باب: فضل
الفقر.
16. FAKİRLİĞlİN FAZİLETİ
حدثنا
إسماعيل قال:
حدثني عبد
العزيز بن أبي
حازم، عن
أبيه، عن سهل
بن سعد
الساعدي أنه
قال:
مر
رجل على رسول
الله صلى الله
عليه وسلم،
فقال لرجل
عنده جالس: (ما
رأيك في هذا). فقال:
(رجل من أشراف
الناس، هذا
والله حريُّ إن
خطب أن يُنكح،
وإن شفع أن
يُشَفَّع،
قال: فسكت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم ثم مر
رجل، فقال له
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (ما رأيك في
هذا). فقال: يا
رسول الله،
هذا رجل من
فقراء المسلمين،
هذا حريُّ إن
خطب أن لا
يُنكح، وإن
شفع أن لا
يُشَفَّع،
وإن قال أن لا
يُسمع لقوله،
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
(هذا خير من
ملء الأرض مثل
هذا).
[-6447-] Sehl İbn Sa'd es-Saidi şöyle anlatmıştir: Adamın
biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanından geçti. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem yanında oturmakta olan bir adama:
"Şu adam hakkındaki görüşün nedir? diye sordu. O adam
"Bu, halkın eşrafından bir adamdır. Vallahi bu zat bir kadınla evlenmeye
talip olsa evlenilmeye, birisi hakkında şefaat etse şefaati kabul edilmeye
layık bir kimsedir" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sükut
etti. Sonra oradan diğer bir adam daha geçti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem yine yanında oturana
"Bu adam hakkındaki görüşün nedir?" diye sordu. O da
"Ya Resulallah! Bu, Müslümanların fakirlerinden bir adamdır. Bu, bir
kadınla evlenmeye talip olsa, kendisi ile evlenilmemeye, birisi hakkında şefaat
etse şefaati kabul edilmemeye, bir görüş ileri sürse sözü dinlenmemeye layık
bir kimsedir" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"İşte bu (fakir) kişi, öteki zengin gibi dünya dolusu
insandan daha hayırlıdır!" buyurdu.
حدثنا
الحميدي:
حدثنا سفيان:
حدثنا الأعمش
قال: سمعت أبا
وائل قال:
عدنا خباباً
فقال:
هاجرنا
مع النبي صلى
الله عليه
وسلم نريد وجه
الله، فوقع
أجرنا على
الله، فمنا من
مضى لم يأخذ
من أجره شيئاً،
منهم مصعب بن
عمير، قتل يوم
أحد وترك نمرة،
فإذا غطينا
رأسه بدت
رجلاه، وإذا
غطينا رجليه
بدا رأسه،
فأمرنا النبي
صلى الله عليه
وسلم أن نغطي
رأسه ونجعل
على رجليه من
الإذخر، ومنا
من أينعت له
ثمرته فهو
يهدبها.
[-6448-] Ebu Vail şöyle anlatmıştır: Hasta olan Habbab'ı
ziyarete gitmiştik. Bize şöyle dedi:
Bizler Allah rızasını isteyerek Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
ile birlikte Medine'ye hicret ettik. Artık ecir ve mükafatımız Allahu Teala
üzerine vaki olmuştur. Biz Muhacirlerden bazı kimseler, bu hicretin dünya
ücretinden (ganimetierden) hiçbir şey almadan geçip gittiler. İşte onlardan
biri de Mus'ab İbn Umeyr'dir. Mus'ab, Uhud günü şehid edildi ve arkasında çizgi
ii yün bir kumaştan başka bir şey bırakmadı. Biz o tek kumaş ile onu
kefenlemeye çalıştık. Başını örttüğümüz zaman ayakları meydana çıkıyor,
ayaklarını örttüğümüzde başı açılıyordu. (Yokluk karşısında) Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhır
otundan bir miktar koymamızı emretti. Biz Muhacirlerden kimi de hicretin
meyvelerini toplama zamanına ulaştı ve o şimdi bu meyveleri toplamaktadır.
حدثنا أبو
الوليد: حدثنا
سلم بن زرير:
حدثنا أبو
رجاء، عن
عمران بن حصين
رضي الله
عنهما،
عن
النبي صلى
الله عليه وسلم
قال: (اطَّلعت
في الجنة
فرأيت أكثر
أهلها الفقراء،
واطَّلعت في
النار فرأيت
أكثر أهلها
النساء).
تابعه أيوب
وعوف. وقال
صخر وحمَّاد
بن نجيح، عن
أبي رجاء، عن
ابن عباس.
[-6449-] İmran İbn Husayn'ın nakline göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir:
"Ben (mi'rac gecesi) cennete üzerinden baktım ve cennet
ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemliklerin
çoğunun kadınlar olduğunu gördüm!"
حدثنا أبو
معمر: حدثنا
عبد الوارث:
حدثنا سعيد بن
أبي عروبة، عن
قتادة، عن أنس
رضي الله عنه
قال:
لم
يأكل النبي
صلى الله عليه
وسلم على خوان
حتى مات، وما
أكل خبزاً
مرققاً حتى
مات.
[-6450-] Enes şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ölünceye kadar yüksek bir masa üzerinde yemek yemedi. Yine ölünceye
kadar inceltilmiş (halis buğday unundan) ekmek de yemedi.
حدثنا عبد
الله بن أبي
شيبة: حدثنا
أبو أسامة: حدثنا
هشام، عن
أبيه، عن
عائشة رضي
الله عنها قالت:
لقد
توفي النبي
صلى الله عليه
وسلم وما في
رفِّي من شيء
يأكله ذو كبد،
إلا شطر شعير
في رفٍّ لي،
فأكلت منه،
حتى طال علي،
فكلته ففني.
[-6451-] Aişe r.anha şöyle demiştir: ValIahi Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat etti. Öyle bir halde ki o zaman benim rafımda
herhangi bir ciğer sahibinin yiyeceği yarım ve sk arpadan başka bir şey yoktu.
Ben bana ait olan bu raf içindeki arpadan yemeğe davet ettim. Nihayet bunu
yemek bana uzun geldi de ben o arpayı ölçtüm, sonra tükendi.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Fakirliğin Fazileti." Bilginlerin ifadesine göre
İmam.Buharl bundan önceki başlığın ardından böyle bir başlık atmakla fakirliğin
zenginliğe veya zenginliğin fakirliğe üstünlüğü konusundaki ihtilafı tahkik
etmeye işaret etmiştir. Çünkü "Asıl zenginlik kalp zenginliğidir"
ifadesinden anlaşılan bu konuda bir hasr olduğudur. Dolayısıyla zenginliğin
üstünlüğü noktasında gelen bütün haberler bu anlayış doğrultusunda yorumlanır.
Gönül zenginliği içinde olmayan bir kimse övülmez. Aksine kınanmıştır. Şu halde
nasılolur da üstün ve faziletli olabilir? Fakirliğin üstünlüğüne dair gelen
haberler de böyledir. Çünkü gönül zenginliği içinde olmayan bir kimse gönlü
fakir demektir. Nebi'in kendisinden sığınmış olduğu işte bu fakirliktir.
Bilginler arasında ihtilafın ve çekişmenin meydana geldiği
fakirlik mal sahibi olmama ve az mala malik olmadır. Allahu Teala'ın "Ey
insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak
O'dur"(Fatır 15) ayetinde yer alan "fakirlik"ten maksat mahlukun
yaratıcısına olan ihtiyacıdır. Yaratıkların fakirliği zati bir mesele olup, bu
durumdan asla kurtulamazlar. Asıl zengin olan Allahu Teala'tır ve o hiç kimseye
muhtaç değildir.
