ZADU’L-MEAD |
ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) HZ. PEYGAMBER'İN
(S.A.) KÖPEK VE KEDİ PARASI, FAHİŞE, HACAMATÇI VE DÖL ÜCRETLERİYLE İLGİLİ
HÜKÜMLERİ
Buhari ve Müslim'in
Saftih'lerinde ibn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) köpeğin parasını, fahişenin ücretini ve kahinin ücretini
yasaklamıştır."
Müslim'in Sahih'inde
Ebu'z-Zübeyr'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Cabir'e köpek ve kedinin
parasını sordum. O da Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu
yasakladı diye cevap verdi.
Ebu Davud'un Sünen'inde
yine Ebu'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) köpek ve kedinin parasını yasaklamıştır.
Müslim'in SaMfr'inde
Rafi' b. Hadic yoluyla gelen bir hadiste Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kazancın en şerlisi fahişenin
ücreti, köpek parası ve hacamatçının kazancıdır.
1- Köpek Alım-Satımı
2- Kedi Alım-Satımı
3- Fahişenin Ücreti
4- Şarabın Satış ve
Taşınmasının Haramlıgı
5- Kahinin Ücreti
6- Hacamatçının Ücreti
7- Döl ücreti
1- Köpek Alım-Satımı:
Bu hadisler dört hususu
içine almıştır:
Birinci hüküm: Köpek satışının
haram kılınması. Bu hüküm ehl-i hadis fakihlerinin tamamına göre, büyük ya da
küçük av, çoban ve bekçi köpeklerinin bütününü içine almaktadır. Ebu Hanife ve
Malik'in arkadaşları köpek satışını ve parasını yemeyi caiz görmüşlerdir. Kadı
Abdulvahhab da: "Arkadaşlarımız, beslenmesine izin verilen köpeklerin
satışının hükmü konusunda ihtilaf etmişlerdir; bir kısmı mekruh olduğuna, bir
kısmı da haram olduğuna hükmetmiştir." demektedir.
Bazı alimler de satışı
sahih olan şeyler konusunda müstakil bir kaide geliştirmişler, köpek satışı
meselesini de o kaideye göre değerlendirmişler ve şöyle demişlerdir: Bütün
yararlan haram kılman şeylerin satışı caiz değildir. Çünkü maddi olarak mevcut
olmayan şeyle dini olarak yasak kılman şey arasında fark yoktur. Yararları
arasında hem helal hem de haram kılman şeyler bulunursa bu durumda, bir eşyadan
özel olarak beklenen amaç ne ise ona itibar edilir, hüküm de ona göredir. Bir
eşyadan beklenen amaç içerisinde, hem helal hem de haram kılman hususlar var
ise satışı sahih olmaz. Çünkü o şeyin haram olan kısmının karşılığında bir şey
almak, bir şeyi haksız yoldan yemek demektir. Diğer kısmın (yani haram
olmayanın) parası ise meçhuldür.
Av köpeğinin satışı
meselesi bu esasa göre değerlendirilir. Bu konudaki ihtilaf, bu esasa göre
değerlendirilecek olursa, şöyle denilir: Köpeğin şöyle şöyle yararları vardır.
Bütün yararları bu şekilde sayıldıktan sonra bakılır. Kim bu yararların
tamamını haram cinsinden olarak görürse cevaz vermez. Kim de helal cinsinden
olarak görürse cevaz verir. Her iki cinsten yararların beraberce bulunduğunu
gören kimse, esas amaca bakar ve hükmü ona göre verir. Kim bir şeyde tek bir
yarar görür, o yararın da o şeyden amaçlandığını ve aynı zamanda haram
kılındığını düşünürse satışım yasaklar. Esas amacı tesbit edemezse hüküm
vermekten çekinir veya mekruh olduğunu söyler. Bu kaideyi ve açıklamayı
düşünürsen aradaki çelişkiyi ve av köpeği satışını bu kaideye göre hükme
bağlamanın en fasit bir hüküm olacağını görürsün. "Av köpeğinin
yararlarını saydıktan sonra, bütün yararlan haram kılınmıştır ve satışı caiz
değildir." sözünü hiç kimse söylememiştir. Bu ümmet, av köpeğinin av ve
bekçilik konusundaki yararlannın mubah oluşunda ittfak etmiştir. En büyük
yararlılıkları bu iki sahada olduğuna göre, beslenmesi de en çok bu iki maksat
için olmalıdır. Yararlarının tamamının haram cinsinden olduğunu düşünen
kimsenin, bu yararların şer'i olduğunu kastetmesi doğru olmaz. Çünkü ödünç
olarak verilmesi caizdir
"Bu yararların
tamamını helal gören kimse cevaz vermiştir." sözü de fasittir. Çünkü av
köpeğinin zikri geçen yararlannın helal olduğunda ittifak edildiği halde,
fakihlerin çoğunluğu satışına cevaz vermemişlerdir.
"Yararların çeşitli
olduğunu gören kimse esas maksadın helal mi yoksa haram mı olduğuna
bakar." sözü herhangi bir fayda getirmemektedir. Çünkü av köpeğinin yaran
bekçilik yapmak değil, av avlamaktır. Bu durumda bir çeşitlilikten söz
edilemez. Haram olduğu takdir edilen yararlanna gelince, eşek ve katır gibi
hayvanlarda bile haram sayılan bir takım yararlar olduğu söylenebilir.
"Kim bir tek yarar
bulunduğunu, bunun da esas maksat olduğunu ve haram kılındığını görürse
yasaklar." sözü de öncekilerden daha fasittir. Çünkü bu yarar, av köpeğini
beslemekten beklenen bir yarar değildir. Şayet onu alan müşterinin öyle bir
yaran kastettiği takdir edilecek olursa, aynı takdirin, satışı caiz olan diğer
hayvanlar için de geçerli olduğu ve böylece bu yaklaşımın fasit olduğu görülür.
Bu konuda sahih olan
asıl, sarih nassm delalet ettiği ve itirazı da mümkün olmayan asıldır ki, o da
satışının kesin olarak haram kılındığıdır.
Soru: Bu hususta şu soru
sorulabilir: Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) satışını yasakladığı
köpek cinsi içerisinde, bu çeşit istisna edilmiştir. Bu istisnanın delili
Tirmizi'nin Cabir'den (r.a.) rtvayet ettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) köpeğin parasını yasakladı, ancak av köpeği
müstesna." Nesai, İbrahim b. Hasan el-Masisi - Haccac b. Muhammed - Hammad
b. Seleme - Ebu'z-Zübeyr - Cabir (r.a.) yoluyla gelen hadiste Rasulullah'ın av
köpeği müstesna, kedi ve köpeğin parasını haram kıldığı rivayet edilmiştir.
Kasım b. Asbağ - Muhammed b. ismail - İbn Ebi Meryem - Yahya b. Eyyub - Müsenna
b. es-Sabbah - Ata b. Ebi Rebah - Ebu Hureyre (r.a.} yoluyla gelen hadiste de Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Av köpeğinin dışında, köpek parası haramdır." İbn Vehb - ona haber
veren bir ravi - İbn Şihab - Ebu Bekir es-Sıddik (r.a.) yoluyla Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Üç şey haramdır: Kahinin hediyesi, zina eden kadının ücreti ve ısıran
köpeğin parası." İbn Vehb - eş-Şimr b. Abdullah b. Dumeyra - babası -
dedesi - Ali b. Ebi Talip (r.a.) yoluyla gelen hadiste de Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ısıran köpeğin parasını yasakladığı rivayet
edilmektedir. Sözkonusu istisnanın sahih olduğuna delalet eden hususlardan biri
de şudur: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), köpeğin parasını
yasakladığını rivayet eden ravilerden biri olan Cabir'in bizzat kendisi av
köpeğinin parasını almasına ruhsat vermiştir. Sahabi kavlini delil kabul
edenlere göre o kavil bile hadisin umum ifadesini tahsis etmeye elverişlidir.
Bir de yanısıra onu (yani av köpeğini) istisna eden nass ve kıyas bulunursa
nasıl olacağını düşününüz. Aynı zamanda ondan yararlanmak mubah, miras, vasiyet
ve hibe yoluyla el değiştirme sahihtir. Bir kavle göre ödünç ve kiralama
suretiyle verilmesi de caizdir. —Bu iki konu, Şafii mezhebinde iki görüştür.—
Bu durumda eşek ve katır gibi satışı caizdir.
Cevap: Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) av köpeğini istisna ettiği rivayeti hiçbir
surette sahih değildir. Bu konuda Cabir'den (r.a.) rivayet edilen hadise
gelince, bu hadis kendisine sorulan Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:
"Ravilerinden Hasan b. Ebi Cafer zayıftır." Darakutni: "Doğru
olan bu hadisin isnadı sahih değildir. Ebu Hureyre hadisi hakkında da: Bu hadis
sahih değildir. Ebu'l-Mühezzim (Ebu Hureyre'den rivayet edeni kastetmektedir.)
zayıftır." demektedir. Beyhaki ise: " Hz. Peygamber'den (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), köpeğin parasmı yasaklayan hadisi bir topluluk rivayet
etmektedir. Bunlardan bazıları: ton Abbas, Cabir b. Abdullah, Ebu Hureyre,
Rafi' b. Hadic, Ebu Cuhayfe'dir. Rivayet edilen hadislerin lafzı değişik,
manası birdir. Av köpeğinin istisna edildiği hadis ise sahih değildir ve sanki
onu rivayet eden ravi, beslenmesini yasaklayan hadisi kastetmiş ama rivayeti
karıştırmıştır." Allah en iyi bilir.
Hammad b. Seleme'nin
Ebu'z-Zübeyr'den rivayet ettiği hadise gelince, Ahmed b. Hanbel o hadisi de,
ravileri arasında Hasan b. Ebu Cafer'in bulunması sebebiyle zayıf kabul
etmiştir. Sanki o, Haccac b. Muhammed yoluyla gelen rivayete rastlamamıştır.
Darakutni bu hadis hakkında: "Doğru olan, onun mevkuf olduğudur."
demekte, İbn Hazm da Ebu'z-Zübeyr'in Cabir'den duyduğunu açıkça söylememesi,
onun müdellis olması ve Leys'in ondan yaptığı rivayette bulunmaması sebebiyle
hadisi illetli bulmaktadır. Beyhaki de, ravilerden birinin, beslenmesi diğer
köpeklerden istisna edilen av köpeğinin satışının istisna edildiğini
vehmetmesinden dolayı illetli bulmaktadır.
Ben de derim ki:
Cabir'in bu hadisinin batıl olduğunu ve onun bu konuyu karıştırdığını gösteren
hususlardan biri de ondan sahih bir yolla rivayet edilen şu hadistir:
"Dört şey haramdır: Erkek hayvanın (damızlığın) çiftleşme için
kiralanması, köpeğin parası, fahişenin ücreti ve hacamatçının kazancı." Bu
rivayet, ondan gelen ve av köpeğini istisna eden mevkuf rivayeti illetli
kılmaktadır. Çünkü bu durumda hem merfu, hem de mevkuf hadisler illetli
sayılırlar.
Müsenna b. es-Sabbah -
Ata - Ebu Hureyre yoluyla gelen hadis de batıldır. Çünkü bu hadisin isnadında
Yahya b. Eyyub bulunmaktadır ki, İmam Malik onun yalancı olduğunu söylemekte, İmam
Ahmed de onu cerh etmektedir. Yine isnadında bulunan ravilerden Müsenna b.
es-Sabbah'ın zayıf olduğu hadis alimlerince meşhurdur. Aynı zamanda Nesai'nin
rivayet ettiği şu hadis de onun batıl olduğuna delalet etmektedir. Hasan b.
Ahmed b. Habib - Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr - Esbat - A'meş - Ata b. Ebi
Rebah yoluyla gelen rivayete göre Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Dört şey
haramdır: Erkek hayvanın erlik suyu, köpeğin parası, fahişenin ücreti ve
hacamatçının kazancı, "
Hz. Ebu Bekir
es-Sıddik'ten rivayet edilen esere gelince, ibn Şihab ile ibn Vehb ve Ebu Bekir
es-Sıddik ile ton Şihab arasında bulunan diğer raviler bilinmemekte,
dolayısıyla böyle rivayetler delil kabul edilmemektedir.
Hz. Ali'ye (r.a.) nisbet
edilen eserde de son derece zayıf olarak bilinen İbn Dumeyra bulunmaktadır.
Böyle sakat ve itibardan düşmüş eserler sika imamların rivayetlerinin önüne
geçemezler. Hatta bazı hadis hafızları onların rivayetinin tevatüren yapılan
bir rivayet olduğunu bile söylemişlerdir. Böylece hiçbir sahabenin aksine bir
rivayette bulunmadığı açığa çıkmış oldu. Cabir, Ebu Hureyre ve İbn Abbas dahi
köpeğin parasının habis (kirli) olduğunu söylemişlerdir.
Veki - İsrail -
Abdülkerim - Kays b. Habter - İbn Abbas (r.a.) yoluyla gelen merfu bir hadiste
şöyle buyrulmaktadır: "Köpeğin parası, fahişenin ücreti ve şarabın parası
haramdır."
Bu rivayetin merfu
olduğu kabul edilmese bile, en azından ibn Abbas'a ait olduğu bilinmektedir.
Köpeğin, eşek ve katıra
kıyas edilmesi ise çok fasit bir kıyastır. Bilakis, domuza kıyas edilmesi daha
doğru olurdu. Çünkü domuzla köpek arasındaki benzerlik, köpekle eşek ve katır
arasındaki benzerlikten daha kuvvetlidir. İki kıyas karşı karşıya geldiğinde,
kıyasa uygun nass ile te'yid edilen, o nassa muhalif olandan daha sahihtir.
Şayet: "Köpeğin
parasının yasak edilmesi, öldürülmesinin emredildiği zaman için geçerli idi.
Öldürülmesi haram kılınıp, bazı köpeklerin de beslenmesine izin verilince
sözkonusu yasaklama ve dolayısıyla satışının haram kılınması
neshedilmiştir." şeklinde bir itirazda bulunursa şu cevap verilir:
Bu, herhangi bir delile
dayanmayan batıl bir iddiadır. Eser olarak da bu iddiayı isbata yardımcı olacak
herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Batıl olduğunu gösteren hususlara
gelince: Satışını ve parasını yemeyi haram kılan hadisler mutlak olup umum
ifade etmektedir. Öldürülmesini ve beslenmesini yasaklayan hadisler ise iki
çeşittir: 1) Aynı şekilde mutlak olup umum ifade edenler ki, bunlar önceki
hadislerdir. 2) Mukayyed olup tahsis olunan hadislerdir ki, bunlar da sonrakilerdir.
Şayet satışını yasaklayan hadisler mukayyed ve tahsis olunmuş çeşitten olsaydı,
bunu gösteren eserler bulunurdu. Böyle olmayıp da mutlak ve amm (genel) olarak
gelince, kastedilen mana ve hükmün de öyle olduğu görülmüş ve anlaşılmış oldu
ki bunun İptali caiz değildir.
2- Kedi Alım-Satımı:
İkinci Hüküm: Kedinin
satışının haram kılınmasıdır. Cabir'in rivayet ettiği sahih ve sarih hadis bunu
göstermekte olup,.fetva da buna göre verilmiştir. Kasım b. Asbağ - Muhammed b.
Vaddah - Muhammed b. Adem - Abdullah b. Mübarek - Hammad b. Seleme -
Ebu'z-Zübeyr yoluyla gelen rivayete göre Cabir b. Abdullah kedi ve köpeğin
parasını mekruh görmüştür. Ebu Muhammed. Cabir b. Abdullah'ın fetvalarının bu
yönde olduğunu ve sahabeden de ona muhalefet eden bir kimsenin bilinmediğini
söylemektedir. Ebu Hureyre (r.a.) de aynı şekilde fetva vermiş; Tavus, Mücahid,
Cabir b. Zeyd ve ehl-i zahirin tamamı bu fetvayı benimsemiştir. imam Ahmed'den
gelen iki rivayetten biri ile Ebubekir Abdulaziz'in tercihi de bu yöndedir. Bu
konudaki hadis sahih olduğu, onunla çatışan başka bir hadis de bulunmadığı için
bu görüş doğrudur ve bu görüşü kabul etmek vaciptir.
Beyhaki der ki:
Alimlerden bazıları bu hadisi, kedinin necis olduğuna hükmedildiği zamana
hamletmiş ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kedi necis
değildir." Duyurunca bu hükmün satış konusunda neshedildiğini
söylemişlerdir. Bazı alimler ise aynı hadisi vahşileşen kediler için geçerli
saymışlardır. Aslında hadisin zahirine tabi olmak evladır, imam Şafii bu konuda
vaki olan haberi duysaydı —inşallah— ona tabi olurdu. Ona tabi olmayanlar
Ebu'z-Zübeyr'in rivayetlerine güvenmeyenlerdir. Daha sonra Ebu Süfyan - Cabir
yoluyla tsa b. Yunus cihetinden, Hafs b. Gıyas da A'meş ve Ebu Süfyan yoluyla
bu hadise mütabaatta bulunmuşlardır.
Bazıları da bu hadisi
sahibi olmayan kediye hamletmişlerdir. Fakat bütün bu yorumların ne dereceye
kadar zayıf olduğu açıktır.
3- Fahişenin Ücreti:
Üçüncü Hüküm: Fahişenin ücreti:
Bundan maksat bir fahişenin zina karşılığı aldığı bedeldir. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cariye olsun, hür kadın olsun, zina eden bir
kadının aldığı ücretin habis (kirli) olduğuna hükmetmiştir. O'nun zamanında
fuhuş özellikle cariyelere ait bir iş olarak bilinirdi. Bu sebeple Htnd, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) biat ederken: "Hür kadın zina
eder mi?" demişti. İslam fıkıh bilginleri akıl sahibi ve büluga ermiş bir
kadının bir erkeğe, kendisiyle zina etme imkanı vermesi halinde ona mehir
vermenin gerekmeyeceği konusunda fikir birliği içindedirler. Ancak şu iki
meselede ihtilaf etmişlerdir:
Birincisi: Zinaya
zorlanan hür kadın.
İkincisi: Gönüllü olarak
zina eden cariye. Bu konularda dört görüş olup, hepsi de imam Ahmed'in benimsediği
görüşler olarak rivayet edilmektedir.
Birincisi: İster bakire,
ister dul olsun ve ister önden ve isterse arkadan ilişilmiş olsun, kadına mehir
vermek gerekir.
İkincisi: Dul olursa
mehir gerekmez, bakire olursa gerekir. Ayrıca bekaretin izalesinden dolayı
diyet gerekir mi? sorusuna İmam tarafından evet ve hayır şeklinde iki türlü
cevap verilmiştir. Bu ikinci görüş Ebubekir tarafından tercih edilmiştir.
Üçüncüsü: Kadın, onunla
zina eden erkeğin dini ölçülere göre yakını ise mehir gerekmez, yine aynı
ölçülere göre yabancı ise gerekir.
Dördüncüsü: Kadın, zina
eden erkeğin kızı ve bacısı gibi, kızının nikahı düşmeyecek biri ise mehir
gerekmez; hala ve teyze gibi kızının nikahı düşecek biri ise gerekir.
Ebu Hanife: Zorla
kendisiyle zina yapılan kadına, bakire olsun, dul olsun, mehir gerekmez
demektedir.
Mehir vermenin vacip
olduğunu söyleyenler derler ki: Kadından yararlanmak, şeriatta mehir ile
değerlendirilmiştir. Kendi arzusuyla zina yapan için gerekmemesi, onun bu
menfaati reddetmesi sebebiyledir. Tıpkı bir kimseye herhangi bir organını telef
etme izni vermesi durumunda olduğu gibi. Mehir vermenin gerekmediği görüşünde
olanlar şöyle demektedirler: Sari* bu menfaati (yani kadından yararlanmayı),
ancak tam bir akit veya akit şüphesi sözkonusu olduğunda mehir ile
kıymetlendirmiştir. Zinada kesinlikle böyle bir kıymetlendirme cihetine
gitmemiştir. Zinayı nikaha kıyas etmek ise çok fasit kıyaslardandır. Aynı
zamanda Sari' zina yoluyla yararlanmanın karşılığında had cezası koşmuştur ki,
bu ceza ile mehir ödeyerek tazminatta bulunmak bir araya gelmez. Bir şeyin
vacip olması için Şari'in hitabının nassından, umumundan, fahvasından,
işaretinden veya manasından delil getirmek gerekir. Bunlardan hiçbiri sabit
değildir. Bu konuda en çok ileri sürülebilen iddia zinayı nikaha kıyas etmektir
ki, aralarında hiçbir benzerlik olmadığı ortadadır. Öte yandan mehir hem lafız
hem de mana olarak nikahın özelliklerindendir. Bu yüzden "nikahın
mehri" şeklinde tamlama yapıldığı halde, "zinanın mehri" şeklinde
yapılmaz. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), "mehir"
kelimesini mutlak olarak zikretmiş, ancak bununla akdi (yani sözleşmeyi)
kastetmiştir. Tıpkı, "Allah, şarabm, ölü hayvanın, domuzun ve putların
satışını haram kılmıştır. ve "...Hür bir inşam satıp onun parasını yiyen
adam." hadislerinde satış lafzından sözleşmenin kastedilmesi gibi. Bu
manadaki ifadelerin benzerleri çoktur.
Birinci gruptakiler
derler ki: Bir kadından yararlanmada asıl olan, bu yararlanmanın mehir ile
değerlendirilmesidir. Ancak Sari' bu hakkı, kendi isteğiyle zina yapan
fahişeden düşürmüştür. Zinaya zorlanan kadın ise fahişe değildir ve o hakkının
düşmesi caiz değildir. Nasıl hür bir insanın bazı taraflarından zorla
yararlanılması halinde ona bedelini ödemek gerekirse, bizim meselemizde de durum
aynıdır ve buradaki şer'i bedel mehirdir.
Her iki görüşün de
kaynağında bu bakış açısı bulunmaktadır.
Bakire ile dul kadını
ayrı ayn ele alan gruba göre, dul kadına ilişen kimse ondan bir şey alıp
götürmemiştir ve ona, bu davranışına karşılık verilecek ceza yeterlidir. Bu
günah herhangi bir şekilde mal ile karşılanmaz. Bakirenin ise bikrinin izalesi
sözkonusu olduğu için mutlaka bunun tazminatı gerekir. Bu sebeple bu cinayet,
genel olarak, cinayete sebep olana yani kadının menfaatinin bir kısmını (bakireliğini)
telef edene tazmin ettirilir. Çünkü bakire kadından yararlanma tazminatta bu
kısma (yani bakireliğine) tabidir. Tıpkı isteği ile zina eden bakirede de
tazminat ödememesinin aynı kısma tabi olması gibi.
Mahrem olan kadınlarla
yabancı kadınları ayrı ayn ele alanlara gelince, onlar bu kadınların akrabaları
olan erkeklere ebedi olarak haram kılındığını görünce, onların din açısından
cinsi ilişkiye mahal olmadıklarını, şayet böyle bir ilişki olursa bunun lutilik
gibi değerlendirilmesi gerektiğini söylemişler, bu durumda da mehir
gerekmediğini savunmışlardır. Bu görüş Şa'bi'nindir. Diğer yandan hısımlık
suretiyle haram olma halinde, haram geçici olduğu için durum bunun aksinedir.
el-Muğni adlı eserin
müellifi İbn Kudame der ki: Süt emme ile haram olanlar için de hüküm böyle
olmalıdır, çünkü onların haram olması da sonradan vuku bulmuştur.
Mahrem olanlardan
kızının nikahı düşenlerle düşmeyenlerin arasmı ayıranlar da sanki, kızının
nikahı düşenlerin haramlığını diğerlerinden daha hafif görmüşler ve böylece bu
mesele geçici ve sonradan haram olma meselesine benzemiştir.
Şayet: "Zorla
dübüründen ilişilen hür kadın ve aynı ilişkiyi gönüllü olarak yapan cariye
hakkındaki hüküm nedir?" diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Bu durumda
mehir ödenmemesi evladır. Çünkü bu, mehir verilmeyeceğinde ittifak edilen
gibidir.
Ebu'l-Berekat ibn
Teymiye ile Ebu Muhammed b. Kudame bu meselede ayrı ayn görüşler ileri
sürmüşlerdir. Ebu'l-Berekat el-Muharrar adlı eserinde: Şüphe ile ilişilen veya
önden ya da arkadan zinaya zorlanan kadına mehr-i misil ödemek gerekir, derken
Ebu Muhammed el-Muğni'de: Livatada ve kadına arkadan ilişmekte mehir gerekmez.
Çünkü dinde bu ilişkiye bir bedel getirilmemiştir. Diğer yandan böyle bir
ilişkide herhangi bir şeyi telef etmek sözkonusu olmadığı için, öpmek veya
fercin dışında bir yere temas etmekten öteye bir mana yoktur demektedir. Doğru
olan görüş, kesin olarak budur. Sari' bu fiil için bir kıymet koymamıştır. Bu
fiili kadına ferçten temas etmeye kıyaslamak fasit kıyastır. Bu görüşü ileri
sürenlerin, erkeklerle luti ilişkide bulunanların da mehir vermesi gerektiğini
söylemesi lazım gelir ki, böyle bir şey söyleyen alim yoktur.
İkinci meseleye gelince,
o da kendi isteğiyle zina eden cariyeye mehir gerekip gerekmeyeceği konusudur.
Bu hususta iki görüş vardır:
Birincisi: Mehir ödemek
vaciptir. İmam Şafii'ye ve Ahmed b. Hanbel'in arkadaşlarının çoğuna ait olan bu
görüşe göre başkasının hakkı olan bu menfaatten istifade edilmesi karşılıksız
bırakılmaz. Tıpkı bir tarafının kesilmesine izin vermesi durumunda olduğu gibi.
Bu konudaki kesin doğru, mehir vermenin vacip olmadığı noktasındadır. Çünkü bu
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ücretini yasakladığı fuhuştur.
Bu ücretin habis (kiril) olduğunu haber vermiş ve hem bunun hem de köpeğin
parası ile kahinin ücretinin hükmünün aynı olduğunu bildirmiştir. Cariye de
öncelikle bu hükme dahil olup hadis nassınm umumundan tahsis edilmesi caiz
değildir. Çünkü o devirde fuhuşlanyla maruf olan sınıf cariyeler sınıfıydı.
Allah Teala onlar ve onların efendileri hakkında şu ayet-i kerimeyi inzal
buyurmuştu: "Namuslu olmayı istedikleri takdirde, cariyelerinizi fuhşa
zorlamayınız.[Nur, 33] Onların kasdedildiği bir nasstan onları dışanda bırakmak
ve nassı başkalarına hamletmek nasıl caiz olur?
"Cariyenin menfaati
efendisine aittir ve o da bu menfaatten başkasının yararlanmasına izin
vermemiştir." sözünüze gelince, ona şöyle cevap verilir: Efendisi bu
menfaate, bizzat kendisi yararlanması durumunda maliktir. Tam veya şüpheli bir
nikahla başkasının yararlanması durumunda da karşılığı olan bedele sahip olur,
bunun için de cariyenin izin vermesi gerekir. Ne Allah ne de O*nun Peygamberi
zina için cezadan başka bir karşılık koymamışlardır. Bundan dolayı efendisinin
eline geçecek herhangi bir şey yoktur ki, onun lehine hükmedilsin. Bu fiile bir
bedel tayin etmek, Allah ve Rasulü'nün karşılıksız bırakıp heder ettiği bir
malı kıymetlendirmek ve Şari'in habis (kirli) olduğuna hükmettiği, onu köpek
parası ve kahin ücreti mesabesinde kıldığı bir bedeli sabit kılmak demektir.
Bir bedel şer'i yönden habis ise, onun ödenmesine hükmetmek caiz değildir.
Bu noktada, hacamatçının
da ücreti habistir ama onun ödenmesi için hüküm verilebiliyor denemez. Çünkü
hacamat fiilinin yararı mubahtır. Bu yüzden o işi yaptıran kimsenin
hacamatçının ücretini ödemesi caiz, hatta vaciptir. O halde bu fiil nerede,
hükmü kendi hükmünden bedeli de kendi cinsinden olan o haram ve habis menfaat
(yani zina) nerede? Böyle bir günah karşılığında bedel ödenmesini vacip kılmak
livata fiili karşılığında bedel ödenmesini vacip kılmak gibidir. Zira Sari' bu
fiil karşılığında herhangi bir bedel tayin etmemiştir.
Şayet: "Kadına
fercinden temas etmenin karşılığında bedel olarak mehir konulmuştur ki, bu da
umumi manada bir mehir olup livata için böyle bir bedel yoktur." denilecek
olursa şöyle cevap verilir:
Bu bedel, bir nikah
sözleşmesi veya böyle bir sözleşme şüphesi karşılığında konulmuştur. Zina
olduğunda hiç şüphe bulunmayan bir fiil karşılığında böyle bir bedel yoktur. Başarı
Allah'tandır.
Öte yandan İslam
tarihinde zina eden bir erkeğe, zina ettiği kadına mehir (veya ücret)
ödemesinin gereğine hükmeden hiçbir uygulama bilinmemmektedir. Hiç şüphe yok
ki, müslümanlar böyle bir şeyi çirkin görmüşlerdir ve o Allah (c.c.) katında da
çirkindir.
Soru: Zina eden bir
kadın bu fiilinin karşılığında ücret almış ve sonradan tevbe etmiş ise, bu
parayı sahiplerine geri mi vermeli yoksa kendisi helal olarak yiyebilir mi, ya
da sadaka olarak mı dağıtmalı?
Cevap: Bu sorunun cevabı
İslam'ın muazzam kaidelerinden birine dayandırılmaktadır ki, o da şudur: Kim
dini yönden elde etmesi caiz olmayan bir şeyi ele geçirir ve sonra da ondan
kurtulmak isterse duruma bakılır: Eğer ele geçirilen mal, sahibinin rızası
olmadan ve karşılığında verilmesi gereken şey de verilmeden ele geçirilmişse,
sahibine geri verilir. Geri vermesi imkansız hale gelirse, o parayla varsa onun
bir borcunu öder. Bu da mümkün olmazsa o parayı, hak sahibinin mirasçılarına
iade eder. Buna da imkan bulamazsa onun adına sadaka olarak verir. Kıyamet
gününde hak sahibi bu sadakanın sevabını almak isterse, sevabı onun olur. Şayet
bunu reddeder de, malını haksız yere elinden alan kimsenin hasenatından almak
isterse bu ondan alınır ve sadakanın sevabı onu verene ait olarak kalır. Ashab-ı
kiram (r.a.i bunu böylece bildirmişlerdir.
Eğer ele geçirilen mal,
onu ödeyenin rızasıyla ve haram olan karşılığının da verilmesi sonucu
alınmışsa, mesela şarap veya domuz alan ya da bir kadınla zina eden kimsenin
bunun karşılığı olan bedeli kendi rızasıyla ödemesinde olduğu gibi, bu bedelin
sahibine geri verilmesi gerekmez. Çünkü o bu bedeli kendi isteğiyle vermiş ve
haram olan karşılığını almıştır. Bu durumda onun hem karşılığını alıp hem de
bedelini geri alması caiz değildir. Böyle olması halinde günahkarların işi
kolaylaşmış ve onlara destek sağlanmış olur. Bir kimse hem zina edip maksadına
ulaşacağını, hem de parasını geri alacağını bilirse, bundan başka ne ister?
Şeriat böyle bir hüküm koymaktan masundur ve böyle bir fetva vermek de caiz
olmaz. Zira bu hem zulmü, hem de fuhşu bir araya getirmek demektir. En çirkin
davranış, bir kimsenin bir kadınla zina edip, sonra zorla verdiği parayı geri
almaya kalkışmasıdır. Bu davranışın çirkinliği bütün akıl sahiplerince kabul
edilmiştir. Şeriat da böyle bir hüküm vermez. Ancak o parayı alanın yemesi de
hoş değildir. Zira o Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) habis
olduğuna hükmettiği bir maldır. Şu kadar var ki, bu habislik kazanç şeklinden
dolayı olup herhangi bir zulümden dolayı değildir. Ondan kurtulmanın ve
günahından tam olarak tevbe etmenin yolu, onu sadaka olarak vermektir. Eğer
ihtiyacı olan bir kimse ise, içinden ihtiyacı kadar olanı alabilir. Kalanı
tasadduk eder. Karşılığı habis olduğu için, bedelinin de habis olduğuna
hükmedilen bütün kazançlar için geçerli olan hüküm budur. Bir malın habis
olduğuna hükmetmek, onun sahibine iadesinin vacip olmasını gerektirmez. Çünkü
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacamatçının kazancının habis
olduğuna hükmetmiştir, ama onun bu parayı geri vermesi vacip değildir.
Bu noktada şu itiraz
yapılabilir: Haram olan bir menfaat karşılığında malını veren bir kimse,
vermesi caiz olmayan bir şeyi vermiştir. Hatta Sari* böyle bir insanı bu konuda
hacr altına bile alabilir. O halde bu bedeli alanın alış şekli meşru olmayıp
onu almasıyla almaması birdir ve sahibine iade edilmesi gerekir. Konu, bir
hastanın mirasçısına tebberruda bulunması, yabancı bir kimseye mirasının
üçtebirinden fazla miktarda vasiyette bulunması, iflas veya sefihlik
dolayısıyla hacr altına alınan bir kimsenin teberruda bulunması ya da ekmeğe
muhtaç olan kimsenin bir lokma ekmek için ihtiyaç duyduğu parayı teberruda
bulunmasına benzemektedir ki, bu ve benzeri meselelerin sırrı söz konusu
kimselerin bu tasarruflarında dinen hacr altında bulunmalarıdır ve böyle bir
durumda o paranın iadesi vacip olur.
Buna şöyle cevap
verilir: Yapılan kıyas fasittir. Çünkü zikri geçen bütün meseleler, karşılıksız
yapılan teberrrulardır. Sari', başkasının ya da her haktan önde gelen kendi
nefsinin hakkı bulunan bu teberruları yasaklamıştır. Bizim konumuza gelince,
burada ödenen bedel, yararlanılan bir menfaat veya tüketilen haram bir mal
karşılığındadır. Bu bedeli alan, haram bir bedel almış ve karşılığında da haram
bir mal vermiştir. Böylece caiz olmayan bir mala karşılık caiz olmayan bir
bedel ödenmiştir. Adaletin gerçekleşmesi, hem malın hem de bedelin iadesini
gerektirir. Halbuki bunlardan birini iade etmek artık imkansız hale gelmiştir.
Bu durumda diğerinin iadesi de gerekmez. Evet, şayet satın alman şarap aynen
mevcut olup tüketilmemiş olsa veya bir günah işlenmek üzere para önceden
verilmiş ve o günah henüz işlenmemiş olsa bu durumlarda malın ya da paranm
kesin olarak iadesi gerekir. Kabzın (malı veya bedeli teslim alma)
gerçekleşmediği diğer batıl akitler için de durum aynıdır.
Şayet: "Haram olan
kabzın ne tesiri vardır ki, onun için bir haramlık kılınsın. Kabzedilmesi caiz
olmayan şeyin kabzedilmesiyle edilmemesinin aynı olduğu bilinmektedir. Zira dinen
yasak olmak, maddeten mevcut olmamak gibidir. Malı kabzeden de onu haksız
olarak kabzetmiştir. Bu sebeple onu sahibine iade etmelidir." diye bir
itiraz yapılacak olursa şöyle cevap verilir:
Bedel ödeyen kimse malı
almış veya haksız yere ondan yararlanmıştır. Her iki taraf da vermeye yetkili
olmadıkları şeyleri vermişler ve kabzetmeye hakları olmayan şeyleri
kabzetmişlerdir. Her iki taraf da Allah'a isyan etmiştir. Bu durumda nasıl olur
da, bir taraf hem mala hem de onun bedeline beraberce sahip olurken, diğer
taraf her ikisinden de mahrum kalır?
Şayet bir tarafın
kendisine ait menfaati, iradesi ve isteğiyle elinden çıkardığı söylenecek
olursa, diğer tarafın da onun bedelini kendi isteğiyle elden çıkardığı ve arada
bir fark olmadığı söylenir. Allah'a hamdederek ifade edelim ki bu konu son
derece açıktır. Şeyhimiz (İbn Teymiye) zina karşılığı alınan ücretin geri
verilmesinin veya tasadduk edilmesinin vücubu konusunda duraksamış ve
iktidau's-sıratı'l-müstakim li muhalefeti ashabi'l-cahim adlı eserinde şöyle
söylemiştir: Zina eden, şarkı veya ağıt dinleyen kimseler kendi istekleriyle
mallarını bu yolda sarfetmişler ve haram olan karşılığını da almışlardır. Haram
kılman husus da, onlara ait olan haklardan olmayıp Allah'a ait olan
haklardandır. Kabz yoluyla sözkonusu menfaat elden çıkmıştır. Bu konudaki usul
gereğince, mal ve bedelden herhangi biri iade edildiği zaman, diğerinin de
iadesi gerekmektedir. Birisini kiralayan kimse, ondan sağladığı menfaati iade
edemezse, onun da malı iade edilmez. Menfaatinden istifade edilip, karşılığında
ödenen bedeli de elinden alınan kimse her bakımdan zarar görmektedir. Ödenen
bedelin karşılığı olan malın şarap ve ölü hayvan eti olması halinde böyle
değildir. Çünkü bunlar elinde kalsaydı bile, onları telef ederdik. Şarkı ve ağıttaki
menfaat de elden çıkmamışsa, bu menfaati başka bir işe yönlendirerek yani o
işlerde kullanacağı kuvveti başka bir işe sarfetmesini sağlayarak ondan
yararlanılabilir. Sonra bu noktada, kendi kendine şöyle bir soru yöneltti ve
dedi ki: Bu duruma göre menfaatin kabzını isterlerse, onun kabzına hükmetmemiz
gerekir denilebilir. Bu istifhamı ise şöyle cevaplandırdı: Denilir ki: Biz
kafirlerin haram olan sözleşmelerinde olduğu gibi, o menfaatin ne verilmesini
ne de reddedilmesini emretmeyiz. Zira onlar kabzetmeden önce müslüman olurlarsa
kabzedilmelerine hükmedilmez. Kabzdan sonra müslüman olmuşlarsa geri
vermelerine hükmedilmez. Fakat bu ücret müslümana haramdır. Çünkü o kafirin
aksine bunun haram olduğuna inanmaktadır. Bu sebeple, ücret talep ettiği zaman
ona deriz ki: Sen kuvvetini haram olan bir işte israf ettin, dolayısıyla sana
Ödenecek ücret yoktur. Önceden ücretini almışsa ve o ücreti ödeyen de bu parayı
haram bir menfaat karşılığında verdiğini söyler ve iadesine hükme dilmesini
isterse ona da deriz ki: Sen ona razı olduğun bir bedel karşılığında verdin.
Onun aldığını iade etmesini istiyorsan sen de aldığını ona iade et. Aldığı şeyi
yanında tutmakta bir menfaati varsa, bu ihtimal dahilindedir. Her ne kadar
kıyasın zahiri, fasid bir akitle kabzolunan menfaatin iadesini gerekli
kılıyorsa da zikri geçed mülahazalar sebebiyle bu yola gidilir.
4- Şarabın Satış ve
Taşınmasının Haramlıgı:
Ebu'n-Nadr rivayetine
göre imam Ahmed bir hıristiyan için şarap, domuz veya ölü hayvan taşıyan bir
hamal hakkında şöyle fetva vermiştir: Hamallık ücretini yemesini mekruh
görüyorum, ancak bu ücretin ona Ödenmesine hükmedilir. Şayet bu malları bir
müslüman İçin taşıyorsa daha şiddetli mekruh olur. imam Ahmed'in arkadaşları bu
fetvanın anlaşılmasında üç ayn görüş ileri sürmüşlerdir:
Birincisi: Fetvayı
zahirine göre ele almak ve meseleyi tek bir rivayet olarak görmektir. ibn Ebi
Musa der ki: imam Ahmed bir müslümanın hıristiyana ölü hayvan veya domuz taşıma
işini yapmasını mekruh görmüş, buna rağmen böyle bir işi yapması halinde
ücretinin ödenmesine hükmetmiştir. Bu ücreti almasının güzel olup olmaması
hususunda da iki görüş olup, en vecihi güzel olmayacağı, almışsa tasadduk
etmesinin iyi olacağı yönündedir. Ebu'l-Hasan el-Amidi de bunu böyle zikredip
şöyle demiştir: Bir kimsenin şarap, domuz ve ölü hayvan taşıma işinde çalışması
mekruhtur. Buna böyle hükmedilmiş ve buradaki mekruhun tahrimen olduğu
belirtilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s. a.) bu malları taşıyana lanet etmiştir.
Bu durum sabit olsa da ücretinin ödenmesine hükmedilir. Çünkü hacamatçının
ücretinde olduğu gibi, haram olan konularda bile kira ücretinin ödenmesine
hükmedilmesi imkansız değildir. Bu gruptaki alimler haram olmakla birlikte,
ücrete hak kazanacağını söylemişlerdir.
İkincisi: Bu rivayeti
zahirine muhalif olacak şekilde te'vil etmek ve meseleyi tek bir rivayet
kılmaktır ki o da bu işi yapmanın sahih olmayacağıdır. el-Kadi'nin el-Mücerred
adlı eserinde benimsediği bu görüşü zayıftır. Daha sonraki kitaplarında, o da
bu görüşten dönmüştür. el-Mucerredi önceden tasnif etmişti.
Üçüncüsü: Meseleyi iki
rivayet olarak ele almaktır. Birinci rivayet: Bu iŞi yapma sahihtir. Taşıma
fiili de, alınan ücret de mekruh olmakla birlikte, taşıyan kimse ücret almayı
hak eder. İkinci rivayet: Bu işi yapma sahih değildir ve taşıyan kimse taşısa
bile ücreti hak etmez. Bu görüş İmam Ahmed'in şarap hakkındaki: "Onu
alıkoymak caiz değildir, dökülmesi vaciptir." sözüne kıyasladır. Ebu
Talip'ten gelen rivayete göre de şöyle demiştir: Bir kimse şarap ve domuzu
bulunduğu halde müslüman olursa, şarabı dökülür ve domuzlan serbest bırakılır.
Zira artık ona haram olmuşlardır. Domuzları öldürürse, bunda bir beis yoktur.
İmam Ahmed onların alıkonulmasının caiz olmadığına hükmetmiştir. İbn Mansur'dan
gelen rivayette de şu fetvaları zikredilmiştir: Bir müslümanın hıristiyana ait
üzüm bağını beklemek üzere anlaşması caiz değildir. Çünkü asıl olan bu bağdan
yetişen üzümlerin şarap yapılmasıdır. Başka bir maksatla yetiştirdiklerini
bilirse, sözkonusu bekçilik mubahtır. Şarap taşımak üzere sözleşmekten de men
olunmuştur. Bu görüşü el-Kadi et-Ta'lik'inde zikretmiş ve benimsemiştir.
Arkadaşlarının çoğu da aynı görüştedir. Onların bu konudaki fetvası taşıma
sözleşmesinin sahih olmadığı, taşıyanın ücret almayı hak etmediği ve ona ücret
ödenmesine hükmedilmeyeceği yönünde olandır. Malik, Şafii, Ebu Yusuf ve
Muhammed'in görüşü de budur. Tabii bu, evine içmek için şarap, yemek için domuz
taşıması, ya da hiçbir açıklama olmadan mutlak anlamda taşıması üzerine onunla
anlaşması halindedir. Evindeki şarabı döktürmek için veya ölü hayvanı evinden
uzaklara attırmak için anlaşırsa, bu caizdir. Çünkü yapılan iş mubahtır. Ancak
ücret olarak ölü hayvanın derisi verilecek olursa sahih olmayıp emsal ücret
(yani aynı işi yapan bir insanın alacağı normal bir ücret) hak eder. Şayet
derisini soymuş ve almış olsa bile, sahibine geri verir. Şeyhimizin görüşü bu
noktada olup Malik de aynı görüştedir. Şafii'nin de görüşünün böyle olduğu
görülmektedir. Ebu Hanife'nin görüşüne gelince, o birinci rivayetteki gibidir
ki ona göre taşıma sözleşmesi sahih olup, taşıyanın ücretinin ödenmesine
hükmedilir. Ebu Hanife'nin meseleyi ele alış şekli şöyledir: Taşıma konusu
mutlak ise (yani şu veya bu eşyayı taşıma şartı yoksa) hak ettiği ücret, bizzat
şarap taşımaktan dolayı olmaz. Bu yüzden onun zikredilip edilmemesi de birdir.
Sirke ve zeytinyağı gibi bir şey taşıması da mümkündür. Bir kimse evini ya da
dükkanım kilise olarak kullanılması veya meyhane yapılması için kiraya verirse
Ebu Bekir er-Razi'nin ifadesine göre, orada şarap satışı yapılmasının şart
koşulması ile, kiraya verenin bunu bilmesi halinde şart koşulmaması arasında
Ebu Hanife'ye göre herhangi bir fark yoktur ve bu kiralama sahihtir. Çünkü mal
sahibi alacağı ücreti orada yapılacak iş sebebiyle hak ediyor değildir. Bunu
şart koşsa bile durum değişmez, çünkü orada başka bir şeyi satmaya hakkı
vardır. Evi de kilise olarak kullanmayabilir. Belli bir müddet için bu yerleri
teslim etmesiyle ücretini almaya hak kazanır. Ücretin hak edilmesinde orada
yapılacak işlerin bir etkisi yoksa, o işlerin zikredilmesiyle edilmemesi
birdir. Tıpkı bir kimsenin içinde oturmak veya uyumak için bir yer kiralaması
durumunda, oturup uyumasa da kira ücretine hak kazanılması gibi. Aynı şekilde
bir kimsenin şarap, ölü eti ve domuz taşıması için tutulması sahihtir. Çünkü
burada şart olan şarap taşımak değildir, meyve suyu da taşısa ücretini almayı
hak eder. Bu çeşit kayıtlar onlara göre geçersiz olup, sözleşmeler mutlak
olarak yapılmış gibidir. Mutlak olarak yapılan sözleşmeler de onlara göre
caizdir. Üzüm suyunu, onu şarap haline getirecek bir kimseye satmanın caiz
olması gibi, kendisini tutan kimsenin günah sayılan bir iş yaptırma ihtimali
bulunsa bile durum değişmez. Fakat fitne zamanında silah satışını mekruh görmüş
ve demiştir ki: Çünkü silah çarpışmak için yapılmış olup başka bir için
kullanılmaz.
Fakihlerin çoğunluğu Ebu
Hanife'ye birinci mukaddimede karşı çıkmışlar ve şöyle demişlerdir: Mukayyed,
mutlak gibi değildir. Ücrete hak kazandıran menfaat, üzerinde sözleşme
yapılandır, o da haram kılınmış bir menfaattir. Sözleşme yapanın, işin cinsini
değiştirme imkanına sahip olması sonucu değiştirmez. Daha sonra, mescid olarak
kullanmak üzere bir ev kiralanması konusunda, bu kiralama üzerinde anlaşılan
fiil karşılığında olmadığı gerekçesiyle onu ilzam etmişlerdir. Bununla birlikte
Ebu Hanife, kira sözleşmesini namaz fiilini gerektirmesi dolayısıyla geçersiz
saymıştır. Zira namaz, kira sözleşmesi dolayısıyla hak edilmez.'
İmam Ahmed ve Malikin
arkadaşlan da ikinci mukaddimede onunla tartışmışlar ve şöyle demişlerdir:
Kiralayan kimsenin orayı haram kılınan bir iş için kullanacağı kuvvetle
muhtemelse, kiraya vermek haram olur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), şarap için üzüm suyunu sıkana ve sıktırana lanet etmiştir. Halbuki o
şahıs sadece üzüm sıkmıştır. Ama bunu yaparken onun şarap için kullanılacağım
bilirse lanete hak kazanmış olur.
Aynı zamanda bu işte
Allah'ı kızdıran ve gazaplandıran bir konuya yardımcı olmak da vardır ki, bunu
yapan lanetlenmiştir. Şeriatın esasları ve kaideleri bunun haram ve bu
sözleşmenin batıl olmasını gerektirir. Bu konuda daha geniş açıklama, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'ıvneyi (örtülü riba satışları)
haram kılması ve o konuya terettüp eden cezadan söz edilirken gelecektir.
Şeyhimiz İbn Teymiye der
ki: Doğruya en yakın gözüken ibn Musa'nın görüşüdür. Yani sözkonusu menfaat
haram kılınan cinsten de olsa, ücretin Ödenmesine hükmedilir. Fakat bu paranın
yenmesi güzel değildir. Bu görüş İmam Ahmed'in kastettiği manaya ve kıyasa daha
yakındır. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şarap suyunu sıkana,
sıktırana, taşıyana ve kendisi için taşman kimselere lanet etmiştir. Sıkan da,
taşıyan da karşılığını almaları gereken bir iş yapmışlardır. Bu iş aslında
kendisi haram olan işlerden değildir. Sıktıran ve taşıttıranın kasdına göre
haram olur. Şarap yapacak kimseye üzüm veya üzüm suyu satmak da böyledir. Üzüm
suyu veya şarap müşterinin eline geçince, satıcının malı meccanen gitmez,
bedeli ödenir. Burada da durum aynıdır. Sözleştiği işi yapan kimsenin bu
hizmeti karşılıksız bırakılmayıp ücreti ödenir. Onu haram olan bir iş için
kullanmak işverene ait bir durumdur. İşveren işçiye evdeki şarabı döktürmek
veya kokusundan kurtulmak için ölü hayvanı çevreden uzaklaştırmak için tutmuş
olsaydı bu sözleşme caiz olurdu. Sonra biz bu ücreti Allah hakkını ilgilendiren
bir husustan dolayı haram kılıyoruz, işveren veya müşteriye ait bir haktan
dolayı değil. Zina, livata, adam öldürme veya hırsızlık için tutulan kimseler
böyle değildir. Çünkü bu işlerin bizzat kendisi haramdır. Bu mesele aynen ölü
hayvan ve şarap satmaktır ki, onların bedellerinin ödenmesine hükmedilmez.
Çünkü bu malların bizzat kendileri haramdır. Aynı şekilde o menfaatlerin
bedellerinin ödenmesine hükmedilmez.
Şeyhimiz der ki: Bu gibi
iş yaptırmalar ve şarap ya da ölü hayvan taşımak üzere adam tutmalar, ne tam
sahih ne de tam fasit olarak nitelenemezler. Bilakis şöyle söylenebilir: Bu
sözleşme iş yaptıran veya adam tutan açısından üzerine düşen bedeli ödemesinin
vacip olması manasında sahihtir. Aldığı bu ücretten yararlanmasının haram
olması manasında da çalışan açısından fasittir. İslam şeriatında bunun
benzerini görmek mümkündür. İmam Ahmed'in bir hıristiyana ait üzüm bağını
beklemenin mekruh olduğunu söylemesi bu noktada bir çelişkiye sebep olmaz. Çünkü
biz de ona bu işi ve onun karşılığında alacağı ücreti hesaplıyoruz. Sonra —her
halükarda bu işi yapmışsa— ücretinin ödenmesinin gerektiğine hükmediyoruz.
Şayet böyle yapılmazsa, günahkarların bundan büyük menfaatler sağlayacağı
muhakkaktır. Dinde günah sayılan bir işi yaptırmak için adam tutan, işlerini
gördüren, sonra da ücretlerini vermeyen veya verdikleri ücretleri geri alan
kimselere bundan daha büyük destek olur mu? Halbuki onlar böyle bir desteğe
layık değillerdir. Hiçbir değeri olmayan işleri yapan fahişe, şarkıcı veya
ağrtçı gibi kimseler için durum böyle değildir. Çünkü onların ücretlerinin
ödenmesine hükmedilmez. Şayet ücretlerini almışlarsa geri vermeleri mi gerekir,
yoksa onu sadaka olarak mı verirler? Bu konu bütün tafsilatıyla anlatıldı ve
biz doğru olanın geri vermenin gerekli olmadığı, o ücretin yenmesinin de güzel
olmadığı yönünde olduğunu açıklamıştık.
Doğru olanı bulmakta
başarılı kılan Allah'tır.
5- Kahinin Ücreti:
Dördüncü Hüküm: Kahinin ücreti.
Ebu Ömer Kahinin ücretinden maksadın, onun kehaneti ka olduğu hususunda ihtilaf
yoktur. Bu da bir malı batıl yoldan yemek demektir. Buradaki ücret kelimesinin
Arapça orijinali olan kelimesinin asıl anlamı ihsan ve atiyyedir. Alkame, bu
kelimeyi kullandığı bir beytinde şöyle söyler:
"Söyleyeni öldüğü
zaman benden bu şiiri başkasına ulaştıracak olan kimseye devemi ve üzerindeki
takımı ihsan ederim.
Kahinin ücretinin haram
kılınmasıyla, fala bakarak, yıldıza bakarak, taş, toprak, ok ya da başka aletler
kullanarak veya aletsiz olarak herhangi bir şekilde gaybdan haber veren herkese
verilecek ücretin haram olduğuna dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kahinlere gidilmesini yasak etmiş ve: "Kim arrafa
(geçmişten ve gelecekten haber verdiğini iddia eden kimseye) gider ve
söylediğini tasdik ederse, Muhammed'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) indirileni
inkar etmiş olur." buyurmuştur. Hiç şüphe yok ki, Muhammed'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) getirdikleri ile onların getirdikleri bir kalpte yanyana
bulunmaz. Onlardan biri bazen doğru bile söylese yalanlan daha çoktur. Onlara
haber kaynaklığı görevi yapan şeytanlar insanlan ifsat edebilmek için bazen de
doğru haberler verirler.
İnsanların birçoğu,
özellikle sefihler, cahiller, kadınlar ve bedeviler gibi aklen zayıf olanlar ve
iman hakikatlerini bilmeyenler onlara inanır ve onları tasdik ederler. Bu
insanlardan çoğu onlara aldanmakta, açıkça şirkini ve küfrünü izhar etseler
bile onlar hakkında iyi düşünmeye devam etmekte, onları ziyaret edip dualarını
istemektedirler. Bu hususta çok şey duyduk ve gördük. Bütün bunların sebebi o
kimselerin ve benzerinin, Allah'ın peygamberini gönderdiği hak din ve hidayet
yolu hakkında bilgi sahibi olmamalarıdır. "Bir kimseye Allah nur
vermemişse, artık o kimsenin ışık ve aydınlıktan nasibi yoktur."[Nur, 40]
Ashabı-ı kiram (r.a.), Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların
(yani kahinlerin) bazen kendilerine isabetli haberler verdiklerini söylemişler,
O da onlara bunun şeytanlar tarafından vuku bulduğunu, bazen doğru sözler
söylediklerini, bunların yanına yüz yalan kattıklarını ve o doğru olan tek söz
dolayısıyla bütün yalanlannın tasdik edildiğini haber vermiştir.
Destan tertipleyenlere
gelince, onlar şu unsurlardan yararlanmaktadırlar:
1- Kahinlerin verdikleri
haberler.
2- Ehl-i kitap arasında
dolaşan ve eski kitaplarda naklonulan haberler.
3- Peygamberimizin
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) topluca veya tafsilatlı olarak verdiği haberler.
4- Ashabtan veya
sonradan gelenler içerisinde keşfi açık olan kimselerin verdikleri haberler.
5- Herhangi bir külli ya
da cüzi işe uygun düşen rüyalar. Bunlardan cüzi olanlannı aynen zikrediyor,
külli olanını da tahmin, zan ve gerçek olan ya da gerçeğe yaklaşan karinelere
dayanarak tafsilatlıca anlatıyorlardı.
6- Allah Teala'nın
yeryüzünde cereyan eden birçok hadiseye işaret eden, sebep olan veya delil
teşkil eden ve insanların çoğunun bilmediği birçok ulvi eserleriyle istidlal
etmek. Allah hiçbir şeyi başıboş ve faydasız olarak yaratmamış, ulvi alemle
süfli alemi birbirine bağlamış ve ulvisini süflisi üzerinde etkili kılmış, ama
bunun aksine izin vermemiştir. Güneş de, ay da ne bir kimsenin ölümü ne de
hayatı ile tutulurlar. Evet, onların tutulması yeryüzünde vuku bulan şer
sebebiyledir. Bu yüzden Allah Teala, tutulmaları anında cereyan etmesinden
korkulan şerrin defedilmesi için namaz, zikir, dua, tevbe, istiğfar ve köle
azad etmek gibi ibadetler koymuştur. Bu ibadetler şerrin sebeblerine karşı
durur, onlara mukavemet eder ve onlardan güçlü olurlarsa şerri ortaya çıkaracak
gerekçeleri defederler.
Allah Teala güneşin ve
ayın hareketlerini, doğuş yerlerinde değişikliklerin olmasını sıcağın ve
soğuğun, yaz ve kış aylarının ve bu aylara uygun düşen olayların cerayan
etmesinin sebebi olan mevsimlerin meydana gelmesine vesile kılmıştır. Kim ayın
ve güneşin hareketlerini dikkatli ve itinalı olarak izlerse, ilerde bitkiler ve
hayvanlar üzerinde olabilecek şeyler hususunda deliller bulabilir, bu durumlar
bir çok köylü ve çiftçi tarafından bilinmektedir. Aynı şekilde gemi görevlileri
de ayın, güneşin ve yıldızların hallerine bakarak ilerdeki hava durumu,
rüzgarın yönü ve şiddeti gibi konularda, neredeyse hatasız denecek kadar doğru
sonuçlar elde etmektedirler.
Tabibler de, ayın ve
güneşin hallerinin insan tabiatı üzerindeki etkisi, onu bazı değişmelere hazır
hale getirmesi gibi hususlarda tecrübe sahibidirler.
Destan tertip edenler bu
gibi konulara ve eski müneccimlerden devralmış oldukları bilgilere son derece özenle
yapışır, sonra da bütün bunlardan, öncekilere benzeyen kıyaslar ve hükümler
çıkarırlar. Allah'ın yeryüzündeki kanunu, hikmetinin gerektirdiği kanunlara
göre cereyan etmektedir. Bu kanunlara göre bir şeyin benzerinin hükmü o şeyin
benzerinin, aynısının hükmü de o şeyin aynısının hükmü gibidir. O insanlar
zihin güçlerini kaza ve kaderle ilgili hükümlere, aralarındaki benzerliklere ve
bunların sonuçlarına yöneltmişlerdir. Tıpkı şeriat alimlerinin zihin güçlerini
dini hükümlere onlar arasındaki benzerliklere ve onların sonuçlarına uygun
yönelttikleri gibi. Yaratma ve emir Allah Teala'ya aittir. O'nun yaratması ve
emri bozulmayan, sekteye uğramayan ve içinde çelişki bulunmayan bir hikmete
dayanmaktadır. Buna göre kim, zihin ve düşünce gücünü bu alemin sırlarını ve
inceliklerini anlamak için sarfeder ve saatlannı bu yolda tüketirse,
başkalarının bilemediği bir çok hususa nüfuz eder.
Mesela, bu mevzuda bir
çok bölümlerden yalnızca birini ele alıp incelemek kafidir ki, o da rü'ya
tabiridir. İnsan bu konuya nüfuz eder ve bilgisini tamamlarsa çok garip
noktalar elde edebilir. Bizler de, başkaları da bu konuda çok garip olaylar
müşahede etmişizdir. Tabircinin, birbirinin peşisıra gelen doğru, hızlı ve
yavaş hükümler verdiğini görmüşüzdür. Bu insanları dinliyenler, söylediklerinin
gayb ilmi olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki o, başkalarının bilmediği bir çok
bilgilere sahip olmanın sonucudur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zararı faydasından çok olması ya da uğraşanı şirke götürme ihtimali bulunması halinde
bu konuyla uğraşmaktan ve malını bu uğurda harcamaktan men etmiş, imanm
ifsadına sebeb olacak bu durumu haram kılmıştır. Rü'ya tabiri ilmi ise böyle
değildir. O batıl olmayıp haktır. Çünkü rü'ya uyku ile ilgili bir vahye
dayanmaktadır. Bu ise peygamberlik cüzlerinden biridir. O sebeble rü'yayı gören
ne kadar sadık olursa, rü'ya da o kadar sadık olur. Tabirci de ne kadar doğru,
temiz ve bilgili olursa, yaptığı tabir de o ölçüde sağlıklı olur. Şeytan
kardeşlerinden yardım alarak faaliyet gösteren kahin ve müneccimlerse böyle
değildir. Dürüst ve iyi kimseler ve kendilerini şeriatla kayıtlı görenler
onların yaptıklarını yapmazlar. Bilakis onlar, yalancılıkları, günahkarlıkları,
Allah'tan, Rasulü'nden ve dinden uzaklıkları ne kadar çok olursa sihirlerinin kuvvet
ve tesiri de o kadar şiddetli olan sihirbazlara benzemektedirler. Şeriat ilmi
İse bunun aksinedir. O ilimle uğraşan insanlar ne kadar sadık ve dindar
olurlarsa ilimleri ve nüfuz güçleri de o ölçüde kuvvetli olur.
Başarı Allah'tandır.
6- Hacamatçının Ücreti:
Beşinci Hüküm:
Hacamatçının kazancının habis (kirli) liği. Geçimini kan alarak veya kan
çıkararak sağlayan herkes bu hükme dahildir. Tabib, kehhal (göz hekimi) ve
baytar lafız olarak da, mana olarak da bu hükme dahil değildir. Hz.
Peygamber'in (s. a.) hacamatçının kazancının habis olduğuna hükmettiği ve
sahibine, o kazancını devesine veya kölesine yedirmesini emrettiği bilinmekte
öte yandan kendisinin hacamat yaptırdığı ve ücretini ödediği de sahih yoldan
nakledilmektedir.
Bu iki rivayeti bir arada
düşünmek birçok fakih için problem teşkil etmiş ve bazıları Hz. Peygamber'in
(s. a) ücret vermesiyle birinci rivayetin mensuh olduğunu zannetmişlerdir.
Tahavi, bu görüşe sahip olanlardan biridir. Kufeli'lerin köpek satmayı ve
parasını yemeyi mubah görmelerini dellillendirirken şöyle demiştir: Hz.
Peygamber (s. a) önce köpeklerin öldürülmesini emretmiş, sonra
"Köpeklerden bana ne!" demiş, daha sonra da av köpeği ve çoban köpeği
için ruhsat vermiştir. O zamanlar köpeklerin satışı ve onlardan yararlanmak haram
idi. Onları öldüren, üzerindeki bir farzı eda etmiş oluyordu. Sonra bu hüküm
neshedildi, onlarla avlanmak mubah kılındı. Böylece satışının caiz olması
hususunda diğer yırtıcı hayvanlar gibi sayıldı. Bu konunun bir benzeri de Hz.
Peygamber'in (s.a} hacamatçının kazancını yasaklaması ve "Hacamatçının
kazancı habistir." buyurması, sonra da ona ücretini ödemesidir. İşte bu
davranışı yasaklamasını ve haram kılmasını neshetmiştir.
Bu izah için
söylenebilecek en basit söz, onun delilsiz bir iddia olduğu ve dolayısıyla
kabul edilemeyeceğidir. Bizzat hadis-i şerif'de bu iddiayı geçersiz kılacak
ifade varken, bu izah yoluna nasıl gidilir? Hz. Peygamber (s.a) köpeklerin
öldürülmüsini emretmiş, sonra "Köpeklerden onlara ne!" demiş, daha
sonra da av köpeği için ruhsat vermiştir.
ibn Ömer der ki:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) av köpeği veya çoban köpeğinin
dışındaki köpeklerin öldürülmesini emretti. Abdullah b. Muğaffel de şöyle der:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize köpekleri öldürmeyi emretti.
Sonra "Köpeklerden onlara ne!" buyurdu. Daha sonra da av ve çoban
köpeği için ruhsat verdi. Her iki hadis de Müslim'in Sahih'inde mevcuttur. Bu
da göstermektedir ki, av ve koyun köpeği için ruhsat verilmesi,
öldürülmelerinin emredilmesinden sonradır. Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) parasını haram kıldığı köpek, beslenmesine izin verdiği köpektir.
Öldürülmesini emrettiği köpeğin değil, bu köpeğin parasının habis (kirli)
olduğunu haber vermiştir. Zira öldürülmesi emrolunan köpek hayatta kalmaz ki
onun parasının hükmünün bilinmesine ihtiyaç olsun. Aynı zamanda alınıp
satılması gibi bir adet de gelişmemiştir. Halbuki beslenmesine izin verilen
köpek böyle değildir. Onun parasının hükmünün bilinmesine olan ihtiyaç,
diğerinden daha şiddetlidir.
Bu konuyu açıklayan
hususlardan biri de şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), insan
nefsinin arzu etmesi sonucu uğrunda para harcanan dört şeyi zikr etmiştir ki,
bunlar zina eden kadın, kahin, hacamatçı ve köpek sahasıdır. Nasıl olur da
hadisin son kısmı adeten alınıp satılmayan köpeklere hamlonulur da alınıp
satılması adet olan köpekler hariç tutulur? Bu, imkansızlığı apaçık olan bir
durumdur. Konu böylece açıklanınca, yukarıda benzetilen konuda zikredilen
hacamatçının aldığı ücretin habis olmasının nesholunduğu şeklindeki ifadenin
fasit olduğu ortaya çıkmış oldu. Hatta o konudaki nesih iddiası daha uzak bir
iddiadır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacamatçıya ücretini vermesine gelince, bu
davranışı "Hacamaççinin kazancı habistir." sözüyle çelişmez. Çünkü
"verilmesi habistir" dememiştir. Ücretinin verilmesi ise ya vacip, ya
müstehap ya da caizdir. Habisliği ise alana nisbetle ve alanın da yemesine
nisbetledir. Bu durumda onun kazancı habis olur. Tabii bundan dolayı haram
olması gerekmez. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) soğan ve sarmısağı
habis diye adlandırdığı halde, yenilmeleri mubahtır. Hz. Peygamberin
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ücretini vermesi, değil o ücretin yenmesinin
güzel olmasını, helal olmasını bile gerektirmez. Zira Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir hadisi şerifte: "Ben bir adama bir ihsanda
bulunurum, o da bu ihsan, koltuğunun altında bir ateş parçası olarak çıkar.''
buyurmuştur. Hz. Peygamber müellef-i kuluba, zengin oldukları halde zekat ve ganimet
malından vermekteydi. Bundan maksat İslam'a sarılma ve itaat edilmesi
gerekenlere her halükarda itaat etmelerini sağlamaktı. Bu şahısların yanlızca
ihsan edildikleri zaman itaat etmeleri helal değildir, bilakis gerektiği her
yerde karşılıksız olarak bu bağlılığı göstermeleri vaciptir.
Şeriat prensibleri
arasında şu husus herkesçe bilinir. Bir sözleşme ve itaat konusu, taraflardan
biri için caiz, müstahap veya vacip olurken, diğer taraf için mekruh veya haram
olabilir. Bu durumda itaat etmesi veya bir şeyler yermesi gereken tarafa
vermesi vacip olurken, alan tarafa da o şeyi alması haram olur.
Kısacası, hacamatçının
ücretinin habisliği soğan ve sarımsağın habis sayılması gibidir. Ancak birinin
kokusu habis (pis), diğeri ise ise kazancı sebebi ile habistir.
"Kazançların en
güzeli ve en helali hangisidir?" diye sorulacak olursa şöyle cevap
verilir: Bu konuda fakihlerin üç görüşü vardır:
1) Ticaret yoluyla elde
edilen kazanç.
2) Hacamat vb. gibi adi
işlerin dışındaki el işleri.
3) Ziraat.
Bu görüşlerin her birini
diğerine üstün kılacak akli ve nakli delililer zikredilebilir. Fakat en çok
tercihe şayan olan, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kazancına
vesile kılman ganimet alanların kazancı ve Şari'in lisanı üzere onlara mubah kılınan
şeylerdir. Kur'an-ı Kerim'de bu kazancın övgüsü başka kazançlardan daha sık
gelmiş, bu kazanç yolunu seçenler de başkalarının görmediği övgüye layık
görülmüşlerdir. Bu yüzden Allah Teala yaratılmışların en hayırlısı nebi ve
rasullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için bu
kazancı seçmiştir. Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda şöyle
buyurduğunu görmekteyiz: "Kıyametin önüsıra kılıçla gönderildim, ta ki
ortağı bulunmayan tek Allah'a ibadet edilsin. Rızkım mızrağımın gölgesinde
kılınmıştır, zillet ve aşağılanma da emrime karşı çıkanlar içindir, " Bu,
izzetle, şerefle ve Allah düşmanlarını kahrederek alınan bir nzık olup Allah'a
en sevgili gelenidir. Başka birinin kazancı buna denk olamaz.
Allah en iyi bilendir.
7- Döl ücreti:
Buhari'nin Sahih'inde
ibn Ömer'in rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) erkek
hayvana dişiyi dölletme ücretini yasaklamıştır.
Müslim'in Sahih'inue
Cabir'den gelen rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
erkek hayvanın çiftleşmesinin satışını yasaklamıştır.
İkinci hadis birincinin
açıklaması mahiyetindedir. Hayvan çiftleşmesinin ücretinin satış olarak
isimlendirilmesi ya burada esas maksadın hayvanın erlik suyu olması ve paranın
bizzat o su karşılığında ödenmesidir ki, alış-verişin hakikati da budur, ya da
hayvanın o iş için kiralanması bu şekilde adlandırılmıştır. Çünkü o bir muavaza
(bedelli) akdidir ki, bu da beyu'l-menafi' (menfaatlerin satışı)dır. Adet
gereği, o günkü insanlar erkek hayvanı çiftleşmesi için kiralıyorlardı. İşte
yasaklanan da budur. Bu konuda yapılan sözleşme ister kiralama ister alış-veriş
olsun batıldır. İmam Ahmed, Şafii, Ebu Hanife ve arkadaşlarının da içinde
bulunduğu alimlerin çoğunluğu da bu görüştedir.
Ebu'l-Vefa b. Akil der
ki: Bana göre caiz olma ihtimali vardır. Çünkü o, erkek hayvanın menfaatleri ve
dişi hayvanın üzerine çıkması konusunda yapılan bir sözleşmedir ki, esas
menfaat bu olup, erlik suyu buna tabi olarak gelir. Genellikle de erkek
hayvanın dişisi üzerine çıkmasından sonra bu su meydana gelir. Bu durumda
çocuğun karnına süt gitmesi için bir süt anne ile yapılan sözleşme gibi mütalaa
edilir. Bir kimse bir arazi kiralasa ve orada da bir kuyu bulunsa, kuyudaki su
araziye tabi olarak anlaşmaya girer. Umumi bir kaide olarak malumdur ki, asıl
için hoşgörülmeyen bazı şeyler tabi durumda olduğu zaman hoşgörülebilir.
İmam Malik'ten bu akdin
caiz olduğu nakledilmiştir, ama arkadaşları meseleyi tafsilatlı olarak
zikretmişlerdir. el-Cevahir adlı eserin müellifi "Şari'in yasaklaması
yönünden akdin fasit olması babı"nda der ki: Bunlardan biri de erkek
hayvanın çiftleşmesinin satışıdır. Buradaki yasak, erkek hayvanın dişisini gebe
bırakması için kiralanmasına hamlolunur ki, sözleşme fasittir. Çünkü bu elde
olmayan bir durumdur. Şayet erkek hayvanın dişisi üzerine belli sayıda çıkması
üzerine anlaşılırsa bu caizdir. Çünkü bu malum hem de mümkün olan bir durumdur.
Doğru olan, bu konunun
mutlak olarak haram kılınması ve sözleşmenin de her halükarda fasit olmasıdır.
Ancak burada bu ücret alana haram olur, verene olmaz. Çünkü veren, malını
ihtiyaç duyduğu mubah bir konuda harcamıştır. Tıpkı hacamatçı meselesinde ve
süpürgecinin ücreti konusunda olduğu gibi bundan men olunmazlar. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) alışmış oldukları erkek hayvanı çiftleşmesi için
kiralamayı onlara yasak etmiş, bunu da "çiftleşmesinin satışı" olarak
isimlendirmiştir. Onun sözünü, o gün için geçerli bir adet olandan başka bir
manaya hamletmek ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nehyetmekten
kastettiği o günkü uygulamayı açıklamasız bırakmak caiz değildir. Herkesçe
bilinmektedir ki, hayvanı kiralayanın amacı onun dişisi üzerine belli sayıda
çıkması değil, bunun sonucu ve semeresidir. Parayı bunun için ödemektedir.
Konunun haram kılınmasının çeşitli illeti (yani bu hükme etki eden sebepler)
vardır:
1) Üzerinde sözleşme
yapılan konu, teslimi elde olan bir şey değildir. Bu yönüyle kaçan köleyi
kiralamaya benzemektedir. Çünkü bu durum tamamen erkek hayvanın isteğine ve
şehvetine bağlıdır.
2) Sözleşmeden maksat,
hayvanın suyudur. Bunun ise, tek başına anlaşma konusu olması caiz değildir.
Çünkü cinsi ve miktarı meçhuldür. Süt annenin durumu böyle değildir. Zira o bir
insanın iyiliğini (baknnını) üstlenmiştir ki, buna hiçbir şey kıyas edilmez.
Denebilir ki -Allah en iyi bilendir- bu konuyu yasak etmek şeriatın
güzelliklerinden ve kemalindendir. Çünkü erkek hayvanın suyunu para ile satmak
ve bunu sözleşmeye konu yapmak akıllı insanlar nezdinde çirkin bulunmuş, bunu
yapanlar da gözden düşmüşlerdir. Allah Teala kullarının özellikle müslümanların
fıtratını (yaratılışını), güzelin ve çirkinin ölçüsü kılmıştır.
"Müslümanların güzel olarak gördükleri şey Allah katında da güzel, çirkin
buldukları şey ise Allah katında da çirkindir. "
Bütün bunların yanısıra
hayvanın erlik suyunun hiçbir kıymeti yoktur ve karşılığında bir şey beklenen
nesnelerden değildir. Bu sebeple bir kimsenin erkek hayvanı başka birinin dişi
hayvanının üzerine çıkıp onu gebe bıraksa, doğacak yavru dişi hayvan sahibinin
olur. Çünkü erkek hayvandan ayrılan sadece sudur, onun da hiçbir kıymeti
yoktur. Her yönüyle mükemmel olan bu şeriat çiftleşmenin bir bedel karşılığında
satılmasını haram kılmıştır ki, neslin çoğalmasına ihtiyaç duyulan böyle bir
konuda insanlar meccanen bu imkandan yararlansınlar. Tabii, erkek hayvan
sahibinin zararına sebep olmamak esastır. Şeriatın güzelliklerinden biri de bu
imkanın meccanen olmasıdır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Aygırın ve süt kovalarının ödünç olarak verilmesinin onların haklarından
sayıldığını'' buyurmuştur. Bu konu, karşılıksız olduğu takdirde yasaklanması,
insanlara zarar verecek haklardandır. Bu yüzden şeriat bu hakkın karşılıksız
olarak kullanılmasını gerekli görmüştür.
Soru: Dişi hayvan sahibi
erkek hayvan sahibine bir hediye verse veya ikramda bulunsa onu alabilir mi?
Cevap: Eğer gizli bir
şart koşma veya bedel isteme şeklinde olursa, . alması helal olmaz. Değilse
almasında bir beis yoktur. İmam Ahmed ve Şafii'nin arkadaşları derler ki: Erkek
hayvan sahibine, kira ücreti olarak değil, hediye veya ikram olarak bir şey
verilmesi caizdir. Arkadaşlarımız bu konuda Enes'in (r.a.) Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet ettiği şu hadisi delil olarak
zikretmişlerdir: "ikram olarak verilirse bir mahzuru yoktur,"
el-Muğni müellifinin kaydettiği bu hadisin kim tarafından tahric edildiğini ve
durumunu bilmiyorum. İbnu'l-Kasım'ın rivayetine göre İmam Ahmed bunun aksine
hükmetmiştir. Kendisine: "Yasaklanmış olsa da hacamatçıya verildiği gibi verilemez
mi?" diye sorulduğunda şöyle demiştir: Hz. Peygamber'den (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hacamatçıda olduğu gibi, bu meselede herhangi bir şey
verdiğine dair bir bilgi ulaşmamıştır.
Arkadaşlarımız İmam
Ahmed'in sözünün zahiri manasına hamledilmesi veya te'vil edilmesi konusunda
ihtilaf etmişlerdir. el-Kadi zahiri manasına hamledip, aklın da bunu
gerektirdiğini, ancak bunun hacamatçıda terkedilip geri kalan konularda kıyasın
gerektirdiği hal üzere kaldığını söylemiştir. Ebu Muhammed de el-Muğntde: İmam
Ahmed'in sözü takvaya hamledilir, haram kılma yönüne değil. Caizdir demek
insanlara şefkat ve kıyasa uygunluk bakımından daha evladır, demektedir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: