SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TEFSİR

<< 1732 >>

EK SAYFA – 1732-3

FUSSİLET SURESİ

وقال طاوس، عن ابن عباس: {ائتيا طوعا} /11/: اعطيا. {قالتا أتينا طائعين} /11/: أعطينا.

Tavus İbn Abbas'ın تيا طوعا tiya tav'an ev kerhen [ifadesinde geçen i'tiye fiilini] "verin," قالتا أتينا طائعين kaleta eteyna taiin (Fussilet 11) [ifadesinde geçen eteyna] fiilini de "verdik" şeklinde açıklamıştır.

 

؟؟مكرر؟؟] وقال المنهال، عن سعيد بن جبير قال: قال رجل لابن عباس:

 إني أجد في القرآن أشياء تختلف علي؟

قال: {فلا أنساب بينهم يومئذ ولا يتسائلون} /المؤمنون: 101/. {وأقبل بعضهم على بعض يتسائلون} /الصافات: 27/. {ولا يكتمون الله حديثا} /النساء: 42/. {والله ربنا ما كنا مشركين} /الأنعام: 23/: فقد كتموا هذه الآية؟

وقال: {أم السماء بناها - إلى قوله - دحاها} /النازعات: 27 - 30/: فذكر خلق السماء قبل خلق الأرض، ثم قال: {أئنكم لتفكرون بالذي خلق الأرض في يومين - إلى قوله - طائعين} /9 - 11/: فذكر في هذه خلق الأرض قبل السماء؟

وقال: {وكان الله غفورا رحيما} /النساء: 96/. {عزيزا حكيما} /النساء: 56/.

{سميعا بصيرا} /النساء: 58/: فكأنه كان ثم مضى؟

فقال: {فلا أنساب بينهم} في النفخة الأولى، ثم ينفخ في الصور: {فصعق من في السماوات ومن في الأرض إلا من شاء الله} /الزمر: 68/: فلا أنساب بينهم عند ذلك ولا يتسائلون، ثم في النفخة الآخرة: {أقبل بعضهم على بعض يتسائلون}.

وأما قوله: {ما كنا مشركين}. {ولا يكتمون الله حديثا}: فإن الله يغفر لأهل الإخلاص ذنوبهم، فقال المشركون: تعالوا نقول لم نكن مشركين، فختم على أفواههم، فتنطق أيديهم، فعند ذلك عرف أن الله لا يكتم حديثا، وعنده: {يود الذين كفروا} الآية /النساء: 42/.

وخلق الأرض في يومين ثم خلق السماء، ثم استوى إلى السماء فسواهن في يومين آخرين، ثم دحا الأرض، ودحوها: أن أخرج منها الماء والمرعى، وخلق الجبال والجمال والآكام وما بينهما في يومين آخرين، فذلك قوله: {دحاها}. وقوله: {خلق الأرض في يومين}. فجعلت الأرض وما فيها من شيء في أربعة أيام، وخلقت السماوات في يومين.

{وكان الله غفورا رحيما} سمى نفسه بذلك، وذلك قوله، أي لم يزل كذلك، فإن الله لم يرد شيئا إلا أصاب به الذي أراد، فلا يختلف عليك القرآن، فإن كلا من عند الله.

 

Minhal, Said İbn Cübeyr'den şunu nakletmiştir: Bir adam İbn Abbas'a şöyle dedi: "Kur'an'daki bazı ayetler bana çelişkili geliyor. Mesela; "O gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey soramazlar, "/Mu'minun 101) ayeti ile "Birbirlerine dönüp itham ederek karşılıklı soru yöneltirler, " (Saffat 27,50) ayeti; "Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler, "(Nisa 42) ayeti ile "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadıkf" (En'am 23) ayeti çelişkili geliyor. [Allah'tan herhangi bir sözün saklanamayacağı ifade edilmişken] bu ayette müşrikler hakikati gizlemektedirler.

 

"Siz ey haşri inkar edenler: Düşünün, sizi yeniden yaratmak mı zor, yoksa gök alemini mi? İşte bakın: Allah onu nasıl da sağlam bina etti. Allah onu direksiz yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı. Gecesini karanlık, gündüzünü parlak şekilde açığa çıkardı. Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı, "(Naziat 27-30) ayetlerinde yeryüzünden önce göğün yaratıldığından söz edildi. Daha sonra da "Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? o, alemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereket/er yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dedi, "(Fussilet 9-11) ayetlerinde ise göğün yaratılmasından önce yeryüzünün yaratılması anlatıldı.

