DEVAM: 40. Allah Teala dediki: Bir de Davud'a Süleyman'ı
bahşettik. Süleyman ne güzel kuldu. Çünkü o seslice tesbih edip Allah'a
yönelirdi. [Sad,30] ayeti.
حدثنا أبو
اليمان:
أخبرنا شعيب:
حدثنا أبو الزناد،
عن عبد الرحمن
حدثه: أنه سمع
أبا هريرة رضي
الله عنه:
أنه
سمع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم يقول: (مثلي
ومثل الناس،
كمثل رجل
استوقد نارا،
فجعل الفراش
وهذه الدواب
تقع في النار.
وقال: كانت امرأتان
معهما
ابناهما، جاء
الذئب فذهب
بابن
إحداهما،
فقالت
صاحبتها: إنما
ذهب بابنك،
وقالت:
الأخرى: إنما
ذهب بابنك،
فتحاكمتا إلى
داود، فقضى به
للكبرى،
فخرجتا على
سليمان بن
داود
فأخبرتاه،
فقال: ائتوني
بالسكين أشقه
بينهما،
فقالت الصغرى:
لا تفعل يرحمك
الله، هو
ابنها، فقضى
به للصغرى).
قال أبو
هريرة: والله
إن سمعت
بالسكين إلا
يومئذ، وما
كنا نقول إلا
المدية.
[-3426-] Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre o, Resulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Benim misalim ile diğer
insanların misali ateş yakan bir adama benzer. Ateş böcekleri ile şu canlı
varlıklar ateşe düşmeye koyulurlar. "
[-3427-] "Ayrıca dedi ki: İki kadının beraberlerinde çocukları da
vardı. Kurt gelip, onlardan birisinin çocuğunu alıp gitti. Diğeri: Senin oğlunu
alıp gitti, dedi. Öbürü de: Hayır, asıl senin oğlunu alıp gitti, deyince, Davud
aleyhisselam'ın hükmüne başvurdular. O da onun (geriye kalan çocuğun) büyük
kadına ait olduğuna hüküm verdi. Davud oğlu SÜleyman'ın huzuruna çıktılar ve
ona durumu anlattılar. Süleyman: Bana bir bıçak getirin de çocuğu her birisine
(yarısını vermek üzere) ortadan böleyim deyince, küçük olanları: Allah'ın
rahmeti üzerine olsun yapma, çocuk onundur, dedi. Bunun üzerine çocuğun küçük
kadına ait olduğuna hüküm verdi.
Ebu Hureyre dedi ki: Allah'a yemin ederim o güne kadar ben (bıçak
demek olan) es-sikkin lafzını duymamıştım. Biz daha önce ona sadece
"el-mudye" derdik,
Tekrar: 6769
AÇIKLAMA: "O ne iyi
kuldur. O evvabdır." Dönen, inabe eden, demektir. Bu da "el
evvab" lafzının açıklamasıdır. İbn Cureyc, Mücahid yoluyla şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Evvab, günahlardan çokça dönen demektir. Katade yoluyla da,
o itaatkar kimse demektir, dediğini rivayet etmiştir.
Ebu Ubeyde dedi ki: "el-Cevabi'', cabiye'nin çoğulu olup
içine suyun doldurulduğu havuz demektir.
"Dabbetu'l-ard"dan kasıt, ağaç kurdudur.
"Boyunlarını ve bacaklarını sıvazlamaya başladı, yani
atların yelelerini ve ayaklarını sıvazladı." Bu İbn Abbas'ın görüşü olup,
bunu İbn Cerir rivayet etmiştir. el-Hasen yoluyla da şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Ayaklarını kesti ve boyunlarını vurdu, "Onlarla uğraştığımdan
ötürü bir daha Rabbime ibadetten beni alıkoyamayacaklar, dedi.
"el-Asfad" zincirler demektir. İbn Cerir, es-Süddi
yoluyla şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Asfada vurulmuşlar" ifadesi,
zincirlerle elleri boyunlarına bağlanmış olacaktır, demektir.
"Dün" yani bundan önceki gece.
