SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TEFSİR

<< 1708 >>

EK SAYFA – 1708-2

YUSUF SURESİ

وقال فضيل: عن حصين، عن مجاهد: {متكأ} /31/: الأترج، قال فضيل: الأترج بالحبشية متكا. وقال ابن عيينة: عن رجل، عن مجاهد: متكا: كل شيء قطع بالسكين.

Fudayl, Husayn kanalıyla Mücahid'in t5Zlmüttekeken (Yusuf 31) kelimesini "turunç" olarak tefsır ettiğini söylemiştir. Fudayl şöyle demiştir: Turunç Habeşçede ı$.l.ı mütken anlamına gelir. İbn Uyeyne de bir ravi aracılığı ile Mücahid'in "Bıçak ile kesilen her şeye ı$.l.lmütken denir," dediğini nakletmiştir.

 

وقال قتادة: {لذو علم لما علمناه} /68/: عامل بما علم.

Katade şöyle demiştir: لذو علم لما علمناه  lezu ilmin lima allamnahu ifadesi, onun öğrendikleri ile amel ettiği anlamına gelir.(Yusuf 68)

 

وقال سعيد بن جبير: {صواع} /72/: مكوكا الفارسي الذي يلتقي طرفاه، كانت تشرب به الأعاجم.

Saıd ibn Cübeyr صواع suvaa(Yusuf 72) kelimesi Farisilerin iki tarafı birbirine birleşen (ağzı dar-içi geniş)  ölçü aletidir. Yabancılar bir şey içerken bunu kullanırdı, demiştir.

 

وقال ابن عباس: {تفندون}/94/: تجهلون.

İbn Abbas تفندون  tufennidun (Yusuf 94) ifadesi "Benim cahil olduğumu söylüyorsunuz," anlamına gefir, demiştir.

 

وقال غيره: {غيابة } /10 - 15/: كل شيء غيب عنك شيئا فهو غيابة. والجب: الركية التي لم تطو. {بمؤمن لنا} /17/: بمصدق. {أشده} /22/: قبل أن يأخذ في النقصان، يقال: بلغوا أشده وبلغوا أشدهم، وقال بعضهم: واحدها شد.

والمتكأ: ما اتكأت عليه لشراب أو لحديث أو لطعام، وأبطل الذي قال الأترج، وليس في كلام العرب الأترج، فلما احتج عليهم بأن المتكأ من نمارق، فروا إلى شر منه، فقالوا: إنما هو المتك، ساكنة التاء، وإنما المتك طرف البظر، ومن ذلك قيل لها: متكاء وابن المتكاء، فإن كان ثم أترج فإنه بعد المتكأ.

Bir başka müfessir de şöyle demiştir: "Bir şeyi göremeyeceğin şekilde senden uzaklaştıran her şeye غيابة ğayabe (Yusuf 10) denir. جب Cübb ise 'duvc;ırı örülmemiş kuyu' بمؤمن لنا bimu'minin lena (Yusuf 17) 'bize inanıp bizi tasdik eden, أشده eşuddehu (Yusuf 22) ise 'kişinrı] naksanlığa başlamadan önceki ?ali' anlamına gelir. Nitekim bu son ifade بلغوا أشده beleğa, eşeddehu ve بلغوا أشدهم beleğu eşeddehum şeklinde kullanılır. Bir başkası da bu kelimenin tekilinin شد şedd olduğunu söylemiştir. İnsanın bir şey içmek veya konuşmak ya da yemek için kullandığı eşyalara متكأ mutteke" denir. Bu yorumu yapanlar, bu kelimeyi turunç olarak tefsır edenlerin görüşlerinin yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Zira bu kelime Arap dilinde turunç olarak açıklanmamıştır. Bu kelimeyi turunç olarak tefsır edenlerin görüşleri delillerle çürütülmüştür. Bu durum karşısında onlar, önceki görüşlerinden daha kötü bir görüşe meyledip şöyle demişlerdir: Bu lafız mutk"tür. "Mutk" de "kadının sünnet edilen yerinin bir kısmı" anlamına gelir. Buradan hareketle sünnet edilmemiş kadına; متكاء  metkau ve [onun oğluna da] ابن المتكاء ibnu'l-metka denmiştir. Eğer hazırlanan sofrada turunç varsa, bu, yaslanılacak yastık ve benzeri şeylerden sonra vardır.

 

{شغفها} /30/: يقال: بلغ شغافها، وهو غلاف قلبها، وأما شغفها فمن المشغوف. {أصب} /33/: أمل، صبا مال. {أضغاث أحلام} /44/: ما لا تأويل له، والضغث: ملء اليد من حشيش وما أشبهه، ومنه: {وخذ بيدك ضغثا} /ص: 44/: لا من قوله أضغاث أحلام، واحدها ضغث. {نمير} /65/: من الميرة. {ونزداد كيل بعير} /65/: ما يحمل بعير.

