باب: حسن
المعاشرة مع
الأهل.
82. HANIM İLE GÜZEL GEÇiNMEK
حدثنا
سليمان بن عبد
الرحمن وعلي
بن حجر قالا:
أخبرنا عيسى
بن يونس:
حدثنا هشام بن
عروة، عن عبد الله
بن عروة، عن
عروة، عن
عائشة قالت:
جلس
إحدى عشرة
امرأة،
فتعاهدن
وتعاقدن أن لا
يكتمن من
أخبار
أزواجهن
شيئا، قالت
الأولى: زوجي
لحم جمل غث،
على رأس جبل:
لا سهل فيرتقى
ولا سمين
فينتقل.قالت
الثانية: زوجي
لا أبث خبره،
إني أخاف أن
لا أذره، إن
أذكره أذكر
عجره وبجره.
قالت الثالثة:
زوجي العشنق،
إن أنطق أطلق
إن أسكت أعلق.
قالت الرابعة:
زوجي كليل تهامة
لا حر ولا قر،
ولا مخافة ولا
سآمة. قالت الخامسة:
زوجي إن دخل
فهد، إن خرج
أسد، ولا يسأل
عما عهد. قالت
السادسة: زوجي
إن أكل لف،
وإن شرب أشتف،
وإن اضطجع
التف، ولا
يولج الكف
ليعلم البث.
قالت السابعة:
زوجي غياياء،
وعياياء،
طباقاء، كل
داء له داء،
شجك أو فلك أو جمع
كلا لك. قالت
الثامنة: زوجي
المس مس أرنب،
والريح ريح
زرنب. قالت
التاسعة: زوجي
رفيع العماد،
طويل النجاد،
عظيم الرماد، قريب
البيت من
الناد. قالت
العاشرة: زوجي
مالك وما
مالك، مالك
خير من ذلك،
له إبل كثيرات
المبارك،
قليلات
المسارح،
وإذا سمعن صوت
المزهر، أيقن
أنهن هوالك.
قالت الحادية
عشرة: زوجي
أبو زرع، فما
أبو زرع، أناس
من حلي أذني، وملأ
من شحم عضدي،
وبجحني فبجحت
إلي نفسي، وجدني
في أهل غنيمة
بشق، فجعلني
في أهل صهيل
وأطيط، ودائس
ومنق، فعنده
أقول فلا
أقبح، وأرقد فأتصبح،
وأشرب فأتقنح.
أم أبي زرع،
فما أم أبي
زرع، عكومها
رداح، وبيتها
فساح. ابن أبي
زرع، فما ابن
أبي زرع،
مضجعه كمسل
شطبة، ويشبعه
ذراع الجفرة.
بنت أبي زرع،
فما بنت أبي
زرع، طوع
أبيها، وطوع
أمها، وملء
كسائها، وغيظ جارتها.
جارية أبي
زرع، فما
جارية أبي
زرع، لا تبث
حديثها
تبثيثا، ولا
تنقث ميرتنا
تنقيثا، ولا
تملأ بيتنا
تعشيشا.
قالت: خرج أبو
زرع والأوطاب
تمخض، فلقي
امرأة معها
ولدان لها
كالفهدين،
يلعبان من تحت
خصرها
برمانتين، فطلقني
ونكحها،
فنكحت بعده
رجلا سريا،
ركب شريا،
وأخذ خطيا،
وأراح علي نعم
ثريا،
وأعطاني من كل
رائحة زوجا،
وقال: كلي أم
زرع، وميري أهلك،
قالت: لو جمعت
كل شيء
أعطانيه، ما
بلغ أصغر أنية
أبي زرع.
قالت عائشة:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: (كنت لك
كأبي زرع لأم
زرع).
[-5189-] Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Bir zamanlar on bir kadın bir
yerde oturmuş ve birbirleriyle kocalarına dair haberlerden hiçbir şey gizlemeyeceklerine
dair ahitleşip, akitleştiler.
Birincisi dedi ki: Benim kocam çıkılması pek kolay olmayan bir
dağın başındaki zayıf bir devenin eti gibidir. Üstelik semiz de değildir ki,
oradan alınıp getirilsin.
İkincisi dedi ki: Ben kocama ait haberi etrafa yayamam. Çünkü ben
onu sözkonusu edecek olursam, gizli açık, abur cubur zikretmedik hiçbir halini
bırakmamaktan korkarım.
Üçüncüleri dedi ki: Benim kocam aşırı uzun boylu birisidir.
Konuşursam beni boşar, susarsam askıda bırakılırım.
Dördüncüsü dedi ki: Kocam Tihame gecesine benzer. Ne sıcaktır ne
soğuk, (evimizde) ne korku vardır ne de usanç.
Beşincisi dedi ki: Kocam içeri girdiğinde bir parstır. Dışarı
çıkınca bir arslandır. Alışageldiği şeylere dair de bir şey sormaz.
Altıncısı dedi ki: Kocam yedi mi siler süpürür, içti mi su kabını
kurutur. Yatıp uzandı mı yorganına sarınır, bürünür. Üzüntü ve kederi(mi)
anlamak için elini uzatmaz.
Yedincisi dedi ki: Kocam vazifesini yapamayan ahmağın tekidir. Her
bir dert ve hastalık onun derdidir; ya benim başımı yarar, ya vücudumu yaralar,
ya bunların hepsini bir arada yapar.
Sekizinci dedi ki: Kocama dokunmak, tavşana dokunmak gibidir.
Kokusu da hoş bir bitkinin kokusu gibidir.
Dokuzuncu kadın dedi ki: Kocamın evinin direkleri yüksek,
kılıcının hamayılı uzun, ocağının külü çok, evi de insanların toplantı
meclisine yakındır.
Onuncu kadın dedi ki: Kocam Malik'tir. Hem neye maliktir? Hatıra
gelen her şeyin hayırlısına maliktir. Onun çökecek yerleri pek çok, yayılıp
otlayacak yerleri pek az develeri vardır. Onun develeri ud sesini duyar duymaz
kendilerinin kesin olarak helak olacaklarını (misafirler için ikram olmak üzere
kesileceklerini) anlarlar. '
Onbirinci kadın dedi ki: Benim kocam Ebu Zer'dir. Ebu Zer' nedir?
Zınet eşyaları ile kulaklarımı doldurdu. Pazularımı yağla doldurdu. Bana rahat
ve huzurlu bir hayat yaşattı. Ben de bu rahat ve huzur içinde yaşadım. O beni
Şıkk denilen bir yerde birkaç koyuna sahip bir kabile arasında buldu. Beni
atları kişneyen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp taneleri ayrılan bir
topluluk içerisine getirdi. İşte onun yanında bir söz söyledim mi bana çirkin
bir şekilde karşılık verilmez. Sabah vakti uyurum da uyandırıımam. İçecek
takatim kalmayıncaya kadar da (süt) içerim.
(Ebu Zer' ailesinin diğer fertlerine gelince) Ebu Zer'in annesi
var. Ebu Zer'in annesini bir bilseniz. Onun zahire ambarları var, eşyasını
koyduğu evi bayağı büyüktür.
Ebu Zer'in bir de oğlu var. Ebu Zer'in oğlunu bir bilseniz.
Yattığı yer kılıcı çekilmiş kın gibidir. Düzgün, boylu posludur, karnı çıkık
değildir. Dört aylık bir kuzunun kolu ile doyar.
Ebu Zer'in bir kızı var. Ebu Zer'in kızı nasıl bir kızdır (bilir
misiniz?) Babasına itaatkardır, annesine itaatkardır. Vücudu elbisesini
doldurur. (Güzelliği ve vasıfları itibariyle) komşusunu kızdırır, kıskandırır.
Ebu Zer'in bir de cariyesi var. Ebu Zer'in cariyesi nasıldır,
bilir misiniz? Aile sırlarımızı etrafa yaymaz. Evimizdeki azığı rastgele saçıp
savurmaz. Evimizi de çer çöple doldurarak kir getirmez.
Ümmü Zer' dedi ki: Bir gün Ebu Zer' dışarıya çıktığında her
tarafta yayıklar çalkalanıyordu. Beraberinde iki parsı andıran iki çocuk
bulunan bir kadın gördü. Bu çocuklar koltuğunun altında iki narı andıran
memeleriyle oynuyorlardı. Bunun üzerine kocam beni boşadı ve o kadını
nikahladı. Ben de ondan sonra şerefli bir adam nikahladım. En güzel ata biner
ve Hat denilen beldenin mızrağını taşırdı. Benim üzerime akşam üzeri pek çok
deve ve sığır sürüp bana getirirdi. Bu gidip gelen davarların her birisinden
bana bir çift verdi ve: "Ey Ümmü Zer' ye ve akrabana da ihsan et"
dedi. Üm mü Zer' ded;i ki: "Eğer bana verdiği her şeyi toplayıp biraraya
getirecek olsam Ebu Zerilin en"küçük k?bını dahi dolduramaz."
Aişe dedi ki: "Rasuluııah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu:
Ebu Zer'in, Ümmü Zer'e karşı davrandığı gibi ben de sana
davrandım."
Said İbn Seleme dedi ki: Hişam dedi ki: "(Evimizde çer çöp
bırakmaz, pislikle evimizi doldurmaz anlamındaki ibareyi) vela tuaşşişu beytena
ta'şişa diye rivayet etmiştir. Ebu Abduııah (Buhari) dedi ki: Bazıları da şöyle
demiştir: "Fe etekammehu" şeklinde mim harfi ile kuııanmıştır. Bu ise
daha sahihtir."