 

Allah Teala [geçmiş zamanı ifade eden .......kane fiili ile] .........ve kanellahu ğaruran rahimen basıran' azızen hakima, buyuruyor. Sanki önceden bu sıfatları taşıyordu, sonradan taşımaz oldu gibi bir mana ortaya çıkıyor.

 

İbn Abbas onun bu itirazlarına şu şekilde cevap vermiştir: "O gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez, "(Mu'minun 101) ayeti, Sur'a birinci kez üflendiği zaman gerçekleşecektir. Sonra Sur'a ikinci kez üflenecek "Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. "(Zümer 68) O vakit aralarında ne soy yakınlığı fayda verecek, ne de birbirlerine soru yöneltecekler. Sur'a son kez üflenildiği zaman ise "Birbirlerine dönüp itham ederek karşılıklı soru yöneltirler. "(Saffat (27,50)

 

"Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler, "(Nisa 42) ayeti ile "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!"(En'am 23) ayetine gelince; Allah Teala ihlaslı kulların günahlarını bağışlar. O zaman müşrikler "Gelin, 'biz müşriklerden değildik,' diyelim" derler. İşte o an ağızları mühürlenir ve elleri konuşmaya başlar. O zaman Allah'ın yanında hiçbir sözün saklanamayacağı anlaşılır ve "Küfür yoluna sapıp Nebii dinlemeyenler, o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler. "(Nisa 41)

 

Allah Teala yeryüzünü iki günde yaratmış, ardından göğü var etmiştir. Ardından da göğe yönelip onu iki günde yaratmıştır. Peşinden yeryüzünü döşeyip yerleşime hazırlanmıştır. Yeryüzünün yerleşime hazır hale getirilmesinden maksat ise, Allah'ın orada su çıkarıp otlaklar yeşertmesi, dağları, develeri ve tepeleri yaratmasıdır. Yer ile gök arasındakileri ise diğer iki günde var etmiştir. İşte دحاها dehaha" (Naziat 30) ifadesi ile bu kastediimiştir. Allah'ın "Yeryüzünü iki günde yarattı," ayetine gelince; yeryüzü ve onda bulunan her şey dört günde yaratılm1ştır. Gökler ise iki günde yaratılmıştır.

 

Allah Teala kendisini .............ve kanellehu gafuran rahima şeklinde tavsif etmiştir. Çünkü bu tavsif etme geçmiş zamanda meydana gelmiştir. Ancak O'nun bağışlama ve merhamet sıfatları devam etmektedir. Çünkü Allah Teala bir mahlCıkuna merhamet etmeyi veya onu bağışlamayı dilediği anda kesinlikle merhameti ve bağışlaması gerçekleşir.

 

O halde Kur'an'ı çelişkili görme! Çünkü onun tamamı Allah katından gelmiştir.

 

قال أبو عبد الله: حدثنيه يوسف بن عدي: حدثنا عبيد الله بن عمرو، عن زيد بن أبي أنيسة، عن المنهال، بهذا.

Ebu Abdiilah, Yusuf İbn Adiyy, Ubeydullah İbn Arnı' ve Zeyd İbn Ebi' Üneyse kanalıyla Minhal'den bunu nakletmiştir.

 

وقال مجاهد: {لهم أجر غير ممنون} /8/: محسوب. {أقواتها} /10/: أرزاقها. {في كل سماء أمرها} /12/: مما أمر به. {نحسات} /16/: مشائيم. {وقيضنا لهم قرناء} /25/: قرناهم بهم. {تتنزل عليهم الملائكة} /30/: عند الموت. {اهتزت} بالنبات {وربت} /39/: ارتفعت.         وقال غيره: {من أكمامها} /47/: حين تطلع. {ليقولن هذا لي} /50/: أي بعملي أنا محقوق بهذا.