شغفها  Şeğafeha (Yusuf 30) "kadının kalbinin şigafına ulaştı" şeklinde açıklanmıştır. Şiğaf da kalbin zarıdır. ........Şeafehe ise "kalbi sevdaya y,anık" aplamına gelir. أصب Asbu (Yusuf 33).  "sevgi bakımından onlara meylederim," أضغاث أحلام adğasu ahlam (Yusuf 44) "teviii yapılamayan rüyalar" manasını ifade eder. .....Diğs "avuç dolusu sap ve benzeri şeyler," demektir. Nitekim şu ayette bu manada kullanılmıştır: وخذ بيدك ضغثا ve huz biyedike dığsen (Eline bir demet sap alıp onunla vur!).(Sad 44) أضغاث Adğasu ahlam ifadesinde geçen أضغاث adğas kelimesinin tekili ....diğs şeklinde gelir. نمير Nemiru (Yusuf 65) yemek anlamına gelen ö.r."......mira kökünden tÜremiştir. نزداد كيل بعير nezdadu keyle bair (Yusuf 65) "bir deve yükü de fazla alırız" anlamına gelir.'

 

{آوى إليه} /69/: ضم إليه. {السقاية} /70/: مكيال. {تفتأ} /85/: لا تزال. {حرضا} /85/: محرضا، يذيبك الهم. {تحسسوا} /87/: تخبروا. {مزجاة} /88/: قليلة. {غاشية من عذاب الله} /107/: عامة مجللة. {استيأسوا} /80/: يئسوا. {لا تيأسوا من روح الله} /87/: معناه الرجاء. {خلصوا نجيا} /80/: اعتزلوا نجيا، والجميع أنجية.

آوى إليه  Eva ileyhi (Yusuf 69) "yanına aldı," سقاية sikaye "ölçü aleti,"(Yusuf 70) تفتأ  tefteu (Yusuf 85) "hala," حرضا  haradan "üzüntünün yiyip bitirdiği kişi, "(Yusuf 85) تحسسوا tehassesu "araştırın,"(Yusuf 87) مزجاة muzcat "az,"(Yusuf 88) غاشية من عذاب الله ğaşiyetun min azabillah (Yusuf 107) "Allah'ın azab türleinden her şeyi kuşatanı," استيأسوا  istey'esu (Yusuf 80) "ümitlerini kes tiler," لا تيأسوا من روح الله la tey'esu min ravhıllahi (Allah'ın rahmetinden ümit ksmeyin!) ifadesi "Allah'ın rahmetine karşı ümit besleyin!" anlamına gelir.(Yusuf 87) خلصوا نجيا Halasu neciyye "Meseleyi kendi aralarında gizlice görüşmek üzere çekildiler," anlamına gelir.(Yusuf 80) نجيا Neciyy kelimesinin çoğulu أنجية enciye şeklinde gelir. Bu keliıpenin tekili, tesniyesi ve çoğulu نجيا neciyy şeklindedir. Bazen de çoğulu أنجية enciye olarak gelir.

 

AÇIKLAMA: Rivayet ehli, Hz. Yusuf'un kaç yaşında kemale erdiği konusunda ihtilaf etmiştir: Çoğunluğa göre o, ergenlik çağında kemale ermiştir. İbn Cübeyr'e göre ise lS yaşında kemale ulaşmıştır. Bu konuda İbnu't-Tın de şöyle demiştir: Daha kuvvetli olan görüşe göre, Hz. Yusuf kırk yaşında kemale ermiştir. Çünkü Allah Teala: ('Yusuf) kemal çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik,' buyurmuştur. [Bu ayet Hz. Yusuf'a bu çağda Nebilik verildiğini gösterir.] Bir insanın Nebi olması ancak kırk yaşına ulaşması ile mümkün olurdu." Fakat Hz. İsa'nın kırk yaşının altında Nebi olduğu, benzer şekilde "Henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik, "(Meryem 12) ayetine dc-yanarak Hz. Yahya'nın ve "Biz çözümü ihtiva eden hükmü Süleyman'a bildirdik, "(Enbiya 79) ayetine dayanarak da Hz. Süleyman'ın kırk yaşından önce peygarpber olduğu belirtilerek, onun bu görüşüne itiraz edilmiştir. Doğrusu şu ki; .....eşuddehu ifadesi ile Hz. Yusuf'un ergenlik çağına ulaştığı ifade edilmiştir. Bu ifadenin bu anlama gelmesi, Hz. Yusuf hakkında gayet açıktır. Çünkü bu ayetten sonra şu ayet gelmiştir: "Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi. "(Yusuf 23) Bu ifade, Hz. Musa hakkında kullanıldığı zaman ise kırk yaşına ulaşmak gibi, muhtemelen ergenlik çağından sonrası bir dönemi ifade etmektedir. Çünkü Hz. Musa için kullanılan bu kelimeden sonra "olgunlaşınca" ifadesi gelmektedir. Hem Hz. Yusuf, hem de Hz. Musa'dan bahseden ayetlerde "(isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik" ifadesi bulunmaktadır. Bu da göstermektedir ki; kırk yaş, Nebilik için bir sınır değildir.

