باب: استغفار
النبي صلى
الله عليه
وسلم في اليوم
والليلة.
3. NEBİ S.A.V.'İN GÜNDÜZ VE GECE İSTİĞFAR ETMESİ
حدثنا أبو
اليمان:
أخبرنا شعيب،
عن الزُهري قال:
أخبرني أبو
سلمة بن عبد
الرحمن قال:
قال أبو هريرة:
سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول:
(والله إني
لأستغفر الله
وأتوب إليه في
اليوم أكثر من
سبعين مرة).
[-6307-] Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Valiahi ben günde yetmiş defa'dan fazla tevbe istiğfar
ederim".
Fethu'l-Bari Açıklaması:
Bu hadisten ilk anlaşılan şey Nebi s.a.v.'in Allah'ın affım
istediği ve tevbe ettiğidir. Bununla birlikte Nebi s.a.v.'in hadis metninde
geçen estağfirulla ah ve etUbu ileyh ifadesini hergün söylüyor olması da
muhtemeldir. Nesaıinin sağlam bir senedIe naklettiği bir hadiste geçen şu
sözler ikinci ihtimalin daha kuwetli olduğunu göstermektedir: "Resulullah
s.a.v. bir mecliste oturduğu zaman kalkmadan evvel yüz kere "Kendisinden
başka ilah bulunmayan, hay ve kayyum Allah'a istiğfar ve tevbe ederim"
derdi".
Nebiimizin günahlardan arınmış olduğu halde istiğfar ediyor
olması akla çeşitli sorular getirebilir. Zira istiğfar etmek günah işlendiği
izlenimi verebilir. Bu noktada alimler çeşitli yorumlar yapmışlardır. İbn
Battal Allah'ı bilme konusundaki ayrıcalıkları sebebiyle Nebilerin ibadetlere
daha düşkün olduklarını; sürekli şükredip acziyetlerini itiraf ettiklerini
ifade etmiştir. Hülasa Nebiler Allah için yapmaları gerekenler hakkında taksir
göstermiş olabilirler endişesiyle istiğfar etmişlerdir. Ya da Nebi s.a.v.
yemek, içmek, kadınlarla birlikte olmak, uyumak, istirahat etmek, insanlarla
konuşup dertleriyle ilgilenmek, bazen düşmanlarıyla savaşırken bazen onlarla
anlaşmalar yapmak ve insanların kalplerini İslam'a ısındırmak için çaba sarfetmek
gibi Allah'ı anmaktan, ona ibadetten, onu düşünmekten alıkoyan şeylerle
uğraştığı için istiğfar etmiştir.
باب: التوبة.
4. TEVBE
وقال قتادة:
{توبوا إلى
الله توبة
نصوحاً} /التحريم:
8/: الصادقة
الناصحة.
Katade, "Ey iman edenler! Samimi ve kesin bir dönüşle
Allah'a tövbe ediniz"(Tahrim 8) ayetinde geçen توبة نصوحاً tevbeten nasuha ifadesini «doğru ve samimi bir şekilde» diye
tefsir etmiştir.
حدثنا أحمد
بن يونس:
حدثنا أبو
شهاب، عن
الأعمش، عن
عمارة بن
عمير، عن
الحارث بن
سويد: حدثنا
عبد الله بن
مسعود حديثين:
أحدهما عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم، والآخر
عن نفسه، قال:
إن
المؤمن يرى
ذنوبه كأنه
قاعد تحت جبل
يخاف أن يقع
عليه، وإن
الفاجر يرى
ذنوبه كذباب
مر على أنفه،
فقال به هكذا.
قال أبو شهاب
بيده فوق أنفه،
ثم قال: (لله
أفرح بتوبة
العبد من رجل
نزل منزلاً
وبه مهلكة،
ومعه راحلته،
عليها طعامه
وشرابه، فوضع
رأسه فنام
نومة،
فاستيقظ وقد
ذهبت راحلته،
حتى اشتد عليه
الحر والعطش
أو ما شاء
الله، قال:
أرجع إلى
مكاني، فرجع
فنام نومة، ثم
رفع رأسه،
فإذا راحلته
عنده).
تابعه أبو
عوانة، وجرير
عن الأعمش .وقال
أبو أسامة:
حدثنا الأعمش:
حدثنا عمارة:
سمعت الحارث .وقال
شُعبة وأبو
مسلم، عن
الأعمش، عن
إبراهيم
التيمي، عن
الحارث بن
سويد
.وقال
أبو معاوية:
حدثنا
الأعمش، عن
عمارة، عن الأسود،
عن عبد الله.
وعن إبراهيم
التيمي، عن الحارث
بن سويد، عن
عبد الله.
[-6308-] Haris İbn Süveyd şöyle demiştir:
"Abdullah İbn Mes'ud biri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
diğeri kendisinin sözü olan iki hadisi bize aktardı. Şöyle dedi:
"Mu'min günahlarını her an üstüne devrilecek bir dağın
altında oturmak gibi algılar. Facir ise günahlarını burnuna konan bir sinek
gibi düşünür''.
Hadisin ravilerinden Ebu Şihab bu sözü aktarırken elini burnuna
götürmüştür. Daha sonra Abdullah İbn Mes'ud (Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'den şu sözü rivayet etmiştir):
"Allah Teala kulunun tevbesine, tehlikeli bir yere üstüne
yiyecek ve içeceğini yüklediği devesiyle gidip orada bir müddet uyuyakalan,
uyandığı zaman devesinin kaçtığınl gören, sıcak, susuzluk vb. zorluklarla
mücadele ettikten sonra tekrar eski yerine dönüp orada ölümü beklemeyi
düşünürken uyuyakalan ve uyandığında devesini yanında bulan kişinin duyacağı
sevinçten daha fazla sevinir".
حدثني إسحق:
أخبرنا حبان:
حدثنا همَّام:
حدثنا قتادة:
حدثنا أنس بن
مالك، عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم. وحدثنا
هدبة: حدثنا
همَّام: حدثنا
قتادة، عن أنس
رضي الله عنه
قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (الله
أفرح بتوبة عبده
من أحدكم، سقط
على بعيره،
وقد أضله في
أرض فلاة).
[-6309-] Enes İbn Malik'ten rivayet edildiğine göre
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah Teala kulunun tevbesine, çölde kaybettiği devesini
tesadüfen bulan bir adamın duyacağz sevinçten daha fazla sevinir"
Fethu'l-Bari Açıklaması:
İmam Buhar! önce istiğfar sonra tevbe konusunu dua bölümünün
başında işleyerek duaların kabulünün günahlardan arınma durumunda daha muhtemel
olduğuna işaret etmek istemiştir. Eğer dua edecek kişi önce tevbe istiğfar
ederse duasının makbulolması daha da mümkün hale gelir.
İbnü'l-Cevz!'nin "Allah'ı tesbih mi edelim yoksa istiğfar
mı edelim?" sualine verdiği "Kirli elbiseye koku sürmektense onu
yıkamak gerekmez mi?" şeklindeki cevap meseleyi oldukça güzel
açıklamaktadır.
..........İstiğfar ....... Ğufran kelimesinin istifal babına
aktarılmış şeklidir. Kökü "bir şeyi kirden koruyacak örtüyle örtmek"
anlamına gelen Ğafr kelimesidir. Her şeyin kirlenişi kendisine göredir.
Allah'ın kullarına ğufranı onları azaptan korumasıdır. Tevbe ise kulun bir
şekilde günahlardan uzaklaşmasıdır.
İslam! bir terim olarak ise tevbe günahları kötü oldukları için terketmek,
işlenen günahlardan pişmanlık duymak, bir daha günah işlememeye niyet etmek,
haksızlığı reddetmek ya da haksızlık edenden kurtulmayı istemektir. Büyük
alimlerden biri tevbeyi gerçekten ya da takdiren geçmiş bir günahı Allah için
terketmeyi istemek diye tanımlamış ve bu tanımın en iyi ve etrafını cami tarif
olduğunu belirtmiştir.
Hocalarımızdan birisi tevbe için şu şartların varlığından da
bahsetmiştir: Kişinin günah işlediği mekanı terketmesi, öleceğini anlayınca
tevbe etmiş olmaması, güneşin batıdan doğmuş olmaması (kıyamet koprken tevbe
etmiş olmaması), günahı tekrar işlememesi. Eğer tevbe edilen günah tekrar
işlenirse ilk tevbenin batıl olduğu anlaşılır.
Bana göre birinci şart (günah işlenen yeri terketmek)
müstehaptır. İkinci ve üçüncü şartlar ise bizzat mükellefiyet ile ilgilidir.
