كيف
يعرض الإسلام
على الصبي.
178. ÇOCUKLAR İSLAM'A NASIL DAVET EDİLİR
حدثنا
عبد الله بن
محمد: حدثنا
هشام: أخبرنا
معمر، عن
الزهري:
أخبرني سالم
بن عبد الله،
عن ابن عمر
رضي الله
عنهما أنه
أخبره:
أن
عمر انطلق في
رهط من أصحاب
النبي صلى
الله عليه
وسلم مع النبي
صلى الله عليه
وسلم قبل ابن
صياد، حتى
وجدوه يلعب مع
الغلمان، عند
أطم بني
مغالة، وقد
قارب يزمئذ
ابن صياد
يحتلم، فلم يشعر
حتى ضرب النبي
صلى الله عليه
وسلم ظهره بيده،
ثم قال النبي
صلى الله عليه
وسلم: (أتشهد
أني رسول
الله). فنظر
إليه ابن
صياد، فقال:
أشهد أنك رسول
الأميين،
فقال ابن صياد
للنبي صلى
الله عليه
وسلم: أتشهد
أني رسول
الله؟ قال له
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (آمنت
بالله ورسوله)
قال النبي صلى
الله عليه
وسلم: (ماذا ترى).
قال ابن صياد:
يأتيني صادق وكاذب،
قال النبي صلى
الله عليه
وسلم: (خلط عليك
الأمر). قال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (إني قد
خبأت لك
خبيئا). قال
ابن صياد: هو
الدخ، قال النبي
صلى الله عليه
وسلم: (اخسأ،
فلن تعدو
قدرك). قال عمر:
يا رسول الله،
ائذن لي فيه
أضرب عنقه،
قال النبي صلى
الله عليه وسلم:
(إن يكنه فلن
تسلط عليه،
وإن لم يكنه
فلا خير لك في
قتله).
[-3055-] Abdullah İbn Ömer r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz.
Ömer, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in başlarında bulunduğu bir grup
ile birlikte İbn Sayyad'ın bulunduğu yere gitti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ve ashabı İbn Sayyad'ın yanına geldiklerinde onun Meğale oğullarına ait
bir evin damında çocuklarla oynadığını gördüler. İbn Sayyad o zamanlar ergenlik
çağına girmesi yaklaşmış bir çocuktu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
gelip eliyle sırtına dokunana kadar hiçbir şey fark etmemişti. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in sorusu ile başlayan görüşmede şunlar konuşuldu: Benim
Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin? İbn Sayyad, O'na s.a.v. baktı ve
şöyle dedi: Senin şu ümmı topluluğun Nebisi olduğuna şehadet ederim. Peki sen
benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin? Ben Allah'a ve O'nun (C.C.) gönderdiği
Nebilere iman ederim. Söyle bakalım sen neler görüyorsun? Bana bazen doğru
bazen yalan-yanlış bilgiler geliyor.
Yani karmakarışık, içinden çıkamadığın şeyler. Ben içimden bir
kelime geçireceğim ve sen de onun ne olduğunu bileceksin, haydi bakalım. Benim
şu anda düşündüğüm şeyin ne olduğunu bil bakalım!"
Aklından geçirdiğin kelime "ed-Duh" İşte şimdi senin adi
bir yalancı olduğun ortaya çıktı! Bunun daha ötesine gidemeyeceksin.
Bu konuşmanın ardından Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulü, bana
izin verin hemen şunun boynunu vurayırn!" dedi. Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem ise: "Eğer bu o (Deccal) ise onun hakkından gelecek olan
zaten sen değilsin. Şayet bu o (Deccal) değilse bu durumda senin onu öldürmekle
elde edeceğin hiçbir fayda yoktur."
قال
ابن عمر:
انطلق
النبي صلى
الله عليه
وسلم وأبي بن
كعب، يأتيان
النخل، الذي
فيه ابن صياد،
حتى إذا دخل
النخل، طفق
النبي صلى
الله عليه
وسلم يتقي
بجذوع النخل،
وهو يختل ابن
صياد أن يسمع
من ابن صياد
شيئا قبل أن
يراه، وابن
صياد مضطجع
على فراشه في
قطيفة له فيها
زمرة، فرأت أم
ابن صياد
النبي صلى
الله عليه
وسلم وهو يتقي
بجذوع النخل،
فقالت لابن
صياد: أي صاف،
وهو اسمه،
فثار ابن
صياد، فقال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (لو تركته
بين).
[-3056-] Abdullah İbn Ömer r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ubey İbn Ka'b ile birlikte İbn Sayyad'ın yanına
gitti. Bir hurmalıkta etrafındakilerle konuşuyordu. Resul-i Ekrem Sallallahu
Aleyhi ve Sellem hurmalığa girip ağaçların arkasına gizlendi. İbn Sayyad'a
görünmeden ne söylediğini dinlemeye çalışıyordu. İbn Sayyad ise o sırada
üzerine nakışlı bir kadife örtü serilmiş döşeğine uzanmıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem gizlendiği yerden İbn Sayyad'ı dinlemeye çalışırken İbn Sayyad'ın
annesi O'nu s.a.v.'i gördü ve oğluna:
"Ey Safi, işte Muhammed orada!" dedi. Bunu duyan İbn
Sayyad yatağından fırlayıp kalktı. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem: "Eğer annesi onu uyarmasaydı her şey ortaya çıkacaktı"
buyurdu .
وقال
سالم: قال ابن
عمر: ثم
قام النبي صلى
الله عليه
وسلم في
الناس، فأثنى
على الله بما
هو أهله، ثم
ذكر الدجال،
فقال: (إني
أنذركموه،
وما من نبي
إلا قد أنذره
قومه، لقد
أنذره نوح
قومه، ولكن سأقول
لكم فيه قولا
لم يقله نبي
لقومه: تعلمون
أنه أعور، وأن
الله ليس
بأعور).
[-3057-] İbn Ömer r.a. şöyle demiştir: Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem ayağı kalkıp Allah Teala'yı layık olduğu vechile övdü, Deccal'i
anlattı ve şöyle buyurdu: "Ben Deccal'e karşı sizi sıkı sıkı uyarıyorum.
Şu ana kadar gelmiş geçmiş bütün Nebiler de kendi kavim/erini ona karşı
uyarmışlardı. Nuh da kavmini Deccal fitnesine karşı uyarmıştır. Ancak ben
Deccal hakkında daha önce hiçbir Nebiin söylemediği bir ayrıntıyı size haber
vereceğim: Şunu iyi bilin ki Deccal tek gözlüdür; Allah ise kesinlikle tek
gözlü değildir. "
Tekrar: 3337, 3439, 4402, 6175, 7123, 7127, 8407
AÇIKLAMA: İmam Buhari'nin
burada İbn Abbas'tan naklettiği İbn Sayyad ile ilgili olarak zikrettiği ve bir
çocuğa İslam'ın nasıl anlatılacağını/bir çocuğun İslam'a nasıl davet
edileceğini anlatan bu rivayet daha önce Kitabü'l-cenaiz bölümünde çocuğun
İslam'a davet edilip edilemeyeceği ile ilgili olarak nakledilmiştir. İmam
Buhariinin kullandığı başlıklar Hz. Nebi'in (s.a.v.) İbn Sayyad'a: "Benim
Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?" şeklindeki sorusundan
esinlenilerek konmuştur. Zira İbn Sayyad bu talep kendisine arz edildiği zaman
henüz ergenlik çağına girmemiştir. Bu da ergenlik çağına girmemiş küçüklerin
İslam'a çağırılabileceğini, onların bu teklifi kabul edip İslam'ı seçmelerinin
sahih olduğunu ve İslam'a girdiklerini söylemeleri halinde bu sözlerinin kabul
edileceğini gösterir. Zira tüm bu hükümler geçerli olmasaydı onları İslam'a
çağırmak anlamsız olurdu.
İbn Sayyad'ın kendisine arz edilen bu talebe, "Senin şu
ümmı topluluğun Nebii olduğuna şehadet ederim demesi" Yahudilerin genel
bir inancına işaret etmektedir. Bu da onların Resulullah'ın (s.a.v.) Nebi
olarak gönderildiğini itiraf ettikleri halde bu Nebiliğin sadece Arap toplumuna
has olduğuna inandıklarını göstermektedir. Onların bu iddialarının ne kadar
çürük olduğu apaçıktır. Çünkü bir kimsenin Nebi olduğuna inanıldıktan sonra
onun Allah hakkında yalan söyleyebileceğini kabul etmek kesinlikle mümkün
değildir. İşte Hz. Nebi (s.a.v.) kendisinin hem Arap toplumuna hem de diğer
bütün insanlara Allah'ın Resulü olarak gönderildiğini iddia 'ediyorsa doğru
söylediği kesindir. Dolayısıyla kendisine inanmak zorunludur.
Hz. Nebi'in (s.a.v.): "Ben Allah'a ve O'nun gönderdiği
Nebilere iman ederim" şeklindeki sözü Ebu Said tarafından nakledilen bir
rivayette şöyle zikredilmiştir: "Ben Allah'a, meleklerine, kitaplarına,
Nebilerine ve ahiret gününe iman ederim."
Zeyn İbnü'l-Müneyyir şunları kaydeder: "İbn Sayyad,
hakkında ciddı uyarılar yapılan ve kendisinden koru nu lması istenen Deccal
olmadığı için Resulullah (s.a.v.) tarafından İslam'a davet edilmiştir."
Fakat bana kalırsa İbn Sayyad'ın Deccal olmadığı hakkında araştırma yapılmadan
önce kesin olarak anlaşılmış değildir. Zira rivayetler İbn Sayyad'ın durumunun
henüz net bir şekilde ortaya çıkmadığını göstermektedir. Zaten bu yüzden Hz.
Nebi (s.a.v.) onun Deccal olup olmadığını ortaya koymak maksadıyla araştırmaya
gitmiştir. Buna göre İbn Sayyad Resulullah'ın (s.a.v.) davetini kabul edip
İslam'a girerse Deccal olmadığı ortaya çıkacak eğer kabul etmezse durumu
kapalılığını koruyacaktır. Ya da Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) onu konuşturmaktaki
amacı onun uydurduğu yalanların sahte bir Nebilik iddiasından öteye geçmediğini
göstermektir. İşte Resulullah'ın (s.a.v.) maksadı böyle bir düşünce olduğu için
ona genel ve ılımlı bir cevap vermiştir: "Ben Allah'a ve O'nun gönderdiği
Nebilere iman ederim."
Kurtubi konu hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır: "İbn
Sayyad kahinler gibi hareket ediyor, onlarla aynı yolu izliyordu. Buna göre
kehanet yoluyla verdiği haberler bazen doğru çıkıyor bazen de yalan olduğu
anlaşılıyordu. İşte onun bu durumu yaygın bir şekilde bilindiği için hakkında
hiçbir vahiy inmemiştir. Resulullah (s.a.v.) de rivayette anlatıldığı şekilde
hareket ederek onun durumunu öğrenmek ve kendisini sınamak istemiştir. Zaten
Hz. Nebi'in (s.a.v.) İbn Sayyad'ın yanına gitmesinin temel nedeni de budur.
Ahmed İbn Hanbel'in naklettiği bir rivayette Cabir şöyle demiştir: "Bir
Yahudi kadın bir gözüne perde inmiş diğer gözü de patlak ve belerik olan bir
çocuk doğurdu. Resul-i Ekrem (s.a.v.) de onun Deccal olabileceğini
düşündü." Tirmizi'nin Ebu Bekre'den merfu olarak naklettiği bir rivayette
Hz. Nebi (s.a.v.): "Deccal'in annesi ve babasının otuz yıl boyunca hiç
çocukları olmayacak. Daha sonra ise çok hayırsız, yararı neredeyse hiç olmayan
şirret bir çocukları olacak" deyip Deccal'in annesinin ve babasının
özelliklerini şöyle anlattı: "Babası çok uzun, iri yarı, şişman ve karga
burunlu biridir. Annesi de babası gibi iri yarı ve kocaman elleri olan bir
kadındır."
İşte o günlerde bu özelliklere uyan bir çocuk doğdu. Bunun
üzerine ben Zübeyr İbnü'l-Avvam ile birlikte İbn Sayyad'ın annesini ve babasını
görmeye gittim. Bunlar Hz. Nebi'in (s.a.v.) söylediği özelliklere tam olarak
uyuyorlardı." Ahmed ve Bezzar'ın Ebu Zer'den naklettikleri rivayet ise
şöyledir: "Resul-i Ekrem (s.a.v.) Ebu Zer'i İbn Sayyad'ın annesine
göndermiş ve ona: "Bu çocuğu karnında ne kadar taşıdın?" diye
sormasını istemişti. Ebu Zer kadına bunu sormuş ve kadın: "Onu on iki ay
karnımda taşıdım. Doğduğunda adeta bir aylık bir çocuk gibi çığlık attı."
İşte Resulullah'ın (s.a.v.) İbn Sayyad'ın durumunu öğrenmek için
rivayette anlatıldığı gibi hareket etmesinin temel sebebi de budur.
İbn Sayyad'ın "Bana bazen doğru bazen yanlış bilgiler
geliyor" şeklindeki cevabı Tirmizi'nin Cabir'den naklettiği rivayette
şöyle geçmektedir: "Bazen doğru (hak) bazen de yanlış (batıl) olan şeyler
görüyorum. Ayrıca arşın su üzerinde olduğunu görüyorum." Tirmizi'nin Ebu
Said'den rivayeti ise şöyledir: "Ben bazen doğru kimseleri bazen de yanlış
bilgiler görüyorum." Ahmed İbn Hanbel ise onun cevabını şöyle
nakletmiştir: "Arşın deniz üzerinde olduğunu ve etrafında büyük balıklar
bulunduğunu görüyorum."
Hz. Nebi (s.a.v.) onun karmakarışık bilgilere ulaştığını
söyledikten sonra Ahmed İbn Hanbel'in Ebü't-Tufeyl'den naklettiği rivayette:
"Bunun şerrinden Allah'a sığının!" buyurmuştur.
İbn Sayyad, aslında Hz. Nebi'in (s.a.v.) aklından geçirdiği
kelime olarak "Duman (......)" demek istediği halde "ed-Duh
......." diyebilmiştir. Ahmed'in Abdürrezzak'tan naklettiği rivayette
Resulullah (s.a.v.) zihninde tuttuğu ifadeyi açıklamıştır: "Ben İbn Sayyad
için aklımdan şu ifadeyi tutmuştum: "O gün gökyüzü apaçık bir duman
....... getirir." Fakat İbn Sayyad'ın "ed-Duh ...." diye bu
soruya cevap vermesi hakkında şu açıklama yapılmıştır: "ıbn Sayyad o
sırada büyük bir korkuya ve dehşete kapıldığı için söz konusu kelimenin
tamamını değil sadece bir kısmını söyleyebilmiştir."
Zaten Hz. Nebi (s.a.v.) de bu yüzden: "Bunun daha ötesine
gidemeyeceksin" demiştir. Bu sözü ile onun da diğer kahinler gibi
şeytanlardan aldığı bilgilere dayanarak yalan yanlış haberler verdiğine ve kimi
zaman bu haberlerin doğru olduğuna işaret etmiştir.
Resulullah'ın (s.a.v.) İbn Sayyad'a adi bir yalancı olduğunu
söylemesinin sebebi şudur: Hz. Nebi (s.a.v.) bu şekilde ashabına onun her şeyi
karıştırdığını, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramadığını göstermek
istemiştir. Böylece henüz Müslüman olmuş ve İslam'ı tam olarak özümseyememiş
kimselerin ona inanmalarını önlemiştir.
Cabir'den nakledilen bir rivayette Hz. Nebi (s.a.v.), Deccal'in
hakkından Hz. İsa'nın geleceğini söyleyerek şöyle buyurmuştur: "Sen onun
hakkından gelecek kişi değilsin. Onun icabına bakacak olan İsa İbn
Meryem'dir."
"Şayet bu o (Deccal) değilse bu durumda senin onu
öldürmekle elde edeceğin hiçbir fayda yoktur." Hattabi şöyle demiştir:
"Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Nebilik iddiasında bulunduğu
halde İbn Sayyad'ın öldürülmesine müsaade etmemiştir. Çünkü İbn Sayyad o sırada
ergenlik çağına girmiş değildir ve Yahudilerle yapılan anlaşma kapsamına giren
fertlerden birisidir." Bana göre bu açıklamalardan ikincisi daha doğrudur.
Hadisten Çıkarılan Dersler
1. Devlet başkanı kargaşaya yol açacağından endişe duyduğu
gelişmeleri önceden görüp müdahale etmeli ve gerekli araştırmaları yapmalıdır.
2. Batıl ve doğru olmayan iddialarda bulunan kimselerin yalanını
ortaya çıkarmak ve ona bu amaçla bazı sorular sormak mümkündür.
3. Şüpheleri yaymaya çalışan ve insanların zihinlerini
karıştıran kimseler hakkında istihbarat bilgileri toplanabilir, ajanlar /
casuslar vasıtasıyla düşünceleri öğrenilebilir.
4. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine vahiy
gelmeyen konularda ictihad ederdi.
باب: قول
النبي صلى
الله عليه
وسلم لليهود:
(أسلموا
تسلموا).
179. NEBİ S.A.V. YAHUDİLERE: "MÜSLÜMAN OLUN KURTULUN"
DEMİŞTİR
قاله
المقبري عن
أبي هريرة.
el-Makburi bunu Ebeı Hureyre r.a.'den nakletmiştir.
180. DARU'L-HARB’TE İSLAM'I KABUL EDENLERİN YAŞADIKLARI YERDEKİ
MALLARI VE ARAZİLERİ YİNE KENDİLERİNİNDİR
حدثنا
محمود: أخبرنا
عبد الرزاق:
أخبرنا معمر،
عن الزهري، عن
علي بن حسين،
عن عمرو بن
عثمان بن
عفان، عن
أسامة بن زيد قال:
قلت:
يا رسول الله،
أين تنزل غدا؟
في حجته، قال:
(وهل ترك لنا
عقيل منزلا).
ثم قال: (نحن
نازلون غدا
بخيف بني
كنانة
المحصب، حيث
قاسمت قريش على
الكفر). وذلك
أن بني كنانة
حالفت قريشا
على بني هاشم:
أن لا
يبايعوهم ولا
يؤووهم. قال
الزهري:
والخيف:
الوادي.
[-3058-] Usame İbn Zeyd r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e haccını yaparken: "Ey Allah'ın Resulü yarın
nerede konaklayacaksınız? diye sordum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Akil bize inip konaklayacak bir yer mi bıraktı ki?" dedi ve şöyle
devam etti: "Biz yarın Kinane oğulları vadisina el-Muhassab denilen yerde
konaklayacağız. Kureyş kabilesi burada inkarlarını devam ettireceklerine dair
birbirlerine yemin etmişlerdi. Burası Kinane oğullarının, Haşim oğullarına karşı
Kureyş ile sözleşerek ittifak kurdukları yerdir. Kureyşlilere onlara beyat
etmeyeceklerine ve onları korumaları altına almayacaklarına söz
vermişlerdi."
حدثنا
إسماعيل قال:
حدثني مالك،
عن زيد بن أسلم،
عن أبيه: أن
عمر بن الخطاب
رضي الله عنه
استعمل مولى
له يدعى هنيا
على الحمى،
فقال: يا هني
اضمم جناحك عن
المسلمين،
واتق دعوة
المظلوم، فإن
دعوة المظلوم
مستجابة،
وأدخل رب
الصريمة، ورب
الغنيمة،
وإياي ونعم بن
عوف ونعم بن
عفان، فإنهما
إن تهلك
ماشيتهما
يرجعا إلى نخل
وزرع، وإن
رب الصريمة،
ورب الغنيمة:
إن تهلك ماشيتهما،
يأتني ببنيه
فيقول: يا
أمير
المؤمنين؟ أفتاركهم
أنا لا أبا
لك، فالماء
والكلأ أيسر علي
من الذهب
والورق، وايم
الله إنهم
ليرون أني قد
ظلمتهم، إنها
لبلادهم
فقاتلوا
عليها في
الجاهلية،
وأسلموا
عليها في
الإسلام، والذي
نفسي
بيده لولا
المال الذي
أحمل عليه في
سبيل الله، ما
حميت عليهم من
بلادهم شبرا.
[-3059-] Zeyd İbn Eslem babasının şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz.
Ömer Huneyy adında bir kölesini devlet arazilerinin idaresi için görevlendirmiş
ve görevi başına giderken ona şu talimatı vermişti: "Ey Huneyy, Müslümanlara
zulmetmekten sakın, ellerini onlara zulmetmekten uzak tut. Müslümanların
bedduasından sakının. Zira Müslümanların duaları kabul olunan dualardandır.
Küçük koyun ve küçük deve sürülerinin meralara girmelerine müsaade et, böyle
küçük sürü sahiplerine imkan tanı. Fakat Abdurrahman İbn Avf ile Osman İbn
Affan'ın çok fazla olan sürülerine karşı dikkatli ol, onları meralara asla
sokmam. Çünkü bu ikisinin sürüleri açlıktan telef olacak duruma gelse bile
hurmalıklarına ve ekili arazilerine dönerler. Fakat küçük sürü sahiplerinin
hayvanları telef olmaya görsün bu kişiler hemen çoluk çocuğunu toplayıp karşıma
dikilir ve: "Ey mu'minlerin emiri haydi bakalım derler." Behey
babasız kalasıca, ben bunları böyle aç ve sefil mi bırakacağım! Su ve ot bulmak
benim için her halde altın ve gümüş bulmaktan daha kolaydır. Sürülerini
otlaklardan engellersem Allah'a yemin ederim ki, kendilerine zulmettiğimi
düşünecekler. Gerçekten de buralar onların topraklarıdır; cahiliyye döneminde
bu toprakları korumak için savaştılar ve İslam'ın hakim olduğu dönemde de bu
topraklar üzerinde İslam'ı kabul edip Müslüman oldular. Canımı elinde tutan
Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaş için kullanacağım hayvanları
koruma ve besleme endişesi olmasaydı onların topraklarından bir karışı bile
mera olarak belirlemezdim."
AÇIKLAMA: İmam Buhari
kullandığı bu başlık ile bazı Hanefilerin şu görüşünü kabul etmediğine işaret
etmiştir: "Düşman ülkesi vatandaşı olan bir gayri müslim Müslüman olduğu
halde bu ülkede yaşamaya devam ederse ve Müslümanlar daha sonra bu toprakları
fethederse bu kişi gayr-i menkuller dışındaki bütün mallarının sahibi kabul
edilir. Gayr-i menkul mallar ise fey hükümlerine tabi olarak Müslümanların
olur." İmam Ebu Yusuf - Hanefi mezhebine mensup olduğu halde - bu konuda
alimlerin çoğunluğu gibi düşünür ve yukarıdaki görüşe katılmaz.
İmam Buhari’nin kullandığı bu başlık, Ahmed İbn Hanbel'in Sahr
İbnü'I-Ayle el-Becelı'den nakledilen şu rivayetle de örtüşmektedir: "Benı
Süleym kabilesinden bir topluluk arazilerini bırakıp kaçmıştı. Ben de bu
toprakları ele geçirdim. Daha sonra bunlar Müslüman oldular ve Resulullah'a
(s.a.v.) durumlarını arz edip beni dava ettiler. Hz. Nebi (s.a.v.) de daha önce
onlara ait olan bu malların iade edilmesine karar verdi ve şöyle buyurdu: "Bir
kimse Müslüman olursa sahip olduğu topraklar ve mallar konusunda herkesten
fazla hak sahibidir."
Bu konu başlığı altında nakledilen Usame İbn Zeyd hadisi daha
önce ayrıntılarıyla açıklanmıştır. (bkz.hac, Bab, 44) Bu rivayet zaten
başlıkta ifade edilen hükmü de içermektedir. Ancak bu hüküm Mekke’nin savaşla
fethedildiği (anveten) düşüncesine dayanmaktadır. Bununla birlikte Şafiilerde
meşhur olan görüş Mekke'nin sulh / anlaşma yoluyla fethedildiği yönündedir.
Allah izin verirse bu konudaki ayrıntılı açıklamalar Kitabü'l-meğazl'de
Mekke'nin fethinin anlatıldığı ilgili bölümde gelecektir.
"Müslümanların bedduasından sakının" ifadesi İsmam,
Darekutnı ve Ebu Nuaym rivayetlerinde "Jv1azlumun duasından sakının"
şeklinde farklı bir ibare ile geçmektedir.
Hz. Ömer burada Abdurrahman İbn Avf ile Osman İbn Affan'ı
özellikle zikretmiş ve örnek vermiştir. -Çünkü bunlar sahabenin zenginleri
arasındadır. Bu ifade onların sürülerinin devlete ait meralarda hiçbir zaman
otlatılamayacağ1 anlamına gelmemektedir. Burada Hz. Ömer hayvanları az olan
sürü sahipleri ile çok olan sürü sahiplerine ait hayvanların meralara toplu
olarak sığmaması veya meraların yetersiz kalması durumunda küçük sürülerin
tercih edileceğini vurgulamıştır. Bu yüzden görevlendirdiği kişiyi özellikle uyarmış
ve bu iki sahabenin sürülerini tercih edip diğerlerini mağdur etmemesini
öğütlemiştir. Zaten niçin böyle bir hüküm verdiğini de açıklamıştır. Bu
gerekçeyi de şöyle özetlemek mümkündür: "Bu küçük sürü sahiplerinin
hayvanlarını meralara sokmalarına ve otlatmalarına engelolunursa hayvanlar
açlıktan telef olabilir. Bu ise onların telef olan hayvanlarının tazmin
edilmesi anlamına gelir. Bu küçük sürü sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermek ve
hayvanlarının tazminat bedellerini altın ve gümüş ile ödemek ise kimi zaman
daha önemli işler için gerekli olan harcamaları aksatabilir."
el-Mühelleb konu hakkında şu değerlendirmeleri yapmıştır:
"Hz. Ömer'in böyle bir karar vermesinin sebebi şudur: Medıneliler barış
yoluyla teslim olup İslam'ı kabul etmişlerdi. Bu yüzden malları kendilerine
bırakıldı. Zaten Hz. Nebi (s.a.v.) de bu yüzden Neccar oğullarının arazisi
üzerine mescidini yapmak istediğinde bu toprakları almak için pazarlık
yapmıştı. Alimler şu konuda görüş birliği içindedir; Kendileriyle barış yapılan
bir ülke halkı Müslüman olursa malları üzerinde herkesten fazla hak sahibidir
ve mallarının sahibi yine kendisidir. Buna karşılık kendileriyle savaşılan ve
Müslümanların zaferi sonrasında Müslüman olan kimselerin toprakları / arazileri
fey hükümlerine tabi olarak Müslümanlara verilir. Çünkü savaşan ve direnen
düşmanların toprakları üzerinde mağlup edilmeleri herhangi bir savaşta mağlup
edilip menkul mallarının ele geçirilmesi gibi değerlendirilir. Halbuki barış
yoluyla teslim olup İslam'ı kabul edenlerin durumu bunlardan farklıdır."
Ancak el-Mühelleb'in alimler arasında görüş birliği bulunduğunu
söylemesi konu başında yaptığımız açıklamadan da anlaşılacağı gibi tartışmaya
açıktır. Zaten el-Mühelleb ve ondan sonra gelenler arazilerle ilgili hükümleri
belirlerken Medıne topraklarının durumunu göz önünde bulundurarak hareket
etmişlerdir. Medıneliler ise kendi mülkiyetleri altında bulunan toprakları
üzerinde Müslüman olmuşlardır. Halbuki Hz. Ömer'in uygulamasında söz konusu
olan durum bu değildir. O herhangi birisinin bakımı olmaksızın kendiliğinden ot
biten bazı ölü arazileri ihya edip zekat develeri ve savaş atları için mera
alanı olarak belirlemiştir. Küçük sürü sahiplerine ise imkan tanıyarak
hayvanlarını bu meralarda otlatmaları için izin vermiştir. Bu bakımdan karşı
görüş sahiplerinin Hz. Ömer'den nakledilen bu rivayeti kendi görüşleri için
delilolarak kullanmaları uygun değildir.
Hz. Ömer "Allah yolunda savaş için kullanacağım hayvanları
koruma ve besleme endişesi olmasaydı" derken savaşa gidebilmek için imkanı
olmayan kimselere verilmek üzere beslenen develere işaret etmiştir. İmam
Malik'ten nakledildiğine göre Hz. Ömer zamanında bu meralarda beslenen deve, at
ve diğer hayvanların sayısı kırk bine ulaşmıştır.
Bu rivayet Hz. Ömer'in ne kadar ileri görüşlü olduğunu
göstermektedir. O halkının durumunu bütün yönleriyle değerlendirip Müslümanlar
için en uygun çözümü bularak bunu göstermiştir.