حدثنا عبد
الله بن محمد:
حدثنا هشام:
أخبرنا معمر،
عن الزهري، عن
عروة، عن
عائشة قالت:
كان
الحبش يلعبون
بحرابهم،
فسترني رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
وأنا أنظر،
فما زلت أنظر
حتى كنت أنا
أنصرف،
فاقدروا قدر
الجارية الحديثة
السن، تسمع
اللهو.
[-5190-] Aişe r.anha'dan, dedi ki:
"(Bir bayram günü) Habeşliler harbeleriyle oynuyoriardı.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana perde oldu, ben de onları
seyrediyordum. Ben kendim bırakıp gidinceye kadar onları seyredip durdum. Oyun
ve eğlenceyi işitip yaşı küçük bir kız çocuğunun halinin ne olacağını kendiniz
ölçüp biçin."
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Birinci kadın dedi ki: Kocam zayıf bir deve etidir."
Yani zayıflığından dolayı ilişilmeyen ve kendisinden hoşlanılmayan cılız bir
deve etine benzer.
"Bir dağın başında, oldukça kayalık, sert taşlıklı ve
çıkılması pek zor bir dağdır. Kolay olmayan Yani eti de semiz değildir (dağa
çıkmak) da kolay değildir. Daha sonra özetle yaptığı bu benzetmeleri
açıklayarak şöyle demiş gibi oldu:
Bu, zayıf dahi olsa devenin etinin alınması için çıkılması kolay
bir dağ değildir. Çünkü beğenilmeyen bir şeyeğer yorulmadan, çaba harcamadan
bulunabilecek, alınabilecek olursa alınır. Daha sonra et de semiz değildir ki
elde edilebilmesi amacıyladağın tırmanılmasındaki meşakkate katlanılmaya
değsin.
"Ona çıkılsın." Bu da dağın niteliği ile alakalıdır.
Nevevi der ki: Cumhur bunu kocanın çeşitli açılardan hayrı az birisi olması
anlamına gelen ifadelerle açıklıştır: Ewela o, deve eti gibidir. Mesela koyun
eti gibi değildir. Diğer taraftan bu et aynı zamanda zayıf ve bayağı bir ettir.
et-Hattabi'nin kanaatine göre kadının kocasını çıkılması zor sarp bir dağa
benzetmesi, ahlakının kötü oluşuna bir işarettir. Onun üstünlük tasladığına,
büyüklendiğine ve kendisini k ei?iden daha yüce gösterdiğine ve böylelikle hem
cimri, hem de kötü huna işaret etmektedir.
"İkincisi dedi ki: Kocamın haberini açığa çıkarıp yaymam.
Çünkü ben onun açıklamadık hiçbir şeyini bırakmayacağımdan korkarım." Yani
onun hayırlarından hiçbir şeyi terk etmeyeceğimden korkarım. "Abur cubur
... " el-Hattabı dedi ki: Onun dışarıya yansıyan kusurları ile gizli saklı
sırlarını kastetmiştir. Yine elHattabı dedi ki: O muhtemelen zahiren durumu
gizli, fakat içten içe adi Ve bayağı birisi idi.
Ebu Said ed-Darır dedi ki: Kadın, kocasının kusurları pek çok,
üstün ve faziletli ahlaktan uzak bir ruhi yapıya sahip olduğunu kastetmektedir.
"Üçüncüsü dedi ki: Benim kocam uzun boylu, beyinsizin
tekidir." Ebu Ubeyd ve bir topluluk (bu anlamı verdiğimiz el-aşennak
lafzını) uzun boylu diye açıklamışlardır. es-Se'alibı: Hoşa gitmeyecek kadar
uzun boylu, diye açıklamıştır.
"Konuşursam bana talak verir, susarsam beni ortada
bırakır." Yani eğer onun kusurlarını sayacak olursam ve bunlar ona
ulaşırsa beni boşar. Susar, bunları söylemezsem ben onun yanında ortada bırakılmış
birisiyim. Ne kocası olan birisi gibiyim, ne de dulum. Nitekim yüce Allah'ın:
"Onu askıdaymış gibi bırakmayın. "(Nisa,129) buyruğu da böyle
açıklanmıştır. Sanki şöyle demiş gibidir: Ben onun yanında kocası olan birisi
gibi değilim ki ondan faydalanabileyim. Boşanmış olan birisi değilim ki ondan
başkası ile evlenme imkanım olsun. Böylelikle kadın kendisini yüksek ile alçak
bir yer arasında asılı duran ve iki taraftan birisinde yerleşip karar kılamayan
bir halde olduğunu söylemektedir. Şarihlerin çoğu, Ebu Ubeyd'in izinden giderek
böylece açıklayagelmişlerdir.
"Dördüncüsü dedi ki: Kocam Tihame'nin gecesine benzer. Ne
sıcaktır ne soğuk. Evimizde ne korku vardır ne de usanç." Ebu Ubeyd dedi
ki: Bu sözleriyle kocasından çekinilecek bir şer bulunmadığını kastetmiştir.
Başkası da şöyle demektedir: Hoşluğu bakımından Tihame gecesi örnek
gösterilmiştir. Çünkü orası çoğunlukla sıcak bir bölgedir. Orada serin ve soğuk
rüzgarlar esmez. Gece oldu mu gündüzün sıcağı biraz diner ve gündüzün sıcağında
çektikleri sıkıntılara nispetle Tihameliler için gece daha güzel bir hal alır.
Bu kadın da kocasını güzel geçimli, mutedil halli, iç dünyasının da
kötülüklerden uzak oluşuyla nitelendirerek şunu söylemek istemiştir: Onun ne
bir eziyeti vardır, ne de hoşa gitmeyecek bir tutumu. Ben ondan yana güvenlik
içindeyim, onun şerrinden korkmam. Ayrıca o usanmak nedir bilmediği için
benimle birlikte bulunmaktan dolayı da usanmaz. Yahut kötü huylu olmadığından
ötürü onunla birlikte bulunmaktan ben usanmam. Benim onunla birlikte yaşayışımın
lezzeti, Tihame halkının mutedil gecelerinden zevk alışlarına benzer.
"Beşincisi dedi ki: Kocam içeri girince bir pars gibidir.
Dışarı çıkınca da bir arslan gibidir. Alışageldiği şey hakkında da bir şey
sormaz."
Ebu Ubeyd der ki:
Kadın eve girişi esnasında onu över gibi bir üslupla bir şeyin
farkında olmamakla nitelendirmektedir. İbn Habib de şöyle açıklamıştır:
Yumuşaklığı ve olup bitenden habersizliği yönüyle onu parsa benzetmiştir. Çünkü
pars hayalı olmak, şeninin azlığı ve çokça uyumak ile nitelendirilir.
"Arslan kesilir (eside)" tabiri "elesed: arslanıldan
türetilmiştir. Yani insanlar arasında arslan gibi olur.
İbn Ebi Uveys de şöyle açıklamıştır: O eve girdi mi, benim
üzerime bir pars gibi atılır. Dışarı çıktı mı ileri atılışında arslan gibi
olur. Buna göre onun "üzerime atılır" şeklindeki açıklaması hem övgü,
hem de yergi ihtimaline gelir. Birincisi, eve girdiği vakit kendisiyle çokça
cima' ettiğine bir işaret olur. Böylelikle kadın bu sözleri ile kendisinin
kocası tarafından onu gördüğü vakit duramayacak şekilde çokça sevildiğini
belirterek onu övmüş olmaktadır. Onu yerme anlamı ise, tabiatının kaba oluşu
yönüyledir. O karısıyla cima' etmeden önce oynaşmak ve sevişmek gibi bir tutumu
olmayan birisidir. Aksine yırtıcı bir hayvan gibi atılır. Ya da onun kötü huylu
oluşu, kendisini dövüp hırpalaması anlamıyla bir yergi de ifade edebilir.
Dışarıya insanlar arasına çıktı mı cüretkarlığı, atılganlığı ve heybeti
itibariyle daha ileri derecede bir arslan gibidir.
"Altıncısı dedi ki: Kocam önüne geleni yer. İçerken de su
kabını kurutur. Yatarken yorganına bürünür, benim hüznümü anlamak için elbiseme
elini sokmaz." Silip süpürmekten kastı, onun geriye hiçbir şey
bırakmayacak şekilde yemeği bütünüyle bitirmesidir.
Su içerken kabı kurutmak ise, kabın dibinde hiçbir şey
bırakmaması demektir. "Yorganına bürünmek" ise bir köşede yorganına
bürünüp sarılması ve tek başına yatması, onlardan yüz çevirmek suretiyle
hanımından ayrı durmasıdır. Bundan dolayı da karısı üzüntülü ve kederlidir. Bu
sebeple: "Üzüntümü anlamak için elini elbisemin altına sokmaz"
demiştir. Yani hanımının üzüntü ve kederini anlayıp gidermek için elini dahi
uzatmaz. Onun bu sözleriyle aciz, beceriksiz ve tembel bir kişi gibi uyuduğunu
kastetmiş olma ihtimali de vardır.
"el-Bess"den kasıt, kederdir. Aşırı keder ve üzüntü
anlamına geldiği de söylenir. Aynı zamanda bu lafız şikayet, hastalık ve
dayanılamayan durum anlamına da kullanılabilir. Bu sözleriyle onun kendisini
neyin üzdüğüne dair hiçbir şey sormadığını anlatmak istemiş, onu kendisine
karşı az şefkatli olmakla, hasta olduğunu görecek olursa, -kocalar bir tarafa,
yabancıların yapmayı adet ettikleri gibi dahi olsa- ne halde olduğunu anlamak
için elini elbisesinin altına bile sokmamakla nitelendirmiş, yahut bu
sözleriyle kendisi ile oynaşmadığını, cima'da bulunmadığını kinaye yoluyla
anlatmaya çalışmıştır.
Şarihler derler ki: Kadın bu sözleriyle kocasından şikayette
bulunmuş, onu yermiş ve ondan payının oldukça az olduğunu anlatmak istemiştir.
Buna da daha önce söylemiş olduğu: "Yattı mı yorganına bürünür"
sözleri delil teşkil etmektedir. Şöyle demiş gibidir: Kocası kendisinden uzak
kalır. Kendisine hanımını yaklaştırmaz. Elini elbisesinin altına sokup ona
dokunmaz, tenini tenine değdirmez. Erkeklerin yaptıklarını yapmaz. Böylelikle
ona olan sevgisini ortaya koymaz. Buna bağlı olarak ondan payının az olmasından
ötürü de keder ve üzüntüsünü ifade etmiş olmaktadır. Kadın onun niteliklerini
söylerken bayağı birisini, cimri, açgözlü, değersiz, geçimsiz birisi olmak gibi
niteliklerini bir arada söylemiş olmaktadır. Çünkü Araplar çokça yemek ve içmek
ile nitelendirdikleri kimseyi yerer, az yemeyi ve içmeyi, çokça cima'da
bulunmayı da övünülecek bir şey kabul ederler. Çünkü bu erkekliğin sağlıklı
oluşunu gösterir.
"Yedincisi dedi ki: Benim kocam aciz ve beceriksizin
tekidir." Iyad dedi ki:
Kocasını acizlik ile ve kötü geçimli birisi olmak bakımından en
ileri derecede h.ılunmakla, kendisine eziyet etmekle birlikte de onun
ihtiyacını karşılamaktan yana aciz kalmak, onunla konuştuğu takdirde kendisine
sövüp saymak, onunla şakalaşacak olursa kafasını yarmak, onu klZdıracak olursa
organlarından birisini kırmak yahut derisini kesmek ya da malına hücum etmek
gibi bir iş yaptığını yahut bütün bunları bir arada yaparak onu dövdüğünü,
yaraladığını, bir azasını kırdığını, ona incitici sözler söyleyip malını
aldığını ve böylece pek çok kusurunun bir arada bulunduğunu anlatmak
istemiştir.
"Sekizincisi dedi ki: Kocama dokunmak tavşana
dokunmakgibidir. Onun kokusu da hoş kokulu bir bitkiye benzer." Zerneb,
kokusu oldukça hoş bir bitkidir. Bu sözleriyle kinaye yoluyla ahlakının
güzelliğini, çokça temiz olup zarif1iğinden ötürü hoş koku kullandığından
terinin de hoş koktuğunu anlatmak istemiş de olabilir. Bu sözleriyle
konuşmasının hoş ve güzelolduğunu anlatmak yahut geçimi ve davranışı
güzelolduğundan ötürü onu övmek istemiş olma ihtimali de vardır.
"Dokuzuncusu dedi ki: Kocamın evi yüksek direklidir.
Kılıcının ham ayılı uzundur, külü pek çoktur. Evi de toplantı meclisine pek
yakındır." Kocasının evini yüksek (direkli) ve yüksekte bulunmak ile
nitelendirmiştir. Çünkü soyıuıali\_ evlerini bu şekilde yüksek yapar ve yüksek
yerlerde kurarlardı. Gidenler, gelenler onların evine gelsin diye. Bu sebeple
onların evlerinin uzunluğu, ya şereflerinin fazlalığı ya da kendilerinin
boylarının poslarının uzunluğu dolayısıyla idi. Başkalarının evleri ise yüksek
değil, alçaktır.
"en-Nicad", kılıcın hamayılı demektir. Bu sözleriyle
boyu uzun olduğundan dolayı kılıcının hamayılının da uzun olmasının gerektiğini
anlatmak istemiştir. Bu sözleri ile onun, kılıcı bulunan birisi olduğunu
anlatmış ve böylelikle kahramanlığına da işaret etmiş bulunmaktadır.
"Külü çok" sözü ile de onun misafirlerini konuk ettiğini
anlatmak için yaktığı ateşin asla sönmediğini, böylelikle misafirlerin o ateşi
görerek misafir kalacakları bu yerin yolunu bulduklarını, bundan dolayı da
külünün çok olduğunu anlatmak istemiştir.
"Evinin toplantı meclisine yakın oluşu"nu anlatırken
kullanılan "en-nadi" ve "en-nediy" lafızları kavmin
meclisi, toplantı yeri demektir. Bu sözleriyle kavmi arasında şerefli birisi
olmakla onu nitelendirmiş oluyor. Bu sebeple kavmi herhangi bir hususu
görüşecek ya da danışacak olurlarsa gelir, onun evine yakın bir yerde
otururlar, onun görüşünü alıp uygularlar. Yahut o kendisi ile karşılaşılıp,
kolaylıkla görüşülebilsin diye evini insanların evlerinin ortasına kurmuştur.
Böylelikle gidene gelene, misafir kalmak isteyene daha yakın olur.
Sözlerinin sonucu şudur: Bu kadın kocasını efendi birisi, kerim
birisi, güzel ahlaklı ve geçimi hoş birisi olarak belirterek
nitelendirmektedir.
"Onuncusu dedi ki: Kocam Malik'tir. Nelere maliktir? Onun
malik oldukları (hatırınıza gelenlerden) hayırlıdır. Onun çökecek yerleri
pekçok, otlakları pek az, çok sayıda develeri vardır. Bu develer ud sesini
duydular mı kesinlikle helak olacaklarına inanırlar." Yakub İbn es-Sikktt
ve İbnu'I-Enbarl'nin rivayetlerinde "ve o ölüm tehlikesi bulunan hallerde
kavmin önünde gider" fazlalığı da vardır. Böylelikle kadın onun çok
varlıklı, çok kerem sahibi, oldukça misafirperver, pek çok güzel tarafları
bulunup son derece övülmeye değer niteliklere sahip olduğunu ifade etmiş
olmaktadır. Bununla birlikte onu kahramanlıkla da nitelendirmiştir. Çünkü
tehlikeli hallerden kasıt, savaşlardır. O, kahramanlığından emin olduğundan
ötürü arkadaşlarının önünden gider.
"Artık onlar kesin olarak helak olacaklarını anlarlar"
sözlerinin anlamı da şudur: Bu kimse misafirlerini ağırlamak için deve kesme adeti
çokça görülen birisidir. Ayrıca misafirlere çokça sevindiğinden ötürü onlara
içecekler ikram eder, onları eğlendirir yahut bu aşırı sevinci dolayısı ile
şarkılarla onları karşılar. O vakit develer de bu şarkı seslerini işittiler mi
mutlaka kesileceklerini anlarlar.
"Onbirinci kadın" olan Üm mü Zer' dedi ki: " ...
hareket ettirir", yani kulakla- ( rını kadınların adeti üzere altınla,
inciyle ve buna benzer küpe ve benzeri diğer takılarla doldurup süslenmesini
sağlar.
"Beni ferahlattı", yani o, karısını sevindirdi, o da
sevindi. İbnu'l-Enbarı der ki: Beni tazim etti, ben de kendi büyüklüğümü
anladım, demektir. İbnu's-Sikktt de: Beni övdü, benimle iftihar etti, ben de
bundan dolayı övündüm, diye açıklamıştır.
"Sonra beni atları kişner, develeri böğürür ... bir toplum
arasına getirdi."
Bundan anlaşılan şu ki: Kocası kendisini dar ve sıkıntılı bir
geçimden; at, deve, ekin ve daha başka pek çok servetin bulunduğu bir toplum
arasına taşımıştır.
"Halim kalmayıncaya kadar bol bol süt içerim." Bu
sözleriyle kocasının yanında üstün bir değerinin olduğuna, imkanlarının çok
bolalduğuna ve bundan dolayı da bakımlı ve sevinçli, neşeli olduğuna işaret
etmektedir.
"Ebu Zer'in anası! Ebu Zer'in anası nasıl birisidir? Onun
zahire anbarları, eşyalarını koyduğu hararları pek büyüktür." O
kayınvalidesini araç gereçlerinin, eşyalarının, kumaşlarının pek çok, malının
çok fazla, evinin pek büyük olmasıyla nitelendirmektedir. Eğer bu gerçek anlamı
ile söylenmişse servetinin çok büyük olduğunu gösterir. Yahut hayırların çokluğu
(servetin bolluğu), geçiminin rahatlığı olduğu ve kendilerine misafir gelenlere
iyi davranıldığını kinaye yoluyla anlatmaktadır. Çünkü Araplar: "Filanın
evi geniştir" derken, "gelen misafirlere çokça ikram eder" demek
isterler. Kayınvalidesinin niteliklerini anlatırken kocasının annesine karşı
çok iyi davrandığını ve yaşının da pek büyük olmadığını anlatmış olmaktadır.
Çünkü bu tür niteliklere sahip bir annesi bulunan bir kimsenin çoğunlukla
görülen hali budur.
