslı olmadığını göstermektedir."

 

Bu iddiaya birkaç yönden cevap verilebilir:

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Adem' in haklılığına özel bir manada hükmetmiştir. Bu haklılık umumi olsaydı, Allah şöyle demezdİ: "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi ve size 'şeytan muhakkak sizin apaçık bir düşmanınızdır' demedim mi?"(A'raf, 22) Yine onu bu nedenle cezalandırıp cennetten çıkarmaz ve yeryüzüne indirmezdi. Ancak Musa onu kınayınca ona "Sen Allah'ın eliyle yarattığı ilk insansın, sen şöylesin, sen böylesin, neden bunu yaptın?" demi'şti. Adem de bu üsluba aynıyla karşılık vererek ona: "Sen de Allah'ın seçtiği bir Nebisin, sen şöylesin, sen böylesin" demişti. Eğer bu konumda isen nasıl oluyor da kaderi değiştirecek hiç kimsenin olmadığını bilmiyorsun? Demiş olmaktaydı. Adem'in bu münazarada galip gelmesi iki yönden olmuştur:

 

Birincisi: Hakkında takdir edilenden dolayı hiç kimsenin bir başkasını kınamaya hakkı yoktur. Bu kınama ancak Allah'ın izniyle olur, yani kınayan Allah olur. Musa kendisine izin verilmeden kınadığı için Adem de kaderi öne sürerek Musa ile münazara yapmış ve onu susturmuştur.

 

İkincisi: Adem'in fiilinde hem kader hem kesp vardır. Tevbe, ameli (kesbedileni) silmiştir. Allah onun tevbesini kabul etmiş geriye sadece kaderi sebebiyle işlediği kalmıştır. Kaderden dolayı da insan kınanamaz. Çünkü kader Allah'ın fiilidir. Allah, yaptığı bir şeyden dolayı sorguya çekilemez.

 

Üçüncüsü: İbn Abdilber şöyle demiştir: Bana göre bu durum Adem'e hastır.

 

Çünkü bu münazara Allah Adem'in tevbesini kabul ettikten sonra gerçekleşmiştir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır: "Derken Adem Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı ve bu kelimeleri tekrarladı, pişmanlık duyduğunu ifade edip Rabbinden af ve mağfiret dileyerek eksiksiz bir tevbe ile tevbe etti. Allah da tevbesini kabul buyurdu"lıZ Aynı şekilde eğer Musa adam öldürmüş, zina yapmış ya da hırsızlık yapmış olsaydı Adem'in bunları hoş görmemesi güzelolurdu: Bunlar• Allah'ın ilminde önceden vardı, beni yaratmadan önce bunları takdir etmişti. Senin beni kınamaya hakkın yoktur. Ümmet bu gibi amelleri işleyenlerin kınanmasının caiz olacağı konusunda icma etmiştir. Hatta devamlı itaat edeni övmek nasıl müstehap ise, bu fiilleri işleyenleri kınamak da aynı şekilde müstehaptır.

 

Dördüncüsü: Musa Adem'i öldükten sonra kınamıştır. Oysa kınama mükellefe mükellefiyet yurdunda olduğu sürece yöneltilir. Ahkam o zaman yürürlüktedir. İsyan eden kınanır, ona had, kısas ve diğer cezalar uygulanır. Ölülere sövmek ise yasaklanmıştır. "Ölülerinizi ancak hay/rla anınız. " Onların ne olacağını ancak Allah bilir. Kendisine had uygulanan kişiye ikinci bir ceza verilmeyeceği nassla belirlenmiştir. Zina sebebiyle kendisine had uygulanan bir cariyenin kınanması yasaklanmıştır. Musa'nın Adem'i kınaması ise Adem'in mükellefiyet yurdundan irtihal etmesinden sonra olmuştur. Oysa Allah'ın onun tevbesini kabul ettiği nassla sabit olmuştur, artık kınanamayacağı ortadadır. Bu nedenle Adem kaderle ihticac etmiş, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onun getirdiği delilin Musa'ya galip geldiğini belirtmiştir.

 

Buradaki cevapların en doğruları ikinci ve üçüncüsüdür. Bu iki cevap arasında çelişki yoktur, bir tek cevap halinde toplanabilider. Bu da tevbe edenin tevbekar olduğu konuda kınanamayacağıdır. Hele bir de ahirete intikal etmişse hiç kınanmamalıdır.

 

Nevevi de bu fikri benimseyerek şöyle demiştir: Adem'in Musa'ya söylediği söz, Ey Musa, sen de biliyorsun ki ben yaratılmadan önce bunlar benim hakkimda yazıldı. Bu nedenle gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Ben ve tüm mahlukat bunlardan bir miskal ağırlığında bir şey değiştirmeye çalışsak bunu başaramazdık. Beni kınama. ;{ınamak aklı değil şer'ı nedenlerle olmalıdır. Allah benim tevbemi kabul etmiş, beni bağışlamıştır. Bu da kınama nedenini ortadan kaldırır. Beni kınayan şer'an mahcup olur.