İbn Battal fakirlikle zenginliğin hangisinin daha üstün olduğu
konusunda birtakım açıklamalarda bulunmuş ve şöyle demiştir: Bilginlerin bu
konudaki ihtilafları uzay ip gider. Bazıları fakirliğin daha üstün olduğunu
söylemiş ve gerek bu başlık altında, gerekse başka yerlerde geçen sahih ve
zayıf hadisleri delil olarak almışlardır. Bazıları ise zenginliğin daha
faziletli olduğunu ifade etmiş ve bundan bir başlık önceki hadiste yer alan
"Malları çok olanlar kıyamet gününde sevapıarı az olanlardır, ancak
sağına, soluna, arkasına şöyle şöyle ve şöyle verip hayır yollarına harcayanlar
müstesnadır." Hadisini delil olarak almışlardır.
Onların bir başka delili ise Vasaya Bölümünde geçen Sa'd'ın
rivayet ettiği "Varislerini ihtiyaç içinde bırakmaman başkalarına muhtaç
bırakmandan daha hayırlıdır" hadisidir. Bir başka delil ise Ka'b İbn Malik
hadisidir. Ka'b bütün malını elden çıkarma konusunda Nebi s.a.v.'e fikrini
sorunca Resulullah s.a.v. ona "Malının bir kısmını elinde tut, bu senin
için daha hayırlıdır" buyurmuştur. Bunların bir başka delilleri ise
"Çok mala sahip olanlar ecir ve sevabı alıp götürdüler" ifadesidir.
Bu hadisin son kısmında "Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur."
Cümlesi yer almaktadır. Bir başka delilleri ise Amr İbn el-As'ın naklettiği
"Salih ma!, salih kişi için ne iyidir" hadisidir. Bu hadisi Müslim
nakletmiştir. Bunun dışında başka delilIer de sözkonusudur. İbn Battal şöyle
devam eder: Bu konuda benim gördüğüm ifadelerin en güzeli Ahmed İbn Nasr
ed-Oavudi'nin şu açıklamasıdır: Fakirlik ve zenginlik Allahu Teala'ın kullarını
şükür ve sabır konusunda denemiş olduğu bir sıkıntı ve musibettir. Nitekim
Allahu Teala bu konuda şöyle buyurur:
"Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim
diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık.
"(Kehf 7); "Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan
ederiz. "(Enbiya 35) Nebi s.a.v.'in "fakirlik ve zenginlik fitnesinin
kötülüğünden Allah'a sığındığı" sabittir. Oavudi bu konuda uzun uzun
açıklamalarda bulunur. Kısacası fakir ve zenginden her biri fakirliği ve
zenginliği içinde birtakım anzalara maruz kalmaları dolayısıyla karşı
karşıyadır. Bundan dolayı her biri övülür de, kınanır da. Faziletin tamamı
Allahu Teala'ın "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır
(kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun"(İsra 29) ayeti uyarınca
"kefM = ne fazla, ne eksik, ancak yeten miktar"dır. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle bir duada bulunmuştur: "Allahümme urzuk aW
Muhammedin kuten = Allah'ım! Muhammed ailesine geçinecek kadar rızık ihsan
eyle." Bu hadis, biraz ileride gelecektir. "Ya Rabbi! Senden hem
kendimin, hem de şunların ihtiyaçlarının giderilmesini dilerim" ifadesi bu
doğrultuda yorumlanır.
Tirmizi'nin naklettiği "Allah'ım beni miskin olarak yaşat,
miskin olarak öldür."
Şeklindeki hadise gelince, bu hadis zayıftır. Sabit olduğunu
varsaysak bile bundan maksat ne eksik, ne fazla ihtiyaç miktarını (kefM)
geçmeme kastedilmektedir.
Biz de şunu ekleyelim: Bütün bu görüşler isabetlidir. Fakat
bunlar fakirlik ve zenginlikten hangisinin daha faziletli olduğu şeklindeki
asıl soruya cevap teşkil etmemektedir. Çünkü ihtilaf noktası bu iki sıfattan
birisini taşıyan kimse hakkında onun açısından hangisinin daha faziletli
olduğudur. Bundan dolayı Davudi yukarıdaki açıklamasının son kısmında önce
şöyle demiştir: Fakirlik ve zenginlikten hangisinin daha üstün olduğu
şeklindeki soru isabetli değildir. Çünkü bunlardan birisindeki salih amel,
diğerinde bulunmayabilir. Dolayısıyla o daha faziletli olur. Asıl soru
fakirlikle zenginliğin birbirine eşit olması durumunda yani bunlardan her
birinin amelinin diğerinin ameline eşit olması durumunda geçerlidir. Bu sorunun
neticesinde Allah katında bunların hangisinin daha faziletli olduğu bilinir.
İbn Teymiyede aynı görüştedir. Fakat o şöyle demiştir: Fakirlik ve zenginlik
takva açısından birbirine eşit olduğunda fazilet açısından da eşit olur.
İbnü'l-Cevzı ise şöyle der: İhtilaf asıl hırs içinde olmayan
fakirle, malını elinde tutmayan ve veren zengin noktasındadır. Zira kanaatkar
olan fakirin cimri olan zenginden daha faziletli olduğu, infak eden zenginin de
hırs içinde olan fakirden daha faziletli olduğu herkesçe malumdur. İbnü'l-Cevzı
şöyle devam eder:
Bizatihi murad edilmeyen ve bi gayrihi murad edilen her şeyde
onun maksadına izafe edilmesi uygun olur. Bu açıklamayla hangisinin daha
faziletli olduğu ortaya çıkar. Mal bizatihi sakıncalı bir şey değildir. Tam
tersine bazen kişiyi Allah'tan alıkoyduğu için sakıncalı görülmüştür. Bunun
aksi de aynı şekilde geçerlidir. Nice zengin vardır ki zenginliği Allah'ı
hatırlamasına engel değildir. Nice fakir vardır ki fakirliği Allah'ı anmasına
engeldir. İbnü'l-Cevzı sözü sonunda şuraya getirir: Eğer çoğunluğu esas alacak
olursak fakir tehlikeden daha uzaktır. Zira zenginlik fitnesi, fakirlik
fitnesinden daha beterdir, (netice olarak) harcayacak mal bulamaman senin için
tehlikeden kurtuluştur.
Son dönem (müteahhirun) bilginlerinden birisi Ebu Abdullah İbn
Merzuk'un el yazısıyla yazılmış olarak bulduğu açıklama hakkında şöyle der:
Acaba az mal edinmek mi daha hayırlıdır? Çünkü bu durumda insanın kalbi
kendisini meşgul edecek şeylerden uzak olur. Kişi Rabbine yakarmasının
!ezzetini alır ve Allah'ın huzurunda uzun uzun hesaba çekilme derdinden rahata
kavuşmak için kendini mal kazanmaya kaptırmaz. Yoksa çok mal kazanmakla
meşgulolmak mı daha faziletlidir? Bu durumda kişi iyilik, yardım ve sadakalarla
Rabbine daha çok yaklaşma imkanı elde eder. Bütün bunlarda başkalarına etki
edecek faydalar vardır. Sözkonusu alim şöyle der:
Durum bu olduğuna göre en efdal olanı Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ile sahabilerin çoğunluğunun tercih ettiği şekilde dünyalığı az edinmek
ve dünyanın süsünden uzak durmaktır.
Biz de şunu belirtelim: Sahabilerin çoğunluğunun az mal elde
ettikleri ve zühd içinde oldukları iddiası, onların durumlarına dair meşhur
olan haberlere göre kabul edilemez. Zira sahabiler fetihlerden sonra iki kısma
ayrıldılar. Bazıları iyilik etmek, yardımda bulunmak, Rabbine yaklaşmak ve gönül
zenginliği içinde olmakla birlikte ellerindekini tuttu. Bazıları ise bundan
önceki durumu neyse o şekilde kalmaya devam etti. Bunlar fetihlerden ellerine
geçen malın zerresini yanlarında tutmadılar. Ancak bunlar birinci zümreye
oranla daha azdır. Selefin hal ve hareketini derinlemesine inceleyen kimse
söylediğimizin isabetli olduğunu anlayacaktır. Selefin bu konudaki haberleri
sayılamayacak kadar çoktur. Burada yer verdiğimiz Habbab hadisi söylediğimizin
kanıtıdır. Her iki zümrenin faziletine dair gelmiş olan deliller çoktur.