"Ebu Zer'in bir de oğlu var. Onun oğlu nasıldır? Yattığı
yer, kılıcı çekilmiş bir kın gibidir. Dört aylık bir kuzunun kolu ile
doyar." Gördüğüm kadarıyla kadın bu kocasının oğlunun kendisine külfetinin
az olduğunu anlatmaktadır. Çünkü kadın çoğunlukla kocasının kendisinden başka
olma oğlunu pek çekemez. Fakat bu çocuk bu kadının yükünü hafifleten birisi
imiş. Evine girecek olursa ve mesela onun evinde öğlen uykusuna yatacak olursa
ancak bir kılıcın kınından sıyrılacağı kadar bir süre yatar sonra ona ağırlık
vermemekteki titizliği dolayısı ile uyanıverir. Kadının aynı şekilde "dört
aylık bir kuzunun kolu ile doyar" sözleri ile de ondan bir şeyler almak
şöyle dursun, yanında bulunan şeylerden yemeye dahi ihtiyacının olmadığını,
aksine yanında bir şey yiyecek olsa kendisinin açlığını ve susuzluğunu
dindirecek kadar asgari miktar ile yetindiğini anlatmaktadır.
"Kızının vücudu elbisesini doldurur" ifadesi, fiziksel
yapısının mükemmel ve bedeninin yumuşak olduğunu kinaye yoluyla anlatmaktadır.
"Emsalini kıskandırır, hayrete düşürür." el-Heysem İbn
Adiy'in rivayetinde "emsalini ağlatır" şeklindedir. Yani onun içinde
bulunduğu hali görüp rskandığından dolayı ağlarlar.
"Sırlarımızı kimseye açıklamaz." Bu sözleri ile
hıyanetten oldukç,\uzak olduğunu, mübalağalı bir şekilde anlatmak istemiştir.
"Evimizde çer çöp bırakmaz." Yani evin içini temiz
tutarak, çöpünü evden uzaklaştırıp dışarıya atarak evi düzene sokar.
"Ve ey Ummu Zer'! İstediğin gibi ye, iç, akrabana da ihsan
et, dedi." Onlara yiyecek ihsan etmek suretiyle akrabalık bağlarını gözet
ve onların maddi darlıklarını genişlet. Kısacası o kocasını şahsı itibariyle
efendilik ve kahramanlıkla, cömertlik ve lütufkarlıkla nitelendirmektedir.
Çünkü bu ikinci kocası ona malından dilediğini yiyebileceğini, ondan dilediğini
yakınlarına hediye edebileceğini söylemiş ve böylelikle ona olan lütuf ve
ihsanını alabildiği kadar ileriye götürmüştür. Bununla beraber bu ikinci
kocasının nezdindeki durumu, Ebu Zer'e kıyasla daha alt seviyede idi. Buna
sebep ise Ebu Zer'in onun ilk kocası oluşu, onun sevgisinin kalbinde yer
edişidir. Nitekim: "Sevgi ancak ilk sevgiliye karşı beslenendir"
denilmiştir.
"Ben sana karşı Ebu Zer'in, Ümmü Zer'e davrandığı gibi
davrandım." Yani yüce Allah'ın ezell ilminde benim sana karşı durumum bu
idi. el-Heysem İbn Adiy'in rivayetinde şu fazlalık vardır: "Ülfet ve
vefakarlıkta (böyle idim) yoksa ayrılık ve uzaklaştırmakta değiL" Nesai ve
Taberanı şu fazlalığı zikretmektedirler:
"Aişe dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Hayır, sen Ebu Zer'den
hayırlısın." Allah Rasulü bu sözlerini gönlünü hoş tutmak, kalbini
rahatlatmak ve bütün benzetme yönleri ile Ebu Zer'in bütün hallerine benzeme
yanılgısını bertaraf etmek için söylemiş gibidir. Çünkü Ebu Zer'de bu halin
dışında kadınların hoşlanmayıp yerecekleri bir özellik yoktu.
Hadisten Çıkartılan Sonuçlar
Bu hadisten -kaydedilenler dışında- daha başka sonuçlar da
çıkarılabilir:
1- Koca, hanımı ile yasaklanmış hususlara götürmediği sürece
mubah hususları konuşarak onunla ünsiyet kurmasını bilmelidir.
2- Bazı hallerde şakalaşmak ve bu hususta işi ileriye götürmek,
erkeğin hanımı ile hoşlanacak şekilde konuşması, onu sevdiğini söylemesi,
kendisine karşı haksızca davranmasına ve ondan yüz çevirmesine sebep teşkil
edecek bir kötülüğe götürmediği sürece, uygun ve güzel görülmüştür.
3- Mal ile övünmek yasaklanmış bir şeydir.
4- Dinı bakımdan fazilet sayılan hususların zikredilmesi caiz
olduğu gibi, erkeğin hanımına karşı durumunu haber vermesi ve bunu onlara
hatırlatması da caizdir. Özellikle onlardaki iyilikle re karşı nankörlük
tabiatı depreştiği zaman.
5- Kadının, kocasının iyilik ve ihsanlarını zikretmesi caizdir.
6- Erkeğin hanımlarından birisini kumalarının huzurunda özel
birtakım söz ya da davranışlar ile taltif etmesi de caizdir. Ancak bunun
haksızlığa götürecek bir eğilim göstermekten uzak kalınabileceği halde caizliği
sözkonusudur. Bundan önce Hibe bahislerinde, erkeğin hanımlarından birisine
-diğer hanım ya da hanımlarının haklarını eksiksiz vermesi şartıyla- özel
birtakım ihsan ve ta1tiflerde bulunabileceği geçmiş bulunmaktadır.
7- Erkeğin, zevcesiyle nöbet günü dışında konuşması caizdir.
8- Geçmiş ümmetierden söz etmek ve ibret almak için onları örnek
göstermek caiz olduğu gibi, nefsin hoşlanıp rahatlaması amacıyla da geçmişe dair
birtakım haberleri ve hoşa giden, nadiren rastlanılan kıssaları anlatmak da
caizdir.
9- Kadınların kocalarına karşı vefakar olmaları, gözlerinin
yalnızca kocalarını görmesi ve iyiliklerine teşekkür ile karşılık vermeleri
teşvik edilmektedir.
10- Kadınların durumunu ve. güzelliklerini erkeğe anlatmak caiz
olmakla birlikte, bunun şahıs olarak tanınmayan kadınlar hakkında olması
gerekir. Bu hususta yasak olan, kadının, erkeğin huzurunda muayyen bir kadının
niteliklerini anlatması yahut erkeklerin kasten bakmaları caiz olmayan
şekilleriyle onların sözkonusu edilmesidir.
باب: موعظة
الرجل ابنته
لحال زوجها.
83. ERKEĞİN, KIZINA KOCASININ DURUMU
DOLAYISIYLA ÖÜÜT VERMESİ
حدثنا أبو
اليمان:
أخبرنا شعيب،
عن الزهري قال:
أخبرني عبيد
الله بن عبد
الله بن أبي
ثور، عن عبد
الله بن عباس
رضي الله
عنهما قال:
لم
أزل حريصا على
أن أسال عمر
بن الخطاب عن
المرأتين من
أزواج النبي
صلى الله عليه
وسلم، اللتين
قال الله
تعالى: {إن
تتوبا إلى
الله فقد صغت
قلوبكما}. حتى
حج وحججت معه،
وعدل وعدلت معه
بإداوة
فتبرز، ثم جاء
فسكبت على
يديه منها
فتوضأ، فقلت
له: يا أمير
المؤمنين من
المرأتان من
أزواج النبي
صلى الله عليه
وسلم، اللتان
قال الله
تعالى: {إن
تتوبا إلى
الله فقد صغت
قلوبكما}؟
قال: واعجبا
لك يا ابن
عباس، هما عائشة
وحفصة، ثم
استقبل عمر
الحديث يسوقه
قال: كنت أنا
وجار لي من
الأنصار في
بني أمية بن
زيد، وهم من
عوالي
المدينة،
وكنا نتناوب
النزول على
النبي صلى
الله عليه
وسلم فينزل
يوما وأنزل
أنا، فإذا
نزلت جئته بما
حدث من خبر
ذلك اليوم من
وحي أو غيره،
وإذا نزل فعل
مثل ذلك، وكنا
معشر قريش
نغلب النساء،
فلما قدمنا
على الأنصار
إذا قوم
تغلبهم
نسائهم، فطفق
نساؤنا بأخذن
من أدب نساء
الأنصار، فصخبت
على امرأتي
فراجعتني،
فأنكرت أن
تراجعني،
قالت: ولم
تنكر أن
أراجعك؟
فوالله إن أزواج
النبي صلى
الله عليه
وسلم
ليراجعنه،
وإن إحداهن
لتهجره اليوم
حتى الليل،
فأفزعني ذلك وقلت
لها: قد خاب من
فعل ذلك منهن،
ثم جمعت علي ثيابي،
فنزلت فدخلت
على حفصة فقلت
لها: أي حفصة أتغاضب
إحداكن النبي
صلى الله عليه
وسلم اليوم
حتى الليل؟
قالت: نعم،
فقلت: قد خبت
وخسرت، أفتأمنين
أن يغضب الله
لغضب رسوله
صلى الله عليه
وسلم فتهلكي؟
لا تستكثري
النبي صلى
الله عليه
وسلم ولا
تراجعيه في
شيء ولا
تهجريه،
وسليني ما بدا
لك، ولا يغرنك
أن كانت جارتك
أوضأ منك وأحب
إلى النبي صلى
الله عليه وسلم،
يريد عائشة.
