SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’N-NİKAH

<< 1817 >>

باب: حسن المعاشرة مع الأهل.

82. HANIM İLE GÜZEL GEÇiNMEK

 

حدثنا سليمان بن عبد الرحمن وعلي بن حجر قالا: أخبرنا عيسى بن يونس: حدثنا هشام بن عروة، عن عبد الله بن عروة، عن عروة، عن عائشة قالت:

 جلس إحدى عشرة امرأة، فتعاهدن وتعاقدن أن لا يكتمن من أخبار أزواجهن شيئا، قالت الأولى: زوجي لحم جمل غث، على رأس جبل: لا سهل فيرتقى ولا سمين فينتقل.قالت الثانية: زوجي لا أبث خبره، إني أخاف أن لا أذره، إن أذكره أذكر عجره وبجره. قالت الثالثة: زوجي العشنق، إن أنطق أطلق إن أسكت أعلق. قالت الرابعة: زوجي كليل تهامة لا حر ولا قر، ولا مخافة ولا سآمة. قالت الخامسة: زوجي إن دخل فهد، إن خرج أسد، ولا يسأل عما عهد. قالت السادسة: زوجي إن أكل لف، وإن شرب أشتف، وإن اضطجع التف، ولا يولج الكف ليعلم البث. قالت السابعة: زوجي غياياء، وعياياء، طباقاء، كل داء له داء، شجك أو فلك أو جمع كلا لك. قالت الثامنة: زوجي المس مس أرنب، والريح ريح زرنب. قالت التاسعة: زوجي رفيع العماد، طويل النجاد، عظيم الرماد، قريب البيت من الناد. قالت العاشرة: زوجي مالك وما مالك، مالك خير من ذلك، له إبل كثيرات المبارك، قليلات المسارح، وإذا سمعن صوت المزهر، أيقن أنهن هوالك. قالت الحادية عشرة: زوجي أبو زرع، فما أبو زرع، أناس من حلي أذني، وملأ من شحم عضدي، وبجحني فبجحت إلي نفسي، وجدني في أهل غنيمة بشق، فجعلني في أهل صهيل وأطيط، ودائس ومنق، فعنده أقول فلا أقبح، وأرقد فأتصبح، وأشرب فأتقنح. أم أبي زرع، فما أم أبي زرع، عكومها رداح، وبيتها فساح. ابن أبي زرع، فما ابن أبي زرع، مضجعه كمسل شطبة، ويشبعه ذراع الجفرة. بنت أبي زرع، فما بنت أبي زرع، طوع أبيها، وطوع أمها، وملء كسائها، وغيظ جارتها. جارية أبي زرع، فما جارية أبي زرع، لا تبث حديثها تبثيثا، ولا تنقث ميرتنا تنقيثا، ولا تملأ بيتنا تعشيشا.

قالت: خرج أبو زرع والأوطاب تمخض، فلقي امرأة معها ولدان لها كالفهدين، يلعبان من تحت خصرها برمانتين، فطلقني ونكحها، فنكحت بعده رجلا سريا، ركب شريا، وأخذ خطيا، وأراح علي نعم ثريا، وأعطاني من كل رائحة زوجا، وقال: كلي أم زرع، وميري أهلك، قالت: لو جمعت كل شيء أعطانيه، ما بلغ أصغر أنية أبي زرع.

قالت عائشة: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (كنت لك كأبي زرع لأم زرع).

 

[-5189-] Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Bir zamanlar on bir kadın bir yerde oturmuş ve birbirleriyle kocalarına dair haberlerden hiçbir şey gizlemeyeceklerine dair ahitleşip, akitleştiler.

 

Birincisi dedi ki: Benim kocam çıkılması pek kolay olmayan bir dağın başındaki zayıf bir devenin eti gibidir. Üstelik semiz de değildir ki, oradan alınıp getirilsin.

 

İkincisi dedi ki: Ben kocama ait haberi etrafa yayamam. Çünkü ben onu sözkonusu edecek olursam, gizli açık, abur cubur zikretmedik hiçbir halini bırakmamaktan korkarım.

 

Üçüncüleri dedi ki: Benim kocam aşırı uzun boylu birisidir. Konuşursam beni boşar, susarsam askıda bırakılırım.

 

Dördüncüsü dedi ki: Kocam Tihame gecesine benzer. Ne sıcaktır ne soğuk, (evimizde) ne korku vardır ne de usanç.

 

Beşincisi dedi ki: Kocam içeri girdiğinde bir parstır. Dışarı çıkınca bir arslandır. Alışageldiği şeylere dair de bir şey sormaz.

 

Altıncısı dedi ki: Kocam yedi mi siler süpürür, içti mi su kabını kurutur. Yatıp uzandı mı yorganına sarınır, bürünür. Üzüntü ve kederi(mi) anlamak için elini uzatmaz.

 

Yedincisi dedi ki: Kocam vazifesini yapamayan ahmağın tekidir. Her bir dert ve hastalık onun derdidir; ya benim başımı yarar, ya vücudumu yaralar, ya  bunların hepsini bir arada yapar.

 

Sekizinci dedi ki: Kocama dokunmak, tavşana dokunmak gibidir. Kokusu da hoş bir bitkinin kokusu gibidir.

 

Dokuzuncu kadın dedi ki: Kocamın evinin direkleri yüksek, kılıcının hamayılı uzun, ocağının külü çok, evi de insanların toplantı meclisine yakındır.

 

Onuncu kadın dedi ki: Kocam Malik'tir. Hem neye maliktir? Hatıra gelen her şeyin hayırlısına maliktir. Onun çökecek yerleri pek çok, yayılıp otlayacak yerleri pek az develeri vardır. Onun develeri ud sesini duyar duymaz kendilerinin kesin olarak helak olacaklarını (misafirler için ikram olmak üzere kesileceklerini) anlarlar.     '

 

Onbirinci kadın dedi ki: Benim kocam Ebu Zer'dir. Ebu Zer' nedir? Zınet eşyaları ile kulaklarımı doldurdu. Pazularımı yağla doldurdu. Bana rahat ve huzurlu bir hayat yaşattı. Ben de bu rahat ve huzur içinde yaşadım. O beni Şıkk denilen bir yerde birkaç koyuna sahip bir kabile arasında buldu. Beni atları kişneyen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp taneleri ayrılan bir topluluk içerisine getirdi. İşte onun yanında bir söz söyledim mi bana çirkin bir şekilde karşılık verilmez. Sabah vakti uyurum da uyandırıımam. İçecek takatim kalmayıncaya kadar da (süt) içerim.

(Ebu Zer' ailesinin diğer fertlerine gelince) Ebu Zer'in annesi var. Ebu Zer'in annesini bir bilseniz. Onun zahire ambarları var, eşyasını koyduğu evi bayağı büyüktür.

 

Ebu Zer'in bir de oğlu var. Ebu Zer'in oğlunu bir bilseniz. Yattığı yer kılıcı çekilmiş kın gibidir. Düzgün, boylu posludur, karnı çıkık değildir. Dört aylık bir kuzunun kolu ile doyar.

 

Ebu Zer'in bir kızı var. Ebu Zer'in kızı nasıl bir kızdır (bilir misiniz?) Babasına itaatkardır, annesine itaatkardır. Vücudu elbisesini doldurur. (Güzelliği ve vasıfları itibariyle) komşusunu kızdırır, kıskandırır.

 

Ebu Zer'in bir de cariyesi var. Ebu Zer'in cariyesi nasıldır, bilir misiniz? Aile sırlarımızı etrafa yaymaz. Evimizdeki azığı rastgele saçıp savurmaz. Evimizi de çer çöple doldurarak kir getirmez.

 

Ümmü Zer' dedi ki: Bir gün Ebu Zer' dışarıya çıktığında her tarafta yayıklar çalkalanıyordu. Beraberinde iki parsı andıran iki çocuk bulunan bir kadın gördü. Bu çocuklar koltuğunun altında iki narı andıran memeleriyle oynuyorlardı. Bunun üzerine kocam beni boşadı ve o kadını nikahladı. Ben de ondan sonra şerefli bir adam nikahladım. En güzel ata biner ve Hat denilen beldenin mızrağını taşırdı. Benim üzerime akşam üzeri pek çok deve ve sığır sürüp bana getirirdi. Bu gidip gelen davarların her birisinden bana bir çift verdi ve: "Ey Ümmü Zer' ye ve akrabana da ihsan et" dedi. Üm mü Zer' ded;i ki: "Eğer bana verdiği her şeyi toplayıp biraraya getirecek olsam Ebu Zerilin en"küçük k?bını dahi dolduramaz."

 

Aişe dedi ki: "Rasuluııah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

 

Ebu Zer'in, Ümmü Zer'e karşı davrandığı gibi ben de sana davrandım."

 

Said İbn Seleme dedi ki: Hişam dedi ki: "(Evimizde çer çöp bırakmaz, pislikle evimizi doldurmaz anlamındaki ibareyi) vela tuaşşişu beytena ta'şişa diye rivayet etmiştir. Ebu Abduııah (Buhari) dedi ki: Bazıları da şöyle demiştir: "Fe etekammehu" şeklinde mim harfi ile kuııanmıştır. Bu ise daha sahihtir."