Birinci zümrenin faziletli olduğuna burada ve başka yerlerde zikredilen
hadisleri delil olarak gösterebiliriz. İkinci zümrenin faziletine ise Sa'd İbn
Ebi Vakkas'ın naklettiği Müslim'de yer alan "Allahu Teala zengini, takva
sahibini ve kendini gizleyeni sever" (Müs!im, Zühd) hadisini
gösterebiliriz. Bu hadis, zenginliği ister mal, ister gönül zenginliği olarak
alalım, onların az olduklarını göstermektedir. Hadiste "et-takıyy"
kelimesinden maksat kendisine emredilene sarılıp, yasak edilenden kaçındığı
için masiyetleri terk eden kimse demektir. "el-hafiyy" kelimesi ise
riyanın terkine işaret olarak sözü tamamlamak için getirilmiştir. Doğruyu en
iyi Allahu Teala bilir. Alimlerin tereddüt ettikleri yerlerden birisi hiçbir
mala sahip olmayan kimsedir. Onun hakkında en uygun olanı, dilenciliğin
zilletinden kendisini korumak için çalışıp kazanmaktır veya bunu bırakıp,
dilenmeksizin kendisine nasip edilecek şeyi beklemektir. Ahmed İbn Hanbel'in
zühd ve ve ra ile meşhur olmakla birlikte bu konuda görüşüne başvuran kimseye
"Çarşı pazardan ayrılma" dediği sahih olarak nakledilmiştir. Ahmed
İbn Hanbel' bir başkasına ise "İnsanlardan müstağni ol, onlara muhtaç
olmamak gibi bir zenginlik görmüş değilim" demiştir. Ahmed İbn Hanbel
şöyle devam etmiştir:
Bütün insanların Allah'a tevekkül etmeleri, kendilerini çalışıp
kazanmaya alıştırmaları uygun olur. Çalışıp kazanmayı terk ettiğini söyleyen
kimse dünyaya boş vermek isteyen ahmak bir şahsiyettir. Bu görüşü ondan Ebu
Bekir el-Mervezi nakletmiş ve şöyle demiştir: Ders verme ve öğrenme ücreti bana
insanların elindekini bekleyerek oturmaktan daha sevimlidir.
"İnsanların eşrafından bir adam" cümlesinin sonunda
geçen "hariyyun" kelimesi, vezin ve mana itibariyle "cedirun =
layık" ve "hakikun = layık" anlamınadır.
"İn hatabe en yunkeha" yani bu zat bir kadınla
evlenmeye talip olsa talebi uygun karşılanır. "Ve in şefaa en
yuşeffea" yani birisine şefaat etse şefaati kabul edilmeye layık bir
kimsedir.
"Nebteği vechallahi = Allah'ın rızasını isteyerek."
Yani dünya cihetinden değil, sevap cihetinden onun katında olanı isteyerek.
"Ecruna ale'l-lahi" yani bize sevap ve karşılığını
vermek Allah'a aittir.
"Lem ye'kül min ecrihi şey'en." Yani bazı kimseler, bu
hicretin dünya ücretinden (ganimetierden) hiçbir şeyalmadan geçip gittiler. Bu
cümle, "Allah'ın rızasını isteyerek Medine'ye hicret ettik"
cümlesinin tefsirine göre anlaşılması zor problemli bir durum oluşturmaktadır.
Ancak şöyle bir açıklamayla bu iki cümle telif edilebilir: Dünyada mala
"ecir" denmesi, ahiret sevabına nisbetle mecazendir. Şöyle ki hicret
edilirken ilk niyet, daha önce söylendiği gibiydi. Sahabilerin içinden Mus'ab
İbn Umeyr gibi henüz fetihler başlamadan önce vefat edenler olduğu gibi, fetihlerin
başladığı döneme kadar yaşayanlar da olmuştur. Sonra onlar bölünmüşlerdir.