قال عمر: كنا
قد تحدثنا أن
غسان تنعل
الخيل
لغزونا، فنزل
صاحبي
الأنصاري يوم
نوبته، فرجع
إلينا عشاء
فضرب بابي
ضربا شديدا،
وقال: آثم هو؟
ففزعت فخرجت
إليه، فقال: قد
حدث اليوم أمر
عظيم، قلت: ما
هو، أجاء غسان؟
قال: لا، بل
أعظم من ذلك
وأهول، طلق
النبي صلى
الله عليه
وسلم نساءه،
فقلت: خابت
حفصة وخسرت،
قد كنت أظن
هذا يوشك أن
يكون، فجمعت
علي ثيابي،
فصليت صلاة
الفجر مع
النبي صلى
الله عليه
وسلم، فدخل
النبي صلى
الله عليه وسلم
مشربة له
واعتزل فيها،
ودخلت على
حفصة فإذا هي
تبكي، فقلت:
ما يبكيك ألم
أكن حذرتك
هذا، أطلقكن
النبي صلى
الله عليه
وسلم؟ قالت:
لا أدري هاهو
ذا معتزل في
المشربة،
فخرجت فجئت
إلى المنبر،
فإذا حوله رهط
بيكي بعضهم،
فجلست معهم
قليلا، ثم
غلبني ما أجد
فجئت المشربة التي
فيها النبي
صلى الله عليه
وسلم، فقلت لغلام
له أسود:
أستأذن لعمر،
فدخل الغلام
فكلم النبي
صلى الله عليه
وسلم ثم رجع،
كلمت النبي صلى
الله عليه
وسلم وذكرتك
له فصمت،
فانصرفت حتى
جلست مع الرهط
الذين عند
المنبر، ثم
غلبني ما أجد
فجئت فقلت
للغلام:
أستأذن لعمر، فدخل
ثم رجع فقال:
قد ذكرتك له
فصمت، فرجعت
فجلست مع
الرهط الذين
عند المنبر،
ثم غلبني ما أجد،
فجئت الغلام
فقلت: أستأذن
لعمر، فدخل ثم
رجع إلي فقال:
قد ذكرتك له
فصمت، فلما
وليت منصرفا،
قال: إذا
الغلام
يدعوني، فقال:
قد أذن لك النبي
صلى الله عليه
وسلم، فدخلت
على رسول الله
صلى الله عليه
وسلم فإذا هو
مضطجع على
رمال حصير،
ليس بينه
وبينه فراش،
قد أثر الرمال
بجنبه، متكئا
على وسادة من
أدم حشوها ليف،
فسلمت عليه ثم
قلت وأنا
قائم: يا رسول
الله، أطلقت
نساءك؟ فرفع
إلي بصره
فقال: (لا) فقلت: الله
أكبر، ثم قلت
وأنا قائم
أستأنس: يا
رسول الله، لو
رأيتني وكنا
معشر قريش نغلب
النساء، فلما
قدمنا
المدينة إذا
قوم تغلبهم
نساؤهم،
فتبسم النبي
صلى الله عليه
وسلم، ثم قلت:
يا رسول الله
لو رأيتني
ودخلت على
حفصة فقلت
لها: ولا
يغرنك أن كانت
جارتك أوضأ
منك وأحب إلى
النبي صلى
الله عليه
وسلم، يريد
عائشة، فتبسم
النبي صلى
الله عليه
وسلم تبسمة
أخرى، فجلست
حين رأيتة
تبسم، فرفعت
بصري في بيته،
فوالله ما
رأيت في بيته
شيئا يرد
البصر، غير
أهبة ثلاث،
فقلت: يا رسول
الله ادع الله
فليوسع على
أمتك، فإن
فارس والروم
قد وسع عليهم
وأعطوا
الدنيا، وهم
لا يعبدون
الله، فجلس
النبي صلى
الله عليه
وسلم وكان
متكئا فقال:
(أو في هذا أنت
يا ابن
الخطاب، إن
أولئك قوم عجلوا
طيباتهم في
الحياة
الدنيا). فقلت:
يا رسول الله
استغفر لي،
فاعتزل النبي
صلى الله عليه
وسلم نساءه من
أجل ذلك
الحديث حين
أفشته حفصة
إلى عائشة تسع
وعشرين ليلة،
وكان قال: (ما
أنا بداخل
عليهن شهرا).
من شدة موجدته
عليهن حين
عاتبه الله،
فلما مضت تسع
وعشرون ليلة
دخل على عائشة
فبدأ بها،
فقالت له
عائشة: يا
رسول الله،
إنك قد أقسمت
أن لا تدخل
علينا شهرا،
وإنما أصبحت
من تسع وعشرين
ليلة أعدها عدا،
فقال: (الشهر
تسع وعشرون).
فكان ذلك
الشهر تسع
وعشرين ليلة،
قالت عائشة:
ثم أنزل الله
تعالى آية
التخير، فبدأ
بي أول امرأة من
نسائه
فاخترته، ثم
خير نساءه
كلهن فقلن مثل
ما قالت عائشة.
[-5191-] İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: "Yüce Allah'ın:
"Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne ala!). Çünkü
kalpIeriniz meyletmiş bulunuyor."(Tahrim, 4) buyruğunun kendileri
sebebiyle nazil olduğu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcelerinden olan
iki kadının kim olduklarına dair Ömer İbn el-Hattab'a bir soru sormayı hep arzu
edip durmuşumdur. Nihayet Ömer hac ettiğinde ben de onunla birlikte hac ettim.
O (yolun bir tarafına gelince) saptı. Ben de beraberimde bulunan bir su
matarası ile birlikte onunla beraber saptım. Ömer def-i hacet için gitti, daha
sonra döndü. Elimdeki mataradan ellerine su döktüm, sonra ab de st aldı. Ben
ona: Ey mu'minlerin emiri! Yüce Allah'ın: "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe
ederseniz (ne ala!). Çünkü kalbIeriniz meyletmiş bulunuyor."(Tahrim, 4)
diye buyurduğu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcelerinden iki hanım
kimlerdir, diye sordum.
O şu cevabı verdi: Hayret sana doğrusu ey İbn Abbas! Bunlar Aişe
ile Hafsa'dırlar. Sonra Ömer (bana) dönüp hadisi anlatmaya koyuldu ve dedi ki:
Ben ensaroğullarından komşum olan birisi ile Umeyye İbn Zeyd
oğulları arasında bulunuyordum. Bunlar da Medine'nin Avali denilen yerinde
oturuyorlardı. Ensardan olan komşum ile birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in huzuruna
(Medine'ye) sıra ile giderdik. O bir gün gidiyor, ben diğer gün
gidiyordu m. Ben gittiğim günü, o gün inen vahiy ya da daha başka hususlarla
ilgili meydana gelen olaylara dair haberleri ona anlatırdım. O indiği gün aynı
şekilde gelir bana anlatırdı. Biz Kureyşliler olarak kadınlara galip gelirdik.
Fakat ensarın yanına (Medine'ye) geldiğimizde onların kadınlarının kendilerine
galip geldikleri bir topluluk olduklarını gördük. Bu sefer bizim kadınlarımız
da ensar kadınlarının edeplerinden öğrenmeye, onların huylarından huy kapmaya
başladılar. Bir gün ben hanımıma karşı sesimi yükselttim, o da bana cevap
verdi. Bana cevap vermesi alıştığım bir şey değildi. Onun bu haline ben tepki
gösterince hanımım bana:
Sana cevap vermeme niye tepki gösteriyorsun ki? Allah'a yemin
ederim, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevceleri de ona karşılık
veriyorlar, hatta onlardan birisinin gün boyunca akşama kadar onunla hiç
konuşmadığı da oluyor, dedi. Onun bu söyledikleri beni korkuttu. Bundan dolayı
ona: Onun hanımlarından bu şekilde kim hareket ediyorsa zarara uğramış
demektir, dedim. Sonra elbise lerimi toplayıp giyindim. Evimden Medine'ye
indim, Hafsa'nın yanına gittim.
Ona: Ey Hafsa! Sizden herhangi bir kimse gün boyunca akşama kadar
gerçekten Nebie kızıyor ve onu da öfkelendiriyor (ve dargın duruyor) mu, dedim.
O: Evet deyince, ben şunları söyledim: Şüphesiz o takdirde sen zarar ettin,
hüsrana uğradın. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kızdığı için, Allah'ın
da kızmayacağından ve böylelikle helake maruz kalmayacağından nasıl emin
olabilirsin? Sakın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den çok şey isteme!
Herhangi bir hususta ona karşı cevap verme! Ona darılma! Ne istiyorsan benden
iste! -Aişe'yi kastederek- sakın senin komşunun senden güzelolması, Peyga er
Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından daha çok sevilmesi de seni aldanışa
sürükle esin.
Ömer devamla dedi ki: Bizler, önceleri Gassanl arın bize karşı bir
gaza tertiplemek üzere atlarına nal çaktıklarını konuşuyorduU. Ensardan olan
arkadaşım, sırası gününde Medine'ye indi. Akşam vakti yanımıza geri döndü,
kapımı şiddetlice vurdu ve: O (arkadaşım Ömer) burada mıdır, diye sordu. Ben de
dehşete, korkuya kapılmış olarak yanına çıktım. Arkadaşım: Bugün çok büyük bir
iş oldu, dedi. Ben: Ne o, yoksa Gassanlılar mı üzerimize geliyor, dedim. Hayır,
bundan daha büyük, daha müthiş bir şey, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
hanımlarını boşadı -ravilerden Ubeyd İbn Huneyn dedi L: İbn Abbas, Ömer'den
şunları söylediğini dinledi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hanımlarından
ayrı kaldı.-
Bunun üzerine ben: Hafsa zarar etti, hüsrana uğradı. Böyle uir
şeyin pek yakında olacağını bekliyordum, dedim. Sonra üzerime elbiselerimi alıp
giyindim. Sabah namazını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte kıldım.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine ait olan (Meşrube denilen) yüksekçe
bir yere girdi ve oraya tek başına ayrılıp çekildi. Ben de Hafsa'nın yanına
girdim. Ağlamakta olduğunu gördüm. Ne diye ağlıyorsun, ben sana böyle bir
netice ile karşılaşmaktan çekinmen gerektiğini söylememiş miydim? Yoksa Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem sizi boşadı mı, diye sordum.