 

Ebu Ubeyde şöyle demiştir:.....A'tedet .) .......itad kökünden ifal vezninde bir fiildir. Bu durumda ayetin (Yusuf 12) ... anlamı şu şekilde olur: Onlar için üzerine yaslanılacak yastıklar hazırladı.

 

Saıd İbn Cübeyr, ".......suvaa kelimesi Hırisllerin iki tarafı birbirine birleşen (ağzı dar-içi geniş) ölçü aletidir. Yabancılar bir şey içerken bunu kullanırlardı," demiştir. Bu yorumu İbn Mende "Garaibu Şu'be"de, İbn Merdliye de Amr İbn Merzlik, Şu'be, Ebu Bişr ve Saıd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'tan "Kralın su kabın! arıyoruz" ayeti hakkında nakletmiştir. İbn Abbas bu hususta şöyle demiştir: " .....Suvaa, gümüşten yapılmış bir tastır. İnsanlar bir şey içerken onu kullanırlaraı.. Cahiliyye döneminde Abbas'ın da buna benzer bir tası vardı." Aynı şekilde Ahmed İbn Hanbel ve İbn Ebı Şeybe, Muhammed İbn Ca'fer kanalıyla Şu'be'den bunu nakletmiştir. Bu rivayetin senedi sahihtir. Bu tas (mekkuk), Irak halkı tarafından bilinen bir ölçü aletidir.

 

İmam Buhari r: .....adğasu ahlam ifadesinin açıklamasında bu kelimenin tekilinin geçtiği Sad suresindeki ayeti de verdi. Böylece ikisinin farklı anlamlara geldiğini ifade etti.

 

Ebu Ya'la'nın rivayet ettiği bir habere göre, İbn Abbas bu ayet hakkında [Yusuf 12/44) şöyle demiştir: {أضغاث أحلام} Adğasu ahlam, "asılsız rüya" anlamına gelir.

 

Hz. Yusuf'un kardşlerinin getirdiği az malın ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre söz konusu mal, yün ve benzeri eşyalardan oluşuyordu. Bir başka görüşe göre ise değersiz dirhemlerden ibaretti. Abdurrezzak İbn Hemmam'ın hasen bir senetle naklettiğine göre, İbn Abbas'a "az bir mal"ın (Yusuf 88) ne olduğu sorulmuş. O da; "Pırt!, çuval ve küfe," şeklinde cevap vermiştir.

 

باب: قوله: {ويتم نعمته عليك وعلى آل يعقوب كما أتمها على أبويك من قبل إبراهيم وإسحاق} /6/.

1. "DAHA ÖNCE, ATALARIN İBRAHİM VE İSHAK'A NİMETLERİNİ TAMAMLADlĞI GİBİ TAMAMLAYACAKTIR,(Yusuf 6) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا عبد الله بن محمد: حدثنا عبد الصمد، عن عبد الرحمن بن عبد الله بن دينار، عن أبيه، عن عبد الله بن عمر رضي الله عنهما،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (الكريم، ابن الكريم، ابن الكريم، يوسف بن يعقوب بن إسحاق بن إبراهيم).

 

[-4688-] Abdullah İbn Ömer'den, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Kerim oğlu kerim'in oğlu kerim'in oğlu kerim Yusuf İbn Ya'kub İbn İshak İbn İbrahim'dir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İmam Buhar! bu başlık altında İbn Ömer'den nakledilen "Kerim oğlu kerim"  hadisini verdi. Hakim de buna benzer bir hadisi Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Bu hadis, sadece Yusuf Nebi'e ait olan bir fazilete delalet etmektedir. Başka hiç kimsede bu fazilet yoktur. Hz. Yusuf'un insanların en üstünü olması nesep bakımındandır. Nesep bakımından insanların en üstünü olması, başka açılardan da en üstün olduğu anlamına gelmez.

 

باب: {لقد كان في يوسف وإخوته آيات للسائلين} /7/.

2. "ANDOLSUN Ki YUSUF VE KARDEŞLERiNDE, (ALMAK) iSTEYENLER iÇiN iBRETLER VARDIR."(Yusuf 7)

 

حدثني محمد: أخبرنا عبدة، عن عبيد الله، عن سعيد بن أبي سعيد، عن أبي هريرة رضي الله عنه قال:

 سئل رسول الله صلى الله عليه وسلم أي الناس أكرم؟ قال: (أكرمهم عند الله أتقاهم). قالوا: ليس عن هذا نسألك، قال: (فأكرم الناس يوسف نبي الله، ابن نبي الله، ابن نبي الله، ابن خليل الله). قالوا: ليس عن هذا نسألك، قال: (فعن معادن العرب تسألونني). قالوا: نعم، قال: (فخياركم في الجاهلية خياركم في الإسلام، إذا فقهوا).