Bazıları dünya malından yüz çevirmiş, ihtiyacı olanlara teker teker yardım
etmiş ve eski hali üzere kalmayı tercih etmiştir ki bunlar azdır. Ebu Zerr bu
gruba örnektir. Bunlar birinci kısma katılırlar. Bazı sahabiler ise mubah olan
bazı hususlarda geniş davranmış, çok kadınla evlenmiş, cariye edinmişler veya
birtakım hizmetçiler, elbiseler ve benzeri şeylere malik olmuşlardır. Ancak
bundan daha fazlasını istememişlerdir. Bu tür sahabiler çoktur. İbn Ömer
bunlardan biridir. Bazıları ise vacib ve mendub hakları yerine getirmekle
birlikte ticaret yoluyla veya başka bir vesileyle daha çok mal edinme yolunu
seçmiştir. Bunlar da çoktur. Abdurrahman İbn Avf bu gruba girer. Habbab işte bu
iki kısma işaret etmiştir. Birinci kısım la onlara katılan zümrenin ahiretteki
ecri çok olacaktır. İkinci kısma gelince, haber, ellerine geçen dünya malının
ahiretteki sevaplarından düşüleceğini gerektirmektedir. Müslim'in Abdullah İbn
Amr'dan naklettiği şu hadis bu görüşü teyid etmektedir: "Hiçbir gazi
yoktur ki savaşsın, ganimet alsın ve sağ kalsın da ecrinin üçte ikisini dünyada
peşin almış olmasın. "(Müs!im, İmara) Buradan hareketle birçok selef
malının az olmasını tercih etmiş ve bununla kanaat etmiştir. Bunu ya ahiretteki
sevaplarının kendilerine bol bol verilmesini tercih ettiklerinden ya da hesaba
çekilecekleri için mallarının az olmasını istediklerinden dolayı yapmışlardır.
"İşte onlardan biri de Mus'ab İbn Umeyr'dir."
Mus'ab'ın künyesi İbn Hişam İbn Abd Menaf İbn Abdiddar İbn Kusay'dır. Mus'ab'ın
nesebi Kusay'da Nebi Efendimiz ile birleşmektedir. Künyesi Ebu Abdullah olup,
kendisi İslama ilk girenlerden ve Medine'ye ilk hicret edenlerdendi.
el-Be .• 'Cı şöyle demiştir: Medine'ye bize ilk gelen Mus'ab İbn
Umeyr ile İbn Ümmi Mektum olmuştur. Bunlar Kur'an okurlardı. Haberi İmam Buhari
Hicret Bölümünün baş taraflarında nakletmişti. İbn İshak'ın ifadesine göre Hz.
Nebi onu birinci akabede bulunanlarla birlikte Medinelilere Kur'an okutsun ve öğretsin
diye göndermişti. Mus'ab, Mekke'de iken servet ve nimet içind yüzen bir
kişiydi. Hicret edince malı az olan biri haline geldi. Tirmizı'nin nakline gör
Muhammed İbn Ka'b şöyle demiştir: Bana birisinin verdiği habere göre Hz. Ali
şöyle anlatmıştır: "Biz mescidde bulunduğumuz bir sırada üzerimize Mus'ab
İbn Umeyr geldi. Üzerinde sadece deri ile yamanmış bir hırka vardı. Resillullah
onu görünce ağladı. Çünkü o bir zamanlar nimet içinde yüzen birisi iken, bugün
bu haldeydi. "(Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame)
"Muslab, Uhud günü" şehit olarak
"katledildi." O Uhud günü Hz. Nebi'in sancağını taşıyordu.
"Ve arkasında çizgili yün bir kumaştan başka bir şey
bırakmadı." Hadiste geçen "nemire" yünden yapılmış çizgili bir
izar veya hırkadır.