Hafsa: Bilemiyorum, işte o Meşrube denilen yerde bizden ayrı
duruyor, dedi.
Bunun üzerine odasından çıktım. Minberin yanına doğru geldim.
Etrafında bir topluluğun bulunduğunu gördüm. Bazıları ağlıyordu. Ben de onlarla
birlikte az bir süre oturdum. Daha sonra düşündüklerimin etkisi altında Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in bulunduğu Meşrube'ye (yüksekçe yere) geldim, siyahi bir
uşağı vardı, ona: Ömer'in girmesi için izin iste, dedim. Uşağı yanına girdi,
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile konuştu, daha sonra geri döndü. Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellemile konuştum. Senin izin istediğini söyledim. Fakat
sustu, ses etmedi, dedi.
Bunun üzerine geri dönüp minberin yanındaki o toplulukla beraber
oturdum. Yine düşündüklerimin etkisi ile gittim ve uşağına: Ömer için izin
iste, dedim. İçeri girdi, geri döndükten sonra: Senin izin istediğini ona
söyledim, sustu, dedi. Yine dönüp minberin yanındakilerle birlikte oturdum.
Tekrar hissettiklerimin etkisi altında kalarak uşağın yanına geldim. Ömer için
izin iste, dedim. İçeri girdi, sonra yanıma geri döndü. Senin izin istediğini
ona söyledim, ama sustu, dedi.
Geri dönüp gidince, bir de baktım ki uşak beni geri çağırıyor,
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, huzuruna girmen için izin verdi, diyordu. Ben
de Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girdim. Arada bir yatak
bulunmaksızın hasırın örgüleri üzerine yaslanmış olduğunu gördüm. Hasırın
örgüleri böğründe iz bırakmıştı. İçi kuru hurma lifi doldurulmuş deriden bir
yastığa dayanmıştı. Ona seıar verdikten sonra ben ayakta durduğum halde dedim
ki: Ey Allah'ın Rasulü, yoks hanımlarını boşadın mı? Gözlerini kaldırıp bana
baktı, hayır dedi. Ben: "Allah ekber" dedim.
Sonra yine ayakta olduğum halde ona: Ey Allah'ın Rasulü, izninle
diyorum ki, sen de biliyorsun ki biz Kureyşliler kadınlara baskın gelen bir
topluluk idi k. Medine'ye gelince, kadınların kendilerine baskın geldiği bir
topluluk ile karşılaştık. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine
güıümsedi. Devamla dedim ki:
Ey Allah'ın Rasulü! Hafsa'nın yanına girip ona: Sakın komşunun
senden daha alımlı, daha güzel ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından
daha çok sevilen birisi olması -bu sözleriyle Aişe'yi kastediyordu- seni
aldatmasın, dediğimi bir görseydin. Yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir
önceki gibi bir daha gülümsedi.
Onun gülümsediğini görünce ben de oturdum. Başımı kaldırıp gözü mü
odasında dolaştırdım. Allah'a yemin ederim, evinde tabaklanmamış üç deri
dışında gözün görebileceği değerli başka hiçbir şey yoktu. Ey Allah'ın Rasulü!
Allah'a dua et de senin ümmetine bir bolluk versin. Çünkü Fars ve RumIara
bolluk ve dünyalık verilmiş bulunuyor. Üstelik onlar Allah'a da ibadet
etmiyorlar, dedim.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaslanmış iken oturdu ve şöyle
buyurdu: Sen böyle mi düşünüyorsun ey Hattab'ın oğlu! Onlar güzellikleri, hoşa
giden şeyleri dünya hayatında kendilerine peşin olarak verilmiş bir kavimdir.
Böyle deyince, ben: Ey Allah'ın Rasulü, benim için mağfiret dile,
dedim. İşte Hafsa, Aişe'ye, o kendisine gizlice söylemiş olduğu sözü
açıkladığından ötürü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de yirmi dokuz gün
hanımlarmdan ayrı kalmıştı. Daha önce de şöyle demişti: Ben bir ay boyunca
onların yanına uğramayacağım. Buna sebep ise yüce Allah'ın ona sitem etmesi
üzerine onlara karşı kalbinde ileri derecede öfkelenmiş olması idi. Yirmi dokuz
gün geçince, Aişe'nin yanına gitti ve onun yanına girmekle başladı.
Aişe ona: Ey Allah'ın Rasulü! Sen bir ay boyunca yanımıza
gelmeyeceğine dair yemin etmiştin. Oysa şimdi biz yirmi dokuzuncu gündeyiz. Ben
bunları tek tek sayıyorum, deyince, şöyle buyurdu: Bu ay yirmi dokuz gün çekti.
Çünkü o ay yirmi dokuz gün idi.
Aişe dedi ki: Daha sonra yüce Allah onu muhayyer bırakan ayeti
indirdi. Böylelikle hanımlarından ilk muhayyer bıraktığı kadın olarak benden
başladı, ben de onu ihtiyar edip seçtim. Daha sonra diğer bütün hanımlarını
muhayyer bıraktı. Hepsi de Aişe'nin dediğinin bir benzerini dediler (dünya
hayatını değilı onu seçip tercih ettiklerini belirttiler.)
Fethu'l-Bari Açıklaması:
(Muhayyer bırakan ayetten kasıt, Ahzab, 28-29 dur.)
"Sana hayret doğrusu ey İbn Abbas!" Bum,: dair açıklamalar daha önce ilim
bölümünde (89 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Omer'in, ıbn Abbas'a hayret
etmesi tefsir ilmindeki şöhretine rağmen böyle bir durumun ona gizli saklı
kalmış olmasından dolayıdır. Halbuki İbn Abbas, Ömer'e göre diğerlerine kıyasla
ilimde daha meşhur ve daha büyük bir şahsiyetti. Nitekim bunun böyle olduğuna
dair açıklamalar Nasr suresinin tefsirinde açık bir şekilde geçmiş
bulunmaktadır. Ayrıca İbn Abbas da ilim talebine oldukça düşkün, ashab-ı
kiram'ın büyükleri ve mu'minlerin anneleri ile bu hususta oldukça içli dışlı
birisi idi. (İşte bütün bu sebepler dolayısıyla Ömer, İbn Abbas'ın bu hususu
bilmeyişine hayretini açığa vurmuştu.)
Yahut müphem (üstü kapalı) olan hususlara varıncaya kadar tefsir
ile ilgili çeşitli bilgileri öğrenmekteki aşırı düşkünlüğüne de hayret etmiş
olabilir.
"Onlar Medine'nin Avali'de (üst taraflarında) idiler."
Kastedilen kimseler orada sakin olanlardır. el-Aval1, "el-aliye"nin çoğulu
olup, doğu tarafından Medine'ye yakın olan küçük yerleşim birimleri idi.
Buraları Evslilerin kaldıkları semt idi.
"O gün vahiy ya da daha başka olan şeylerin haberlerini ona
getirirdim (gelir ona anlatırdım.)" Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
huzurunda meydana gelen olayları aktarırdım.
"Biz Kureyşliler topluluğu kadınlara baskın gelirdik."
Yani onlara biz hükmederdik, onlar bize hükmedemezdi. Oysa Ensar böyle değildi,
onlar bunun tam aksi durumda idiler.
"Başladılar. .. " yani onlar da Ensar kadınlarından
bunu öğrendiler.
"Ensar kadınlarının edebinden", yani onların yaşayış
şekillerinden ve bu husustaki uygulamalarından "huy kaptılar",
öğrendiler.
"Bana karşılık vermesine tepki gösterdim." Sözlerime
karşılık veriyor, benimle tartışıyordu. Ubeyd İbn Huneyn yoluyla gelen
rivayette: "Ben ona: İstediğim bir işi yapmak sana zor mu geliyor, dedim.
O da bana: Hayret sana ey Hattab'ın oğlu, sen sana karşılık verilmesini
istemiyorsun, dedi" şeklindedir.
"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den çokça bir şeyler
isteme." Ondan sana çok şeyler vermesini isteme.
"Senden daha güzel (anlamı verilen ve laM anlamı senden
daha parlak demek olan: evdau)" lafzı el-vedae: parlaklıktan gelmektedir.
Ma'mer'in rivayetinde "vesamet" kökünden "evsemu" şeklindedir
ki, alamet demektir. Yani güzelliği alameti imişçesine güzel ya da güzellik
alametine sahip gibi bir anlama gelir.
"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından daha çok
sevilen ... " Yani Aişeinin benim sana yapmanı yasakladığım işi yapmasına
aldanma. Bundan dolayı Nebi ona tepki göstermiyor olabilir. Çünkü o güzelliği
ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin ona beslediği sevgi dolayısıyla
nazlanabilir; ama sen buna aldanma. Çünkü onun nezdinde onunla aynı konumda
olmayabilirsin. Bu durumda onun nazlanma imkanı senin için sözkonusu olmaz.
"Bizler daha önce aramızda Gassanlıların atlarına
nalçaktıklarını konuşmuştuk." Mezalim bölümünde "nal taktıklarını,
koyduklarını" lafzı ile kullanılmıştır ki, atlarını nallayıp öylece onlara
bindikleri anlamına gelir.
"Hayır, bundan da büyük ve dahadehşetli bir iş oldu."
Bu Ömer'e nispetle böyle idi. Çünkü onun kızı Hafsa, hanımlarından birisi idi.