تابعه أبو أسامة، عن عبيد الله.

 

[-4689-] Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e insanların en üstünü soruldu. O da; "Allah katında insanların en üstünü en takvalı olan kimsedir," buyurdu. Ashab-ı kiram: "Bunu [dini bakımdan en üstün olanı] sormuyoruz. (Nesep bakımından) en üstün olanı soruyoruz." dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "İnsanların en üstünü, Allah'ın Halili'nin oğlu Allah'ın Nebisinin oğlu Allah'ın Nebiinin oğlu Yusuftur," buyurdu. Ashab-ı kiram: "Sana bunu da sormuyoruz," dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Arapların köklerinden (kimin hayırlı olduğunu mu) soruyorsunuz?" diye sordu. Onlar da "Evet," dediler. Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de şöyle buyurdu:

 

Cahiliyye döneminde sizin en hayırlılarınız, ince din anlayışına sahip oldukları zaman İslam döneminde de en hayırlı kimselerdir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İbn Cer!r et-Taber! ve daha başka müfessirler Hz. Yusuf'un kardeşlerinin isimlerini şu şekilde vermiştir: RObll, ŞemOn, Lav!, YehOda, Ribalön, Yeşcer, Dan, Neyyal, Cad, Eşir ve Bünyam!n. En büyükleri Rubll idi.

 

İmam Buhar! bu başlık altında Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması geniş biçimde "Kitabu'l-enbiya"da geçmişti.

 

باب: قوله: {قال بل سولت لكم أنفسكم أمرا} /18/.

3. "(YAIKUB) DEDİ Kİ: BİLAKİS NEFİSLERİNİZ SİZE (KÖTÜ) BİR İŞİ GÜZEL GÖSTERDi. ARTIK (BANA DÜŞEN) HAKKIYLA SABRETMEKTİR, "(Yusuf 18)AYETİNİN TEFSİRİ

 

سولت: زينت.

سولت Sevvelet "güzel gösterdi," anlamına gelir.

 

حدثنا عبد العزيز بن عبد الله: حدثنا إبراهيم بن سعد،

عن صالح، عن ابن شهاب. قال: وحدثنا الحجاج: حدثنا عبد الله بن عمر النميري: حدثنا يونس بن يزيد الأيلي قال: سمعت الزهري: سمعت عروة ابن الزبير، وسعيد بن المسيب، وعلقمة بن وقاص، وعبيد الله بن عبد الله،

 عن حديث عائشة زوج النبي صلى الله عليه وسلم، حين قال لها أهل الإفك ما قالوا، فبرأها الله، كل حدثني طائفة من الحديث، قال النبي صلى الله عليه وسلم: (إن كنت بريئة فسيبرئك الله، وإن كنت ألممت بذنب، فاستغفري الله وتوبي إليه). قلت: إني والله لا أجد مثلا إلا أبا يوسف: {فصبر جميل والله المستعان على ما تصفون}. وأنزل الله: {إن الذين جاؤوا بالإفك}. العشر الآيات.

 

[-4690-] Ubeydullah İbn Abdillah, Hz. Nebi'in eşi Hz. Aişe'den aktarılan hadisi nakletmiştir. Hz. Aişe bu hadisi ifk hadisesini çıkaranların kendisine büyük iftirada bulundukları zaman aktarmıştı: Allah Teala da onun masum olduğunu açıklamıştı.

 

[Hadisin ravilerinden Muhammed İbn Şihab ez-Zührı şöyle demiştir:] O ravilerden490 her biri bu hadisin bir bölümünü bana tahdıs etti.

 

(Söz konusu raviler: Urve, İbnu'I-Müseyyeb, Alkame ve Ubeydullah'tır)

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Aişe'ye; "Eğer suçsuz isen, Allah Teala senin masum olduğunu açıklayacaktır. Yok eğer bir günaha bulaştıysan, Allah'tan bağışlanma dile ve O'na tevbe eti" dedi.

 

O da şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki; Yusuf'un babasının "Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklannız karşısında Allah'tan başka yardım edebilecek hiç kimse 01amazl"(Yusuf 18) sözünden başka diyecek özlü bir söz bulamıyorum.

 

Bunun üzerine Allah Teala "(Nebi'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur ... " şeklinde başlayan on ayeti indirdi.

 

 

حدثنا موسى: حدثنا أبو عوانة، عن حصين، عن أبي وائل قال: حدثني مسروق بن الأجدع قال: حدثتني أم رومان وهي أم عائشة قالت:

 بينا أنا وعائشة أخذتها الحمى، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (لعل في حديث تحدث). قالت: نعم، وقعدت عائشة، قالت: مثلي ومثلكم كيعقوب وبنيه: {والله المستعان على ما تصفون}.

 

[-4691-] Aişe r.anha'nın annesi Ümmü Ruman'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

 

Benimle birlikteyken Hz. Aişe ateşli bir hastalığa yakalandı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

 

"Belki de o, hakkında söylenen sözlerden dolayı hasta oldu" dedi.

 

Ümmü Ruman da "Evet," dedi.

 

Bunun üzerine Hz. Aişe doğrulup oturdu ve "Benim ile sizin durumunuz, Yakup Nebi ile oğullarının durumu gibidir," dedi [ve şu ayeti okudu:] "Babalan Yakub: "Hayırı" dedi. "Nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş. Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklannız karşısında Allah'tan başka yardım edebilecek hiç kimse 01amazl"(Yusuf 18)

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Ebu Ubeyde ......sewelet ifadesini "süslemek ve güzel göstermek" şeklinde tefsır etmiştir.

 

İmam Buhari bu başlık altında ifk hadisinin bir bölümünü verdi. Bu hadisin tamamı ile açıklaması ise Nur suresinin tefsirinde gelecektir.

 

باب: {وروادته التي هو في بيتها عن نفسه وغلقت الأبواب وقالت هيت لك} /23/.

4. "EVİNDE BULUNDUĞU KADIN, ONUN NEFSİNDEN MURAT ALMAK İSTEDİ, KAPILARI İYİCE KAPATTI VE "HAYDİ GEL!" DEDİ," (Yusuf 23) AYETİNİN TEFSİRİ

 

وقال عكرمة: هيت لك: بالحورانية: هلم. وقال ابن جبير: تعاله.

İkrime; هيت لك Heyte leke Havraniyye dilinde 'haydi' anlamına gelir," İbnu'l-Cübeyr de; "gel manasına gelir," demiştir.

 

حدثني أحمد بن سعيد: حدثنا بشر بن عمر: حدثنا شعبة، عن سليمان، عن أبي وائل، عن عبد الله بن مسعود قال: {هيت لك}. قال: وإنما نقرؤها كما علمناها. {مثواه} /21/: مقامه. {وألفيا} /25/: وجدا. {ألفوا آباءهم} /الصافات: 69/. {ألفينا} /البقرة: 170/.

وعن ابن مسعود: {بل عجبت ويسخرون} /الصافات: 12/.

 

[-4692-] Abdullah İbn Mes'ud, هيت لك Heyte lek'i okudu ve şöyle dedi: Bunu ancak bize öğretildiği gibi okuruz.

 

مثواه Mesvahu "kalacağı yer," ألفيا elfeya ise "buldular" anlamına gelir. [Nitekim şu ayetlerde de bu manada kullanılmıştır:] ألفوا آباءهم "Onlar atalarını haktan sapmış durumda buldular. "(Saffat 69) "Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız" derler. "(Bakara 170) İbn Mes'ud'un aşağıdaki ayeti şu şekilde okuduğu nakledilmiştir:

 

بل عجبت ويسخرون  Bel acibtu ve yesharun (Ne var ki ben onların haşri inkar etmelerine şaşarım, onlar ise seninle alayederler. )(Saffat 12)

 

 

حدثنا الحميدي: حدثنا سفيان، عن الأعمش، عن مسلم، عن مسروق، عن عبد الله رضي الله عنه:

 أن قريشا لما أبطؤوا على النبي صلى الله عليه وسلم بالإسلام، قال: (اللهم اكفنيهم بسبع كسبع يوسف). فأصابتهم سنة حصت كل شيء، حتى أكلوا العظام، حتى جعل الرجل ينظر إلى السماء فيرى بينه وبينها مثل الدخان، قال الله: {فارتقب يوم تأتي السماء بدخان مبين}. قال الله: {إنا كاشفوا العذاب قليلا إنكم عائدون}. أفيكشف عنهم العذاب يوم القيامة؟ وقد مضى الدخان، ومضت البطشة.

 

[-4693-] Abdullah'tan nakledildiğine göre Kureyş, Müslüman olma konusunda kendisine ayak direyince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle demişti:

 

Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiği yedi kıtlık yılı ile onlara karşı bana yardım et!

 

Bunun üzerine kıtlık meydana geldi. Kıtlık her şeyin tükenmesine neden oldu. Sonunda insanlar kemikleri yemeye başladılar. Durum öyle bir hal aldı ki; kişi, göğe baktığı zaman kendisi ile gök arasında bir duman görür hale geldi.

 

Allah Teala şöyle buyurmuştur: Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle!"(Duhan 10) "Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. "(Duhan 15) Kıyamet günü onlardan hiç azap kaldırılır mı?

 

Duman ve şiddetle yakalama sona erdi.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Hz. Yusuf'u arzulayan kadının ismi, meşhur olan görüşe göre Züleyha'dır.

Rail olduğu da ileri sürülmüştür. Kocası azizin ismi ise Kıtfir'dir.

 

İbn Mes'ud'un aşağıdaki ayet i şu şekilde okuduğu rivayet edilmiştir: ....... (Ne var ki ben onların haşri inkar etmelerine şaşarım, onlar ise seninle alayederler. ) (Saffat 12)" İmam Buhari'nin bu ayeti burada verme nedeni anlaşılmamıştır. Çünkü bu ayet Saffat suresindedir. Anlam bakımından da bu sureye uygun bir tarafı yoktur. Bir de İmam Buhari bu başlık altında Abdullah İbn Mes'ud'dan nakledilen hadisi verdi. Bu hadise göre; "Kureyş, Müslüman olma konusunda kendisine ayak direyince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle demişti:

 

Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiği yedi kıtlık yılı ile onlara karşı bana yardım et!" Bu hadisin de yukarıdaki başlıkta yer alan "Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi," ayeti ile bir ilgisinin bulunduğu ortaya çıkmıyor.

 

Ebu Abdillah İbn Reşıd'in seyahatnamesinden naklettiğime göre, Ebu'l-İsba' İsa İbn Sehl "Şerh"inde rivayetlerle konu başlığının ilişkisini kurmak için kendisini zorlamıştır. Onun açıklamasının özeti şu şekildedir: İmam Buhari "Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi," ayetini konu başlığı olarak seçti. İbn Mes'ud'dan nakledilen, "Kureyş, Müslüman olma konusunda kendisine ayak direyince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle demişti: Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiği yedi kıtlık yılı ile onlara karşı bana yardım et! .. " şeklinde başlayan hadisi de bu başlığın altında verdi. Bundan önce de İbn Mes'ud'un ......bel acibtü ve yesharun ayetini nasıl okuduğuna dair rivayeti naklettL Ancak'tam anlamın hasılolacağı yere gelince durdu ve anlamın hasılolmasını sağlayacak ifadeye yer vermedi. Anlamın hasılolacağı ifade ise "Kendilerine nasihat edildiğinde, uyarıları dikkate almazlar. Bir mucize görseler alayederler, "(Saffat 13-14) ayetidir. İşte bu ayetten söz konusu rivayet in konu başlığı ile ilişkisi ortaya çıkar. Şöyle ki; kardeşleri ve azizin hanımı tarafından Hz. Yusuf'a yapılanlar, kavmi tarafından Hz. Muhammed'e yapılanlara benzetilmiştir. Kardeşleri Yusuf Nebii doğup büyüdüğü topraklardan çıkarıp onu köleleştirecek kimselere satmışlardı. Kureyşlilerin Hz. Nebi'i vatanından çıkarmaları da buna benzemektedir.

 

Hz. Yusuf, kardeşleri kendisine "Allah'a andalsun, haki katen Allah seni bize üstün kılmış, "(Yusuf 93) dedikleri zaman, onlara kötü davranmamıştı. Bunun gibi Hz. Nebi de Mekke'yi fethedince halkına kötü davranmamıştı. Hz. Yusuf pişman olarak kendisine gelen kardeşlerine "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsinf"(Yusuf 92) diyerek dua etmişti. Benzer şekilde Hz. Nebi de Ebu Süfyan kendileri için ondan yağmur duası yapmasını isteyince, Allah'tan yağmur yağdırmasını istemişti.

 

.....Bel acibtu ve yesharun ayeti "Seninle alayetmelerine ve sapıklıklarını sürdürmelerine rağmen onlara merhametli ve yumuşak davranmama şaşırdın," anlamına gelir. İbn Mes'ud'un kıraatine göre ise şu şekildedir: "Seninle tevessül ederek, sana gelen insanlara dua edip azabın onlardan uzaklaşmasına vesile olduğun zaman, kavmine karşı merhametli Ve yumuşak davranmana şaşırdım." Hz. Nebi'in bu şekilde kavmine karşı merhametli ve yumuşak davranması, Hz. Yusuf'un muhtaç olarak kendisine gelen kardeşleri ile kocasını kendisine karşı kışkırtan, iftira atan ve hapse girmesine neden olan azizin karısına karşı merhametli ve yumuşak davranmasına benzemektedir. Hz. Yusuf kendisine bunca kötülük yapan azizin karısını cezalandırmamıştır.

 

Böylece zahiren birbirinden uzak olsalar da, iki ayetin anlam bakımından ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Bu tür durumlar, İmam Buhari'nin kitabında çoktur. Allah'ın basiret gözünü açmadığı kimseler, bundan dolayı İmam Buhari'yi eleştirmişlerdir.

 

Kirmani de şöyle demiştir: ....Acibtu fiili her ne kadar Saffat suresinde geçse de, İmam Buhari burada ona yer verdi. Böylece tıpkı ....... heyte kelimesi dammeli okunduğu gibi, İbn Mes'ud'un da bunu dammeli olarak okuduğuna işaret etti.

 

Kirmanı'nin rivayet ile konu başlığı arasında kurduğu münasebet uygundur.

 

Ancak İbn Sehl'in görüşü onun yorumundan daha iyidir.

 

باب: قوله: {فلما جاءه الرسول قال ارجع إلى ربك فاسأله ما بال النسوة اللاتي قطعن أيديهن إن ربي بكيدهن عليم. قال ما خطبكن إذ راودتن يوسف عن نفسه قلن حاشى لله} /50 - 51/.

5. "ELÇi, YUSUF'A GELDİĞİ ZAMAN, (YUSUF) DEDİ Kİ: 'EFENDİNE DÖN DE ONA: ELLERİNİ KESEN O KADıNLARIN ZORU NEYDİ? DİYE SOR. ŞÜPHESİZ BENİM RABBİM ONLARIN HİLESİNİ ÇOK İYİ BİLİR.' HAŞA! ALLAH İÇİN, BİZ ONDAN HİÇBİR KÖTÜLÜK GÖRMEDİK, DEDİLER,"(Yusuf 50-51) AYETİNİN TEFSİRİ

 

وحاش وحاشى: تنزيه واستثناء. {حصحص} /51/: وضح.

حاش وحاشى Haşa ve haşa ifadeleri tenzih ve istisna için kullanılır. حصحص Hashasa ise "açık hale geldi" (Yusuf 51) anlamına gelir.

 

حدثنا سعيد بن تليد: حدثنا عبد الرحمن بن القاسم، عن بكر بن مضر، عن عمرو بن الحارث، عن يونس بن يزيد، عن ابن شهاب، عن سعيد بن المسيب وأبي سلمة بن عبد الرحمن، عن أبي هريرة رضي الله عنه قال:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (يرحم الله لوطا، لقد كان يأوي إلى ركن شديد، ولو لبثت في السجن ما لبث يوسف لأجبت الداعي، ونحن أحق من إبراهيم إذ قال له: {أولم تؤمن قال بلى ولكن ليطمئن قلبي}).

 

[-4694-] Ebu Hureyrelden rivayet edildiğine göre o, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:

 

Allah Lut'a rahmet etsin. o, sağlam bir rükne [Allah'a] sığınıyordu.

 

Eğer Hz. Yusuf kadar zindanda kalsaydım, beni çıkarmak için gelen kimseye hemen uyardım.

 

Şüphe konusunda bizim İbrahim'e göre daha haklı tarafımız var. Zira Rabbi ona "Yoksa inanmadın mı? dedi. O da:

 

Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi."(Bakara 260)

 

 

İmam Buharlinin bu başlık altında verdiği hadisin açıklaması "Kitabu'lEnbiya'da İbrahim ve Lut bölümlerinde geçmişti

 

باب: قوله: {حتى إذا استيأس الرسل} /110/.

6. "NİHAYET NEBiLER ÜMİTLERİNİ YİTİRİP ... "(Yusuf 110) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا عبد العزيز بن عبد الله: حدثنا إبراهيم بن سعد،

عن صالح، عن ابن شهاب قال: أخبرني عروة بن الزبير، عن عائشة رضي الله عنها قالت له،

 وهو يسألها عن قول الله تعالى: {حتى إذا استيأس الرسل}. قال: قلت: أكذبوا أم كذبوا؟ قالت: عائشة: كذبوا، قلت: فقد استيقنوا أن قومهم كذبوهم فما هو بالظن؟ قالت: أجل لعمري لقد استيقنوا بذلك، فقلت لها: وظنوا أنهم قد كذبوا، قالت: معاذ الله، لم تكن الرسل تظن ذلك بربها، قلت: فما هذه الآية؟ قالت: هم أتباع الرسل الذين آمنوا بربهم وصدقوهم، فطال عليهم البلاء واستأخر عنهم النصر، حتى إذا استيأس الرسل ممن كذبهم من قومهم، وظنت الرسل أن أتباعهم قد كذبوهم، جاءهم نصر الله عند ذلك.

 

[-4695-] Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, Urve İbnü'z-Zübeyr ona; "Nihayet Nebiler ümitlerini yitirip ... " ayetini sormuş. [Bundan sonrasını Urve İbnü'z-Zübeyr şöyle anlatıyor:

 

Hz. Aişe'ye "Nebilere yalan mı söylendi, yoksa onlar yalanlandılar mı?" diye sordum. O da "Yalanlandılar," diye cevap verdi. Ben de şöyle dedim:

 

"Nebiler toplumlarının kendilerini yalanladıkları nı zaten kesin olarak biliyorlardı. Onların bu bilgisi zan değildi." Hz. Aişe de "Evet, Yemin ederim ki onlar bunu biliyordu," dedi. Bu defa ben:

 

"o halde onlar, kendilerine yalan söylendiğini zannediyorlardı," dedim. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle söyledi:

 

[O ne biçim söz] Böyle okumaktan Allah'a sığınırım. Nebiler Rablerinin kendilerine yalan söylediğini asla düşünmezler." Ben de; "Öyleyse bu ayet hangi anlama gelir?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi:

 

Bu ayette, Rablerine iman eden ve Nebileri tasdik edip onlara bağlı olan kimseler kastedilmiştir. Uzun süren sıkıntıya maruz kalıp zafer de gecikince Nebiler, gönderildikleri toplumlardaıfkendilerini yalanlayanlardan ümit kesmişler ve kendilerine bağlı olan insanların da kendilerini yalanladıklarını zannetmişlerdi. İşte o zaman Allah'ın yardımı yetişmişti.

 

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب، عن الزهري قال: أخبرني عروة: فقلت: لعلها {كذبوا} مخففة، قالت: معاذ الله.

 

[-4696-] Urve'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Aişe'ye bu fiilin şeddesiz olarak كذبوا  kuzibu şeklinde olabileceğini söyledim. O da

 

"Bu şekilde okumaktan Allah'a' sığınırım!" dedi.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İsmaili nüshasına göre Urve bu fiilin şeddesiz olarak ......kuzibu şeklinde okunduğunu söyleyince Hz. Aişe "Böyle okumaktan Allah'a sığınırım!" diyerek tepki göstermiştir. Bu rivayet Hz. Aişe'nin söz konusu fiildeki zamirin Nebilere döndüğünü varsayarak şeddesiz kıraati inkar ettiğini açıkça göstermektedir. Ancak ifade ettiğim gibi, o zamir Nebileri göstermemektedir. Bu durumda, sabit olan bu kıraati inkar etmenin bir manası yoktur. Muhtemelen Hz. Aişe'ye, kıraat konusunda otorite sayılan insanlardan böyle bir kıraatin olduğu bilgisi ulaşmamıştır.

 

Asım, Yahya İbn Sabit, A'meş, Hamza ve Kisai gibi Kufe imamlarından olan kuralar bu fiili şeddesiz okumuşlardır. Hicazilerden Ebu Ca'fer İbnu'l-Ka'ka' da onlara katılmıştır. Ayrıca bu kıraat, diğer kuralardan İbn Mes'ud, İbn Abbas, Ebu Abdirrahman es-Sülemı, Hasan-ı Basrı ve Hamd İbn Ka'b Kurazı'ye de aittir.

 

Taberı'nin rivayetine göre, kendisine bu ayet sorulunea Saıd İbn Cübeyr şöyle demiştir: Nebiler gönderildikleri toplumların kendilerini tasdik etmelerinden ümitlerini kesmişti. Onlar da Nebilerin kendilerine yalan söylediklerini zannetmişlerdi.

 

Dahhak İbn Müzahim de şöyle demiştir: Bu kelime için Yemen'e gitse m yine de çok bir iş yapmış olmam.

 

Saıd İbn Cübeyr, İbn Abbas'ın sözlerini en iyi anlayan öğrencilerinin başında gelir. İşte o, ayeti benim yukarıda belirttiğim ikinci ihtimale hamletmiştir. Rivayet edildiğine göre Müslim İbn Yesar, Saıd İbn Cübeyr'e "Bir ayet var ki, ne yaptıysam onu anlayamadım," dedi ve bu ayeti [Yusuf 110] okudu. Saıd İbn Cübeyr de "Bu konuda Nebilerin kendilerine yalan söylendiğini zannederek yanlış yaptın," dedi ve yukarıdakine benzer şekilde cevap verdi. Bunun üzerine Müslim: "Benim bir sıkıntımı giderdin. Allah da senin sıkıntını gidersin," dedi ve sonra kalkıp ona sarıldı.

 

Bu yorum, Saıd İbn Cübeyr kanalıyla bizzat İbn Abbas'tan da nakledilmiştir.

Nesaı başka bir senetle Saıd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'ın "Nihayet Nebiler ümitlerini yitirip ... " ayeti hakkında şöyle söylediğini nakletmiştir:

 

Nebiler gönderildikleri toplumların iman etmesinden ümitlerini kestiler. Onlar da Nebilerin kendilerine yalan söylediğini zannettiler." Bu rivayetin senedi hasendir. Ayrıca bu rivayet, bu ayetin yorumu hakkında İbn Abbas'tan nakledilen görüşler içinde muteber olmalıdır. Zira o, kendisinin neyi kastettiğini herkesten daha iyi bilir.