 

 

حدثنا عبد الله بن محمد: حدثنا هشام: أخبرنا معمر، عن الزهري، عن عروة، عن عائشة قالت:

 كان الحبش يلعبون بحرابهم، فسترني رسول الله صلى الله عليه وسلم وأنا أنظر، فما زلت أنظر حتى كنت أنا أنصرف، فاقدروا قدر الجارية الحديثة السن، تسمع اللهو.

 

[-5190-] Aişe r.anha'dan, dedi ki:

 

"(Bir bayram günü) Habeşliler harbeleriyle oynuyoriardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana perde oldu, ben de onları seyrediyordum. Ben kendim bırakıp gidinceye kadar onları seyredip durdum. Oyun ve eğlenceyi işitip yaşı küçük bir kız çocuğunun halinin ne olacağını kendiniz ölçüp biçin."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Birinci kadın dedi ki: Kocam zayıf bir deve etidir." Yani zayıflığından dolayı ilişilmeyen ve kendisinden hoşlanılmayan cılız bir deve etine benzer.

 

"Bir dağın başında, oldukça kayalık, sert taşlıklı ve çıkılması pek zor bir dağdır. Kolay olmayan Yani eti de semiz değildir (dağa çıkmak) da kolay değildir. Daha sonra özetle yaptığı bu benzetmeleri açıklayarak şöyle demiş gibi oldu:

 

Bu, zayıf dahi olsa devenin etinin alınması için çıkılması kolay bir dağ değildir. Çünkü beğenilmeyen bir şeyeğer yorulmadan, çaba harcamadan bulunabilecek, alınabilecek olursa alınır. Daha sonra et de semiz değildir ki elde edilebilmesi amacıyladağın tırmanılmasındaki meşakkate katlanılmaya değsin.

 

"Ona çıkılsın." Bu da dağın niteliği ile alakalıdır. Nevevi der ki: Cumhur bunu kocanın çeşitli açılardan hayrı az birisi olması anlamına gelen ifadelerle açıklıştır: Ewela o, deve eti gibidir. Mesela koyun eti gibi değildir. Diğer taraftan bu et aynı zamanda zayıf ve bayağı bir ettir. et-Hattabi'nin kanaatine göre kadının kocasını çıkılması zor sarp bir dağa benzetmesi, ahlakının kötü oluşuna bir işarettir. Onun üstünlük tasladığına, büyüklendiğine ve kendisini k ei?iden daha yüce gösterdiğine ve böylelikle hem cimri, hem de kötü huna işaret etmektedir.

 

"İkincisi dedi ki: Kocamın haberini açığa çıkarıp yaymam. Çünkü ben onun açıklamadık hiçbir şeyini bırakmayacağımdan korkarım." Yani onun hayırlarından hiçbir şeyi terk etmeyeceğimden korkarım. "Abur cubur ... " el-Hattabı dedi ki: Onun dışarıya yansıyan kusurları ile gizli saklı sırlarını kastetmiştir. Yine elHattabı dedi ki: O muhtemelen zahiren durumu gizli, fakat içten içe adi Ve bayağı birisi idi.

 

Ebu Said ed-Darır dedi ki: Kadın, kocasının kusurları pek çok, üstün ve faziletli ahlaktan uzak bir ruhi yapıya sahip olduğunu kastetmektedir.

 

"Üçüncüsü dedi ki: Benim kocam uzun boylu, beyinsizin tekidir." Ebu Ubeyd ve bir topluluk (bu anlamı verdiğimiz el-aşennak lafzını) uzun boylu diye açıklamışlardır. es-Se'alibı: Hoşa gitmeyecek kadar uzun boylu, diye açıklamıştır.

 

"Konuşursam bana talak verir, susarsam beni ortada bırakır." Yani eğer onun kusurlarını sayacak olursam ve bunlar ona ulaşırsa beni boşar. Susar, bunları söylemezsem ben onun yanında ortada bırakılmış birisiyim. Ne kocası olan birisi gibiyim, ne de dulum. Nitekim yüce Allah'ın: "Onu askıdaymış gibi bırakmayın. "(Nisa,129) buyruğu da böyle açıklanmıştır. Sanki şöyle demiş gibidir: Ben onun yanında kocası olan birisi gibi değilim ki ondan faydalanabileyim. Boşanmış olan birisi değilim ki ondan başkası ile evlenme imkanım olsun. Böylelikle kadın kendisini yüksek ile alçak bir yer arasında asılı duran ve iki taraftan birisinde yerleşip karar kılamayan bir halde olduğunu söylemektedir. Şarihlerin çoğu, Ebu Ubeyd'in izinden giderek böylece açıklayagelmişlerdir.

 

"Dördüncüsü dedi ki: Kocam Tihame'nin gecesine benzer. Ne sıcaktır ne soğuk. Evimizde ne korku vardır ne de usanç." Ebu Ubeyd dedi ki: Bu sözleriyle kocasından çekinilecek bir şer bulunmadığını kastetmiştir. Başkası da şöyle demektedir: Hoşluğu bakımından Tihame gecesi örnek gösterilmiştir. Çünkü orası çoğunlukla sıcak bir bölgedir. Orada serin ve soğuk rüzgarlar esmez. Gece oldu mu gündüzün sıcağı biraz diner ve gündüzün sıcağında çektikleri sıkıntılara nispetle Tihameliler için gece daha güzel bir hal alır. Bu kadın da kocasını güzel geçimli, mutedil halli, iç dünyasının da kötülüklerden uzak oluşuyla nitelendirerek şunu söylemek istemiştir: Onun ne bir eziyeti vardır, ne de hoşa gitmeyecek bir tutumu. Ben ondan yana güvenlik içindeyim, onun şerrinden korkmam. Ayrıca o usanmak nedir bilmediği için benimle birlikte bulunmaktan dolayı da usanmaz. Yahut kötü huylu olmadığından ötürü onunla birlikte bulunmaktan ben usanmam. Benim onunla birlikte yaşayışımın lezzeti, Tihame halkının mutedil gecelerinden zevk alışlarına benzer.

 

"Beşincisi dedi ki: Kocam içeri girince bir pars gibidir. Dışarı çıkınca da bir arslan gibidir. Alışageldiği şey hakkında da bir şey sormaz."

 

Ebu Ubeyd der ki:

 

Kadın eve girişi esnasında onu över gibi bir üslupla bir şeyin farkında olmamakla nitelendirmektedir. İbn Habib de şöyle açıklamıştır: Yumuşaklığı ve olup bitenden habersizliği yönüyle onu parsa benzetmiştir. Çünkü pars hayalı olmak, şeninin azlığı ve çokça uyumak ile nitelendirilir. "Arslan kesilir (eside)" tabiri "elesed: arslanıldan türetilmiştir. Yani insanlar arasında arslan gibi olur.

 

İbn Ebi Uveys de şöyle açıklamıştır: O eve girdi mi, benim üzerime bir pars gibi atılır. Dışarı çıktı mı ileri atılışında arslan gibi olur. Buna göre onun "üzerime atılır" şeklindeki açıklaması hem övgü, hem de yergi ihtimaline gelir. Birincisi, eve girdiği vakit kendisiyle çokça cima' ettiğine bir işaret olur. Böylelikle kadın bu sözleri ile kendisinin kocası tarafından onu gördüğü vakit duramayacak şekilde çokça sevildiğini belirterek onu övmüş olmaktadır. Onu yerme anlamı ise, tabiatının kaba oluşu yönüyledir. O karısıyla cima' etmeden önce oynaşmak ve sevişmek gibi bir tutumu olmayan birisidir. Aksine yırtıcı bir hayvan gibi atılır. Ya da onun kötü huylu oluşu, kendisini dövüp hırpalaması anlamıyla bir yergi de ifade edebilir. Dışarıya insanlar arasına çıktı mı cüretkarlığı, atılganlığı ve heybeti itibariyle daha ileri derecede bir arslan gibidir.

 

"Altıncısı dedi ki: Kocam önüne geleni yer. İçerken de su kabını kurutur. Yatarken yorganına bürünür, benim hüznümü anlamak için elbiseme elini sokmaz." Silip süpürmekten kastı, onun geriye hiçbir şey bırakmayacak şekilde yemeği bütünüyle bitirmesidir.

 

Su içerken kabı kurutmak ise, kabın dibinde hiçbir şey bırakmaması demektir. "Yorganına bürünmek" ise bir köşede yorganına bürünüp sarılması ve tek başına yatması, onlardan yüz çevirmek suretiyle hanımından ayrı durmasıdır. Bundan dolayı da karısı üzüntülü ve kederlidir. Bu sebeple: "Üzüntümü anlamak için elini elbisemin altına sokmaz" demiştir. Yani hanımının üzüntü ve kederini anlayıp gidermek için elini dahi uzatmaz. Onun bu sözleriyle aciz, beceriksiz ve tembel bir kişi gibi uyuduğunu kastetmiş olma ihtimali de vardır.

 

"el-Bess"den kasıt, kederdir. Aşırı keder ve üzüntü anlamına geldiği de söylenir. Aynı zamanda bu lafız şikayet, hastalık ve dayanılamayan durum anlamına da kullanılabilir. Bu sözleriyle onun kendisini neyin üzdüğüne dair hiçbir şey sormadığını anlatmak istemiş, onu kendisine karşı az şefkatli olmakla, hasta olduğunu görecek olursa, -kocalar bir tarafa, yabancıların yapmayı adet ettikleri gibi dahi olsa- ne halde olduğunu anlamak için elini elbisesinin altına bile sokmamakla nitelendirmiş, yahut bu sözleriyle kendisi ile oynaşmadığını, cima'da bulunmadığını kinaye yoluyla anlatmaya çalışmıştır.