Mücahid şöyle demiştir: لهم أجر غير ممنون Lehum ecrun ğayru memnun (Fussilet 8) (ifadesinde geçen ğayru memnun kelimesi] "hesapsız" anlamına gelir. أقواتها Akvateha (Fussilet 10) "rızıkları" demektir. في كل سماء أمرها fi kulli semain emraha (Fussilet 12) [ifadesinde geçen emirden maksat] "Allah'ın verdıği emirler" anlamını ifade eder. نحسات Nehisat (Fussilet 16) "uğursuzlar" demektir. وقيضنا لهم قرناء ve kayyadna ,Iehum kuranae (Fussilet 25) "Onlarla yoldaşlarını bir araya getirdik," anlamına gelir.  تتنزل عليهم الملائكة  tetenezzelu aleyhimu'l-melaike (Fussilet 30) [meleklerin inmesi] "ölüm anında" اهتزت İhtezzet(Fussilet 39) [yerin kıpırdsıması] "bitkilerin yeşermesi" ile olur. ربت Rabet (Fussilet 39) "yükseldi" demektir. من أكمامها Min ekmamiha (Fussilet 47) [ekmamiha] ifadesi meyvenin zprından ilk çıkış anı için kullanılır. ليقولن هذا لي Leyekulenne haza’’(Fussilet 50) [ayetindeki Iı ifadesi] "Benim çalışınam sayesinde olmuştur, ben buna layıkım," anlamına gelir.

 

 {سواء للسائلين} /10/: قدرها سواء. {فهديناهم} /17/: دللناهم على الخير والشر، كقوله: {وهديناه النجدين} /البلد: 10/. وكقوله: {هديناه السبيل} /الإنسان: 3/: والهدى الذي هو الإرشاد بمنزلة أصعدناه، من ذلك قوله: {أولئك الذين هدى الله فبهداهم اقتده} /الأنعام: 90/. {يوزعون} /19/: يكفون. {من أكمامها} /47/: قشر الكفرى هي الكم. وقال غيره: ويقال للعنب إذا خرج أيضا كافور وكفرى. {ولي حميم} /34/: قريب. {من محيص} /48/: حاص حاد. {مرية} /54/: ومرية واحد، أي امتراء.

Diğer bir müfessir de şöyle demiştir: سواء للسائلين Sevaen lissailln(Fussilet 10) ifadesi "rızıkları eşit olarak takdir etti," anlamına geli;.' فهديناهم Fehedeynahum (Fussilet 17) "onlara hayrı ve şerri gösterdik," demektir. Bu bakımdan وهديناه النجدين ve hedeynahu'n-necdeyn (Beled 10) ve هديناه السبيل hedeynahu's-sebil (İnsan 3) ayetlerindeki kullanıma benzer. .......Huda kelimesi asılolarak "yol göstermek" anlamına gelir. Bu bakımdan أصعدناه es'adnahu (onu gösterdik) ifadesinin konumundadır. Nitekim şu ayette bu manada kullanılmıştır: ........Nebiler Allah'ın hidayetettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy.)"(En'am 90) يوزعون Yuzeun (Fussilet 19) "engellenirler" demektir. من أكمامها Min ekmamiha [ifadesindeki ekmam kelimesi] "tomurcuğun zarı" anlamına gelir ve tekili .....kümm şeklindedir.

Bir diğer müfessir ise şöyle demiştir: Üzüm çıktığı zaman ona "katlir" ve "küfurra" denir. ولي حميم  veliyyun hamim (Fussilet 34) [ifadesinde geçen hamım kelimesi] "yakın" anlamına gelir. من محيص Min mahis (Fussilet 48) [ifadesindeki mahıs kelimesi] "meyletti" anlamına gelen ........hasa anhu ifadesinden türetilmiştir. مرية Mirye (Fussilet 54) ile .......murye kelimeleri bir anlama gelir ve "şüphelenmeyi" ifade eder.

 

وقال مجاهد: {اعلموا ما شئتم} /40/: هي وعيد.

Mücahid şöyle demiştir: اعلموا ما شئتم İ'melu. maşi'tum (Fussilet 40) ifadesi vaıd/tehdittir.

 

وقال ابن عباس: {ادفع بالتي هي أحسن} /34/: الصبر عند الغضب والعفو عند الإساءة، فإذا فعلوه عصمهم الله، وخضع لهم عدوهم: {كأنه ولي حميم}.

İbn Abbas şöyle demiştir: ادفع بالتي هي أحسن idfa' billeti hiye ahsen (Fussilet 34) [ifadesinde bahsi geçen iyilik] "öfke anında sabır göstermek," "kötülüğe uğrayınca affetmekıltir. Bunu yapanları Allah korur, düşmanları da onlara boyun eğer ve adeta candan bir dost olur.

 

AÇIKLAMA : İmam Taberi ve İbn Ebı Hatim, Buharl'nin sıhhat şartlarına uygun bir senet ile Taws'tan nakledilen rivayeti aktarmışlardır.