Dördüncü şarta gelince bu Kadı Ebu Bekr el-Bakıllanl'ye nisbet edilmiştir.
Halbuki "İstiğfarın Fazileti" babında işaret ettiğimiz
üzere yirmi bab sonra gelecek olan hadis bu son koşulun geçersizliğini ortaya
koymaktadır. Halim! esma-i hüsna içerisinde yer alan Tewab kelimesinin
tefsirini yaparken "Kulu her ne zaman kendisine ibadeti yeğlerse ve
işlediği günahlardan pişmanlık duyarsa onun önceden yaptığı iyilikleri yok
etmeyip itaatkar kullarına vermeyi vaadettiği nimetlerden onu mahrum
bırakmaksızın kuluna rahmetiyle muamele eden" demiştir. Hattabı de Tewab
ismini "Kul günah işleyip tevbe ettikçe onun tevbelerini kabul eden"
yorumunu yapmıştır.
Hadis metnin de yer alan "elini burnuna götürdü"
ifadesi raviye aittir. Bu durum yine hadis metninde geçen .......fekale «şöyle
dedi» kelimesinden anlaşılmaktadır. Muhib et-Taberi bu kısımda yapılan
benzetmenin Allah'tan ve O'nun cezasından çok korkan mu'minlerin bir niteliği
olduğunu; zira onların günah işlediklerini kesin olarak bilmekle birlikte affa
mazhar olacaklarını tam olarak bilemediklerini; günahkar kimselerin ise Allah'ı
bilmedikleri için O'ndan korkmadıklarını ve bu sebeple de günah işlemeyi hafife
aldıklarını belirtmiştir.
İbn Ebi Hamza ise günahkarın kalbi karardığı için günah işlemeyi
önemsiz gördüğünü; bu sebeple kendisine nasihat edildiği zaman ciddi bir tavır
takınmadığını söylemiştir. Ayrıca hadisin, günahtan korkmayan ve de bunu hafife
alan bir mu'minin facir olarak değerlendirileceğini gösterdiğine işaret
etmiştir.
Hadiste mümkün şeylerle örneklendirme yapılmakta, nefis
muhasebesine teşvik edilmekte, iman nimetinin varlığına delalet eden
işaretlerin dikkate alınması önerilmekte, fücurun da iman gibi kalple ilgili
olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca günah sebebiyle insanları tekfir etmeyi doğru
bulmayan Ehl-i sünnet için bir delil olan bu hadis günah sebebiyle insanları
tekfir eden Haridierin kanaatinin yanlışlığını göstermektedir.
İbn BattaI da mu'minlerin küçük olsun büyük olsun bütün günahlar
sebebiyle Allah'tan orkmaları gerektiğini; zira Allah Teala'nın küçük şeyler
içinde azap edebileceğini ve O'nun yaptıkları sebebiyle sorgulanamayacağını
ifade etmiştir.
Hadis metninde yer alan .........sakata ala bairihi ifadesi
"devesiyle aniden karşılaştı, devesini buldu" anlamlarına
gelmektedir. Yine hadiste geçen ........ve kad edallehu ibaresi "farkında
olmadan devesini kaybetti" demektir. .........felat ise "çöl"
demektir.
Katade'nin rivayeti bu noktada sona ermektedir. İshak İbn Ebi
Talha'nın Enes İbn Malik'ten aktardığı ve Müslim'in Sahih'inde yer alan
rivayette şu ziyade bulunmaktadır: "Deve üzerinde yiyecek ve içecek olduğu
halde sahibinden uzaklaştı. Adam artık deveden umudunu kesip bir ağacın
gölgesine sığınıp uzandı. Adam orada yatarken deve yanına geldi. Bunun üzerine
adam devenin yularını tutup sevinçten şaşırarak "Allahım sen benim
kulumsun ben de senin rabbinim!" deyiverdi". Kadı İyaz bu hadisin
dehşet ve yanılgı sebebiyle söylenen böylesi sözlerin günah olmadığını
gösterdiğini ifade etmiştir. Yine ciddiyetten uzak bir şekilde, taklit veya
şaka amacı güdülmeksizin ilmi bir yolla ve dini bir menfaat için bunları
anlatmanın da bir sakıncası yoktur. Zira Allah Resulü bunları anlattığına göre
bu mümkündür. Eğer bu yasak olsaydı Nebi s.a.v. bu örnekleri vermezdi.