 

Şarihler derler ki: Kadın bu sözleriyle kocasından şikayette bulunmuş, onu yermiş ve ondan payının oldukça az olduğunu anlatmak istemiştir. Buna da daha önce söylemiş olduğu: "Yattı mı yorganına bürünür" sözleri delil teşkil etmektedir. Şöyle demiş gibidir: Kocası kendisinden uzak kalır. Kendisine hanımını yaklaştırmaz. Elini elbisesinin altına sokup ona dokunmaz, tenini tenine değdirmez. Erkeklerin yaptıklarını yapmaz. Böylelikle ona olan sevgisini ortaya koymaz. Buna bağlı olarak ondan payının az olmasından ötürü de keder ve üzüntüsünü ifade etmiş olmaktadır. Kadın onun niteliklerini söylerken bayağı birisini, cimri, açgözlü, değersiz, geçimsiz birisi olmak gibi niteliklerini bir arada söylemiş olmaktadır. Çünkü Araplar çokça yemek ve içmek ile nitelendirdikleri kimseyi yerer, az yemeyi ve içmeyi, çokça cima'da bulunmayı da övünülecek bir şey kabul ederler. Çünkü bu erkekliğin sağlıklı oluşunu gösterir.

 

"Yedincisi dedi ki: Benim kocam aciz ve beceriksizin tekidir." Iyad dedi ki:

 

Kocasını acizlik ile ve kötü geçimli birisi olmak bakımından en ileri derecede h.ılunmakla, kendisine eziyet etmekle birlikte de onun ihtiyacını karşılamaktan yana aciz kalmak, onunla konuştuğu takdirde kendisine sövüp saymak, onunla şakalaşacak olursa kafasını yarmak, onu klZdıracak olursa organlarından birisini kırmak yahut derisini kesmek ya da malına hücum etmek gibi bir iş yaptığını yahut bütün bunları bir arada yaparak onu dövdüğünü, yaraladığını, bir azasını kırdığını, ona incitici sözler söyleyip malını aldığını ve böylece pek çok kusurunun bir arada bulunduğunu anlatmak istemiştir.

 

"Sekizincisi dedi ki: Kocama dokunmak tavşana dokunmakgibidir. Onun kokusu da hoş kokulu bir bitkiye benzer." Zerneb, kokusu oldukça hoş bir bitkidir. Bu sözleriyle kinaye yoluyla ahlakının güzelliğini, çokça temiz olup zarif1iğinden ötürü hoş koku kullandığından terinin de hoş koktuğunu anlatmak istemiş de olabilir. Bu sözleriyle konuşmasının hoş ve güzelolduğunu anlatmak yahut geçimi ve davranışı güzelolduğundan ötürü onu övmek istemiş olma ihtimali de vardır.

 

"Dokuzuncusu dedi ki: Kocamın evi yüksek direklidir. Kılıcının ham ayılı uzundur, külü pek çoktur. Evi de toplantı meclisine pek yakındır." Kocasının evini yüksek (direkli) ve yüksekte bulunmak ile nitelendirmiştir. Çünkü soyıuıali\_ evlerini bu şekilde yüksek yapar ve yüksek yerlerde kurarlardı. Gidenler, gelenler onların evine gelsin diye. Bu sebeple onların evlerinin uzunluğu, ya şereflerinin fazlalığı ya da kendilerinin boylarının poslarının uzunluğu dolayısıyla idi. Başkalarının evleri ise yüksek değil, alçaktır.

 

"en-Nicad", kılıcın hamayılı demektir. Bu sözleriyle boyu uzun olduğundan dolayı kılıcının hamayılının da uzun olmasının gerektiğini anlatmak istemiştir. Bu sözleri ile onun, kılıcı bulunan birisi olduğunu anlatmış ve böylelikle kahramanlığına da işaret etmiş bulunmaktadır.

 

"Külü çok" sözü ile de onun misafirlerini konuk ettiğini anlatmak için yaktığı ateşin asla sönmediğini, böylelikle misafirlerin o ateşi görerek misafir kalacakları bu yerin yolunu bulduklarını, bundan dolayı da külünün çok olduğunu anlatmak istemiştir.

 

"Evinin toplantı meclisine yakın oluşu"nu anlatırken kullanılan "en-nadi" ve "en-nediy" lafızları kavmin meclisi, toplantı yeri demektir. Bu sözleriyle kavmi arasında şerefli birisi olmakla onu nitelendirmiş oluyor. Bu sebeple kavmi herhangi bir hususu görüşecek ya da danışacak olurlarsa gelir, onun evine yakın bir yerde otururlar, onun görüşünü alıp uygularlar. Yahut o kendisi ile karşılaşılıp, kolaylıkla görüşülebilsin diye evini insanların evlerinin ortasına kurmuştur. Böylelikle gidene gelene, misafir kalmak isteyene daha yakın olur.

 

Sözlerinin sonucu şudur: Bu kadın kocasını efendi birisi, kerim birisi, güzel ahlaklı ve geçimi hoş birisi olarak belirterek nitelendirmektedir.

 

"Onuncusu dedi ki: Kocam Malik'tir. Nelere maliktir? Onun malik oldukları (hatırınıza gelenlerden) hayırlıdır. Onun çökecek yerleri pekçok, otlakları pek az, çok sayıda develeri vardır. Bu develer ud sesini duydular mı kesinlikle helak olacaklarına inanırlar." Yakub İbn es-Sikktt ve İbnu'I-Enbarl'nin rivayetlerinde "ve o ölüm tehlikesi bulunan hallerde kavmin önünde gider" fazlalığı da vardır. Böylelikle kadın onun çok varlıklı, çok kerem sahibi, oldukça misafirperver, pek çok güzel tarafları bulunup son derece övülmeye değer niteliklere sahip olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Bununla birlikte onu kahramanlıkla da nitelendirmiştir. Çünkü tehlikeli hallerden kasıt, savaşlardır. O, kahramanlığından emin olduğundan ötürü arkadaşlarının önünden gider.

 

"Artık onlar kesin olarak helak olacaklarını anlarlar" sözlerinin anlamı da şudur: Bu kimse misafirlerini ağırlamak için deve kesme adeti çokça görülen birisidir. Ayrıca misafirlere çokça sevindiğinden ötürü onlara içecekler ikram eder, onları eğlendirir yahut bu aşırı sevinci dolayısı ile şarkılarla onları karşılar. O vakit develer de bu şarkı seslerini işittiler mi mutlaka kesileceklerini anlarlar.

 

"Onbirinci kadın" olan Üm mü Zer' dedi ki: " ... hareket ettirir", yani kulakla- ( rını kadınların adeti üzere altınla, inciyle ve buna benzer küpe ve benzeri diğer takılarla doldurup süslenmesini sağlar.

 

"Beni ferahlattı", yani o, karısını sevindirdi, o da sevindi. İbnu'l-Enbarı der ki: Beni tazim etti, ben de kendi büyüklüğümü anladım, demektir. İbnu's-Sikktt de: Beni övdü, benimle iftihar etti, ben de bundan dolayı övündüm, diye açıklamıştır.

 

"Sonra beni atları kişner, develeri böğürür ... bir toplum arasına getirdi."

 

Bundan anlaşılan şu ki: Kocası kendisini dar ve sıkıntılı bir geçimden; at, deve, ekin ve daha başka pek çok servetin bulunduğu bir toplum arasına taşımıştır.

 

"Halim kalmayıncaya kadar bol bol süt içerim." Bu sözleriyle kocasının yanında üstün bir değerinin olduğuna, imkanlarının çok bolalduğuna ve bundan dolayı da bakımlı ve sevinçli, neşeli olduğuna işaret etmektedir.

 

"Ebu Zer'in anası! Ebu Zer'in anası nasıl birisidir? Onun zahire anbarları, eşyalarını koyduğu hararları pek büyüktür." O kayınvalidesini araç gereçlerinin, eşyalarının, kumaşlarının pek çok, malının çok fazla, evinin pek büyük olmasıyla nitelendirmektedir. Eğer bu gerçek anlamı ile söylenmişse servetinin çok büyük olduğunu gösterir. Yahut hayırların çokluğu (servetin bolluğu), geçiminin rahatlığı olduğu ve kendilerine misafir gelenlere iyi davranıldığını kinaye yoluyla anlatmaktadır. Çünkü Araplar: "Filanın evi geniştir" derken, "gelen misafirlere çokça ikram eder" demek isterler. Kayınvalidesinin niteliklerini anlatırken kocasının annesine karşı çok iyi davrandığını ve yaşının da pek büyük olmadığını anlatmış olmaktadır. Çünkü bu tür niteliklere sahip bir annesi bulunan bir kimsenin çoğunlukla görülen hali budur.