"Hafsa ziyan etti, hüsrana uğradı." Özellikle onu
sözkonusu etmesi, kızının kendi nezdindeki değeri ve öz kızı olmasından dolayı
idi, ayrıca böyle bir şeyin gelebileceğini çok kısa bir süre önce ona
hatırlatmış bulunuyordu ..
"Hafsa'nın yanına girdim, ağlamakta olduğunu gördüm."
Simak'ın rivayetinde şöyle denilmektedir: Önce Aişe'nin huzuruna girdi, ey Ebu
Bekir'in kızı, sen ii Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e eziyet edecek
kadar ileri mi götürdün, dedi. Aişe ona: "Ey Hattab'ın oğlu, benden sana
ne? Sen kendi aybe'ne (kızına) bak." Yani senin için özelolan ve sırrını
verdiğin kimseye bak. Çünkü "el-aybe"nin asıl anlamı, elbise ve
değerli eşyaların içine konulduğu kap demektir. Aişe, Hafsa hakkında benzetme
yoluyla onun için heybe (kap) tabirini kullanmıştır. Bu sözleriyle de: Sen öğüt
vereceksen kendi kızına öğüt ver, demek istemiştir.
"Sonra düşündüklerimin etkisi altında kalarak. .. "
Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımlarından ayrılışına dair
kendisine ulaşan bilgi, kalbini meşgul etmiş ve bunun etkisi altında kalmıştı.
Böyle bir işin ancak Nebiin öfkelenmesi dolayısı ile olacağını düşünmüştü. Ayrıca
hanımlarını boşamış olduğu şayiası doğru olabilirdi. Kızı Hafsa da
hanımlarından birisi idi, boşamışsa aralarındaki bağ da kopmuş olacaktı. Bu ise
açıkça anlaşılacağı gibi ona zor gelecek bir şeydi.
"Onun örülmüş bir hasır üzerinde yattığını gördüm."
Bununla anlatılmak istenen, onun üzerinde yattığı divanın hasır gibi örıilmüş
olduğudur.
"Ben ayakta olduğum halde: Hanımlarını boşadın mı, diye
sordum. Başını kaldırıp bana baktı ve: Hayır dedi. Ben: Allahuekber
dedim." el-Kermani' dedi ki:
Ensardan olan arkadaşı, onlardan ayrılmanın bir talak olduğunu
yahut talakın bir neticesi olduğunu zannettiğinden ötürü Ömer'e talakın kesin
bir şekilde gerçekleştiğini bildirmişti. Fakat Ömer bu hususun açıklamasını
sorunca, bunun gerçek olmadığını görüp sevinçle tekbir getirmiş oldu. C
Talakın meydana gelmemiş olması dolayısıyla karşı karşıya
bulunduğu Allah'ın bu nimeti üzerine ona hamd ederek, "Allahuekber"
dbmiş olma ihtimali de vardır.
"Tabaklanmamış üç deri dışında ... " İhab,
tabaklanmamış deri demek olup, göründüğü kadarıyla burada kastedilen,
tabaklanmaya başlanılmış ama bu işi tamamlanmamış olan deridir.
"Allah'a dua et de ümmetine bolluk versin." Ubeyd İbn
Huneyn rivayetinde:
"Bunun üzerine ağladım. Ne diye ağlıyorsun, diye sordu. Ey
Allah'ın Rasulü dedim, Kisra ve Kayser o rahat ve bolluk içerisinde iken sen
Allah'ın Rasulü olduğun halde bu durumdasın," şeklindedir.
Simak yoluyla gelen rivayette: "Gözlerimden yaş aktı. O da:
Hattab'ın oğlu ne diye ağlıyorsun, diye sordu. Ben: Şu hasır senin böğründe iz
bırakmışken, nasıl ağlamayayım? İşte şu senin içinde bulunduğun ev, bu
gördüklerinin dışında bir şey yok. Diğer taraftan Kayser ve Kisra ırmakların
başında, meyvelerin arasındadır/ar. Sense Allah'ın Rasulü ve seçkin kulu
olduğun halde (böyle bir darlık ve sıkıntı içindesin)" şeklindedir.
"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaslanmış iken oturdu ve:
Yoksa bundan dolayı mı üzülüyorsun, ey Hattab'ın oğlu, dedi." Müslimlde
yer alan Malmer yoluyla gelen rivayette: "Ey Hattab'ın oğlu, yoksa şüphen
mi var?" şeklindedir. Sen ahiretteki bolluğun dünyadaki bolluktan daha
hayırlı olacağı hususunda şüphe mi etmektesin, demektir.
Bu ifadeler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin, Ömer'in
sözkonusu durum dolayısıyla yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, ayrılacak
kadar hanımlarına kızgınlığından ağladığı anlamını çıkardığı izlenimini
vermektedir. Ömer, ağlama sebebinin bu dünyevı durum olduğunu söyleyince,
belirtilen şekilde ona cevap verdi.
"Bunlar, hoş ve güzel şeyler dünya hayatında kendilerine peşine
n verilen bir topluluktur." Ubeyd İbn Huneyn yoluyla gelen rivayette şöyle
denilmektedir:
"Dünyanın onlara, ahiretin de bize ait olmasına razı olmaz
mısın?"
"Bunun üzerine ben: Ey Allah'ın Rasulü, benim için mağfiret
dile, dedim."
Yani senin huzurunda böyle bir sözü söyleme cesaretim
dolayısıyla yahut dünyevı güzelliklerin arzu edilen şeyler olduğuna inandığım
için ya da giyimleri ve geçimIeri hususunda kafidere benzemeye çalışmayı ihtiva
eden şeyleri istediğimden ötürü bana mağfiret dile. "Hafsa'nın, Aişe'ye
ifşa ettiği o söz dolayısıyla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hanımlarından
uzak kalmıştı." Bu rivayet yoluyla ifade bu şekildedir. Hafsa'rvn ifşa
ettiği, sözü edilen hadisenin ne olduğu açıklanmamıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in kendisine neyi haram kıldığı ve onu kendisine haram kıldığı için
ilahi siteme maruz kaldığı hususun ne olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır.
Aynı şekilde hanımlarının yanına girmemek üzere yemin ediş sebebi hakkında da
çeşitli görüş ayrılıkları vardır:
Buhari ile Müslim'de belirtildiğine göre daha önce et-Tahrim
suresinde kısaca geçtiği üzere, balı kendisine haram kılması idi. Tefsir
bölümünde bir başka görüşü de zikretmiş bulunuyoruz ki, o da cariyesi Mariye'yi
kendisine haram kılması idi. Yezid İbn Ruman'ın, Aişe'den diye rivayet ettiği
ve İbn Merduye'nin zikrettiği rivayet bu husustaki iki görüşü de bir arada
kaydetmektedir. Sözü geçen bu rivayette şöyle denilmektedir:
"Hafsa'ya, iinde bal bulunan bir tulumcuk hediye edilmişti.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemonun yanına girdi mi o tulumdaki baldan
ona içirinceye ya da parmağıyla ona yalatıncaya kadar yanında bekletirdi. Aişe
yanında bulunan ve Hadra diye anılan Habeşli bir cariyeye dedi ki: "Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hafsa'nın yanına girdi mi, orada ne yaptığını bir
gözetle," Cariye ona bal içirdiğini anlatınca, Aişe de diğer kumalarına
haber göndererek: Yanınıza girdi mi biz senden meğafir kokusu alıyoruz deyin,
diye talimat gönderdi. Ona bu sözleri söyleyince, Allah Rasulü: O baldır. Allah'a
yemin ederim, ebediyyen onun tadına bakmayacağım, diye yemin etti. Hafsa'nın
gü.nü gelince, babasının yanına gitmek üzere ondan izin istedi. Nebi de ona
izin verdi. Hafsa gidince, cariyesi Mariye'ye haber göndererek onu Hafsa'nın
odasına aldı. Hafsa dedi ki:
Geri döndüğümde kapının kilitli olduğunu gördüm. Dışarı
çıktığında yüzünden ter damlıyordu, Hafsa da ağlıyordu. Hafsa bundan dolayı ona
sitem edince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Artık onun benim için haram olduğuna
seni şahit tutuyorum. Artık sen bunu iyice düşün ve bu durumu hiçbir kadına
haber verme, bu da sana emanet ettiğim sırrım olsun, dedi. Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışarı çıkınca, Hafsa kendi odası ile Aişe'nin
odasını ayıran duvara vurarak:
Sana bir müjde vermeyeyim mi? Rasulullah cariyesini kendisine
haram kılmış bulunuyor, dedi. Bunun üzerine ayet nazil oldu."
Hanımlarına kızmasının ve bir ay boyunca yanlarına girmemek
üzere yemin etmesinin sebebi hakkında bir başka olay da anlatılmıştır. İbn
Sa'd'ın, Amre yoluyla rivayet ettiğine göre Aişe şöyle demiştir:
"Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir hediye gönderildi. O da
hanımlarından her birisine payına düşeni gönderdi. Fakat Cahş kızı Zeyneb
payına razı olmadı. Bir defa daha ona fazla verdi. Yine razı olmayınca, Aişe
şöyle dedi: Zeyneb, senin hediyeni geri çevirmekle sana hakarette bulunmuş
oldu. Nebi: Sizlerin bana hakaret edecek kadar Allah nezdinde değeriniz yoktur
elbette. Bir ay boyunca yanınıza girmeyeceğim, diye buyurdu ...