 

İsyankar kimse, bu isyanın kendisi hakkında takdir edildiğini ileri sürecek olur ve kınanamayacağını söylerse şöyle denir: isyankar kişi ile Adem'in durumu arasında fark vardır. İsyankar kişi hala dünyadadır, hakkında kınama, cezalandırma gibi hükümler yürürlü.t<tedir. Gerek onun hakkında gerek başkası hakkında engelleme ve öğüt vermek söz konusudur. Oysa Adem ölmüştür ve dünyadan ayrılmıştır. isyanının engellenmesi imkansızdır. Kınanmasının da bir faydası yoktur. Aksine kınanınca eziyet edilmiş ve utandırılmış olur. Bu nedenle getirdiği delil onu haklı çıkarmıştır.

 

et-Tibi şöyle demektedir: Cebriye mezhebi asli anlamıyla kudreti Allah hakkında ispat, kul hakkında nefyeder. Mutezile ise tam aksinedir. İkisi de ifrat ve tefrite düşmüşlerdir. Bir ateş çukurunun kenarındadırlar. Dosdoğru olan yol ise orta yoldur.        -

 

Bu hadisten anlatılanların dışında, çok sayıda hüküm çıkarılır. Kadı İyaz şöyle demektedir: Bu hadis, Adem'in çıkarıldığı cennetin muttakilere ahirette girecekleri vaad edilen ebedi cennet olduğuna dair ehl-i sünneti desteklemektedir. Bu yönden hadis, Adem'in çıkarıldığı cennetin başka bir cennet olduğunu ileri süren Mutezile ve diğer mezhep leri n görüşüne muhaliftir.

 

Hadisten münazara esnasında doğruyu ortaya çıkarmak için delil ileri sürmenin meşru olduğu, delili açıklamak için tevbih ve tarizde bulunmanın mubah olduğu, bilen ve kesin olarak kabul eden kişinin hiç bilgisi olmayana göre daha fazla kınanacağı sonucu çıkmaktadır.

 

Hadisten anlaşılan bir diğer husus, alimin kendisinden yaşça daha büyük biriyle, babanın oğluyla, oğlun babayla bir konuyu münazara yapabileceğidir. Bunun meşruiyeti bu münazaranın hakkı ortaya çıkarmasında, daha çok bilgi elde etme ve işlerin hakikatine vakıf olma amacı taşımasındadır.

 

Hadisten çıkan bir sonuç da kişi için bir zaman bağışlanamayacak bazı hallerin bir başka zaman bağışlanabileceğidir. Kızgınlık, üzüntü halleri, kişinin yaratılışında hiddet ve şiddetli öfkenin bulunması bağışlanmayı gerektirir. Musa aleyhisseıiim münazarada kendini kaybedince atası Adem'e ismiyle hitap etmişti. Başka zamanlarda hitap etmeyeceği kadar sert bir üslupla Adem' e hitap etmişti. Buna rağmen Adem onun bu halini kabul ederek münazaraya devam etmiş, şüphesini gidermek için ona karşı deliller sunmuştur.

 

باب: لا مانع لما أعطى الله.

12. SENİN VERDİĞİNE MANİ OLACAK KİMSE YOKTUR

 

حدثنا محمد بن سنان: حدثنا فليح: حدثنا عبدة بن أبي لبابة، عن ورَّاد، مولى المغيرة بن شعبة، قال: كتب معاوية إلى المغيرة: اكتب إلي ما سمعت النبي صلى الله عليه وسلم يقول خلف الصلاة، فأملى علي المغيرة قال:

 سمعت النبي صلى الله عليه وسلم يقول خلف الصلاة: (لا إله إلا الله وحده لا شريك له، اللهم لا مانع لما أعطيت، ولا معطي لما منعت، ولا ينفع ذا الجد منك الجد).

وقال ابن جريج: أخبرني عبدة: أن ورَّاداً أخبره بهذا. ثم وفدت بعد إلى معاوية، فسمعته يأمر الناس بذلك القول.

 

[-6615-] Muğire b. Şu'be'nin azatlı kölesi Verrad şöyle rivayet etmiştir:

 

Muaviye Muğire'ye bir mektup yazarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namazın akabinde okuduğu duaları kendisine yazmasını istedi. Muğire de Muaviye'ye şöyle yazdı:

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namazın akabinde şöyle dediğini işittim:

 

Allah'ım, senin verdiğine mani olacak hiç kimse yoktur. Senin mani olduğuna verebilecek kimse de yoktur. Sen dilemedikçe hiçbir mülk sahibine fayda vermez.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Senin verdiğine man i olacak kimse yoktur: Bu laflZ bu başlık altında verilen hadisten alınmıştır. İmam Malik'in Muaviye'den naklen rivayet ettiği hadisin baş kısmıdır.

Musannif, bu başlığın, başlık altında ele alınan hadisin bir kısmı olduğuna işaret etmiştir. Bu hadisi namazın sıfatları bölümünün sonunda şerh ederken ele almıştım. Muaviye bu hususta Muğire'yle istişare etmiştir. Hadis, belirtilen yerde yeterli olarak şerh edilmiştir.