 

"Ebu Zer'in bir de oğlu var. Onun oğlu nasıldır? Yattığı yer, kılıcı çekilmiş bir kın gibidir. Dört aylık bir kuzunun kolu ile doyar." Gördüğüm kadarıyla kadın bu kocasının oğlunun kendisine külfetinin az olduğunu anlatmaktadır. Çünkü kadın çoğunlukla kocasının kendisinden başka olma oğlunu pek çekemez. Fakat bu çocuk bu kadının yükünü hafifleten birisi imiş. Evine girecek olursa ve mesela onun evinde öğlen uykusuna yatacak olursa ancak bir kılıcın kınından sıyrılacağı kadar bir süre yatar sonra ona ağırlık vermemekteki titizliği dolayısı ile uyanıverir. Kadının aynı şekilde "dört aylık bir kuzunun kolu ile doyar" sözleri ile de ondan bir şeyler almak şöyle dursun, yanında bulunan şeylerden yemeye dahi ihtiyacının olmadığını, aksine yanında bir şey yiyecek olsa kendisinin açlığını ve susuzluğunu dindirecek kadar asgari miktar ile yetindiğini anlatmaktadır.

 

"Kızının vücudu elbisesini doldurur" ifadesi, fiziksel yapısının mükemmel ve bedeninin yumuşak olduğunu kinaye yoluyla anlatmaktadır.

 

"Emsalini kıskandırır, hayrete düşürür." el-Heysem İbn Adiy'in rivayetinde "emsalini ağlatır" şeklindedir. Yani onun içinde bulunduğu hali görüp rskandığından dolayı ağlarlar.

 

"Sırlarımızı kimseye açıklamaz." Bu sözleri ile hıyanetten oldukç,\uzak olduğunu, mübalağalı bir şekilde anlatmak istemiştir.

 

"Evimizde çer çöp bırakmaz." Yani evin içini temiz tutarak, çöpünü evden uzaklaştırıp dışarıya atarak evi düzene sokar.

 

"Ve ey Ummu Zer'! İstediğin gibi ye, iç, akrabana da ihsan et, dedi." Onlara yiyecek ihsan etmek suretiyle akrabalık bağlarını gözet ve onların maddi darlıklarını genişlet. Kısacası o kocasını şahsı itibariyle efendilik ve kahramanlıkla, cömertlik ve lütufkarlıkla nitelendirmektedir. Çünkü bu ikinci kocası ona malından dilediğini yiyebileceğini, ondan dilediğini yakınlarına hediye edebileceğini söylemiş ve böylelikle ona olan lütuf ve ihsanını alabildiği kadar ileriye götürmüştür. Bununla beraber bu ikinci kocasının nezdindeki durumu, Ebu Zer'e kıyasla daha alt seviyede idi. Buna sebep ise Ebu Zer'in onun ilk kocası oluşu, onun sevgisinin kalbinde yer edişidir. Nitekim: "Sevgi ancak ilk sevgiliye karşı beslenendir" denilmiştir.

 

"Ben sana karşı Ebu Zer'in, Ümmü Zer'e davrandığı gibi davrandım." Yani yüce Allah'ın ezell ilminde benim sana karşı durumum bu idi. el-Heysem İbn Adiy'in rivayetinde şu fazlalık vardır: "Ülfet ve vefakarlıkta (böyle idim) yoksa ayrılık ve uzaklaştırmakta değiL" Nesai ve Taberanı şu fazlalığı zikretmektedirler:

 

"Aişe dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Hayır, sen Ebu Zer'den hayırlısın." Allah Rasulü bu sözlerini gönlünü hoş tutmak, kalbini rahatlatmak ve bütün benzetme yönleri ile Ebu Zer'in bütün hallerine benzeme yanılgısını bertaraf etmek için söylemiş gibidir. Çünkü Ebu Zer'de bu halin dışında kadınların hoşlanmayıp yerecekleri bir özellik yoktu.

 

 

Hadisten Çıkartılan Sonuçlar

 

Bu hadisten -kaydedilenler dışında- daha başka sonuçlar da çıkarılabilir:

 

1- Koca, hanımı ile yasaklanmış hususlara götürmediği sürece mubah hususları konuşarak onunla ünsiyet kurmasını bilmelidir.

 

2- Bazı hallerde şakalaşmak ve bu hususta işi ileriye götürmek, erkeğin hanımı ile hoşlanacak şekilde konuşması, onu sevdiğini söylemesi, kendisine karşı haksızca davranmasına ve ondan yüz çevirmesine sebep teşkil edecek bir kötülüğe götürmediği sürece, uygun ve güzel görülmüştür.

 

3- Mal ile övünmek yasaklanmış bir şeydir.

 

4- Dinı bakımdan fazilet sayılan hususların zikredilmesi caiz olduğu gibi, erkeğin hanımına karşı durumunu haber vermesi ve bunu onlara hatırlatması da caizdir. Özellikle onlardaki iyilikle re karşı nankörlük tabiatı depreştiği zaman.

 

5- Kadının, kocasının iyilik ve ihsanlarını zikretmesi caizdir.

 

6- Erkeğin hanımlarından birisini kumalarının huzurunda özel birtakım söz ya da davranışlar ile taltif etmesi de caizdir. Ancak bunun haksızlığa götürecek bir eğilim göstermekten uzak kalınabileceği halde caizliği sözkonusudur. Bundan önce Hibe bahislerinde, erkeğin hanımlarından birisine -diğer hanım ya da hanımlarının haklarını eksiksiz vermesi şartıyla- özel birtakım ihsan ve ta1tiflerde bulunabileceği geçmiş bulunmaktadır.

 

7- Erkeğin, zevcesiyle nöbet günü dışında konuşması caizdir.

 

8- Geçmiş ümmetierden söz etmek ve ibret almak için onları örnek göstermek caiz olduğu gibi, nefsin hoşlanıp rahatlaması amacıyla da geçmişe dair birtakım haberleri ve hoşa giden, nadiren rastlanılan kıssaları anlatmak da caizdir.

 

9- Kadınların kocalarına karşı vefakar olmaları, gözlerinin yalnızca kocalarını görmesi ve iyiliklerine teşekkür ile karşılık vermeleri teşvik edilmektedir.

 

10- Kadınların durumunu ve. güzelliklerini erkeğe anlatmak caiz olmakla birlikte, bunun şahıs olarak tanınmayan kadınlar hakkında olması gerekir. Bu hususta yasak olan, kadının, erkeğin huzurunda muayyen bir kadının niteliklerini anlatması yahut erkeklerin kasten bakmaları caiz olmayan şekilleriyle onların sözkonusu edilmesidir.

 

باب: موعظة الرجل ابنته لحال زوجها.

83. ERKEĞİN, KIZINA KOCASININ DURUMU DOLAYISIYLA ÖÜÜT VERMESİ

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب، عن الزهري قال: أخبرني عبيد الله بن عبد الله بن أبي ثور، عن عبد الله بن عباس رضي الله عنهما قال:

 لم أزل حريصا على أن أسال عمر بن الخطاب عن المرأتين من أزواج النبي صلى الله عليه وسلم، اللتين قال الله تعالى: {إن تتوبا إلى الله فقد صغت قلوبكما}. حتى حج وحججت معه، وعدل وعدلت معه بإداوة فتبرز، ثم جاء فسكبت على يديه منها فتوضأ، فقلت له: يا أمير المؤمنين من المرأتان من أزواج النبي صلى الله عليه وسلم، اللتان قال الله تعالى: {إن تتوبا إلى الله فقد صغت قلوبكما}؟ قال: واعجبا لك يا ابن عباس، هما عائشة وحفصة، ثم استقبل عمر الحديث يسوقه قال: كنت أنا وجار لي من الأنصار في بني أمية بن زيد، وهم من عوالي المدينة، وكنا نتناوب النزول على النبي صلى الله عليه وسلم فينزل يوما وأنزل أنا، فإذا نزلت جئته بما حدث من خبر ذلك اليوم من وحي أو غيره، وإذا نزل فعل مثل ذلك، وكنا معشر قريش نغلب النساء، فلما قدمنا على الأنصار إذا قوم تغلبهم نسائهم، فطفق نساؤنا بأخذن من أدب نساء الأنصار، فصخبت على امرأتي فراجعتني، فأنكرت أن تراجعني، قالت: ولم تنكر أن أراجعك؟ فوالله إن أزواج النبي صلى الله عليه وسلم ليراجعنه، وإن إحداهن لتهجره اليوم حتى الليل، فأفزعني ذلك وقلت لها: قد خاب من فعل ذلك منهن، ثم جمعت علي ثيابي، فنزلت فدخلت على حفصة فقلت لها: أي حفصة أتغاضب إحداكن النبي صلى الله عليه وسلم اليوم حتى الليل؟ قالت: نعم، فقلت: قد خبت وخسرت، أفتأمنين أن يغضب الله لغضب رسوله صلى الله عليه وسلم فتهلكي؟ لا تستكثري النبي صلى الله عليه وسلم ولا تراجعيه في شيء ولا تهجريه، وسليني ما بدا لك، ولا يغرنك أن كانت جارتك أوضأ منك وأحب إلى النبي صلى الله عليه وسلم، يريد عائشة. قال عمر: كنا قد تحدثنا أن غسان تنعل الخيل لغزونا، فنزل صاحبي الأنصاري يوم نوبته، فرجع إلينا عشاء فضرب بابي ضربا شديدا، وقال: آثم هو؟ ففزعت فخرجت إليه، فقال: قد حدث اليوم أمر عظيم، قلت: ما هو، أجاء غسان؟ قال: لا، بل أعظم من ذلك وأهول، طلق النبي صلى الله عليه وسلم نساءه، فقلت: خابت حفصة وخسرت، قد كنت أظن هذا يوشك أن يكون، فجمعت علي ثيابي، فصليت صلاة الفجر مع النبي صلى الله عليه وسلم، فدخل النبي صلى الله عليه وسلم مشربة له واعتزل فيها، ودخلت على حفصة فإذا هي تبكي، فقلت: ما يبكيك ألم أكن حذرتك هذا، أطلقكن النبي صلى الله عليه وسلم؟ قالت: لا أدري هاهو ذا معتزل في المشربة، فخرجت فجئت إلى المنبر، فإذا حوله رهط بيكي بعضهم، فجلست معهم قليلا، ثم غلبني ما أجد فجئت المشربة التي فيها النبي صلى الله عليه وسلم، فقلت لغلام له أسود: أستأذن لعمر، فدخل الغلام فكلم النبي صلى الله عليه وسلم ثم رجع، كلمت النبي صلى الله عليه وسلم وذكرتك له فصمت، فانصرفت حتى جلست مع الرهط الذين عند المنبر، ثم غلبني ما أجد فجئت فقلت للغلام: أستأذن لعمر، فدخل ثم رجع فقال: قد ذكرتك له فصمت، فرجعت فجلست مع الرهط الذين عند المنبر، ثم غلبني ما أجد، فجئت الغلام فقلت: أستأذن لعمر، فدخل ثم رجع إلي فقال: قد ذكرتك له فصمت، فلما وليت منصرفا، قال: إذا الغلام يدعوني، فقال: قد أذن لك النبي صلى الله عليه وسلم، فدخلت على رسول الله صلى الله عليه وسلم فإذا هو مضطجع على رمال حصير، ليس بينه وبينه فراش، قد أثر الرمال بجنبه، متكئا على وسادة من أدم حشوها ليف، فسلمت عليه ثم قلت وأنا قائم: يا رسول الله، أطلقت نساءك؟ فرفع إلي بصره فقال: (لا) فقلت: الله أكبر، ثم قلت وأنا قائم أستأنس: يا رسول الله، لو رأيتني وكنا معشر قريش نغلب النساء، فلما قدمنا المدينة إذا قوم تغلبهم نساؤهم، فتبسم النبي صلى الله عليه وسلم، ثم قلت: يا رسول الله لو رأيتني ودخلت على حفصة فقلت لها: ولا يغرنك أن كانت جارتك أوضأ منك وأحب إلى النبي صلى الله عليه وسلم، يريد عائشة، فتبسم النبي صلى الله عليه وسلم تبسمة أخرى، فجلست حين رأيتة تبسم، فرفعت بصري في بيته، فوالله ما رأيت في بيته شيئا يرد البصر، غير أهبة ثلاث، فقلت: يا رسول الله ادع الله فليوسع على أمتك، فإن فارس والروم قد وسع عليهم وأعطوا الدنيا، وهم لا يعبدون الله، فجلس النبي صلى الله عليه وسلم وكان متكئا فقال: (أو في هذا أنت يا ابن الخطاب، إن أولئك قوم عجلوا طيباتهم في الحياة الدنيا). فقلت: يا رسول الله استغفر لي، فاعتزل النبي صلى الله عليه وسلم نساءه من أجل ذلك الحديث حين أفشته حفصة إلى عائشة تسع وعشرين ليلة، وكان قال: (ما أنا بداخل عليهن شهرا). من شدة موجدته عليهن حين عاتبه الله، فلما مضت تسع وعشرون ليلة دخل على عائشة فبدأ بها، فقالت له عائشة: يا رسول الله، إنك قد أقسمت أن لا تدخل علينا شهرا، وإنما أصبحت من تسع وعشرين ليلة أعدها عدا، فقال: (الشهر تسع وعشرون). فكان ذلك الشهر تسع وعشرين ليلة، قالت عائشة: ثم أنزل الله تعالى آية التخير، فبدأ بي أول امرأة من نسائه فاخترته، ثم خير نساءه كلهن فقلن مثل ما قالت عائشة.

 

[-5191-] İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: "Yüce Allah'ın:

 

"Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne ala!). Çünkü kalpIeriniz meyletmiş bulunuyor."(Tahrim, 4) buyruğunun kendileri sebebiyle nazil olduğu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcelerinden olan iki kadının kim olduklarına dair Ömer İbn el-Hattab'a bir soru sormayı hep arzu edip durmuşumdur. Nihayet Ömer hac ettiğinde ben de onunla birlikte hac ettim. O (yolun bir tarafına gelince) saptı. Ben de beraberimde bulunan bir su matarası ile birlikte onunla beraber saptım. Ömer def-i hacet için gitti, daha sonra döndü. Elimdeki mataradan ellerine su döktüm, sonra ab de st aldı. Ben ona: Ey mu'minlerin emiri! Yüce Allah'ın: "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne ala!). Çünkü kalbIeriniz meyletmiş bulunuyor."(Tahrim, 4) diye buyurduğu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcelerinden iki hanım kimlerdir, diye sordum.

 

O şu cevabı verdi: Hayret sana doğrusu ey İbn Abbas! Bunlar Aişe ile Hafsa'dırlar. Sonra Ömer (bana) dönüp hadisi anlatmaya koyuldu ve dedi ki:

 

Ben ensaroğullarından komşum olan birisi ile Umeyye İbn Zeyd oğulları arasında bulunuyordum. Bunlar da Medine'nin Avali denilen yerinde oturuyorlardı. Ensardan olan komşum ile birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna

 

(Medine'ye) sıra ile giderdik. O bir gün gidiyor, ben diğer gün gidiyordu m. Ben gittiğim günü, o gün inen vahiy ya da daha başka hususlarla ilgili meydana gelen olaylara dair haberleri ona anlatırdım. O indiği gün aynı şekilde gelir bana anlatırdı. Biz Kureyşliler olarak kadınlara galip gelirdik. Fakat ensarın yanına (Medine'ye) geldiğimizde onların kadınlarının kendilerine galip geldikleri bir topluluk olduklarını gördük. Bu sefer bizim kadınlarımız da ensar kadınlarının edeplerinden öğrenmeye, onların huylarından huy kapmaya başladılar. Bir gün ben hanımıma karşı sesimi yükselttim, o da bana cevap verdi. Bana cevap vermesi alıştığım bir şey değildi. Onun bu haline ben tepki gösterince hanımım bana:

 

Sana cevap vermeme niye tepki gösteriyorsun ki? Allah'a yemin ederim, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevceleri de ona karşılık veriyorlar, hatta onlardan birisinin gün boyunca akşama kadar onunla hiç konuşmadığı da oluyor, dedi. Onun bu söyledikleri beni korkuttu. Bundan dolayı ona: Onun hanımlarından bu şekilde kim hareket ediyorsa zarara uğramış demektir, dedim. Sonra elbise lerimi toplayıp giyindim. Evimden Medine'ye indim, Hafsa'nın yanına gittim.

 

Ona: Ey Hafsa! Sizden herhangi bir kimse gün boyunca akşama kadar gerçekten Nebie kızıyor ve onu da öfkelendiriyor (ve dargın duruyor) mu, dedim. O: Evet deyince, ben şunları söyledim: Şüphesiz o takdirde sen zarar ettin, hüsrana uğradın. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kızdığı için, Allah'ın da kızmayacağından ve böylelikle helake maruz kalmayacağından nasıl emin olabilirsin? Sakın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den çok şey isteme! Herhangi bir hususta ona karşı cevap verme! Ona darılma! Ne istiyorsan benden iste! -Aişe'yi kastederek- sakın senin komşunun senden güzelolması, Peyga er Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından daha çok sevilmesi de seni aldanışa sürükle esin.

 

Ömer devamla dedi ki: Bizler, önceleri Gassanl arın bize karşı bir gaza tertiplemek üzere atlarına nal çaktıklarını konuşuyorduU. Ensardan olan arkadaşım, sırası gününde Medine'ye indi. Akşam vakti yanımıza geri döndü, kapımı şiddetlice vurdu ve: O (arkadaşım Ömer) burada mıdır, diye sordu. Ben de dehşete, korkuya kapılmış olarak yanına çıktım. Arkadaşım: Bugün çok büyük bir iş oldu, dedi. Ben: Ne o, yoksa Gassanlılar mı üzerimize geliyor, dedim. Hayır, bundan daha büyük, daha müthiş bir şey, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hanımlarını boşadı -ravilerden Ubeyd İbn Huneyn dedi L: İbn Abbas, Ömer'den şunları söylediğini dinledi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hanımlarından ayrı kaldı.-

 

Bunun üzerine ben: Hafsa zarar etti, hüsrana uğradı. Böyle uir şeyin pek yakında olacağını bekliyordum, dedim. Sonra üzerime elbiselerimi alıp giyindim. Sabah namazını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte kıldım. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine ait olan (Meşrube denilen) yüksekçe bir yere girdi ve oraya tek başına ayrılıp çekildi. Ben de Hafsa'nın yanına girdim. Ağlamakta olduğunu gördüm. Ne diye ağlıyorsun, ben sana böyle bir netice ile karşılaşmaktan çekinmen gerektiğini söylememiş miydim? Yoksa Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sizi boşadı mı, diye sordum.

 

Hafsa: Bilemiyorum, işte o Meşrube denilen yerde bizden ayrı duruyor, dedi.