 

Kadi İyad şöyle demiştir: "Burada .......eta fiili, ......a'ta manasına gelmemektedir. Çünkü burada varlığa bürünmek manasında "gelmek" anlamını taşımaktadır. Bizzat ayetin kendisi buna delildir." Müfessirler de bu şekilde tefsır etmişlerdir. Buna göre ayetin anlamı şu şekildedir: "Sizde yarattığı m özelliklerle birlikte gelin ve bu özellikleri yansıtın." Yer ve gök de "Kabul ettik" şeklinde karşılık vermiştir.

 

Bu yorum İbn Abbas'tan da nakledilmiştir. Said İbn Cübeyr'den ise İmam Buharl'nin verdiği yoruma benzer bir yorum nakledilmiştir.

 

Ancak iki anlamı birbirine şu şekilde yaklaştırabiliriz: Gök ve yer kendilerinde bulunan güneş, ay, nehir, bitki, vs. varlıkları çıkarmaları emredilince, buna olumlu cevap verdiler. İşte bu durum "verme"ye benzemektedir. Dolayısıyla bu iki varlığın kendilerine yerleştirilen şeyleri getirmeleri, vermek ile ifade edilmiştir.

 

İbn Abbas'a soru soran kimse, Nafi' İbnu'l-Ezrak'tır. Daha sonraları bu kişi, Hariciliğin Ezarika kolunun reisi olmuştur. Bu zat, Mekke'de İbn Abbas ile oturur, ona sorular sorup itiraz ederdi.

 

Taberani, Dahhak İbn Müzahim'den şunu nakletmiştir: Nafi' İbnu'l-Ezrak ve Necde İbn Uveymir Haricilerin ileri gelenlerinden bir grupla Mekke'ye geldi. Bir de baktılar ki, İbn Abbas zemzem kuyusunun yakınlarına oturmuş, insanlar da ona ayakta sorular yöneltiyor. Bunun üzerine Nafi'; İbn Abbas'a "Sana soru sormak için geldim," dedi ve tefsırle ilgili bir çok soru sordu. Soruları yazdığı iki sayfadan okuyordu.

 

İmam Taberi bu senetle olayın bir kısmını şu ifadelerle nakletmiştir: "Nafi' İbnu'l-Ezrak, İbn Abbas'a gelmiş ve ona "Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler, "(Nisa 42) ile "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!"(En'am 23) ayetlerini sormuş, İbn Abbas da şöyle cevap vermiştir: Öyle tahmin ediyorum ki; sen kendi taraftarlarının yanından geliyorsun, onlara 'İbn Abbas nerede? Ona müteşabih ayetleri soracağım,' demişsin. Onlara şunları söyle: "Allah Teala kıyamet günü insanları bir araya getirdiği zaman, müşrikler 'Allah ancak muvahhidlerin amelini kabul eder,' diyecekler. Allah Teala onlara durumlarını sorunca "'Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!'" diyeceklerdir. İşte o zaman, ağızları mühürlenir ve organları konuşur.

 

Abdurrezzak İbn Hemmam, Nafi"nin "Kur'an bana çelişkili geliyor," ifadesi hakkında Ma'mer ve ismi belirtilmeyen bir ravi aracılığıyla Minhal'den senetli olarak şu ziyadeyi nakletmiştir: İbn Abbas "Çelişki dediğin nedir? Kur'an'da şüphe mi var?" diye sordu. Adam: "Kur'an'da şek yoktur ama çelişki vardır," diye cevap verdi. Bunun üzerine İbn Abbas: "Sana çelişkili gelen ayetleri bana getir." dedi.

 

Yukarıdaki başlığın altında verilen rivayette İbn Abbas'a dört konu hakkında soru yöneltilmiştir:

 

a) Kıyamet günü insanların birbirlerine soru sormasının reddedilmesi ve kabul edilmesi.

 

b) Müşriklerin kendi durumlarını gizlerneleri ve onların durumlarının açığa çıkarılması.

 

c) Yeryüzü ve göklerin hangisinin önce yaratıldığı meselesi.

 

d) .......Kane lafzının geçmiş zamanı göstermesi ile Allah'ın sıfatlarının süreklilik arzetmesi konusu.

 

İbn Abbas'ın cevabını da şu şekilde özetlemerniz mümküdür:

 

a) İnkarcıların birbirlerine soru yöneltmesinin olmadığını belirten ayet Sur'a ikinci kez üflenmeden önceki durumu tasvir eder. Onların birbirlerine soru yönelteceğini gösteren ayet ise daha sonraki bir durumla ilgilidir.