"Kardeşim Süleyman'ın duasını hatırladım." Yani onun:
"Rabbim, benden sonra hiçbir kimseye bağışlamayacağın bir mülk
ver"[Sad, 35] dediğini hatırladım. Bununla o ifriti mescidin direğine
bağlamaktan vazgeçmesinin, Süleyman aleyhisselam'ın hatırını gözetmekten ötürü
olduğuna işaret edilmektedir. Muhtemelen Süleyman'ın hususiyeti de sadece bu
kadarıyla değil, istediği her hususta cinleri kullanabilmesi şeklinde idi.
Hattabi bu hadisi Süleyman'ın arkadaşlarının, cinleri bu işleri yaparken gerçek
şekil ve kılıklarında görebildiklerine delil göstermiş ve Yüce Allah'ın:
"O ve onun kabilesi sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerden sizleri
görürler. "[A'raf,27]] buyruğundan maksadın da Ademoğullarının çoğunlukla
görülen hallerinin böyle olduğu şeklindedir, diye, açıklamıştır.
Ancak ona şöyle cevap verilmiştir: İnsanların cinleri asli
heyetleriyle göremeyecekleri ayetten kesin olarak anlaşılmamaktadır. Hatta ayetin
zahirinden bunun mümkün olduğu dahi anlaşılabilir. Bizim onları göremeyişimiz
onların bizi görmeleri hali ile kayıtlıdır. Bu ise bu halin dışındaki
durumlarda kendilerini görmemizin imkan dahilinde olduğunu reddetmemektedir.
Bununla birlikte, uyruğun umumi bir anlam ifade etme ihtimali de vardır. çoğu
ilim adamlarının anladığı budur. Hatta Şafii şöyle demiştir: Kim cinleri
gördüğünü iddia ederse biz de onun şahitliğini kabul etmeyiz. Bu görüşüne de bu
ayeti delil göstermiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Süleyman b. Davud: Bu gece dolaşacağım ... dedi"
ifadesi cimadan kinayedir.
"Her kadın Allah yolunda cihad edecek bir süvariye hamile
kalacak." O, bu sözlerini hayır temennisinde bulunmak üzere söylemişti.
Bunu kat'i bir ifade olarak kullanması ise böyle bir ümidin
gerçekleşeceği kanaatinin onda ağır basmış olması idi. Çünkü bu temenniden
maksadı hayırdı ve dünyevi bir maksat için değil, uhrevi bir amaçla bunu
istemişti. Seleften birisi şöyle demiştir: Nebi s.a.v. bu hadis ile temennide
bulunurken işi Allah'a havale etmekten yüz çevirmenin afet olduğuna dikkat
çekmiş olmaktadır. Bundan dolayı ilahi kaderin gerçekleşmesi için o istisnada
bulunmayı (inşallah demeyi) unutmuş oldu.
"Arkadaşı ona inşallah de, dedi." ileride gelecek olan
Ma'mer'in, Tavus'tan naklettiği rivayetinde: "Melek ona ... dedi"
şeklindedir.
Kurtubi hadisteki: "Arkadaşı yada melek ona dedi"
buyruğu hakkında şunları söylemektedir: Şayet bu kişi onun arkadaşı ise bununla
kastedilen, insan ve cinlerden veziridir. Eğer bu arkadaşı melek ise ona vahiy
getiren melektir.
"O demedi." Kadı Iyad dedi ki: Bir başka rivayet
yolunda: "Unuttu" diye gelen lafız bunu açıklamaktadır.
"Ancak yarısı bulunmayan tek bir düşük." Şuayb'in
rivayetinde şu şekildedir: "O kadınlardan sadece bir tek kadın hamile
kaldı. O da yarım bir çocuk doğurdu."
"Eğer onu demiş olsaydı, Allah yolunda cihad
edeceklerdi." Maksat, onun istediğinin gerçekleşmiş olacağını anlatmaktır.
Fakat Nebi s.a.v.'in bu kıssada Süleyman aleyhisselam hakkında bu durumu bize
haber vermiş olması, (inşallah diyerek) istisnada bulunan herkesin her
dilediğinin gerçekleşmesi gerekmez. Aksine istisna yapılırsa bu temenninin
gerçekleşmesi ümit edilebilir. İstisnanın terk edilmesi halinde ise, temenni
edilenin gerçekleşmeyeceğinden korkulur. Böylelikle Musa'nın Hızır'a söylediği:
"İnşallah beni sabredici bulacaksın" sözlerine karşılık Hızır'ın ona
sonunda: "İşte bu, senin tahammül edemediğin şeylerin açıklamasıdır"
diye söylediği sözleri ile ilgili olarak yapılabilecek itirazlara da cevap
verilebilmektedir."