Bu hususta Müslim'in Cabir'den rivayet ettiğe ifade edilen bir
başka görüş daha vardır. Cabir dedi ki: "Ebu Bekir geldiğinde insanlar
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kapısı önünde oturuyorlar, onlardan
kimsenin içeriye girmesine de izin verilmiyordu. Ebu Bekir'e izin ver(il)ince
içeri girdi. Daha sonra Ömer geldi, o da izin isteyince, ona izin ver(il)di.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in etrafında hanımları bulunduğu halde
oturmakta olduğunu gördü" diyerek hadisi zikretti. Hadiste şu ifadeler de
yer almaktadır: "İşte gördüğün gibi hanımlarım benim etrafımdadırlar.
Benden nafaka (masraf) istiyorlar. Ebu Bekir bunun üzerine kalkıp Aişe'nin
üzerine, Ömer de Hafsa'nın üzerine yürüdü. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem onlardan bir ay süreyle ayrı kaldı." Ve daha sonra hanımlarını
muhayyer bırakması ile ilgili ayetin nüzulünü sözkonusu etti.
Bütün bunların toplamının Nebi efendimizin hanımlarından ayrı
kalmasına sebep teşkil etmiş olması da ihtimaldir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in üstün ahlakına, geniş kalbiiliğine, çokça affediciliğine yakışan da
budur. O böyle bir işi bu tutumu gerektiren hususlar birkaç defa
tekrarlanmadıkça yapmadı. Sonunda da onlardan razı oldu.
Bu husustaki bütün görüşler arasında tercihe daha çok değer
görülen ise Mariye ile ilgili anlatılanlardır. Çünkü bu olayda özelolarak Aişe
ve Hafsa'nın rolü sözkonusudur. Bal ile ilgili husus ise böyle değildir. Çünkü
bal meselesinde ileride geleceği üzere hanımlarından birkaç kişinin birlikte iş
yaptıkları görülmektedir. Bütün bu sebepler bir araya geldikten sonra, bunların
en önemli olanına ravi tarafından işaret edilmiş olma ihtimali de vardır.
Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
1 - Alim kişiye hanımlarının bazı durumları ile ilgili -bu
hususta onun için çekinilecek bir taraf olsa dahi, eğer bu vesile ile
aktarılacak bir sünnet ve bellenecek bir mesele sözkonusu ise- soru
sorulabilir. Bunu el-Mühelleb ifade etmiştir.
2- Yine el-Mühelleb der ki: Sözkonusu edilmesi halinde
kendisinde olumsuz bir değişiklik görüleceğinden korkulan bir hususa dair
açıklama sormaktan yana . çekinilmeli ve ilim adamına gereken saygı
gösterilmelidir. Ayrıca başkalarının huzurunda sorulacak olursa, sorana tepki
göstereceği ihtimali bulunan hususlara dair soru sormak için, alim kişi ile
başbaşa kalabileceği bir fırsatı kollamalıdır.
3- Baba, kız çocuğunu ve yakınlarını kocasına karşı durumunu
düzeltmesi için sözlü olarak tedib edebilir.
4- Öğrenci, alim kişiye karşı saygı göstermeli, alim kişi de
öğrencisine karşı alçakgönüllü ve soracağı soruya karşı sabırlı olmalıdır.
İsterse bundan dolayı canını sıkma ihtimali bulunan bir hal bulunsun ...
5- Babaların, kız çocuklarının evine kocalarının izni olmasa
dahi girmeleri ve onların hallerini -özellikle evli olanlar ile alakalı
olanlarını- araştırması caizdir.
6- İbn Abbas'ın oldukça güzel ve incelikli bir yolla soru
sorduğu, onun tefsirin çeşitli bilgi ve dallarından haberdar olmak için oldukça
gayretli olduğu da anlaşılmaktadır.
7 - Senedin alı olmasını sağlamaya çalışmak uygun olandır. Çünkü
İbn Abbas uzun bir süre Ömer'le baş başa kalma fırsatını kollayıp doğrudan
ondan rivayet almaya gayret etmiştir. Oysa bu husustaki bu hadisi, Ömer'e soru
sormaktan çekindiği kadar çekinmeyeceği bir başka kişi vasıtası ile
öğrenebilirdi.
8- Ashab-ı kiram, ilim öğrenmek ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in hallerini iyice tespit etmek uğrunda çok gayretli idiler.
9- İlim tahsil eden bir kimse, geçimini ve ailesinin durumunu
düzeltip ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendisine belli bir vakit ayırır.
10- Yollarda, alimlerle tenhada baş başa kalınan hallerde,
oturmak ve yürümek halinde ilim öğrenmek için gerekli araştırmalar yapmaktan
geri kalınmaz.
11- Yolculukta (suyun yetersiz olması halinde) taşla istincayı
tercih edip suyu abdest için alıkoymak daha uygundur.
12- Hanımlara karşı tahammül göstermeli, onlara uygun olan hitap
yolunu seçmeli ve yüce Allah'ın hakları hususunda değil de kişinin kendi
hakları ile ilgili hata ve yanılmalarını bağışlayabilmelidir.
13- Hakim'in yalnız olduğu zamanlarda içeriye izni olmaksızın
girilmesini önleyecek bir kapıcı edinme si caizdir. Bu durumda Enes'in daha
önce Cenaiz bölümünde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in öğüt verdiği, fakat
kendisini tanımayan kadının "daha sonra onun yanına geldiği sırada onun
kapıcılarının bulunmadığını görmesi" ile ilgili rivayeti, Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in sair insanların meselelerini çözmek için oturduğu vakitler
ile ilgili olarak yorumlanır.
14- Erkeğin zevceleri, kendilerine sitem edilmesini gerektiren
bir iş yaptıkları takdirde kayınlarına karşı yumuşak davranmaları ve
kayınlarından haya etmeleri güzeldir.
15- Susmak bazen konuşmaktan daha beliğ ve bazı zamanlarda daha
faziletli olabilir.
16.: İzin istediği halde kendisine izin verilmeyen bir kimsenin
izin almayı ümit etmesi halinde izin isteğini tekrarlaması caiz olmakla
birlikte bu isteğini üç defadan fazla tekrarlamamalıdır.
17- Kişinin dünyada elde ettiği her bir zevk ya da arzu, aslında
ona ahiret nimetlerinden acilen verilen bir şeydir. Eğer bunu kendi isteğiyle
terk edecek olursa, bu onun için ahirette saklanır.
Taberi buna işaret ettiği gibi, bazı ilim adamları bundan,
fakirliğin zenginliğe tercihi hükmünü de çıkarmıştır. Ancak bu, selefin de,
halefin de hakkında ihtilaf ettiği bir meseledir. Açıklamaları, ayrıntıları
uzun sürecek bir meseledir. Yüce Allah'ın izniyle Rikak bölümünde
(6447.hadiste) bununla ilgili derli toplu bir açıklamamız olacaktır.
18- Kişi, arkadaşını üzüntülü ve kederli görecek olursa, onun
kederini izale edecek, gönlünü hoş edecek şekilde onunla konuşması müstehabdır.
Çünkü Ömer: Andolsun Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i güldürecek bir şey
söyleyeceğim, demişti. Bununla birlikte bu davranışın -Ömer'in yaptığı şekilde-
(yaş ve mevki itibariyle) büyük olandan izin alınmasından sonra yapılması da
müstehabdır.
19- Abdest alırken abdest alanın eline su dökmek suretiyle
yardım almak, küçüğün büyüğe hizmet etmesi -küçük nesebi itibariyle büyükten
daha soylu olsa dahi- caizdir.
20- Büyüklerle karşılaşılacağı vakit güzel elbiseler giyinmek ve
sarık sarmak (mendubdur).
21- Yemin eden kimseye zahiren yeminini unuttuğunu hissettiren
bir tutum görüldüğü takdirde, özellikle de o yeminle ilgisi bulunan kimselerin,
ona yeminini hatırlatması gerekir. Çünkü Aişe radıyallahu an ha Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in yemin ettiği süreyi unutmuş olacağından korkmuştu. Bu süre
ise bir aydır. Bir ay da otuz ya da yirmi dokuz gündür. Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem yirmi dokuz gün sonra ayrıldığı yerden inince onun yemin ettiği
süreyi hesaplamakta yanılmış olduğunu yahut henüz yeni ayın girmediğini sanmış
idi. Bu sebeple Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona yeni ayın girdiğini haber
verdi. Buna göre yeminin yapıldığı ay yirmi dokuz gün çekmiş oluyordu.
22- Ashab-ı Kiram küçük ya da büyük olsun Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in bütün hallerinden haberdar olmayı çok seviyordu. Bununla birlikte
onun zihnini kurcalayacak, az dahi olsa onu rahatsız edecek, onu öfkelendirecek
ve üzüp kederlendirecek hiçbir hususun olmamasına da en ileri derecede dikkat
gösteriyor, riayet ediyorlardı.
23- Kızgınlık ve üzüntü, vakar sahibi kimseyi dahi ondan
alışılagelmiş olan ağır başlıdavranışları terk etmeye itebilir. Çünkü Ömer
R.A.'in bu hadisi rivayet ederken üç defa: "Daha sonra duyduklarımın
etkisi altında kalarak. .. " dediğini görüyoruz.
24- Oldukça önemli işler dolayısıyla dehşete kapılmak ve korkmak
mümkündür.
25- Nimete razı olmamak ve Allah'ın vermiş olduğu nimetleri az
dahi olsa küçümsemek mekruh olduğu gibi, böyle bir halin meydana gelmesinden
ötürü istiğfar etmek ve fazilet sahibi kimselerden kendilerine mağfiret
dilemelerini istemek, kanaatkarlığı tercih edip yüce Allah'ın başkalarına
vermiş olduğu fani olan dünyevi' ihsanlarına iltifat etmemek gerekir.
26- Bir sırrı açıklayan bir kimseye ona yakışır bir şekilde
sitemde bulunulabilir.