 

b) Müşrikler dilleri ile hakikati gizleyecekler. Ancak onların elleri ve diğer organları doğruyu söyleyecektir.

 

c) Önce yeryüzünün yaratılmasına başlandı ve bu, iki gün sürdü. Ancak bu dönemde yeryüzü yayılmadı. Sonra Allah Teala gökyüzünü yarattı. İki gün içinde onu tastamam var etti. Ardından yeryüzünü yaydı. Orada iki gün içinde dağları ve diğer varlıkları yarattı. Böylece yeryüzünün yaratılması dört günde gerçekleşti. Bu yorumu ile İbn Abbas, bu ayet [Fussılet 9J ile bu konuda esas olan "Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı, "(Naziat 30) ayetini uzlaştırdı.

 

d) .....Kane fiili her ne kadar geçmiş zamanı gösterse de, fiilin ifade ettiği zananın kesintiye uğramasını gerektirmez. Aksine mananın sürekliliğini ifade eder.

 

İbn Mes'ud inkarcıların birbirlerine soru yöneltmelerini farklı şekilde izah etmiştir. Ona göre bu kelime "Onların birbirlerinden af talep etmelerini" gösterir.

 

Taberi, Zazan'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "İbn Mes'Q.d'un yanına gittim. [İnsanlar evinde onu ziyarete gelmişti. Oturacak bir yer bulamadım. Bunun üzerine 'Ey Abdurrahmanın babası! Yabancı biri olduğum için beni hor mu görüyorsunuz?' dedim. Hemen, 'Yaklaş!' dedi. Ben de yaklaştım. Artık onunla benim ararnda başka biri yoktu. İbn Mes'Q.d şöyle anlattı: Kıyamet günü öncekilerin ve sonrakilerin yanına bir köle veya cariye elinden tutularak getirilir. Sonra biri çıkıp 'Kulaklarınızı açın! Bu, falanca oğlu falanca, Geçmişte kimin bunda hakkı varsa, hakkına gelsin.( Bu bölüm mütercim tarafından Taberi' tefsirinden eklenmiştir. ) O gün kadın oğlunda, babasında; kardeşinde ve kocasında hakkı olunca sevinir. Onun aralarındaki bağlar kopmuştur, birbirlerinden af da dileyemezler. "

 

Ali İbn Ebi Talha kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle söylediği nakledilmiştir: Rabbimiz Allah'tır, deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenıerin üzerine meleklerin inmesi ahirette olur.

 

Meleklerin ölüm esnasında ve ahirette indiğini söyleyen iki farklı yorumu şu şekilde uzlaştırabiliriz: Ölüm anı, ölen kimse için ahiret ahvalinin başladığı an demektir.

 

Her halükarda, iki yoruma göre de, meleklerin dünyada işlerini yürüten kullara ineceği kastedilmemiştir.

 

باب: قوله: {وما كنتم تستترون أن يشهد عليكم سمعكم ولا أبصاركم ولا جلودكم ولكن ظننتم أن الله لا يعلم كثيرا مما تعملون} /22/.

1. "SİZ NE KULAKLARINIZIN, NE GÖZLERİNİZİN, NE DE DERİLERİNİZİN ALEYHİNİZE ŞAHİTLİK ETMESİNDEN SAKINIYORDUNUZ, YAPTIKLARINIZDAN ÇOĞUNU ALLAH'IN BİLMEYECEĞİNİ SANIYORDUNUZ," (Fussilet 22) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا الصلت بن محمد: حدثنا يزيد بن زريع، عن روح بن القاسم، عن منصور،     عن مجاهد، عن أبي معمر، عن ابن مسعود:

 {وما كنتم تستترون أن يشهد عليكم سمعكم}. الآية: كان رجلان من قريش وختن لهما من ثقيف، أو رجلان من ثقيف وختن لهما من قريش، في بيت، فقال بعضهم لبعض: أترون أن الله يسمع حديثنا؟ قال بعضهم: يسمع بعضه، وقال بعضهم: لئن كان يسمع بعضه لقد يسمع كله، فأنزلت: {وما كنتم تستترون أن يشهد عليكم سمعكم ولا أبصاركم}.

 

[-4816-] İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, o

 

"Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınıyordunuz," . ayeti hakkında şöyle demiştir:

 

İki Kureyşli ve bir de onların hanım tarafından Sakif kabilesinden olan akrabaları veya iki Sak1f1i bir de onların hanım tarafından Kureyş kabilesinden olan akrabaları bir evde konuşuyorlardı. İçlerinden biri diğerlerine "Allah'ın bizim sözlerimizi işittiğini düşünüyor musunuz?" diye sordu. Diğeri "Bir kısmını işitiyor," diye cevap verdi. Diğer biri de "Eğer bir kısmını işitiyorsa, hepsini işitir," dedi. Bunun üzerine "Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınıyordunuz," ayeti nazil oldu.

 

Hadisin geçtiği diğer yerler: 4817, 7521.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İmam Taberi şöyle demiştir: "........testetirune lafzının hangi anlama geldiği konusunda müfessirler farklı göruşler ileri sürmüştür. Rivayete göre Süddı bu fiili "hafife alıyorsunuz," Mücahid "sakınıyorsunuz," Şu'be'den gelen rivayete göre de Katade "zannediyorsunuz" şeklinde izah etmiştir.

 

باب: قوله: {وذلكم ظنكم الذي ظننتم بربكم أرادكم فأصبحتم من الخاسرين} /23/.

2. "RABBİNİZ HAKKINDA BESLEDİĞİNİZ ZAN VAR. YA, İŞTE SİZİ O MAHVETTİ VE ZİYANA UĞRAYANLARDAN OLDUNUZ,"(Fussilet 23) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا الحميدي: حدثنا سفيان: حدثنا منصور، عن مجاهد ، عن أبي معمر، عن عبد الله رضي الله عنه قال:

 اجتمع عند البيت قرشيان وثقفي، أو ثقفيان وقرشي، كثيرة شحم بطونهم قليلة فقه قلوبهم، فقال أحدهم: أترون أن الله يسمع ما نقول؟ قال الآخر: يسمع إن جهرنا، ولا يسمع إن أخفينا. وقال الآخر: إن كان يسمع إذا جهرنا فإنه يسمع إذا أخفينا، فأنزل الله عز وجل: {وما كنتم تستترون أن يشهد عليكم سمعكم ولا أبصاركم ولا جلودكم}. الآية.

وكان سفيان يحدثنا بهذا فيقول: حدثنا منصور، أو ابن أبي نجيح، أو حميد، أحدهم أو اثنان منهم، ثم ثبت على منصور، وترك ذلك مرارا غير واحدة.

قوله: {فإن يصبروا فالنار مثوى لهم}. الآية.

 

حدثنا عمرو بن علي: حدثنا يحيى: حدثنا سفيان الثوري قال: حدثني منصور، عن مجاهد، عن أبي معمر، عن عبد الله بنحوه.

 

[-4817-] Abdullah İbn Mes'ud r.a.'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir:

 

Ka'be'nin yanında iki Kureyşli bir Sakifli veya iki Sakifli bir Kureyşli bir araya gelmişti. Bu insanların göbekleri büyük, anlayışları kıt idi. İçlerinden biri

 

"Sizce Allah söylediklerimizi duyuyor mu?" diye sordu. Diğeri

 

"Yüksek sesle konuşursak duyar; alçak sesle konuşursak duymaz," şeklinde cevap verdi. Bir diğeri ise

 

"Eğer yüksek sesle konuştuğumuz zaman bizi işitiyorsa, alçak sesle konuştuğumuz zaman da bizi işitir," dedi. Bunun üzerine Allah Teala

 

"Siz ne kulaklarımzzn, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahittik etmesinden sakımyordunuz, "(Fussilet 22) ayetini indirdi.

 

 

 

Fethu’l-Bari Açıklaması:

 

Ayette geçen .....zalikum işaret ismi ile amellerini Allah'tan gizleyeceklerini zanneden kimselerin yaptıklarına işaret edilmiştir. Bu kelime mübteda / özne, daha sonra gelen .......erdakum lafzı ise haberl yüklemdir. .....Zannukum ise bedeldir.

 

İmam Buhari bu başlık altında bir önceki başlık altında zikrettiği hadisi başka bir senetle verdi.

"Eğer yüksek sesle konuştuğumuz zaman bizi işitiyorsa, alçak sesle konuştuğumuz zaman da bizi işitir," cümlesi, bu sözü söyleyenin o kimseler içinde en akıllı kişi olduğunu gösterir.