ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

A) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) SATIŞI HARAM OLAN NESNELER HAKKINDAKİ HÜKÜMLERİ

 

1- Genel Olarak

2- İçki Alım-Satımı

3- Ölü (Murdar) Hayranın Satılması

4- Domuz Alım-Satımı

5- Put Satışı

6- Yenilmesi ve İçilmesi Haram Nesnelerin Parası

 

1- Genel Olarak:

 

Buhari ve Müslim'in Sahih'lerinde rivayet edilen bir hadisi-i şerife göre Cabir b. Abdullah (r.a.) Hz. Peyganıber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle söylediğini işitti: "Allah ve Rasulü şarabın, İaşenin, domuzun ve putların satılmasını haram kılmıştır." Bunun üzerine: "Ya Rasulallah, ölü hayvanın iç yağları hakkında ne dersiniz? Onunla gemiler boyanır, deriler yağlanır ve insanlar onunla kandillerini yakarlar." diye soruldu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, o haramdır." diye cevap verdi ve o sırada buyurdu ki: "Allah Yahudileri kahretsin. Allah onlara iç yağını haram edince onu erittiler. Sonra da satıp parasını yediler."

 

Yine bu iki sahih hadis kaynağında İbn Abbas'tan (r.a.) şu rivayet bulunmaktadır: Hz. Ömer (r.a.) Semüre'nin şarap sattığını haber alınca şöyle dedi: Allah Semüre'yi kahretsin. O, Allah Rasulü'nün şöyle dediğini bilmez mi: "Allah Yahudilere lanet etsin. Ölü hayvan yağı onlara haram kılındı, ama onlar onu erittiler ve sattılar."

 

Bu rivayet Hz. Ömer'in Müsned'indendir. Beyhaki ve Müstedrek sahibi Hakim de bu rivayeti zikretmişler, ancak onu İbn Abbas'ın Müsned'ine nisbet etmişlerdir. Bu iki kaynaktaki rivayette şöyle bir ziyade vardır: İbn Abbas şöyle demiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescidde, yani Mescid-i Haram'da idi. Bakışlarını semaya dikti, gülümsedi ve şöyle buyurdu: "Allah Yahudilere lanet etsin. Allah Yahudilere lanet etsin. Allah Yahudilere lanet etsin. İzzet ve Celal sahibi olan Allah, ölü hayvanın yağını onlara haram kıldı, ama onlar buna rağmen onu sattılar ve parasını yediler. Allah bir kavme bir şeyin yenmesini haram kılınca onun parasını da haram kılar." Bu rivayetin isnadı sahihtir. Beyhaki, bu hadisi İbn Abdan - es-Saffar - ismail el-Kadi - Müsedded - Bişr b. el-Mufaddal - Halid b. Hazza - Bereke Ebu'l-Velid - İbn Abbas yoluyla rivayet etmiştir.

 

Yine Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hureyre (r.a.) hadisinde bu rivayetin bir benzeri zikredilmiş, ancak orada: "Allah bir kavme bir şeyin yenmesini haram kılınca onun parasını da haram kılar." ifadesi yer almamıştır.

 

Anlamı çok geniş olan bu hadisler, üç grup eşyanın haram kılındığını göstermektedir:

 

1) Akılları ifsat edecek içecekler.

 

2) Bedenleri pis gıdalarla besleyerek insan fıtratındaki tabiiliği .ifsat edecek yiyecekler.

 

3) Dinleri ifsat edip şirke ve fitneye sebep olacak nesneler.

 

Birinci grubu haram kılmak suretiyle aklı, onu ifsat ve izale edecek şeylerden korumuş, ikinci grubu haram kılmakla kalbi, onu ifsat edecek gıdaların ona ulaşmasından korumuş —zira gıda ile gıdalanan arasında bir benzerlik sözkonusudur—, üçüncü grubu haram kılmakla da dinleri, onların ifsadına sebep olabilecek şeylerden korumuştur. Böylece bu nesnelerin haram kılınması akılların, kalplerin ve dinlerin korunmasını garanti altına almıştr.

 

Ancak Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünün sınırlarını tam olarak kavrayabilmek, o sınırlar içine giren ve girmeyen hususları bilebilmek, böylelikle o sözdeki umum ifade eden kelimeleri anlayıp içine aldığı bütün grupları aynı zamanda lafzın ve mananın şamil olduğu bütün grupların te'vilini görebilmek, işte bütün bunlar Allah ve Rasulü'nden gelen hususları anlayabilme hususiyetidir ki, alimler bu konuda birbirlerinden derece derece farklıdırlar ve Allah o yeteneği dilediği kuluna ihsan eder.

 

 

2- İçki Alım-Satımı:

 

Şarabın satılmasının haram kılınmasına ait hükme; sıvı, katı, sıkma veya pişirme ile elde edilen bütün sarhoşluk verici maddelerin satışı girer.

 

Üzüm suyundan, kuru üzümden, hurma, mısır, arpa, bal ve buğdaydar! elde edilen bütün sarhoş edici içkiler ile sakin bir kalbi düşüncelerin en çirkinine doğru harekete geçiren lanetli bir lokma, bunların hepsi Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) senedinin sağlamlığında hiçbir şüphe bulunmayan sahih hadisinin nassı gereğince şarap hükmündedir. Bu hadisin metninde de herhangi bir kapalılık sözkonusu değildir. O hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Her sarhoşluk veren şey şaraptır." buyurmuştur.

 

O'nun hitabını ve maksadını en iyi bilen ashabı kiramdan (r.a.) sahih bir yolla şu rivayet gelmiştir: "Şarap aklı örten şeydir." Yukarıda sayılan bütün çeşitlerin şarap adı altına girmesi; altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm çeşitlerinin hepsinin Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadisi içine girmesi gibidir: "Altını altın, gümüşü gümüş, buğdayı buğday, arpayı arpa, hurmayı hurma ve tuzu tuz karşılığında satmayınız, ancak misli misline satılması müstesna..."

 

Bu çeşitlerden herhangi birini, o ismin dışında tutmak nasıl caiz olmazsa, sarhoşluk veren nesneleri de şarap ismininin dışında tutmak caiz değildir. Şayet böyle yapılmazsa ortaya iki mahzur çıkar:

 

Birincisi: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünden, kasdettiği mananın kapsamı dışına çıkılmış olur.