Hadislerden Çıkan Sonuçlar
1. Hayır işlemek ve onun sebeplerine sarılmak bir fazilettir.
Mübah ve zevk veren pek çok şey, niyet ve kasıt neticesinde mustehab olabilir.
2. Bu işi yapacağım, diyen kimsenin (inşallah diyerek) istisnada
bulunması mustehabtır.
3. Yeminden sonra inşallah demek, yeminin hükmünü kaldırır.
İstisna ile yeminin arka arkaya yapılması şartıyla bu, üzerinde ittifak edilmiş
bir husustur. Yeminler ve nezirler bahsinde bazı açıklamalar ile birlikte
gelecektir. (6718 ve 6720 numaralı
hadisler de.)
4. İstisna ancak telaffuz edilmekle olur. Niyet istisna için
yeterli değildir. Bu hususta kimi Maliki alimlerden nakledilen görüşler dışında
ittifak vardır.
5. Bu hadisten anlaşıldığına göre nebilerin cima' hususunda
üstün bir güçleri vardır. Bu ise niyetlerinin sahih olduğuna, erkeklik
güçlerinin üstün olduğuna, erkekliklerinin mükemmelolduğuna delildir. Bununla
birlikte, onlar ibadet ve ilirnlerle de meşguloluyorlardı. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in de bu husustaki mucizesi en ileri derecededir. Çünkü o
Rabbine ibadet ile, bunun ilimieri ile ve insanların işleri ile uğraşmakla
birlikte, bedenin çokça cima' etme gücünü zayıflatması sonucunu veren bir iş
olarak oldukça az yer ve içerdi. Bununla birlikte bir gecede bütün hanımlarını
dolaşır ve bir defa guslederdi. Hanımlarının sayısı da onbir tane idi. Bu husus
daha önce Gusül bölümünde geçmiş bulunmaktadır.
Denildiğine göre Allah'a karşı daha takvalı olan kimsenin
şehveti de daha güçlü olur. Çünkü takvalı olmayan kimse, bakmak ve benzeri
haller ile etrafını gözetler durur.
Kurtubi der ki: Süleyman aleyhisselam'ın bu sözleri ile Rabbine
karşı kat'i bir talepte bulunduğunu zannedenler, ancak enbiyanın hallerini ve
Allah'a karşı edeplerini bilmeyen kimseler olabilir.
İbnu'l-Cevzi der ki: Süleyman bir gecede suyundan bu sayıda
kişinin yaratılacağını nereden biliyordu? Böyle bir şeyi bilmesinin vahiy
yoluyla olmasına imkan yoktur, çünkü olmadı. Bu hususta işin onun elinde olması
da mümkün • değildir. Çünkü bu Allah'ın iradesine bağlı bir şeydir, diye
sorulacak olursa buna verilecek cevap şudur:
Bu, yüce Allah'tan bir temenni kabilindendir. Ondan böyle bir
şey istemek ve dilemek demektir. Bu hususa dair yemin etmesi de Enes b.
en-Nadr'ın: "Allah'a yemin ederim, onun dişi kırılmayacaktır"
demesine benzer.
Şu ihtimal de sözkonusudur. Yüce Allah onun: Kendisinden sonra
hiçbir kimseye verilmeyecek bir mülkü kendisine bağışlaması için yaptığı duayı
yüce Allah kabul edince, ona göre bu da bu duanın kapsamı içerisinde olduğundan
kesin bir ifade ile böyle bir dilekte bulunmuş oldu.
Bu husustaki en kuwetli ihtimal ilk olarak zikrettiğim
ihtimaldir. Başarı Allah'tandır.
Derim ki: Yüce Allah'ın bu hususta ona istisnada bulunma şartı
ile kayıtlı olmak üzere vahyetmiş olma ihtimali de vardır. Ancak o, istisnada
bulunmayı unutunca şart gerçekleşmediğinden ötürü isteği gerçekleşmedi.
6. Hadisten anlaşıldığına göre Nebiler de yanılabilirler, bu
onların üstün makamlarına bir gölge düşürmez.
"İlk olarak hangi mescid bina edildi." İbrahim
aleyhisseliım'ın kıssası anlatılırken buna dikkat çekilmiş idi.
7. "Namaz vaktine nerede erişirsen" ifadesinde namazı
ilk vaktinde kılmaya dikkat etme gereğine işaret edilmektedir.
8.Ayrıca bu, vakitleri bilmeye de bir teşvik ihtiva eder.
9. Bunda ibadetin yapılacağı en faziletli mekanda
bulunulamayacak olursa, böyle bir imkan yok diye emrolunanın terk
edilmeyeceğine de işaret vardır. Aksine emrolunan işi fazileti daha az olan yerde
de yapar. Çünkü Nebi s.a.v. Ebu Zerr'in özellikle ilk bina edilen mescide dair
soru sormasından namazını da özellikle o mescidde kılmak istediğini anlamış
gibidir. Bundan dolayı namaz vakti girdiğinde namazı kılmanın en faziletli
mekanda bulunmaya bağlı olmadığına dikkat çekmiş olmaktadır.
10. Muhammed ümmetinin fazileti de bu hadisten anlaşılmaktadır.
Çunkü onlardan önceki ümmetler ancak özel bir yerde namaz kılabiliyorlardı.
Buna teyemmüm bölümünde de dikkat çekilmiş bulunmaktadır.(335 nolu hadis )
11. Hadisten anlaşılan bir diğer hüküm de şudur: Cevap sorudan
daha geniş ve kapsamlı olabilir. Özellikle geniş ve kapsamlı cevap ile soru
soranın daha çok fayda sağlaması ihtimali varsa bu böyledir.
12. "Benim misalim" benim insanları kendilerini cehennem
ateşinden kurtaracak İslama davet edişim ile nefislerinin kendilerine süsleyip
güzel gösterdiği batılda kalmaya devam etmelerinin misali. .. demektir.
Nevevi der ki: Hadisin anlatmak istediği şudur: Nebi s.a.v.
kendisine muhalefet edenleri ateş böceklerine ve onların ahirette cehennem
ateşine düşmelerini de ateş böceklerinin dünyadaki ateşe düşmelerine
benzetmektedir. Aynı zamanda onlar buna düşmek için çok ısrarlı oldukları halde
o da onları engellemeye çalışmaktadır. Bu benzetmenin unsurları arasında ortak
özellik, hevanın peşinden gitmek, ayırt etme gücünün zayıflığı ve her iki
grubun da kendilerini helak etmek hususunda ısrarlı davranışlarıdır.
Kadı Ebu Bekir İbnu'l-Arabi der ki: Bu, anlatmak istediği
manaları pek çok bir örnektir. Maksat yaratılmışların kendilerini ateşe doğru
çeken şeyleri helak olmak amacıyla yapmadıklarını anlatmaktır. Onların bunları
yapmaları, bir takım menfaatler elde etmek maksadına bağlıdır ve şehvetin,
arzunun peşinden gitmenin bir sonucudur. Nitekim ateş böcekleri orada helak
olmak adına ateşe atılmazlar. Aksine onlar ateşteki aydınlığın cazibesine
kapılırlar. Onların hiçbir şekilde görmedikleri söylenmiş ise de bu uzak bir
ihtimaldir. Şöyle de söylenmiştir:
Bu böcekler karanlıkta olur, aydınlığı görünce o aydınlığın ışık
saçan bir pencere olduğunu zanneder. Bunun için oraya doğru gider, fakat
farkına varmadan ateşte yanar.
Gazzali der ki: Buradaki temsil ile insanın arzu ve isteklerine
eğilmesinin şekli, bu böceklerin ateşe gelişigüzel atılmalarına benzetilmektedir,
fakat insanoğlunun bilgisizliği bu böceklerin bilgisizliğinden daha ileri
derecededir. Çünkü böceklerin ışığın dış görünüşüne aldanışları, o ışıkta
yanarak gördükleri azap ile derhal sona eriverir. İnsanoğlu ise ya çok uzun bir
süre yahut da ebediyen cehennem ateşinde kalır. Yardım Allah'tandır.
"çocuğun büyük kadına ait olduğuna hüküm verdi."
Denildiğine göre onların soru sormaları, mahkemedeki hakimin hükmünü öğrenmek
kastı ile değil, fetva sormak amacıyla olmuştu. Bundan dolayı Süleyman'ın o
hükmü nakzetmesi sözkonusu olmuştur.
Ancak Kurtubi buna şu şekilde itiraz etmiştir: Hadisin lafzında,
hükmüne başvurmaları üzerine hüküm verdiği belirtilmektedir. Bir diğer itiraz
konusu da Nebiin fetvasının da, hükmünün de gereğini yerine getirmenin vücubu açısından
aynı olduğudur.
ed-Davudi der ki: Kadınların bu soruyu sormaları istişare
kabilinden idi.
Davud, Süleyman'ın görüşünün doğruluğunu açıkça anlayınca hemen
onu yürürlüğe koydu.
İbnu'l-Cevzi der ki: Söylenmesi gereken şudur: Davud
aleyhisselam, kendisince büyük kadının söylediklerini tercih etmesini
gerektiren bir sebep dolayısıyla çocuğun ona ait olduğuna hüküm vermiştir.
Çünkü her iki kadının da bir delilleri bulunmamakta idi. Bunun hadiste -ihtisar
olmak üzere- tayin edilmemiş olması böyle bir şeyin vukua gelmemiş olmasını
gerektirmez. Şöyle denilebilir: Kalan çocuk büyük kadının elinde bulunuyordu.
Diğeri ise çocuğun kendisine ait olduğuna dair delilortaya koyamamıştı.
(İbnu'l-Cevzi devamla) dedi ki: Bu şer'i kaidelere uygun, güzel bir yorumdur.
Ayrıca hadisin anlatımı içerisinde bunun uygun olmadığını ortaya koyan yada
engelleyen bir husus da bulunmamaktadır. Şayet: Süleyman'ın onun hükmünü
nakzetmesi nasıl uygun düşmüştür, diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir:
Onun kastı hükmü nakzetmek değildir. O hakikatin ne olduğunu ortaya çıkartan
oldukça incelikli bir yola başvurmuştu. Çünkü her iki kadın Süleyman'a olayı
anlatınca, çocuğu iki kadının arasında bölüştürmek için bir bıçak getirilmesini
istedi. Oysa içten içe böyle bir şeyi kesinlikle kararlaştırmış değildi. O bu
yolla durumu açığa çıkarmak istemişti. İleri derecedeki şefkatini gösteren
küçük kadının buna tahammül gösterememesi dolayısıyla gözettiği amaç da
gerçekleşmiş oldu. Arkasından da küçük kadının, çocuğun büyük kadına ait olduğu
şeklindeki ikrarına da iltifat etmedi. Çünkü küçük kadının, çocuğun hayatta
kalmasını tercih ettiğini öğrenmiş oldu.
Bu kıssa, zekanın ve kavrayışın yaşın büyüklüğüyle, küçüklüğüyle
ilgisi bulunmayan Allah'tan bir bağış olduğunu göstermektedir.
Hadisten şu da anlaşılmaktadır: Hak tek bir taraftadır.
Nebilerin de ictihatlarına göre hüküm vermeleri -vahiy yoluyla buna dair nassa
sahip olmaları mümkün olmakla birlikte- uygun olan bir şeydir. Fakat bu şekilde
hareket etmeleri onların ecirlerinin artmasına sebep olur. Diğer taraftan bu
hususta hatadan korunmuş olmaları da 'sözkonusudur. Çünkü onlar masumiyetleri
dolayısı ile batılda terk edilmezler.
Nevevi der ki: Süleyman bu işi hakkı ortaya çıkarmak ve gerekli
bir çareye başvurmak için yapmıştır. Sonunda ortaya çıkan bu durum da lehine
hüküm verilen bir kimsenin hükümden sonra hakkın, hasmına ait olduğunu itiraf
etmesi haline benzemiştir.
Hadisten anlaşıldığına göre hakların gerçek sahiplerinin ortaya
çıkartılabilmesi için hüküm vermek için bir takım çarelere {hilelere}
başvurulabileceği anlaşılmaktadır. Ancak bunu yapabilmek için' ileri derecede
bir zekaya ve bu gibi hallerle iyice içli dışlı olup, tecrübe sahibi olmaya
bağlıdır.