ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

E) "AİLENE DÖN!" SÖZÜNÜN HÜKMÜ

 

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) "Ailene dön!" Sözünü Kullanması:

 

Sahih-i Buhari'de sabit olduğu üzere, Cevn'in kızı Hz. Peygamber'in yanına geldiği vakit, Hz. Peygamber kendisine yaklaşınca kadın: "Senden Allah'a sığınırım!" demişti. Hz. Peygamber ona: "Son çok yüce birine sığındın. (Kalk!) Ailene git!" buyurdu.

 

Sahihayn'da sabit olduğuna göre, Hz. Peygamber (Tebük seferine mazeretsiz katılmayan) Ka'b b. Malik'e (r.a.) gelmiş ve karısından uzak durmasını emretmişti. Ka'b da karısına: "Ailene git!" demişti.

 

Bu ifadenin hükmü hakkında ulema ihtilaf etmişlerdir. Zahiriler: "Talak değildir. Bununla niyet etse de, etmese de talak vuku bulmaz." demişlerdir. Bunlar, Hz. Peygamber'in, Cevn'in kızı ile nikah akdi yapmadığını, sadece onu istemek üzere çağırttığım söylemişlerdir. Buna, Sahih-i Buhari'de bulunan şu hadisin de delalet ettiğini ifade etmişlerdir: Ham'za b. Ebi Üseyd, babasından nakleder: Ebu Üseyd, Hz. Peygamberle birlikte idi. Cevniyyeli kadın getirilmişti. Konuk kadın bir hurmalık içerisindeki Ümeyye bt. en-Numan b. Şerahil'in evinde ağırlandı. Beraberinde biniti de vardı. Hz. Peygamber, yanına girdi ve ona: "Nefsini bana hibe et!" buyurdu. O da: "Kraliçenin nefsini çobana hibe ettiği görülmüş mü?" dedi. Hz. Peygamber elini sakinleşmesi için üzerine koymak maksadıyla ona doğru uzattı. Kadın: "Senden Allah'a sığınırım." dedi. Hz. Peygamber: "Gerçekten güçlü bir yere sığındın!" buyurdu. Sonra çıktı ve: "Ey Ebu Üseyd! Ona iki elbise giydir ve onu iilesine gönder!" buyurdu.

 

Sahih-i Müslim'de Sehl b. Sa'd'den şöyle nakledilir: Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Araplardan bir kadının lafını ettiler. O da Ebu Üseyd'e, kadına haber göndermesini emir buyurdu. Ebu Üseyd kadına haber gönderdi. Kadın gelerek Beni Saide'nin kalesine misafir indi. Derken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çıktı ve kadının yanına gelerek içeri girdi. Bir de ne görsün, kadın boynunu eğmiş. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisiyle konuşunca kadın: "Ben senden Allah'a sığınırım" dedi. O da: "Ben seni kendimden sığındırdım" "dedi. Bunun üzerine ashab kadına: "Bu kim biliyor musun?" dediler. Kadın: "Hayır!" cevabım verdi. "Bu Rasulullah'dır. Seni istemeye geldi." dediler. Kadın: "Ben bu İşte şanssızlığa uğradım." dedi.

 

Derler ki: Bütün bunlar hep aynı olayla ve aynı kadınla ilgili haberlerdir ve Hz. Peygamber'in o kadınla henüz evlenmemiş olduğu da gayet açıktır. Hz. Peygamber onun yanına, sadece kendisini istemek için girmiştir.

 

 

2- Bu Sözün Hükmü:

 

Çoğunluk fukaha ise -dört imam vb. bunlardandır-: "Hayır, bu lafız talaka niyet etmesi durumunda talak lafizlarındandır." demişlerdir. Nitekim Sahih-i Buhari'de, babamız İsmail aleyhisselam'ın, bu ifadeyle karısını boşadığı sabittir: Babası (Hz. İsmail'in) hanımına: "Kocana söyle, kapısının eşiğini değiştirsin!" demişti. Bunun üzerine Hz. İsmail (a.s.) de: "Eşik sensin. Babam bana senden ayrılmamı emretmiş. Ailene git!" demişti.

 

Hz. Aişe hadisi ise, Hz. Peygamber'in kadın üzerine akit yapmış olduğunda sarih gibidir. Çünkü o: = Hz. Peygamber'in yanına alındığında" ifadesini kullanmıştır. Bu ise kocanın ailesi yanına girmesi demektir. Hz. Aişe'nin: "Hz. Peygamber ona yaklaştı." ifadesi de bunu destekler. .

 

Ebu Üseyd hadisine gelince, nihayet burada: "Nefsini bana hibe et!" ifadesi bulunmaktadır. Bu söz, daha önceden Hz. Peygamber'in onu nikahlamış olmadığı anlamına gelmez. Hz. Peygamber'in bu sözü, akit için değil de zifaf talebi için söylemiş olması pekala mümkündür.

 

Sehl b. Sa'd hadisine gelince; akit bulunmadığı hususunda en sarih olanı budur. Çünkü bu hadiste: "Hz. Peygamber ona geldiğinde: Bu Rasulullah'tır. Seni istemeye geldi, dediler." ifadesi vardır. Anlaşılan, bu kadın Cevniyyeli kadındır. Çünkü Sehl, hadisinde: "Ebu Üseyd'e, kadına haber göndermesini emretti. O da haber gönderdi." demektedir. Dolayısıyla olay hep aynı olaydır ve Hz. Aişe, Ebu Üseyd ve Sehl etrafında dönmektedir. Bunlardan her biri aynı olayı rivayet etmiştir. Lafızları aşağı yukarı birbirine yakındır. Geriye sadece, "Seni istemek için geldi" sözüyle "Yanına girip de ona yaklaşınca..." sözü arasındaki çelişki kalmaktadır. Ya iki ifadeden birinde hata vardır, ya da "yanına girmek" ifadesi, kocanın hanımı yanına girmesi anlamında değil, genel anlamda girmek manasınadır. Bu da muhtemeldir.

 

Hz. İsmail kıssasıyla ilgili İbn Abbas hadisi ise sarihtir. Bu lafız hem cahiliye, hem de İslam dönemlerinde, öteden beri kadını boşamak için kullanılan talak lafızlanndandır. Hz. Peygamber onu değiştirmemiş, kabulle karşılamıştır. İslam'ın öncüleri olan ashab: "Sen haramsın." "Emrin elindedir", "Tercih et", "Seni ailene hibe ettim", "Sen haliyye (boşanmış biri)sin, benden hali oldun", "Sen beriyye (uzak)sin, seni ibra ettim", "Sen ibra edilmişsin", "İpin boynundadır", "Sen haramsın (hirc)" (sırasıyla arapçalan:)

 

ifadeleriyle talak ikaında bulunmuşlardır. Hz. Ali ve ibn Ömer: = Sen haliyyesin demek üç talaktır." demişlerdir. Hz. Ömer ise: "Bir ric'i talaktır." der. Muaviye; karısına; "Eğer evden çikarsan sen haliyyesin." diyen adamla eşini ayırmıştır. Hz. Ali, İbn Ömer ve Zeyd: = Sen beriyyesin." ifadesi hakkında "üç talaktır" derlerken Hz. Ömer: "Bir ric'i talaktır." demiştir. Hz. Ali, ifadesi için: "Üç talaktır." Hz. Ömer ise: "Bir talaktır." demişlerdir. "Emrin elindedir", "Sen bana haramsın" tabirlerinin izahı sırasında ashabın görüşleri'daha önce geçmişti.

 

Yüce Allah, talakı zikretmiş, fakat onun için bir lafız belirlememiştir. Buradan da Allah'ın konuyu insanların örfüne bıraktığı anlaşılır; insanların örfünde hangi lafız talak manası ifade ediyorsa, niyet bulunduğunda o lafızla talak gerçekleşmiş olur.

 

Lafızların bizzat kendileri maksut değillerdir. Bunlar o lafzı söyleyenin maksadını göstermesi için kullanılır. Kişi bir manaya gelen bir lafzı söyledi ve o manayı da kasdetti mi, üzerine hükmü terettüp eder. Bunun içindir ki, İranlı, Türk, hintli ve benzerlerinin kendi dilleri ile verdikleri talaklar vuku bulur. Hatta bunlardan biri, Arapça sarih talak lafızlarından birisini, manasini bilmeden telaffuz edecek olsa, asla bir şey lazım gelmez. Çünkü manasını bilmediği, içeriğini de kasdetmediği bir şeyi söylemiştir. Ka'b b. Malik hadisi; bu ve benzeri lafızlarla, niyet olmadıkça talakın vuku bulmayacağına delalet etmektedir.

 

Doğrusu, bu ister sarih ister kinaye olsun bütün lafızlarda geçerlidir. Azad ve talak lafızları arasında bir fark da yoktur. Şayet bir kimse: "Benim kölem hürdür, zina etmez." veya "Benim cariyem hürdür, fahişelik yapmaz." dese, aklından da azad etme fikri geçmese, niyet de etmese bununla asla azad işi gerçekleşmez. Yine bir kimse karısı ile birlikte iken, yolda ayrılsalar ve kendisine: "Karın nerede?" diye sorulsa da: "Ondan ayrıldım." dese; veya saçını taraşa da: " - Onu taradım." dese (bu söz Kur'an'da talak için kullanılıyor) ve bu sözlerle talakı kasdetmese, kadın boş olmaz. Yine kadını serbest, tamamen kendi haline bıraksa ve onun durumunu haber vermek amacıyla: "O taliktir (yani serbest)." dese; bununla da boş olmaz. Yine aynı şekilde, kadın bağlanmış olsa da, iplerinden çözülse, koca da; "Sen taliksin" dese, yani bağlarından boşanmışsın demek istese kadın boş olmaz. Bütün bunlar İmam Malik ve bazı şekillerinde İmam Ahmed'in görüşleridir, bazıları da imamın ele aldıklarının benzerleridir. Bunlarla niyet etmedikçe ve talakı gösteren bir lafzı söylemedikçe talak vuku bulmaz. Eğer bu ikisinden (yani niyet ve lafız) sadece biri bulunursa ne talak ne de azad vuku bulmaz. Lafızların sarih ve kinaye şeklinde ikiye ayrılması, her ne kadar asıl konumu bakımından sahihse de, tamamen şahıs, zaman ve mekana göre farklılık arzederler. Nice sarih lafız başka bir yöre halkınca kinaye olabilir, ya da bir zaman ve mekanda sarih olan bir lafız, başka bir zaman ve mekanda kinaye olabilir. Realite bunun şahididir. Mesela, lafzını ele alalım: Hemen hemen hiçbir kimse bu sözcüğü ne sarih ne de kinaye yollu talak için kullanmamaktadır. Bu durumda kalkıp: "Kim bu sözcüğü kullanırsa onun karısı boş olur; ister niyet etsin, ister etmesin. Çünkü şer'i örf ve kullanış şekli vardır. (Yani Kur'an'da bu anlamda kullanılmıştır).'" demek asla caiz olmaz. Çünkü böylesi bir iddia hem şer'i açıdan, hem de kelimenin kullanılışı bakımından yanlış bir iddiadır. Kelimenin kullanılışı açısından yanlıştır; çünkü hemen hemen hiçbir kimse karısını boşamak için bu kelimeyi kullanmamaktadır. Şer'i açıdan da yanlıştır; çünkü Kur'an bunu talaktan başka manada da kullanmıştır. Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Mü'min kadınları nikahlayıp da henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince bekletmeniz gerekmez. O halde onları faydalandırın (mut'a verin) ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın."[Ahzab, 49] Buradaki "tesrih = snl 'st bırakma" kesinlikle talak değildir. Aynı şekilde " = ayrılık" kelimesini Şari\ talaktan başka manada da kullanmıştır: "Ey Peygamber! Kadınları boşadiğınizda, onları iddetleri içinde boşayınız... Müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun, veya onlardan uygun bir şekilde ayrılın. "[Talak. 2] Bu ayette geçen) "=tutmak"tan maksat, ric'attir. = Ayrılık" ise, ric'atte bulunmamak demektir; yoksa ikinci bir talakın verilmesi anlamında değildir. Bunda asla bir ihtilaf da yoktur. Dolayısıyla, "Bu ifadeyi telaffuz eden kimsenin karısı boş olur. Manasını ister anlasın, ister anlamasın." demenin bir anlamı yoktur. Her ikisi de batıllıkta aynıdır. Tevfik Allah'tandır.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

F) ZiHAR