 

İkincisi: Dışarıda tutulan grup için O'nun koyduğu hükümden başka bir hüküm İcad edilmiş olur ki, bu Şari'e (kanun koyucuya) ait olan lafızların ve o lafızların taşıdığı manaların değiştirilmesi demektir. Bir kimse bir grup eşyaya Şari'in koyduğu isimden başka bir isim koyarsa onun hükmünü de izale etmiş ve dolayısıyla ona başka bir hüküm vermiş olur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ümmetimden bir kısım insanlar şarap içecek, fakat ona başka isimler verecekler." hadisinde de görüldüğü üzere ümmetinden bazılarının böyle bir fitneyle imtihan olacaklarını bilince, bu konuda külli, umumi ve her türlü yoruma kapalı apaçık bir hüküm koydu ki, bu hüküm her yönüyle tam ve mükemmeldir: "Her sarhoşluk veren şey şaraptır." Şayet Ebu Ubeyde, Halil ve onlar gibi Arap dilinde otorite olan lisan alimleri bu sözü dil açısından ele alsalardı, şöyle derlerdi: Lisan otoriteleri her sarhoşluk veren şeyin şarap olduğuna hükmetmişlerdir. Onların sözü bu konuda delil teşkil eder.

 

İnşallah yiyecekler ve içecekler konusunda Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetinden bahsedilirken bu konuda daha çok açıklama yapılacaktır.

 

Şayet şarap kelimesi lafız olarak her sarhoşluk veren şeyi ifade etmeseydi bile, asıl ile fer'in her yönden birbirine denk olduğu sarih bir kıyas, içilmesinin ve satılmasının haram olması hususunda, sarhoşluk veren bütün içki çeşitlerinin eşit olduğuna hükmederdi. İM aynı çeşidin arasım ayırmak, her yönden birbirinin benzeri olan iki şeyin arasım ayırmak demektir.

 

 

3- Ölü (Murdar) Hayranın Satılması:

 

a) Yağının Satılması:

 

Ölü hayvanın satılmasının haram olmasına gelince, ister kendiliğinden ölsün, isterse helal olmasını sağlamayan bir şekilde kesilmiş olsun, ölü hayvan (meyte, laşe) olarak isimlendirilen bütün cinsler bu bölüme girmektedir. Aynı zamanda bütün kısımları da bu bölümde mütalaa edilir. İşte bu yüzden ashab-ı kiram birçok yönden faydalandıkları ölü hayvan yağının satışının haram kılınması konusunda tereddüt ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara, zikrettikleri faydaları olmasına rağmen onun satışının da haram olduğunu haber verdi. İşte bu nokta, alimlerin, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) maksadını anlamaktaki ihtilaflarından dolayı ihtilaf ettikleri bir noktadır ki, açıklaması şöyledir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, o haramdır." sözü satış için mi, yoksa yağ ile yaptıkları işler için mi söylenmiştir? Bu konuda üstadımız derki: Bu söz satış içindir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara, Allah'ın ölü hayvanın satışını haram kıldığım haber verince, dediler ki: Onun yağında şöyle şöyle yararlar var. Bunu söylerken şunu kastediyorlardı: Bu yararlan onun satışını caiz kılar mı? Bu soru üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, o haramdır." buyurdu.

 

Ben de bu konuda şunu söylemek isterim: Sanki onlar ölü hayvanın yağının tahsis edilerek caiz kılınmasını istediler. Bu tıpkı Hz. Abbas'ın (r.a.) izhir (Mekke ayrığı) otunun, Harem bölgesinde koparılması yasaklanan diğer bitkilerden ayn tutulmasını ve onun kesilmesine cevaz verilmesini istemesi gibidir. Fakat Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların bu talebine olumlu cevap vermemiş ve: "Hayır, o haramdır." buyurmuştur.

 

Ahmed b. Hanbel'in arkadaşlarından ve diğer fıkıh alimlerinden bir grup da haram kılma ifadesinin, ölü hayvan yağı ile yapılan işler için söylendiğini iddia etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cevabında erkek için kullanılan "o" zamirini kullanmış, dişi için kullanılan"o" zamirini kullanmamış, bununla da zikredilen şeylerin hepsini (mezkur) kasdetmiştir. Arap dilindeki bir kaide gereği, bir zamirin en yakın mezkura dönmesi de onların görüşünün tercihine sebep oluyor. Mana açısından bir başka tercih sebebi de şudur: Sözkonusu işlerin mubah kılınması, ölü hayvan yağının temin edilmesine ve satılmasına vesile teşkil eder. Aynı zamanda hadis-i şerifin bazı rivayetlerinde dişi için kullanılan "o" zamiri de varid olmuştur. Bu zamir ya ölü hayvan yağlarına, ya da onunla yapılan işlere aittir. Her iki takdirde de bu, onların sordukları işlerin haram kılındığına delil olur.

 

Ebu Hureyre'nin (r.a.) yağa düşen fare hakkında rivayet ettiği hadisteki şu söz de, bu görüşü desteklemektedir: "Şayet yağ katı ise, fareyi ve düştüğü kısmın çevresindeki yağı atınız, geri kalanı yiyiniz, sıvı ise o yağa yanaşmayınız, " Kandilde yakarak ondan yararlanmak da ona yaklaşmak demektir.

 

Birinci görüşü tercih edenler de diyorlar ki: Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu rivayet edilmiştir: "Ölü hayvanın, ancak yemesi haramdır. " Bu hadis ondan, kandillerde yakıt olarak kullanmak veya delikleri tıkamak gibi yemenin dışında yararlanmanın haram olmadığı konusunda açıktır. Yine demişlerdir ki: Haram olan şey ancak, yemede ve giymede olduğu gibi pis olan bir şeye zahiri ve batmi olararak dokunmaktır. Temas olmaksızın yararlanmak sözkonusu olursa, niçin haram olsun?

 

Cabir'in (r.a.) hadisi üzerinde düşünenler sorunun satış hakkında olduğunu, birçok faydalarından dolayı bu konuda ruhsat istediklerini, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de bunu reddedip "O, haramdır." Dediğini göreceklerdir. Şayet yukarıdaki işleri soracak olsalardı, şöyle derlerdi: "Ölü hayvanın yağları için ne dersin, onunla aydınlanmak, derileri yağlamak caiz midir?" Onunla şu şu yapılır, demezlerdi. Çünkü bu soru sormak değil, haber vermektir. Aynı zamanda onlar bu işleri, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, o haramdır." hadisinin peşisıra söylememişlerdir ki, o hadis sözkonusu işlerin haram olduğunu açıkça ifade etsin. Aksine ölü hayvanın satışının haram kılınması üzerine söylemişler bununla da sanki O'ndan, çeşitli faydaları sebebiyle yağın satışının caiz olması hususunda ruhsat istemişlerdir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de bu izni vermemiştir. Bu konuda en son şu söylenebilir: Hadiste iki ihtimal bulunmaktadır. Böyle olunca, Allah ve Rasulü'nün haram kıldığı bilinmeyen bir şey haram olmaz.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Semud kavmine ait kuyulardan su içmeyi yasakladığı halde, o kuyulardan çekilen su ile yoğrulan hamurları hayvanlara yedirmeyi mubah kıldığı bilinmektedir.'' Necaseti yakarak ondan yararlanmak, her türlü mefsedetten, aynı zamanda batını ve zahiri temastan da uzak olarak gerçekleşmektedir. Böyle olan bir şeyi şeriat haram kılmaz. Zira şeriat ancak tamamı veya çoğu zarar olan şeylerle, o zarara yol açan ve sebebiyet veren şeyleri haram kılar.

 

Ahmed b. Hanbel, kendisinden gelen iki rivayetten birinde, temiz yağ ile karıştırıldığı takdirde ölü hayvan yağının kandillerde yakılmasına cevaz vermiştir. Yine ondan gelen rivayetlerin çoğunda, necis olan bir zeytinyağı yakarak aydınlanmak ve onunla gemi boyamak caiz görülmüştür. Ebu Muhammed gibi bazı arkadaşları da onun gibi düşünmektedirler. Delil olarak da İbn Ömer'in o yağ ile aydınlanmayı emretmesini göstermektedirler.

 

iki oğlu Salih ve Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: Necis olan bir şeyin satışını hoş bulmuyorum. Necis olduğundan dokunmamak şartıyla, onunla aydınlanmak mümkündür. Bu görüş hem aslen necis, hem de sonradan necis olan her şeyi içine alır. Şayet bu görüşü sadece sonradan necis olan şeyler için geçerlidir takdirinde bulunursa, bu söz ölü hayvan necasetiyle veya başka bir necasetle karışan yağla aydınlanmanın caiz olduğunu belirtmesi açısından sahihtir. İmam Şafii'nin görüşü de böyledir. Bu durumda tek başına ölü hayvan yağı ile aydınlanmakla, temiz yağ ile karışmış ve onu necis hale getirmiş ölü hayvan yağı ile aydınlanmak arasında ne fark vardır?

 

Bu soruya: Şayet, tek başına olursa ayni necis olur, ona başka bir şey karışırsa, sonradan necis olacağından yıkanmakla temizlenmesi mümkün bulunduğundan necaset bulaşan bir elbise gibi olur. Bu yüzden bir rivayete göre sonradan necis olan yağın satışı caiz görüldüğü halde, ölü hayvanın yağının satışı caiz görülmemiştir, diye cevap verilirse, şöyle karşılık verilir: Şüphesiz kt, iki grup necasetin arasını ayınp ayn ayn hükümlere tabi kılanlar bu farka dayanmışlardır, ancak bu fark da iki sebeple zayıftır:

 

Birincisi: Ne imam Ahmed'in, ne de imam Şafii'nin necis olan yağın yıkanması konusunda bir görüşleri olduğu bilinmemektedir. Bu hususta onlardan tek kelime bile sadır olmamıştır. Ancak bazı arkadaşlarından böyle bir fetva gelmiş, İmam Malik'ten benzeri bir görüş rivayet edilmiş, yıkanmakla temizleneceği söylenmiştir.

 

İkincisi: Bu fark zeytinyağı ve susamyağı gibi yağlar için geçerli olsa bile, bütün yağlar için geçerli olduğu söylenemez. Çünkü bazı yağların yıkanması mümkün değildir. İmam Ahmed ve imam Şafii, necis olan yağ ile aydınlanmaya hiçbir ayınm yapmaksızın cevaz vermişlerdir.

 

Aynı zamanda bu ayırım, pis ve ister asli ister sonradan necis olan bir şeyin kullanılmış olmasının izahında bir fayda sağlamaz. Çünkü pis olan bir şeyi kullanmak sözkonusu olacağı için, aydınlanmanın haram kılınmasında da, dumanın necaseti sebebiyle haram kılınmasında da her iki çeşit yağ arasında bir fark yoktur. Bu yağlardan biriyle aydınlanmaya cevaz verip diğeriyle vermemek hususunda, iki mezhep .arasındaki ayırımın hiçbir manası yoktur.

 

 

b) Hayvan Dışkısının Gübre Olarak Kullanılması:

 

islam alimlerinin çoğunluğu ziraatta, necis olan hayvan tersinin gübre olarak kullanılmasını caiz görmüşlerdir. Burada hayvan tersi aslen necistir. Onu kullananın onunla teması, ölü hayvanın yağını yaktığı kandil ile olan temasından fazladır. Gübrenin zirai mahsullere yansımasındaki etki de yakıttaki etkiden üstündür ve ateşteki değişimi, toprağın, havanın ve güneşin gübreyi değiştirmesinden daha fazladır. Necasetin dumanı sebebiyle haram kılındığı söylenirse, o zaman da necasetin dumanının da necis olduğunu kim kabul eder, hangi ayet veya hangi hadise dayanarak? diye sorulur. Necasetin dumana dönüşmesi, hayvanın tersinin veya necis suyun zirai ürüne dönüşmesinden daha tamdır. Bu husus, duyu ve müşahade ile bilinir ve şüphe edilmeyecek kadar acıktır. Hatta İmam Malik ve İmam Ebu Hanife'nin bazı arkadaşları satışına cevaz bile vermişlerdir. İbnu'l-Macişun der ki: İnsan tersininin satılmasında bir beis yoktur. Çünkü bu da insanların menfaatlarındandır. İbnu'l-Kasım da der ki: Hayvan dışkısının satılmasında bir sakınca yoktur. el-Lahmi de onun bu sözünün insan dışkısının satılmasında da bir beis olmadığına delalet ettiğini söylemektedir. Eşheb hayvan dışkısı hakkında der ki: Bu hususta müşteri satıcıdan daha mazurdur. İbn Abdülhakem de Allah'ın herhangi birini mazur görmediğini, her ikisinin de aynı derecede günahkar olduğunu söylemiştir.

 

Benim görüşüm de şudur: Doğru olan bu son görüştür. Onlardan yararlanmak caiz olsa bile, satışları haramdır. Buradaki maksadı şu şekilde ifade edebiliriz: Ölü hayvanın satışının haram kılınması, ondan şahin, kartal vb. hayvanları beslemek ve yakıt olarak kullanmak gibi, Allah'ın ve Rasulü'nün haram kılmadığı şekilde yararlanmanın da haram olmasını gerektirmez. İmam Malik, necis olan zeytinyağının mescidlerin dışındaki yerlerin aydınlatılmasında kullanılmasına ve ondan sabun yapılmasına cevaz vermiştir. Şunu bilmek gerekir ki, birşeyden yararlanma hususu, onun satışı hususundan daha geniştir. Satışı haram olan hiçbir şeyden yararlanılamayacağı söylenemez. Aralarında bir bağlantı yoktur. Böyle olunca bir şeyin satışının haram oluşuna bakarak, ondan yararlanmanın haram olduğuna hükmedilemez.

 

 

c) Ölü (Murdar) Hayvanın Satılamayacak Aksamı:

 

Murdar ölü hayvanın satışının haram olması konusuna, eti, yağı, siniri gibi canlılık emaresi bulunan ve ölümüyle bu durumun ortadan kalktığı kısımları girer. Tüyü, yünü ve kılı gibi canlılık emaresi bulunmayan kısımları bu konuya girmez. Çünkü onlar ölü hayvan hükmünde olmadıkları gibi, hayvan hayatta iken diğer organlar gibi canlılık emaresi de göstermezler. İlim erbabının çoğunluğu şu görüştedir: Ölü hayvanın kılı, yünü ve tüyü, temiz bir hayvana ait olması kaydıyla temiz sayılır. İmam Malik, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel, Leys, Evzai, es-Sevri, Davud, İbnu'l-Münzir, el-Müzeni, tabiin neslinden Hasan el-Basri, İbn Sirin ve Abdullah b. Mes'ud'un arkadaşları bu görüştedirler. Yalnızca İmam Şafii, bu kısımlarının da necis olduğuna hükmetmiştir. Delil olarak da hem akim hem de naklin (yani Kur'an ve sünnetin) ölü hayvan isminin bu kısımları da içine aldığını ifade etmesini göstermiştir. Nakli delil: İbn Adi'nin el-Kamil adlı eserinde İbn Ömer'den rivayet edilen merfu hadiste: Tırnakları, kam ve kılı defnediniz, çünkü onlar murdardırlar (meyte).'* buyrulmasıdır. Akli delile gelince: Bu kısımlar da hayvana bitişik olup onunla beraber büyür, dolayısıyla diğer organları gibi ölümüyle de necis olurlar. Aynı zamanda tıpkı domuz kılında olduğu gibi necis bir mahalde biten kıl da necistir. Yaratılıştaki aslıyla olan irtibatı, onun hükmüne tabi olmayı gerektirmiş, örfe göre de kıl bittiği mahalle tabi sayılmıştır. Şari'in o konudaki hükümleri bu duruma uygun düşecek şekildedir. Mesela, temizlikte kılların yıkanmasını da vacip kılmış, ihramlı birinin, avlanması yasak hayvandan kıl almasını, onun bir organını almak gibi telakki edip ceza takdir etmiş; nikahla helal, talakla da erkeğine haram olan kadının saçını da ondan bir parça saymıştır. Diğer yandan Şari'in, malların imkan Ölçüsünde ıslah edilip kullanılır hale getirilmesi, korunması ve zayi edilmemesi konusunda titizlik gösterdiğini, Meymune'nin koyunu için: "Derisini alsanız ya, tabaklayıp ondan yararlanabilirsiniz. " buyruğunu biliyoruz. Şayet kü temiz olsaydı, onun alınmasını tavsiye etmesi daha uygun olurdu, zira külfetsiz ve alınması kolay bir iştir.

 

Kıl, yün gibi şeylerin temiz olduğunu savunanlar da şöyle demektedirler.

 

1) Allah Teala ayet-i kerimesinde: "Onların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi." 80] Bu ifade, hem ölü hem de diri hayvanlara ait olan yün vs. içindir. Ahmed b. Hanbel'in Afüsned'inde, Ma'mer - Zühri - Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe - İbn Abbas (r.a.) yoluyla gelen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Meymune'ye ait olan ölü bir koyunun yanından geçiyordu. Buyurdular ki: "Derisinden yararlansanız ya!" Oradakiler de : "Nasıl olur, o ölü (murdar) bir hayvan." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.i: "Haram olan ancak onun etidir." buyurdu. Bu hadis etin dışında kalan organların temiz olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir. Domuz etinde olduğu gibi, yağ, ciğer, dalak, kuyruk (yağı) gibi şeyler de et hükmündedir. Kemik, boynuz ve tırnak konusu bu noktada bir çelişki göstermemektedir. Bu meselenin hemen ardından izah edeceğimiz üzere sahih olan görüş onların da temiz olduğudur.

 

2) Yumurtada olduğu gibi hayvanın hayatında alınsa bile temiz sayılır, diğer organlarının aksine ölümüyle necis olmaz. Canlı hayvanı kırkmak ve kılının da necis sayılmaması konusunda icma vardır. Bu durum kılın hayvandan bir parça sayılmadığına ve ruhunun olmadığına delalet etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Canlıdan ayrılan her şey, ölü hayvan (hükmünde) sayılır." buyurmuş, Sünen sahipleri de rivayet etmiştir. Aynı zamanda kırkılması esnasında hayvan acı duymaz ve yalnızca kılına dokunulmasını hissetmez. Bütün bunlar onda hayat olmadığını göstermektedir. Büyümesine gelince bu onun hayatiyetine ve hayvandan ayrılmasıyla necis olacak bir hayvaniliğe sahip olduğuna delalet etmez. Sadece büyüme tek başına hayatiyetin delili olsaydı ve bu hayatiyetin sona ermesiyle de o mahallin necis olduğunu ifade etseydi, kuruyan tarım ürünleri de bu sebeple necis olurdu.

 

3) İki çeşit hayat vardır: Duyma ve hareket etme hayatı, büyüme ve gıdalarıma hayatı. Birinci çeşidin sona ermesi canimin temiz olmasını etkilediği halde, ikinci çeşidin sona ermesinin böyle bir etkisi yoktur.

 

4) Etin necis olması, pis olan bazı sıvıların orada kalması sebebiyledir. Kıllar ve yünler için böyle bir durum yoktur. Bu husus, ileride açıklanacağı gibi, kemikler ve tırnakların durumu ile nakzedilmiş olmaz.

 

5) Eşyada asıl olan temizliktir. Pislik onlara, bazı değişmeler sebebiyle sonradan arız olur. İnsanın yediği temiz gıdaların değişerek dışkı haline geçmesi, temiz olan üzüm suyunun şarap haline gelmesi vs. bu cümledendir. Kıllar değişime uğramaları sırasında zaten temizdi. Sonra, ölüm anında onların necis olmasını gerektiren hiçbir şey de olmadı. Diğer organlar ise böyle değildir. Onları necis yapan şey, Ölümle pis rutubetlerin içeride birikmesi, dışan çıkamamasıdır.

 

6) Abdullah b. Ömer'in rivayet ettiği hadise gelince bu hadisin isnadında Abdullah b. Abdülaziz b. Ebi Ravvad vardır ki, Ebu Hatim er-Razi onun hakkında: "Hadisleri münkerdir, benim nezdimde dürüst biri değildir." demekte, Ali b. Hüseyin el-Cüneyd de: "Beş para etmez, uydurma hadisler nakletmektedir." ifadesini kullanmaktadır.

 

Meymune'ye ait olan ölü koyun hadisinde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Derisinden yararlansaydınız ya!" deyip yününden hiç bahsetmemesi hususunu üç şekilde cevaplandırmak mümkündür:

 

Birincisi: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) deriden yararlanmayı mutlak bir ifade ile söylemiş, yününün kırkılmasını emretmemiştir. Halbuki üzerinde yün bulunması kaçınilmazdır. O halde bu hadis hem (ölü hayvanın) yünü ve kılıyla, hem de kırkılmış haldeki bütün derilerden yararlanmanın caiz olduğuna delalet eder.

 

İkincisi: Aynı hadiste Hz. Peygamber: "Ölü hayvanın ancak yenmesi (veya eti) haram kılınmıştır." buyurmakla, kılından da yararlanmak gerektiği hususunda yol göstermiştir.

 

Üçüncüsü: Kıl (ya da yün) Ölü hayvandan bir parça sayılmadığı için ona temas etmemiştir. Çünkü diğer organlar gibi, hayvanın ölümüyle canlılığım yitirmiş bir organ değildir. Ona tabi olduğu gerekçesi de, tabaklanan derisinden —üzerinde yünü de olsa— yararlanmanın caiz olması dolayısıyla geçersiz kalır. Temizlik esnasında kılların yıkanması konusundaki delilleri, sargı meselesi sebebiyle, av hayvanından alındığında ceza gerekmesi delilleri de yumurta ve cenin meseleleri sebebiyle batıl olur. Nikah konusuna gelince, kadının saçı vücuduna bitişik olduğu, ondan ayrılması bütünlüğü olumsuz yönde etkileyeceği için ona tabi olmuştur. Buradaki meselede ise, kıl ölü hayvanın vücuduna necasette tabi olsa bile, o görüş sahiplerine göre, vücuttan ayrıldıktan sonra necaset ondan ayrılmaz. Böylece aradaki fark anlaşılmış oldu.

 

Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Ölü hayvanın satışının haram kılınması, kemiği, boynuzu ve tabaklandıktan sonra derisinin de satışının haram kılınmasını içine alır mı?

 

Cevap: Ölü hayvanın ancak yenmesi ve —yenmesi haram kılınan etin— kullanılması (yani satılıp parasının yenmesi) haramdır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu hususa: "Allah Teala bir şeyi haram kıldığı zaman onun parasını da haram kılmıştır." hadisiyle işaret etmiştir. Bir başka rivayette de: "Allah bir şeyi haram kıldığı zaman, onun parasının yenmesini de haram kılmıştır." buyurulmuştur. Bu da göstermektedir ki, satışı haram olan şeyin yenmesi de haramdır.

 

Tabaklanmış deriye gelince; o artık temiz olmuştur ve hem elbise hem de sergi vs. olarak ondan yararlanılabilir. Bu duruma göre, satışı da caiz olmalıdır. İmam Şafii eski kitabında satışının caiz olmadığına hükmetmiş, arkadaşları da bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan Kaffal: "Şafii'nin bu hükmü ancak, İmam Malik'in Tabaklanan derinin dışı temizlenir, ama içi temizlenmez.' sözüne uygun düşen bir takdirle anlaşılır hale gelir." demektedir. Bazı alimler de İmam Şafii'nin yeni görüşüne göre, içi de dışı da temizlense bile satışının caiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü o gerçekte ölü hayvanın bir parçasıdır. Bu sebeple eti ve kemiği gibi derisi de satılamaz. Bazıları da tabaklandıktan sonra yararlanılabilecek temiz bir mal durumuna geldiğini ve şer'i Ölçülere göre kesilmiş bir hayvan derisi gibi satılmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. Bir başka grup da, "Bu konu tabaklamanın değerlendirilmesine, onun necaseti izale mi ettiği, yoksa derinin mahiyetini mi değiştirdiği sorusuna dayanır. Şayet mahiyetini değiştirdiğini (istihale) kabul edersek satışının caiz olduğunu söyleyebiliriz, çünkü o artık Ölü bir hayvan parçası değil, bambaşka bir nesne olmuştur. Şayet necaseti izale ettiğini söylersek, bu durumda satışı caiz olmaz. Çünkü ölü hayvanın niteliği satışının haram olmasıdır. Bu nitelik değişmeyip baki kalmıştır." demektedirler.

 

Aynı ihtilaf üzerine, sözkonusu derinin yenmesinin caiz olması meselesini de bina etmişler ve bu mevzuda da üç görüş ileri sürmüşlerdir: 1) Yenebilir, 2) Yenmesi haramdır, 3) Eti yenilen hayvanların dertleriyle, eti yenmeyen hayvanların derileri ayn ayrı ele alınmalıdır. Birinci görüşü savunanlar mahiyet değişimi (istihale) hükmünü, ikinci görüşü savunanlar necaseti giderme (izale) hükmünü galip durumda görürken, üçüncü görüşü savunanlar da tabaklamayı sert ölçüye uygun kesme gibi değerlendirmişler ve dolayısıyla kesildiği zaman eti yenen hayvanın derisinin de yenilebileceğini söylemişlerdir.

 

Mutlak olarak yenmesine cevaz veren görüş, açık seçik sünnete muhalif olup batıldır. Bu yüzden onlar da böyle bir sonuca ancak, tabaklandıktan sonra derinin ölü hayvan (murdar) sayılamayacağını iddia ederek varmışlardır. Bu ise geçersizdir. Çünkü o deri, gerçek manada his ve hüküm açısından ölü bir hayvan derişidir. Tabaklandıktan sonra ondaki "ölü olma" vasfmı giderecek yeni bir hayat zuhur etmiş değildir. Tabaklamanın mahiyet değişimi (ihale) sayılması, maddi planda batıldır. Çünkü derinin hiçbir şeyi değişmemiştir. Ateşin odunu kül ettiği veya tuz deryasına atılan ölü hayvanların orda tuza dönüştüğü gibi, tabaklama işi ile de deri bir halden başka bir hale dönüşür iddiası tamamen geçersizdir.

 

İmam Malik'in arkadaşlarına gelince, onlardan İbnu'l-Kasim el-Müdevvene'de ölü hayvan derisinin tabaklandıktan sonra da satışına cevaz vermemektedir. et-Tehzib adlı eserin müellifi de aynı görüştedir, el-Mazeri ise: "Bu görüş tabaklamanın deriyi temiz kılmayacağı düşüncesinin muktezasıdır. Şayet tam olarak temizlendiğini kabul edersek, mubah olan bir çok yararlarından dolayı satışma da cevaz veririz." demektedir.

 

Ben de derim ki: Tabaklanmış cildin temizlenmesi konusunda İmam Malik'ten iki rivayet gelmiştir. Birincisi: Derinin hem içi hem de dışı temizlenir. Vehb'in yaptığı bu rivayeti esas alan arkadaşları satışını caiz görmüşlerdir. İkincisi: —Bu daha meşhur olanıdır.— Tabaklama ile deri özel bir temizlik kazanır ve kuru zeminde veya sadece sulu yerlerde kullanılması caiz olur. Suyun dışındaki diğer sıvılarla temas edecek yerlerde kullanılmaz. Bu rivayete göre ne satılması, ne de sergi olarak üzerinde veya elbise olarak İçinde namaz kılınması caizdir.

 

Bu konuda imam Ahmed'in görüşü ise şöyledir: Tabaklanmadan önce ölü hayvanın derisinin satılması caiz değildir. Tabaklandıktan sonra satılmasının caiz olacağı konusunda da ondan iki rivayet bulunmaktadır. Arkadaşları bu iki rivayeti de mutlak olarak nakletmişlerdir, ama bana göre bu, derinin tabaklandıktan sonra temiz sayılıp sayılmayacağı meselesiyle ilgili rivayetlerin farklılığına dayanmaktadır.

 

Necis yağın satışında da Ahmed b. Hanbel'in mezhebinde üç görüş vardır:

 

Birincisi: Satışı caiz değildir.

 

ikincisi: Necis olduğunu bilen bir kafire satışı caizdir. Ahmedi Hanbel'in fetvası bu şekildedir.

 

Necis olduğunu bilmesinden maksat, onu necis yapan sebebi biimesidir. Yoksa necis olduğuna inanması değil.

 

Üçüncüsü: Müslümana da kafire de satılabilir. Bu görüş yakılmasının caiz olması ve yıkanmasıyla temizlenmesi sebebiyle, ileri sürülmüştür. Bu durumda necis bir elbise gibi kabul edilmiştir. Bazı arkadaşları da, necis yağın satışının cevazına dayanarak, necis olan hayvan dışkısının da yakıt olarak satılabileceği görüşünü belirtmişlerdir. Bu değerlendirme doğrudur.

 

Ebu Hanife'nin arkadaşlarına gelince, onlar da hayvan dışkısının bir başka şeye bağlı olarak satışını caiz görürken, tek başına satılmasına cevaz vermemişlerdir.

 

Ölü hayvanın kemiğinin satılması meselesine gelince, Ebu Hanife ve arkadaşları ile Malik'in arkadaşlarından ibn Vehb gibi, (kemiğin) ölüm ile necis olmadığını kabul eden fakihlere göre satışı caizdir. Ancak temiz sayılmasının kaynağında farklı görüşler vardır. Ebu Hanife'nin arkadaşları, kemiği ölü hayvandan bir parça olarak kabul etmeyip, meyte (ölü hayvan, murdar) adı altına girmeyeceğini ve kemiğin, acı vermesinin de onun hayatiyetine delil olmayacağını, çünkü acının kemiğin kendisinden değil, çevresindeki etlerden kaynaklandığını savunmuşlardır. Allah Teala'nın: "Dedi ki: Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek."[Yasin, 78] ayeti kerimesini de "kemiklerin sahipleri" şeklinde izah ederek oradaki tamlamada, tamlananın hazf edildiğini söylemişlerdir. Diğer fakihler ise, bu yaklaşımı çok zayıf bulmuşlar ve şöyle demişlerdir: Kemik gerçekte acı duyar ve onun acısı etinkinden daha şiddetlidir. Ayet-i kerime'de tamlananın hazf olunduğunu söylemek de İki sebepten doğru değildir: Birincisi: Ayete tamlanan takdir etmek delilsiz bir ilavedir. Bu ise mümkün değildir. İkincisi: Bu takdir, kemiklerin hayatı konusunda şüphe İzhar ederek soru soran kimsenin sorusuna cevap vermemeyi gerektirirdi. Halbuki, Ubey b. Halef eline çürük bir kemik alıp Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelerek onu elinde ufaladıktan sonra, "Ey Muhammedi Ne dersin, ufalandıktan sonra da Allah bu kemiği diriltecek mi?!" diye sorduğunda. Hz. Peygamber (s.a.} şu cevabı vermişti: "Evet. seni diriltecek ve cehenneme gönderecek. "

 

Kemiğin temiz sayılmasının kaynağı, ortada onu necis yapacak bir şeyin bulunmaması ve dolayısıyla temizliğine hükmedilmesidir. Kemiğin ete kıyas edilmesi doğru değildir. Çünkü pis olan sıvıların (kan ve irin gibi) biriktiği yer, kemik değil ettir. Bu durum tıpkı bazı canlıların tam bir hayvan olduğu halde kanları olmadığı için ölümleri sebebiyle necis olmaması gibidir. Çünkü onları necis yapacak herhangi bir sebep yoktur. Kemiğin böyle kabul edilmesi daha uygundur. Bu değerlendirme birinciden daha doğru ve daha kuvvetlidir. Bu duruma göre aslen temiz bir hayvanın ölüsüne ait olan kemiklerin satılması caizdir.

 

Necis olduğunu kabul edenler ise, satışına cevaz vermemektedirler. Çünkü onlara göre necaset bizzat kemiktedir. İbnu'l-Kasım, imam Malik'in şöyle dediğini kaydeder: Kemiğin ne satılmasını ne de alınmasını doğru buluyorum. Filin dişlerini de öyle. Ticaretinin yapılması caiz değildir. Fildişinden yapılan tarakları ve yağdanlıkları kullanmak caiz değildir. Ölü hayvanın parçası olan kemikten yapılmış bir yağdanlığa nasıl yağ konulur ve ıslak olan bir sakal nasıl o kemikten yapılmış bir tarakla taranabilir? Kemikle bir şey pişirilmesini de mekruh görmüştür. Mutarrif ve İbnu'l-Macişun fildişinin satışını mutlak olarak, İbn Vehb ve Asbağ da ancak suda kaynatıldıktan sonra caiz görmüşler, kaynatma işini derinin tabaklanması gibi kabul etmişlerdir.

 

 

4- Domuz Alım-Satımı:

 

Domuzun satışının haram kılınması, zahiri ve batını bütün organlarına şamildir. Çoğu et olduğu halde, domuzun yenmesinin haram olduğuna işaret için nasıl etinin zikredildiğini düşününüz, Ayet-i kerimede etinin zikredilmesi, herşeyden önce (öldürülmesi değil de) yenmesinin haram olduğuna dikkat çekmek içindir. Avlanmada bunun aksi varid olmuş ve "Size av hayvanının eti haram kılındı." denilmeyip avın bizzat kendisi haram kılınmıştır ki, hem öldürülmesini hem de yenilmesini ifade etsin. Burada (yani hadiste) ise domuzun satışını haram kılınca tamamını zikretmiş, ölü ve diri her halükarda satışının haram kılındığını göstermek için haram kılmada sadece etinin satışını tahsis etmemiştir.

 

 

5- Put Satışı:

 

Putların satışının haram kılınmasına gelince, bu hükümden, Allah'a şirk koşmak için edinilen put, haç, heykel gibi her türlü alet ve eşyanın satışının haram kılındığı anlaşılır. Konusu şirk ve Allah'tan başkasına ibadet olan kitaplar hakkındaki hüküm de böyledir. Bütün bunların ortadan kaldırılması gerekir. Bu tür eşyaların satılması, başkalarının onları almasına ve dolayısıyla fitneye duçar kalmalarına sebep olur. Bu yüzden onların satışının haram kılınması, başka şeylerin satışının haram kılınmasından evladır. Onların satışının zararı, bizzat kendilerinde bulunan zarara göredir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yukarıdaki hadiste putun satışının haram kılmasını en son zikretmesi, onun haram olma derecesinin daha hafif oluşu sebebiyle değil, aksine en hafiften en ağıra doğru çıkması sebebiyledir. Mesela, şarabın durumu ölü hayvandan daha iyidir. Zira kendiliğinden sirkeye dönüşmesi, hatta bazı alimlere göre insan eliyle bile dönüştürülmesi halinde muteber mal sayılır. Yine bazı alimlere göre zimmiye ait olan şarap telef edildiğinde tazmin edilirken, ölü hayvan tazmin edilmez. Allah Teala'nın şarabın aksine, ölü hayvan etinin yenmesi karşılığında had (şer'an takdir edilmiş ceza) koymaması insan tabiatının ondan nefret etmesi ve tabii olarak ondan uzak durması sebebiyledir. Domuz ise, ölü hayvandan daha şiddetli haramdır. Bu yüzden Allah Teala şu ayet-i kerimede yalnızca onun necis olduğuna hükmetmiştir: "De ki: Bana vahyolunanlar arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin haram dediklerinizden böyle) haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Yalnız gerek ölü, gerek dökülen kan, gerek domuz eti -ki bu şüphesiz bir murdardır-, yahut Allah'tan başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır."[En'am, 145] sözündeki zamir, kelimesinin lafzı itibarıyla ayette zikri geçen her üç nesneye dönebilirse de, üç sebepten dolayı sadece domuz etine ait olduğu görüşü kuvvet kazanmaktadır. Birincisi: Zamirin "domuz eti" kelimesine olan yakınlığı. İkincisi: Müzekker (erkek) olarak gelip ... şeklinde müennes (dişi) olarak getirilmemesi. Üçüncüsü: Zamirden önce bir ve bir de haflerinin bulunması. Bu harflerin getirilmesi haram kılınmanın illetine dikkat çekerek nefisleri ondan uzaklaştırmak içindir. Bazı insanların tabiatında onu güzel bulmak ve ondan lezzet almak meyli vardır. Allah Teala bu ifade ile onda vehmedilen güzellik ve lezzetin bulunmadığını, bilakis onun murdar olduğunu haber vermiştir. Ölü hayvan ve kan için böyle bir habere ihtiyaç yoktur. Zira onların murdar olduğu herkesçe kabul edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bunun benzeri bazı konular bulunmaktadır. Onlar üzerinde düşününüz. Daha sonra da putların satışının haram kılındığını zikretmiştir ki o, haram ve günah olma bakımından büyük, İslam'a ters düşmesi bakımından da şarap, ölü hayvan ve domuz satmaktan daha ileri derecededir.

 

 

6- Yenilmesi ve İçilmesi Haram Nesnelerin Parası:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah bir şeyi haram kıldığı zaman, onun parasını yemeyi de haram kılar." hadisi ile iki husus kastedilmiştir. Birincisi: Şarap, ölü hayvan, kan, domuz ve şirke vesile olan aletler gibi hem kendisi hem de ondan yararlanması haram olan şeyler. Bütün bunların parası haramdır.

 

İkincisi: Tabaklandıktan sonra Ölü hayvanın derisi, evcil eşekler ve katırlar gibi yalnızca yenmesi haram kılınıp, yemenin dışındaki yararlanmaların mubah kılındığı şeyler. Bu sınıfa giren şeylerin hadiste zikre dilmediği söylenebilir. Hadise giren şeyler mutlak olarak haram kılınanlardır. Aynı zamanda, zikredildiği de söylenebilir. Bu durumda parasının haram kılınması, haram kılman menfaat sebebiyledir. Eşekler ve katırlar, üzerine binilmek için satıldıkları zaman paralan helal olduğu halde, etlerinin yenmesi için satılırlarsa haram olur. Ölü hayvanın derisi, ondan yararlanmak için satılırsa parası helal, yenmek için satılırsa haram olur. Malik, Ahmed b. Hanbel ve arkadaşları gibi fukahanm çoğunluğu buna benzer meseleler için şöyle demişlerdir: Şarapçıya satılan üzümün parasını yemek haramdır ama, onu yemek için alan bir kimseye satma sonucu elde edilen para helaldir. Müslümana karşı kullanmak üzere silah satmaktan elde edilen para haram olduğu halde, aynı silahı Allah yolunda cihad edecek bir gaziye satmaktan elde edilen kazanç en güzel kazançtır. Aynı şekilde giymesi haram olan br kimseye ipek kumaş satmanın kazancı haram, giymesinde sakınca bulunmayan birine satmanın kazancı helaldir.

 

Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Bir müslümanın, necis olmuş bir yağı, onun temiz olduğuna inanan bir zimmiye satmasına cevaz verdiğiniz gibi, şarap ve domuzu da, onların helal olduğuna inanan zimmiye satmasına cevaz verir misiniz?

 

Bu soruya şöyle cevap verilir: Bu caiz olmaz, parası da haramdır, Çünkü zikri geçen iki konu arasında şu fark vardır: Sonradan necis olan yağ aslında, kendisine pislik karışmış temiz bir maldır ki, necasetin tahakkuk edip etmediği tartışmalıdır. Bir grup alim onun ancak bir değişikliğe uğrarsa necis olacağını söylerken, bir başka grup da necis olsa bile yıkamak suretiyle temizlenebileceğini savunmuşlardır. Allah'ın bütün dinlerde ve bütün peygamberlerinin lisanıyla haram kıldığı ölü hayvan, kan ve domuz böyle değildir. Çünkü onları mubah saymak, bütün peygamberlerin haram olduğunda ittifak ettikleri şeylerde, onlara muhalefet etmektir. Kafirlerin onları helal sayması, sonucu değiştirmez. Bu tıpkı müşriklere put satmak gibidir ki, Allah ve Rasulü'nün haram kıldığı da budur zaten, yoksa bir müslüman hiçbir zaman put satın almaz.

 

Soru: Şarap, ehl-i kitab için helaldir ve onlara satılmasına cevaz verilmiş midir?

 

Cevap: Bu mesele, Hz. Ömer'in (r.a.) memurlarından bir kısmının vehmine dayanmaktan öteye geçmez. Sonunda Hz. Ömer onlara bir mektup yazmış ve onları bu uygulamadan men etmiş, şarabın satış işinin bizzat ehl-i kitaba bırakılmasını, onlardan borçlarına karşılık şarabın parasının alınmasını emretmiştir. Ebu Ubeyd - Abdurrahman - Süfyan b. Said - İbrahim b. Abdula'la el-Cu'fi - Süveyd b. Gafle yoluyla gelen bir rivayete göre, bazı insanların (yani görevli memurların) cizye olarak domuz aldıkları yolunda haberler, Hz. Ömer'e ulaştı. Bilal (r.a.) kalkıp dedi ki: "Evet, onlar böyle yapıyorlar." Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) buyurdu ki: "Satışını onlara bırakınız."

 

Ebu Ubeyd - el-Ensari - İsrail - İbrahim b. Abdula'la - Süveyd b. Ğafle yoluyla gelen diğer bir rivayete göre Bilal, Hz. Ömer'e (r.a.) şöyle dedi: "Zimmilerin haraçlarını toplamak için görevlendirdiğin memurların, haraç olarak şarap ve domuz alıyorlar." Bunun üzerine Hz. Ömer buyurdu ki: "Onlardan (şarap ve domuz) almayınız, fakat onlara (yani zimmilere) onları sattırınız, siz de (haracı) onların parasından alınız."

 

Ebu Ubeyd bu noktada der ki: Müslümanlar zimmilerden cizye ve haraç olarak şarap ve domuz (kıymetine göre hesaplayarak) alıyorlar, sonra onları bizzat kendileri satıyorlardı. Bilal'ın doğru bulmadığı ve Hz. Ömer'in de yasakladığı husus budur. Daha sonra Hz. Ömer, zimmilerin kendilerine ait olan şarap ve domuzu bizzat kendilerinin satmaları halinde, haraç memurlarının, onların parasını kabul edebileceklerini söylemiştir. Çünkü şarap da domuz da, zimmilere ait mallardır, müslüman için mal olmazlar.

 

Hz. Ömer*e ait başka bir hadis bu konuyu açıklamaktadır. Ali b. Ma*bed - Ubeydullah b. Amr - Leys b. Ebi Süleym yoluyla gelen rivayete göre, Hz. Ömer memurlarına mektup yazarak, aldıkları domuzlan öldürmelerini ve cizye vermesi gerekenlerin cizyelerini o domuzların parasından almalannı emretti. Ebu Ubeyd der ki: Hz. Ömer o malları zimmilerin malı olarak görmeseydi, onları cizyeden bedel kılmazdı.

 

Bir zimmi şarap ve domuzuyla öşür memurlanyla karşılaşırsa, öşür memurunun o mallardan öşür alması hoş (helal) olmaz. Aynı zamanda o malların parasından da alamaz. O malları satanın zimmi olması sonucu değiştirmez. Bu konu önceki konu gibi değildir. Çünkü cizye ve haraç zimmilerin kendi nefisleri ve toprakları üzerine konulan bir vergi olduğu halde öşür, bizzat şarap ve domuz üzerine konulmuş olmaktadır. Bu yüzden, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah bir şeyi haram kılarsa, onun parasını da haram kılar." hadisi sebebiyle o malların parasını almak da güzel değildir. Hz. Ömer'in bu konuda diğer konudan farklı bir şekilde fetva verdiği rivayet edilmektedir. Aynı rivayet Ömer b. Abdülaziz'den de gelmektedir.

 

Ebu'l-Esved el-Mısri - Abdullah b. Lehi'a - Abdullah b. Hübeyre es-Sebai yoluyla yapılan bir rivayete göre Utbe b. Ferkad, Ömer b. Hattab'a, şarap vergisi olarak kırkbin dirhem göndermiş, bunun üzerine Hz. Ömer ona şu mektubu yazmıştır: "Bana şarap vergisi göndermişsin. Halbuki sen buna muhacirlerden daha layıksın." Bu durumu halka haber verdi ve dedi ki: Vallahi seni hiçbir konuda görevlendirmeyeceğim. Bunun üzerine onu terketti.

 

Abdurrahman - Müsenna b. Said ed-Dabai yoluyla gelen bir rivayete göre Ömer b. Abdülaziz, Adi b. Ertat'a, onun tarafından gönderilen malların bir dökümünü göndermesini, bu dökümde, malların nereden geldiğinin belirtilmesini istedi. Bunun üzerine o da bir cevap yazarak malları tasnif etti. Yazdığı mallar arasında dörtbin dirhem şarap öşürü de vardı. Bir müddet sonra mektubunun cevabı gelmiş ve orada şöyle yazılmıştı: "Sen bize gönderdiğin dökümde şarap öşürü olarak dörtbin dirhem kaydetmişsin. (Bilesin ki) bir müslüman şaraptan öşür alamaz ve onun alım-satımını da yapamaz. Sana bu mektubum geldiği zaman, o adamı bul ve bu malı ona geri ver, çünkü o bu mala daha layıktır." O da mektubu alınca emredildiği gibi yaptı.

 

Ebu Ubeyd: "Her ne kadar İbrahim en-Nehai başka görüşte ise de, bana göre uygulamaya esas olan görüş budur." der ve daha sonra İbrahim en-Nehai'den, yanında şarapla Öşür memuruna uğrayan zimmiden alınacak miktarın ikiye katlanacağı görüşünü nakleder.

 

Ebu Ubeyd der ki: Ebu Hanife, öşür memuruna, yanında şarap ve domuz olarak uğrayan zimminin şarabından öşür alınacağını, domuzundan alınmayacağını söylerdi. Muhammed b. Hasan'ın Ebu Hanife'den bu şekilde rivayette bulunduğunu duydum. İkisi de halife olan Ömer b. Hattab ile Ömer b. Abdülaziz'in görüşleri kabul edilip uyulmaya daha layıktır. Allah en iyisini bilir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

B) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) KÖPEK VE KEDİ PARASI, FAHİŞE, HACAMATÇI VE DÖL ÜCRETLERİYLE İLGİLİ HÜKÜMLERİ