Bunun üzerine odasından çıktım. Minberin yanına doğru geldim. Etrafında bir topluluğun bulunduğunu gördüm. Bazıları ağlıyordu. Ben de onlarla birlikte az bir süre oturdum. Daha sonra düşündüklerimin etkisi altında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bulunduğu Meşrube'ye (yüksekçe yere) geldim, siyahi bir uşağı vardı, ona: Ömer'in girmesi için izin iste, dedim. Uşağı yanına girdi, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile konuştu, daha sonra geri döndü. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemile konuştum. Senin izin istediğini söyledim. Fakat sustu, ses etmedi, dedi.

 

Bunun üzerine geri dönüp minberin yanındaki o toplulukla beraber oturdum. Yine düşündüklerimin etkisi ile gittim ve uşağına: Ömer için izin iste, dedim. İçeri girdi, geri döndükten sonra: Senin izin istediğini ona söyledim, sustu, dedi. Yine dönüp minberin yanındakilerle birlikte oturdum. Tekrar hissettiklerimin etkisi altında kalarak uşağın yanına geldim. Ömer için izin iste, dedim. İçeri girdi, sonra yanıma geri döndü. Senin izin istediğini ona söyledim, ama sustu, dedi.

 

Geri dönüp gidince, bir de baktım ki uşak beni geri çağırıyor, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, huzuruna girmen için izin verdi, diyordu. Ben de Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girdim. Arada bir yatak bulunmaksızın hasırın örgüleri üzerine yaslanmış olduğunu gördüm. Hasırın örgüleri böğründe iz bırakmıştı. İçi kuru hurma lifi doldurulmuş deriden bir yastığa dayanmıştı. Ona seıar verdikten sonra ben ayakta durduğum halde dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, yoks hanımlarını boşadın mı? Gözlerini kaldırıp bana baktı, hayır dedi. Ben: "Allah ekber" dedim.

 

Sonra yine ayakta olduğum halde ona: Ey Allah'ın Rasulü, izninle diyorum ki, sen de biliyorsun ki biz Kureyşliler kadınlara baskın gelen bir topluluk idi k. Medine'ye gelince, kadınların kendilerine baskın geldiği bir topluluk ile karşılaştık. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine güıümsedi. Devamla dedim ki:

 

Ey Allah'ın Rasulü! Hafsa'nın yanına girip ona: Sakın komşunun senden daha alımlı, daha güzel ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından daha çok sevilen birisi olması -bu sözleriyle Aişe'yi kastediyordu- seni aldatmasın, dediğimi bir görseydin. Yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir önceki gibi bir daha gülümsedi.

 

Onun gülümsediğini görünce ben de oturdum. Başımı kaldırıp gözü mü odasında dolaştırdım. Allah'a yemin ederim, evinde tabaklanmamış üç deri dışında gözün görebileceği değerli başka hiçbir şey yoktu. Ey Allah'ın Rasulü! Allah'a dua et de senin ümmetine bir bolluk versin. Çünkü Fars ve RumIara bolluk ve dünyalık verilmiş bulunuyor. Üstelik onlar Allah'a da ibadet etmiyorlar, dedim.

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaslanmış iken oturdu ve şöyle buyurdu: Sen böyle mi düşünüyorsun ey Hattab'ın oğlu! Onlar güzellikleri, hoşa giden şeyleri dünya hayatında kendilerine peşin olarak verilmiş bir kavimdir.

 

Böyle deyince, ben: Ey Allah'ın Rasulü, benim için mağfiret dile, dedim. İşte Hafsa, Aişe'ye, o kendisine gizlice söylemiş olduğu sözü açıkladığından ötürü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de yirmi dokuz gün hanımlarmdan ayrı kalmıştı. Daha önce de şöyle demişti: Ben bir ay boyunca onların yanına uğramayacağım. Buna sebep ise yüce Allah'ın ona sitem etmesi üzerine onlara karşı kalbinde ileri derecede öfkelenmiş olması idi. Yirmi dokuz gün geçince, Aişe'nin yanına gitti ve onun yanına girmekle başladı.

 

Aişe ona: Ey Allah'ın Rasulü! Sen bir ay boyunca yanımıza gelmeyeceğine dair yemin etmiştin. Oysa şimdi biz yirmi dokuzuncu gündeyiz. Ben bunları tek tek sayıyorum, deyince, şöyle buyurdu: Bu ay yirmi dokuz gün çekti. Çünkü o ay yirmi dokuz gün idi.

 

Aişe dedi ki: Daha sonra yüce Allah onu muhayyer bırakan ayeti indirdi. Böylelikle hanımlarından ilk muhayyer bıraktığı kadın olarak benden başladı, ben de onu ihtiyar edip seçtim. Daha sonra diğer bütün hanımlarını muhayyer bıraktı. Hepsi de Aişe'nin dediğinin bir benzerini dediler (dünya hayatını değilı onu seçip tercih ettiklerini belirttiler.)

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

(Muhayyer bırakan ayetten kasıt, Ahzab, 28-29 dur.)

 

"Sana hayret doğrusu ey İbn Abbas!"  Bum,: dair açıklamalar daha önce ilim bölümünde (89 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Omer'in, ıbn Abbas'a hayret etmesi tefsir ilmindeki şöhretine rağmen böyle bir durumun ona gizli saklı kalmış olmasından dolayıdır. Halbuki İbn Abbas, Ömer'e göre diğerlerine kıyasla ilimde daha meşhur ve daha büyük bir şahsiyetti. Nitekim bunun böyle olduğuna dair açıklamalar Nasr suresinin tefsirinde açık bir şekilde geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca İbn Abbas da ilim talebine oldukça düşkün, ashab-ı kiram'ın büyükleri ve mu'minlerin anneleri ile bu hususta oldukça içli dışlı birisi idi. (İşte bütün bu sebepler dolayısıyla Ömer, İbn Abbas'ın bu hususu bilmeyişine hayretini açığa vurmuştu.)

 

Yahut müphem (üstü kapalı) olan hususlara varıncaya kadar tefsir ile ilgili çeşitli bilgileri öğrenmekteki aşırı düşkünlüğüne de hayret etmiş olabilir.

 

"Onlar Medine'nin Avali'de (üst taraflarında) idiler." Kastedilen kimseler orada sakin olanlardır. el-Aval1, "el-aliye"nin çoğulu olup, doğu tarafından Medine'ye yakın olan küçük yerleşim birimleri idi. Buraları Evslilerin kaldıkları semt idi.

 

"O gün vahiy ya da daha başka olan şeylerin haberlerini ona getirirdim (gelir ona anlatırdım.)" Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda meydana gelen olayları aktarırdım.

 

"Biz Kureyşliler topluluğu kadınlara baskın gelirdik." Yani onlara biz hükmederdik, onlar bize hükmedemezdi. Oysa Ensar böyle değildi, onlar bunun tam aksi durumda idiler.

 

"Başladılar. .. " yani onlar da Ensar kadınlarından bunu öğrendiler.

 

"Ensar kadınlarının edebinden", yani onların yaşayış şekillerinden ve bu husustaki uygulamalarından "huy kaptılar", öğrendiler.

 

"Bana karşılık vermesine tepki gösterdim." Sözlerime karşılık veriyor, benimle tartışıyordu. Ubeyd İbn Huneyn yoluyla gelen rivayette: "Ben ona: İstediğim bir işi yapmak sana zor mu geliyor, dedim. O da bana: Hayret sana ey Hattab'ın oğlu, sen sana karşılık verilmesini istemiyorsun, dedi" şeklindedir.

 

"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den çokça bir şeyler isteme." Ondan sana çok şeyler vermesini isteme.

 

"Senden daha güzel (anlamı verilen ve laM anlamı senden daha parlak demek olan: evdau)" lafzı el-vedae: parlaklıktan gelmektedir. Ma'mer'in rivayetinde "vesamet" kökünden "evsemu" şeklindedir ki, alamet demektir. Yani güzelliği alameti imişçesine güzel ya da güzellik alametine sahip gibi bir anlama gelir.

 

"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından daha çok sevilen ... " Yani Aişeinin benim sana yapmanı yasakladığım işi yapmasına aldanma. Bundan dolayı Nebi ona tepki göstermiyor olabilir. Çünkü o güzelliği ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin ona beslediği sevgi dolayısıyla nazlanabilir; ama sen buna aldanma. Çünkü onun nezdinde onunla aynı konumda olmayabilirsin. Bu durumda onun nazlanma imkanı senin için sözkonusu olmaz.

 

"Bizler daha önce aramızda Gassanlıların atlarına nalçaktıklarını konuşmuştuk." Mezalim bölümünde "nal taktıklarını, koyduklarını" lafzı ile kullanılmıştır ki, atlarını nallayıp öylece onlara bindikleri anlamına gelir.

 

"Hayır, bundan da büyük ve dahadehşetli bir iş oldu." Bu Ömer'e nispetle böyle idi. Çünkü onun kızı Hafsa, hanımlarından birisi idi.

 

"Hafsa ziyan etti, hüsrana uğradı." Özellikle onu sözkonusu etmesi, kızının kendi nezdindeki değeri ve öz kızı olmasından dolayı idi, ayrıca böyle bir şeyin gelebileceğini çok kısa bir süre önce ona hatırlatmış bulunuyordu ..