"Eyne'at = meyveleri olgunlaştı" yani nihayete erdi ve
toplanmaya uygun bir hale geldi.
"Fe huve yehdibuha" O bu meyveleri toplamaktadır. İbn
Battal şöyle demiştir: Hadis selefin durumlarını anlatırken doğru
söylediklerini göstermektedir. Hadise göre fakirliğe ve onun zorluğuna katlanmak
iyi insanların mertebelerindendir. Bu hadisten kefenin bütün bedeni örten bir
kumaş olduğunu ve ölünün bedeninin tamamının avret haline geldiğini anlıyoruz.
Bunun kemal itibariyle böyle olma ihtimali de vardır. Bu konuyla ilgili başka
şeyler Cenaiz Bölümünde geçmişti.
Bi de şunu ekleyelim: Hadisin zahiri dünya malında genişliğe
gitmeyi bırakmaya teşvik etmektedir. Ayrıca hadis kadınları cehenneme
girmemeleri için dinin emrine riayete teşvik etmektedir. Nitekim bu husus, İman
Bölümünde Hz. Nebi'in ifadesiyle şöyle geçmişti: "(Ey kadınlar) Tasadduk
ediniz! Çünkü ben sizleri cehennem halkının çoğunluğu olarak gördüm." Hz.
Nebi'e "ni_ çin?" diye soruldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem "İnkar ettikleri için" dedi. Kendisine "Allah'ı inkar
ettikleri için mi?" diye soruldu. Nebi "Yapılan iyiliği inkar
ettikleri için" buyurdu.
"Ölünceye kadar inceltilmiş (halis buğday unundan) ekmeği
de yemedi."
İbn Battal şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
yüksek bir masa üzerinde halis buğday unundan ekmek yememesi, ebedi hayattaki
hoş şeyleri seçtiği için dünyanın hoş yiyeceklerini reddetmek maksadıyladır.
Mal ancak ahirete yardımcı olunması için arzu edilir. Dolayısıyla Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu açıdan mala ihtiyaç duymamıştır.
"Şatra şa'trin." Bununla kastedilen yarım vesk
arpadır. ''Fi' reHin lt = bana ait olan raf içinde" Cevheri şu açıklamayı
yapmıştır: "Raf" duvarda kemer benzeri bir oyuktur.
"Nihayet bunu yemek bana uzun geldi de ben o arpayı ölçtüm,
sonra tükendi."
İbn Battal şöyle der: Hadise göre ölçülerek mübadele edilen
buğday, ölçülerek ne kadar olduğu bilindiğinden dolayı ne zaman biteceği de
malum olur.
Ölçülmemiş buğdayda ise bereket vardır. Çünkü onun miktarı malum
değildir. Biz de şunu söyleyelim: Bu hükmü bütün yiyecek maddelerine genellemek
bizce tartışılır. Öyle anlaşılıyor ki bu söylenen Hz. Nebi'in bereketi
dolayısıyla Hz. Aişe'ye mahsus özelliklerdendi.
Kurtubi şu açıklamayı yapmıştır: Bir yiyecek maddesini sıkma ve ölçme
durumunda ondan nemanın kaldırılma sebebi -Allah daha iyi bilir- Allah'ın
nimetlerinin, ikramlarının armağanları ve bereketlerinin çokluğunun peşpeşe
aktığını gördüğü halde onimete hırs gözüyle bakmaktan, şükründen ve onu
bahşeden Allah'a güvenmekten gafil olmaktan, olağanüstü durumu müşahede ettiği
halde alışılagelmiş sebeplere meyletmekten kaynaklanmaktadır.
Bu hadisten herhangi bir şeye nailolan veya herhangi bir ikrama
eren ya da herhangi bir hususta bir lutfa mazhar olan kimsenin şükrüne devam etmesi
ve bunun Allah'tan geldiğini görmesi ve bu durumda herhangi bir değişikliğe
gitmemesi gerekir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir.