SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-İYDEYN

<< 521 >>

باب: التكبير أيام منى، وإذا غدا إلى عرفة.

12. Mina Günlerinde Ve Arafata Giderken Tekbir Getirmek

 

-وكان عمر رضي الله عنه يكبر في قبته بمنى، فيسمعه أهل المسجد فيكبرون، ويكبر أهل السوق حتى ترج منى تكبيرا. وكان ابن عمر يكبر بمنى تلك الأيام، وخلف الصلوات، وعلى فراشه، وفي فسطاطه ومجلسه وممشاه، تلك الأيام جميعا. وكانت ميمونة تكبر يوم النحر، وكان النساء يكبرن خلف أبان بن عثمان وعمر بن عبد العزيز، ليالي التشريق، مع الرجال في المسجد.

Ömer (b. el-Hattab) Mina'da iken çadırından yüksek sesle tekbir getirir ve mescid'de bulunanlar onun sesini duyup tekbir getirmeye başlardı. Daha sonra da çarşı pazardaki ahâli tekbir getirirdi. Bu şekilde tekbirler Mina semalarında dalga dalga yayılırdı. Abdullah İbn Ömer de bu günlerde Mina'da iken her yerde namazların arkasından, yatağında yatarken, çadırının İçinde iken, otururken ve yürürken tekbir getirirdi. Meymune de Kurban Bayramı gününde tekbir getirirdi. Kadınlar Ebân İbn Osman ile Ömer İbn AbdüIaziz'in arkasında teşrik günlerinin gecelerinde erkeklerle birlikte mescid'de tekbir getirirlerdi.

 

حدثنا أبو نعيم قال: حدثنا مالك بن أنس قال: حدثني محمد بن أبي بكر الثقفي قال: سألت أنسا، ونحن غاديان من منى إلى عرفات، عن التلبية: كيف كنتم تصنعون مع النبي صلى الله عليه وسلم؟ قال: كان يلبي الملبي لا ينكر عليه، ويكبر المكبر فلا ينكر عليه.

 

[-970-] Muhammed İbn Ebu Bekir es-Sakafî şöyle demiştir: "Biz Mina'dan Arafat'a doğru giderken Enes İbn Mâlİk'e telbiyeyi sordum ve: 'Siz Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraberken nasıl telbiye getirirdiniz?' dedim. Bana şu cevabı verdi: Telbiye getirenlere de bir şey diyen olmazdı, tekbir getirenlere de; dileyen telbiye, dileyen tekbir getirirdi ve hiçbir şekilde kendilerine müdahale edil­mezdi.

 

Tekrar: 1659

 

 

حدثنا محمد: حدثنا عمر بن حفص قال: حدثنا أبي، عن عاصم، عن حفصة، عن أم عطية قالت: كنا نؤمر أن نخرج يوم العيد، حتى نخرج البكر من خدرها، حتى تخرج الحيض، فيكن خلف الناس، فيكبرن بتكبيرهم، ويدعون بدعائهم، يرجون بركة ذلك اليوم وطهرته.

 

[-971-] Ümmü Atiyye şöyle demiştir: "Bize bayram gününde musallaya çıkmamız emredildi. Hatta biz bu emir dolayısıyla evin içinde kendilerine tahsis edilen özel odalarda bulunan evlenmemiş genç kızları ve hayızlı kadınları bile çıkarırdık. Onlar da erkeklerin arkasında ilerleyip onlar gibi tekbir getirir ve dua ederlerdi; bu güzel günün bereketinden ve temizliğinden istifade etmeye çalışırlardı."

 

 

AÇIKLAMA:     Mina günleri bayramın ilk günü ile bunu takip eden üç gündür. İmam Buhârînin başlıkta ifade ettiği Arafat'a gidiş günü Zilhİcce'nin doku­zuncu günü sabahıdır. Hattâbî bu günlerde tekbir getirmenin hikmetiyle ilgili olarak şu açıklamaları yapmıştır: "Cahiliyye döneminde müşrikler taptıkları put­lara bu günlerde kurban keserlerdi. İşte kurbanın sadece Allah için ve Allah'ın adı anılarak kesilmesi gerektiğine İşaret etmek maksadıyla bu günlerde tekbir getirilmesi emredilmiştir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

Bu günlerde namazların ardından ve diğer durumlarda tekbir getirmek va­ciptir. Fakat bu hükmün ayrıntılarında farklı görüş ve yorumlar bulunmaktadır: Bazı âlimlere göre tekbirler sadece namazların ardından getirilir, bazılarına göre nafilelerden değil sadece farz namazlardan sonra tekbir getirilir. Bazı âlimler İse tekbir getirme görevinin kadınlara değil erkeklere ait olduğunu, tek olarak değil cemaatle getirileceğini, kaza namazlarda değil, vaktinde kılınan namazlardan sonra okunacağını, yolcuya değil mukîm olana ve köyde yaşayanlara değil şe­hirde İkamet edenlere gerektiğini savunmuşlardır. Fakat İmam Buhârî'nin ifade­lerinden anlaşıldığı kadarıyla tekbir getirme görevi herkesi kapsamına alır. Zaten nakletmiş olduğu rivayetler de onu desteklemektedir.

 

Tekbirin hangi sözlerle getirileceği konusunda nakledilen en sahih rivayet Abdürrezzâk'ın Selmân'dan naklettiği rivayettir: "Allah'ı diyerek yüceltin!" Konuyla ilgili olarak; "Kişi iki defa dedikten sonra der" şeklinde bir görüş de nakledilmiştir. Hz. Ömer'den nakledilen rivayet budur. Abdullah İbn Mesud'tan nakledilen rivayet de buna yakındır. Ahmed İbn Hanbel ile İshâk İbn Râhuye'nin görüşleri de bu doğrultudadır.

 

 

SONRAKİ