 

"Hafsa'nın yanına girdim, ağlamakta olduğunu gördüm." Simak'ın rivayetinde şöyle denilmektedir: Önce Aişe'nin huzuruna girdi, ey Ebu Bekir'in kızı, sen ii Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e eziyet edecek kadar ileri mi götürdün, dedi. Aişe ona: "Ey Hattab'ın oğlu, benden sana ne? Sen kendi aybe'ne (kızına) bak." Yani senin için özelolan ve sırrını verdiğin kimseye bak. Çünkü "el-aybe"nin asıl anlamı, elbise ve değerli eşyaların içine konulduğu kap demektir. Aişe, Hafsa hakkında benzetme yoluyla onun için heybe (kap) tabirini kullanmıştır. Bu sözleriyle de: Sen öğüt vereceksen kendi kızına öğüt ver, demek istemiştir.

 

"Sonra düşündüklerimin etkisi altında kalarak. .. " Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımlarından ayrılışına dair kendisine ulaşan bilgi, kalbini meşgul etmiş ve bunun etkisi altında kalmıştı. Böyle bir işin ancak Nebiin öfkelenmesi dolayısı ile olacağını düşünmüştü. Ayrıca hanımlarını boşamış olduğu şayiası doğru olabilirdi. Kızı Hafsa da hanımlarından birisi idi, boşamışsa aralarındaki bağ da kopmuş olacaktı. Bu ise açıkça anlaşılacağı gibi ona zor gelecek bir şeydi.

 

"Onun örülmüş bir hasır üzerinde yattığını gördüm." Bununla anlatılmak istenen, onun üzerinde yattığı divanın hasır gibi örıilmüş olduğudur.

 

"Ben ayakta olduğum halde: Hanımlarını boşadın mı, diye sordum. Başını kaldırıp bana baktı ve: Hayır dedi. Ben: Allahuekber dedim." el-Kermani' dedi ki:

 

Ensardan olan arkadaşı, onlardan ayrılmanın bir talak olduğunu yahut talakın bir neticesi olduğunu zannettiğinden ötürü Ömer'e talakın kesin bir şekilde gerçekleştiğini bildirmişti. Fakat Ömer bu hususun açıklamasını sorunca, bunun gerçek olmadığını görüp sevinçle tekbir getirmiş oldu. C

 

Talakın meydana gelmemiş olması dolayısıyla karşı karşıya bulunduğu Allah'ın bu nimeti üzerine ona hamd ederek, "Allahuekber" dbmiş olma ihtimali de vardır.

 

"Tabaklanmamış üç deri dışında ... " İhab, tabaklanmamış deri demek olup, göründüğü kadarıyla burada kastedilen, tabaklanmaya başlanılmış ama bu işi tamamlanmamış olan deridir.

 

"Allah'a dua et de ümmetine bolluk versin." Ubeyd İbn Huneyn rivayetinde:

 

"Bunun üzerine ağladım. Ne diye ağlıyorsun, diye sordu. Ey Allah'ın Rasulü dedim, Kisra ve Kayser o rahat ve bolluk içerisinde iken sen Allah'ın Rasulü olduğun halde bu durumdasın," şeklindedir.

 

Simak yoluyla gelen rivayette: "Gözlerimden yaş aktı. O da: Hattab'ın oğlu ne diye ağlıyorsun, diye sordu. Ben: Şu hasır senin böğründe iz bırakmışken, nasıl ağlamayayım? İşte şu senin içinde bulunduğun ev, bu gördüklerinin dışında bir şey yok. Diğer taraftan Kayser ve Kisra ırmakların başında, meyvelerin arasındadır/ar. Sense Allah'ın Rasulü ve seçkin kulu olduğun halde (böyle bir darlık ve sıkıntı içindesin)" şeklindedir.

 

"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaslanmış iken oturdu ve: Yoksa bundan dolayı mı üzülüyorsun, ey Hattab'ın oğlu, dedi." Müslimlde yer alan Malmer yoluyla gelen rivayette: "Ey Hattab'ın oğlu, yoksa şüphen mi var?" şeklindedir. Sen ahiretteki bolluğun dünyadaki bolluktan daha hayırlı olacağı hususunda şüphe mi etmektesin, demektir.

 

Bu ifadeler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin, Ömer'in sözkonusu durum dolayısıyla yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, ayrılacak kadar hanımlarına kızgınlığından ağladığı anlamını çıkardığı izlenimini vermektedir. Ömer, ağlama sebebinin bu dünyevı durum olduğunu söyleyince, belirtilen şekilde ona cevap verdi.

 

"Bunlar, hoş ve güzel şeyler dünya hayatında kendilerine peşine n verilen bir topluluktur." Ubeyd İbn Huneyn yoluyla gelen rivayette şöyle denilmektedir:

 

"Dünyanın onlara, ahiretin de bize ait olmasına razı olmaz mısın?"

 

"Bunun üzerine ben: Ey Allah'ın Rasulü, benim için mağfiret dile, dedim."

 

Yani senin huzurunda böyle bir sözü söyleme cesaretim dolayısıyla yahut dünyevı güzelliklerin arzu edilen şeyler olduğuna inandığım için ya da giyimleri ve geçimIeri hususunda kafidere benzemeye çalışmayı ihtiva eden şeyleri istediğimden ötürü bana mağfiret dile. "Hafsa'nın, Aişe'ye ifşa ettiği o söz dolayısıyla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hanımlarından uzak kalmıştı." Bu rivayet yoluyla ifade bu şekildedir. Hafsa'rvn ifşa ettiği, sözü edilen hadisenin ne olduğu açıklanmamıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisine neyi haram kıldığı ve onu kendisine haram kıldığı için ilahi siteme maruz kaldığı hususun ne olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Aynı şekilde hanımlarının yanına girmemek üzere yemin ediş sebebi hakkında da çeşitli görüş ayrılıkları vardır:

 

Buhari ile Müslim'de belirtildiğine göre daha önce et-Tahrim suresinde kısaca geçtiği üzere, balı kendisine haram kılması idi. Tefsir bölümünde bir başka görüşü de zikretmiş bulunuyoruz ki, o da cariyesi Mariye'yi kendisine haram kılması idi. Yezid İbn Ruman'ın, Aişe'den diye rivayet ettiği ve İbn Merduye'nin zikrettiği rivayet bu husustaki iki görüşü de bir arada kaydetmektedir. Sözü geçen bu rivayette şöyle denilmektedir:

 

"Hafsa'ya, iinde bal bulunan bir tulumcuk hediye edilmişti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemonun yanına girdi mi o tulumdaki baldan ona içirinceye ya da parmağıyla ona yalatıncaya kadar yanında bekletirdi. Aişe yanında bulunan ve Hadra diye anılan Habeşli bir cariyeye dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hafsa'nın yanına girdi mi, orada ne yaptığını bir gözetle," Cariye ona bal içirdiğini anlatınca, Aişe de diğer kumalarına haber göndererek: Yanınıza girdi mi biz senden meğafir kokusu alıyoruz deyin, diye talimat gönderdi. Ona bu sözleri söyleyince, Allah Rasulü: O baldır. Allah'a yemin ederim, ebediyyen onun tadına bakmayacağım, diye yemin etti. Hafsa'nın gü.nü gelince, babasının yanına gitmek üzere ondan izin istedi. Nebi de ona izin verdi. Hafsa gidince, cariyesi Mariye'ye haber göndererek onu Hafsa'nın odasına aldı. Hafsa dedi ki:

 

Geri döndüğümde kapının kilitli olduğunu gördüm. Dışarı çıktığında yüzünden ter damlıyordu, Hafsa da ağlıyordu. Hafsa bundan dolayı ona sitem edince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Artık onun benim için haram olduğuna seni şahit tutuyorum. Artık sen bunu iyice düşün ve bu durumu hiçbir kadına haber verme, bu da sana emanet ettiğim sırrım olsun, dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışarı çıkınca, Hafsa kendi odası ile Aişe'nin odasını ayıran duvara vurarak:

 

Sana bir müjde vermeyeyim mi? Rasulullah cariyesini kendisine haram kılmış bulunuyor, dedi. Bunun üzerine ayet nazil oldu."

 

Hanımlarına kızmasının ve bir ay boyunca yanlarına girmemek üzere yemin etmesinin sebebi hakkında bir başka olay da anlatılmıştır. İbn Sa'd'ın, Amre yoluyla rivayet ettiğine göre Aişe şöyle demiştir: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir hediye gönderildi. O da hanımlarından her birisine payına düşeni gönderdi. Fakat Cahş kızı Zeyneb payına razı olmadı. Bir defa daha ona fazla verdi. Yine razı olmayınca, Aişe şöyle dedi: Zeyneb, senin hediyeni geri çevirmekle sana hakarette bulunmuş oldu. Nebi: Sizlerin bana hakaret edecek kadar Allah nezdinde değeriniz yoktur elbette. Bir ay boyunca yanınıza girmeyeceğim, diye buyurdu ...

 

Bu hususta Müslim'in Cabir'den rivayet ettiğe ifade edilen bir başka görüş daha vardır. Cabir dedi ki: "Ebu Bekir geldiğinde insanlar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kapısı önünde oturuyorlar, onlardan kimsenin içeriye girmesine de izin verilmiyordu. Ebu Bekir'e izin ver(il)ince içeri girdi. Daha sonra Ömer geldi, o da izin isteyince, ona izin ver(il)di. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in etrafında hanımları bulunduğu halde oturmakta olduğunu gördü" diyerek hadisi zikretti. Hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: "İşte gördüğün gibi hanımlarım benim etrafımdadırlar. Benden nafaka (masraf) istiyorlar. Ebu Bekir bunun üzerine kalkıp Aişe'nin üzerine, Ömer de Hafsa'nın üzerine yürüdü. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlardan bir ay süreyle ayrı kaldı." Ve daha sonra hanımlarını muhayyer bırakması ile ilgili ayetin nüzulünü sözkonusu etti.

 

Bütün bunların toplamının Nebi efendimizin hanımlarından ayrı kalmasına sebep teşkil etmiş olması da ihtimaldir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in üstün ahlakına, geniş kalbiiliğine, çokça affediciliğine yakışan da budur. O böyle bir işi bu tutumu gerektiren hususlar birkaç defa tekrarlanmadıkça yapmadı. Sonunda da onlardan razı oldu.

 

Bu husustaki bütün görüşler arasında tercihe daha çok değer görülen ise Mariye ile ilgili anlatılanlardır. Çünkü bu olayda özelolarak Aişe ve Hafsa'nın rolü sözkonusudur. Bal ile ilgili husus ise böyle değildir. Çünkü bal meselesinde ileride geleceği üzere hanımlarından birkaç kişinin birlikte iş yaptıkları görülmektedir. Bütün bu sebepler bir araya geldikten sonra, bunların en önemli olanına ravi tarafından işaret edilmiş olma ihtimali de vardır.

 

 

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1 - Alim kişiye hanımlarının bazı durumları ile ilgili -bu hususta onun için çekinilecek bir taraf olsa dahi, eğer bu vesile ile aktarılacak bir sünnet ve bellenecek bir mesele sözkonusu ise- soru sorulabilir. Bunu el-Mühelleb ifade etmiştir.

 

2- Yine el-Mühelleb der ki: Sözkonusu edilmesi halinde kendisinde olumsuz bir değişiklik görüleceğinden korkulan bir hususa dair açıklama sormaktan yana . çekinilmeli ve ilim adamına gereken saygı gösterilmelidir. Ayrıca başkalarının huzurunda sorulacak olursa, sorana tepki göstereceği ihtimali bulunan hususlara dair soru sormak için, alim kişi ile başbaşa kalabileceği bir fırsatı kollamalıdır.

 

3- Baba, kız çocuğunu ve yakınlarını kocasına karşı durumunu düzeltmesi için sözlü olarak tedib edebilir.

 

4- Öğrenci, alim kişiye karşı saygı göstermeli, alim kişi de öğrencisine karşı alçakgönüllü ve soracağı soruya karşı sabırlı olmalıdır. İsterse bundan dolayı canını sıkma ihtimali bulunan bir hal bulunsun ...

 

5- Babaların, kız çocuklarının evine kocalarının izni olmasa dahi girmeleri ve onların hallerini -özellikle evli olanlar ile alakalı olanlarını- araştırması caizdir.

 

6- İbn Abbas'ın oldukça güzel ve incelikli bir yolla soru sorduğu, onun tefsirin çeşitli bilgi ve dallarından haberdar olmak için oldukça gayretli olduğu da anlaşılmaktadır.

 

7 - Senedin alı olmasını sağlamaya çalışmak uygun olandır. Çünkü İbn Abbas uzun bir süre Ömer'le baş başa kalma fırsatını kollayıp doğrudan ondan rivayet almaya gayret etmiştir. Oysa bu husustaki bu hadisi, Ömer'e soru sormaktan çekindiği kadar çekinmeyeceği bir başka kişi vasıtası ile öğrenebilirdi.

 

8- Ashab-ı kiram, ilim öğrenmek ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hallerini iyice tespit etmek uğrunda çok gayretli idiler.

 

9- İlim tahsil eden bir kimse, geçimini ve ailesinin durumunu düzeltip ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendisine belli bir vakit ayırır.

 

10- Yollarda, alimlerle tenhada baş başa kalınan hallerde, oturmak ve yürümek halinde ilim öğrenmek için gerekli araştırmalar yapmaktan geri kalınmaz.

 

11- Yolculukta (suyun yetersiz olması halinde) taşla istincayı tercih edip suyu abdest için alıkoymak daha uygundur.

 

12- Hanımlara karşı tahammül göstermeli, onlara uygun olan hitap yolunu seçmeli ve yüce Allah'ın hakları hususunda değil de kişinin kendi hakları ile ilgili hata ve yanılmalarını bağışlayabilmelidir.

 

13- Hakim'in yalnız olduğu zamanlarda içeriye izni olmaksızın girilmesini önleyecek bir kapıcı edinme si caizdir. Bu durumda Enes'in daha önce Cenaiz bölümünde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in öğüt verdiği, fakat kendisini tanımayan kadının "daha sonra onun yanına geldiği sırada onun kapıcılarının bulunmadığını görmesi" ile ilgili rivayeti, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sair insanların meselelerini çözmek için oturduğu vakitler ile ilgili olarak yorumlanır.

 

14- Erkeğin zevceleri, kendilerine sitem edilmesini gerektiren bir iş yaptıkları takdirde kayınlarına karşı yumuşak davranmaları ve kayınlarından haya etmeleri güzeldir.

 

15- Susmak bazen konuşmaktan daha beliğ ve bazı zamanlarda daha faziletli olabilir.

 

16.: İzin istediği halde kendisine izin verilmeyen bir kimsenin izin almayı ümit etmesi halinde izin isteğini tekrarlaması caiz olmakla birlikte bu isteğini üç defadan fazla tekrarlamamalıdır.

 

17- Kişinin dünyada elde ettiği her bir zevk ya da arzu, aslında ona ahiret nimetlerinden acilen verilen bir şeydir. Eğer bunu kendi isteğiyle terk edecek olursa, bu onun için ahirette saklanır.

 

Taberi buna işaret ettiği gibi, bazı ilim adamları bundan, fakirliğin zenginliğe tercihi hükmünü de çıkarmıştır. Ancak bu, selefin de, halefin de hakkında ihtilaf ettiği bir meseledir. Açıklamaları, ayrıntıları uzun sürecek bir meseledir. Yüce Allah'ın izniyle Rikak bölümünde (6447.hadiste) bununla ilgili derli toplu bir açıklamamız olacaktır.

 

18- Kişi, arkadaşını üzüntülü ve kederli görecek olursa, onun kederini izale edecek, gönlünü hoş edecek şekilde onunla konuşması müstehabdır. Çünkü Ömer: Andolsun Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i güldürecek bir şey söyleyeceğim, demişti. Bununla birlikte bu davranışın -Ömer'in yaptığı şekilde- (yaş ve mevki itibariyle) büyük olandan izin alınmasından sonra yapılması da müstehabdır.

 

19- Abdest alırken abdest alanın eline su dökmek suretiyle yardım almak, küçüğün büyüğe hizmet etmesi -küçük nesebi itibariyle büyükten daha soylu olsa dahi- caizdir.

 

20- Büyüklerle karşılaşılacağı vakit güzel elbiseler giyinmek ve sarık sarmak (mendubdur).

 

21- Yemin eden kimseye zahiren yeminini unuttuğunu hissettiren bir tutum görüldüğü takdirde, özellikle de o yeminle ilgisi bulunan kimselerin, ona yeminini hatırlatması gerekir. Çünkü Aişe radıyallahu an ha Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yemin ettiği süreyi unutmuş olacağından korkmuştu. Bu süre ise bir aydır. Bir ay da otuz ya da yirmi dokuz gündür. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yirmi dokuz gün sonra ayrıldığı yerden inince onun yemin ettiği süreyi hesaplamakta yanılmış olduğunu yahut henüz yeni ayın girmediğini sanmış idi. Bu sebeple Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona yeni ayın girdiğini haber verdi. Buna göre yeminin yapıldığı ay yirmi dokuz gün çekmiş oluyordu.

 

22- Ashab-ı Kiram küçük ya da büyük olsun Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bütün hallerinden haberdar olmayı çok seviyordu. Bununla birlikte onun zihnini kurcalayacak, az dahi olsa onu rahatsız edecek, onu öfkelendirecek ve üzüp kederlendirecek hiçbir hususun olmamasına da en ileri derecede dikkat gösteriyor, riayet ediyorlardı.

 

23- Kızgınlık ve üzüntü, vakar sahibi kimseyi dahi ondan alışılagelmiş olan ağır başlıdavranışları terk etmeye itebilir. Çünkü Ömer R.A.'in bu hadisi rivayet ederken üç defa: "Daha sonra duyduklarımın etkisi altında kalarak. .. " dediğini görüyoruz.

 

24- Oldukça önemli işler dolayısıyla dehşete kapılmak ve korkmak mümkündür.

 

25- Nimete razı olmamak ve Allah'ın vermiş olduğu nimetleri az dahi olsa küçümsemek mekruh olduğu gibi, böyle bir halin meydana gelmesinden ötürü istiğfar etmek ve fazilet sahibi kimselerden kendilerine mağfiret dilemelerini istemek, kanaatkarlığı tercih edip yüce Allah'ın başkalarına vermiş olduğu fani olan dünyevi' ihsanlarına iltifat etmemek gerekir.

 

26- Bir sırrı açıklayan bir kimseye ona yakışır bir şekilde sitemde bulunulabilir.